Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

26 Haziran 2008 Perşembe

Bilir-bilmez...

İçte yarı bir boşluk hissi...
Ne yapacağını bilemez, kararsız bir hal...

Öylesine bi durma arzusu...
Püfür püfür esen rüzgar bedeni yalarken, deniz kenarında olma arzusu...
Denizle göğün maviliğinin bir birine karışması
Kıyıya vuran dalgaların sesi...
Rüzgarla birbiriyle sevişen ağaç dallarının hışırtısı...
Rüzgardan uçuşan kum taneciklerinin yağlı bedene yapışması...

Özlemler bunlar...

Hayata geçirmek için kıpırdanmak lazım lazım olmasına da...
Bu beden, bu ruh, özlemini duyup hayalini kurduğu kıyı nerde bilmemekte...

Gitmekle kalmak arasında...
Ne istediğini bilmekle bilmemek arasında...

Çoktan tatile çıkmış olması gerekirken ilk defa durmakta...
Denize, kuma, güneşe ihtiyacı var bilmekte ama...
Bilememekte nereye...

Bildiği değişim zamanının geldiği...
Monotonlaşan, kabuklaşan, ağırlık yapan herşeyden sıyrılması gerektiği...
Taze, fresh, nefis, yeni, sıfır adımlar, tatlar, başlangıçlar, arzular, istekler, dilekler, beklentiler...
Yeni, yeniden...

Hamama gidip göbek taşının üstüne serilip keselenmek, yeni taze bir cilde sahip olmak gibi...
Kirlerin, eski derinin soyulup atılması gibi...
Sonrasının verdiği prüzsüzlük, güzellik, tazelik gibi...

Yenilenmek gerekte...
Alışkanlıklardan, bilinenden vaz geçmek, korkusuzca yeniye ileriye adım atmak uyuşuk adımlarla olmuyor işte...

Hadi, hazırız diyen bir enerji yok henüz içte...
Ama olmalı...

İçte yarı bir boşluk hali...
Olura bırakıp yaşamak bilinci tüm hücrelerce bilinsede...
Yinede elle tutulan, kesin bir karar, davranış aramakta, istemekte mantık...

Olura bırakıp yaşamak, hem yapılması gerekeni bildiğiniz hemde bilmediklerinizi çağrıştırıyor...
Normal yaşam sürerken olura bırakıp yaşıyoruz da, olura bırakma kararı alındığında ı-ıh !

İçte yarı bir boşluk...
Ne istediğini bilir-bilmez bir hal...
Mutluyla-mutsuz arası...
Keyifliyle-keyifsiz arası...
Kararlıyla-kararsız arası...

Yak bi cigara... çek içine...
Hayatta dumanın kıvrılıp akması gibi akıyor...
Bırak oluruna...
Hareket etmeni sağlayacak enerji gelecek, dolacak için nasıl olsa...

20 Haziran 2008 Cuma

Pes Cavus

Yaklaşık 2 ay önce başladı...
Sabahları üzerlerine basmakta zorluk çekmeye başladım...
Hızlı gece hayatımdanmıydı yoksa son zamanlarda vücudumun görüp görebileceği en yüksek kiloya sahip olmamdanmıydı neydi sebep bilemiyordum.
Bildiğim uyanır uyanmaz hooop dedik hopdedix kıvamında yataktan kalkamamamdı !

Sabahları kendi kendime espri yapıyordum 'Kilon fazla... poponu, göbeeni taşıyamıyor ayakların!'
Sonra hay huya devam...
Arada aklıma takılsada ayaklarım, hemen düşünce bulutlarını dağıtıyordum...
Yok bişeeey !
Nasıl yok leeen, ayaklarının üzerine basamıyorsun, sanki bileklerin kırılacakmış gibi hissediyorsun, paytak paytak yürüyorsun ve düşmemek için komidinine tutunuyorsun !
Yok bişeeeeey !

Yok bişey tabi...
Delikanlı hatunum ben ne zaman yiğitliğime bok sürdüm ve sürdürttüm?

Ben sürmek istemedim ama vücudum geçen hafta sonu yaşadığım kırık kalp sendromu üzerine yelkenlerimi suya indirmemi fırsat bilerek, 'ahanda fırsat bu fırsattır yoksa dinlemeyecek bu beni' diyip 3 gündür yapmadığı ağrı ve eziyeti bırakmadı !!!

Ben bu vücuda ne kadar sabırlı bir hatun olduğumu öğretemedim !
Günlük hayatımdaki mızmızlıklar, zırlamalar söz konusu bir rahatsızlık olunca olmaaaaz !
Olduğu an en son raddeye gelmişim demektir !

Basamıyorum, yürürken ayaklarımın üstü acıyor, bileklerim sanki cam inceliğinde...
Ayaklarım uyuşuyor, şişiyor !

Aaaa tanrım sigaradan dolaşımı bozdum, iki ayağımında sinirleri cofladı herhalde diyerek için için felaket senaryoları yazarken, internetin o müthiş bilgi denizinde neden yüzmüyosun oldum.

Şincik boyun fıtığı olan bi şahsiyet olduğumdan ve boyun fıtığım benim yanlış doktorlara gitmem sebebiyle 2 sene sonra teşhis edilebildiğinden artık hangi belirtinin hangi doktoru ilgilendirdiğini doktora-hastaneye gitmeden önce bilinmesi gerektiğini biliyorum !

Burası Türkiyaaaaa !
Hastada olsan pastadaaaa, şikayetinin, belirtilerinin kimi alakadar ettiğini bilmezseeeeeen...

Neyse... şüphelerimi sıraladım:
a-siyatikim
b-sigaradan iki ayağımında sinirleri cofladı
c-kilom fazla geliyo
d-doğduğum günden beri yüzü koyun yatmaktan anotomim bozuldu
e-mukadderat !!!

Başaladım hepsinin belirtilerini araştırmaya...
O dil, bu diiil, bu hiiiiç değil derken, neden 'ayak sorunları' diye aramıyorum oldum.
Aradım ve en çok diyabetle alakalı ayak problemlerinin olduğunu öğrendim.
Çok şükür, maşallah diyabet sorunum yoktuda neydi anasını satayım derdim?
Nöroloğamı gitmem gerekiyordu, ortopediste mi yoksa direk kalp ve damar uzmanına mı?

Yasabır çeke çeke azimle araştırırken derdimin dermanını bulduuuuuum.
'Pes Cavus!'
Hödöööö?

Şöyle efendim, bendenizin ayak parmakları değil ama ayağının anatomisi pek bi afillidir. Ayağımın altı oyuk oyuktur. Bende bir köprücük vardır ki Rahmetli Sinan görse esinlenip tüm köprülerini benden gelen ilhamla yeniden inşa eder yani...

Yok ayaol ne ükelalığı, ne megolomanyaklığı... I-ıh ! Çekemiyosanız ben napiiiiim? :p

Rahmetli ayakkabı ustası Hayrettin amcacığım ben tazecik bi 15'likken anacığıma 'Kızının ayakları çok güzeeeel, bilek kemiği çıkık, köprüsü yüksek' diyip bendenizi o yaşlarda fetişist manyaklara nanik yapma arzusuyla doldurmuştu!

Bir ayakkabı tasarımcısından, üreticisinden böyle bir iltifat almak... Hele 15'lik ergen psikoloji içindeyken... Düşünün efendim... :p

Neyse...
O güzel görünüm veren köprücükler aslında ciddi sorun yaratan hasatalıklara sebebiyet verirlermiş.

Ve verdilerde !
Pes cavus ağrılarına çözüm bulamayan hastalar beyin tomografisinden tutun da kemik ölçümlerine kadar bir çok tetkiki yaptırıyorlarmış. Eğer hastanın şansı yaver gider ve iyi bir ortopedi uzmanına denk gelirse doğru teşhis konuyormuş.

İyiki oturup araştırmışım... Yoksa belimdeki kas spazmı probleminden ayaklarımdaki sinirlerde sıkışma oluyor diyerek nöroloğuma gidecektim !!! Anlamsız bir sürü tomografi, masraf...

Çukur taban, kemik gelişimi tamamlanır tamamlanmaz kendini gösteriyormuş. Nası yani 35'lik koca hatun yeni mi tamamaldım kemik gelişimi mi? Töbe töbeeee...

Düz bir alana bastığımızda ayak tabanımızla zemin arasında 1 ile 5 derece arasında boşluk kalırmış. 1 ve 2’yi ‘orta dereceli’, 4 ve 5’i ise ‘tehlikeli’ buluyor uzmanlar. Pes cavus çocukluk ve gençlik döneminde rahatsız etmiyormuş. Çünkü enerji, hareketlilik ve fit vücut, ağrıların hissedilmemesine sebep oluyormuş. Gençlikten olgunluğa doğru tırmandığınız bir dönemde ağrılar nüksetmeye başlıyormuş. Tanrım artık olgun bir kadınım yaniiiiiiii !!!
Ağrılar önce hafif ve kaldırılabilir, zamanla da çekilmez oluyormuş… Şekil 1 A'da görüldüğü üzre...

Gençlik yıllarında arkın gerginliği yeterince hissedilmiyomuş. Zamanla kilo artıyor, vücut yükü sadece ayaktaki iki noktaya binmeye başlıyormuş. Bu da acı, nasır ve topuk ağrılarının artmasına sebep oluyormuş.

Eeee bendeniz bu sene rekor kırarak müthiş bir kilo aldım. Sadece gardrobum değil ayaklarımda isyan etmeye başladı !

60 kiloluk birisinin ayaklarında 120 kiloluk basınç olurmuş...
Eee 63'lük bana maşallah demek gerekiyor...
Tü tüüüüüü...


Tez zamanda zayıflamam gerekiyor. Tabanlarıma şahsıma özel tabanlık yaptırmam gerekmekte. Topuklu ayakkabı yasak. Çok düz giyinmekte. Anneanne topuğu giyinecekmişim !!!
Hala geçmezse sıkıntım, sağ ayağım ufak bir ameliyat geçirecek !!!

Ooooooooooo noooooooooooo !!!

Zayıflayacağım.
Eskisi gibi düzenli spor yapacağım...
Bir süre taban kullanacağım, sonra geçecek !

Güzel ayaklarıma nazar değdii...
Hüü Hüüüüü...
Pazartesi rejim başlıyor...
Rejimden önce sıkı bir dağıtmaca fena olmaz hani...

Her şeyin başı sağlık...
Birazcık daha paytak ördek yürücem...
Napalım?
Hep tavşana benzetilirdim, bu seferde ördek olalım...
Değişiklik iyidir...

Tüm Pes Cavuslara geçmiş ossun diyorum.
Çekmeyen bilemeeeeeez...
Ya...
Mukadderat !
:p
;)

12 Haziran 2008 Perşembe

Yaşlı fare renkli Nebiş...

Üçüncümdü.
İçlerinde ki en pahallısıydı...
En bi en dört dörtlük olandı...
Ve en ilgi yoksunu olandı...

Çok güzeldi...
Efsanenin izleri taşıyan son seriden di...

Sene 2000. İhtiyacım var... Onsuz olmuyor...
Napsak ne etsek derken annem atla gel diyor, alalım.
Gerçek miiiii?
Gerçek !
İyi pekide bu güne kadarkiler hep geçici olduğundan gerçekte ne istiyorum diye hiç düşünmemişim ki...
Başlıyorum aranıp taranmaya...
Ne almalı ne etmeli...
Limitim ne? Ne kadar uçup kaçabilirim? Türkiye'ye dönmek niyetindeyim o zaman ne olmalı?

Eximin dağıtıp hevesimi kursağımda bıraktığı 205 GTI artık üretilmemekte...
Onun yerine 307 düşünsem, benzin parasından batarım...
106 desem, çok ufak tefek be anacığıııım... Çıtır arabası gibi hemde duyduk ki vites problemi yaşatıyormuş bir süre sonra...

Ufff ne istiyorum ben, ne almalıyım? Audi? Nefiiiiis ama...Olmaz belki kocaman bi mimar olunca...

Ne derken, efsaneye duyduğum aşkı hatırlıyorum...
Kırmızı... Ev sahibimin taptığım arabası...
Tamam diyorum buldum aradığımı.
Spor, efsane, uçuyor kaçıyor, biraz poposu tombik ama çizgiler şık, estetik... Hemde Alaman.
Atladım uçağa indim, girdim woswosa...
Giri ossun, çelik jantlı osssun illede roman ossun diyerek aldım onu...
Senmisin o rengi isteyen !!!
Renk için beklerken bide kış bastırmasın mı Avrupa'ya...
Gemi seyahati yaparak süzüle süzüle geldi...
Pek bi güzel geldi Nebahat!
Plakası sebebiyle Nebiş adını aldı.

Nebiş, senelerce sol direksiyon sallamış benim ilk sürüşte sağa sıfırlayıp kulaklarından birini coflatıp ilk cana geleceğine mala gelsin nazar çıksın eylemime mahsur kaldı.

Ah canım vah canım kulağı gitti derken, memleket hırsız kaynadığından çok cana geleceğine mala gelsin vukuatlarına mahsur kaldı.

Diğerleri gibi evimin otoparkında güvenle durmadı.
Her pazar diğerlerine yaptığım elcağızlarımla yıkama-temizleme, pastalayıp cilalama görmedi bilmedi.
Renginin azizliğinbe uğrayıp aylarca 'nassa kir göstermiyo' denilip yıkanmadı !
Memlekette otopark sorunu olduğundan keşfedemedi şehri...
Az kullanıldı, bakılmak istendi ama bakılamadı...

Çok sevildi ama...
Sahibi ilk defa onda sigara içmedi!

Nebiş gitmek zorunda kaldı...
Yol yapmıyordu...
Günden güne yapılmayan bakımlarından dolayı olduğundan daha yaşlı görünmeye başlamıştı.
Her ne olursa olsun benim olan benimdir, gitmesekte görmesekte, kullanmasakta o bizimdir mantığına sahibinin ne aklı ne kalbi daha fazla izin verdi...

Güzel nazlı kızım çok uzaklara gitti.
Tamam bende hak ettiği değeri ve ilgiyi vermedim ama ya o uzak yerlerde daha kötü muamele görürse?

Düşünmek boş.
Mal canın yongasıdır da, o kadar da değil...

Yaşlı fare renkli Nebişim özleyeceğim seni be !
Onca zaman durdun seni kullanmamak için o kadar direndim şimdi canım seni çekmekte...
Eeee Möööörfi kanunu değilde nedir bu?

Özlüyorum onu...
Kullanmadığım için, yeterince ilgilenmediğim için pişmanım be Nebahatım !
Bilesin ki zamanında uzvumdun. Beni hiç yarı yolda bırakmadın. Havam oldun, civam oldun. Anılarımda güzel oldun.

7 Haziran 2008 Cumartesi

Manolya ağacı...

Çocukluktan kalan imgeler...
Ne tuhaf bir manolya ağacı bu sabah beni geçmişe götürüp, gözlerimin dolmasına sebep oldu.
Hassas dönemimimde de değilim sebep ne olabilir dicekken yaşlanıyorum galiba o yüzden hüzünlenip gözlerim doluyor her halde diye cevapladım kendimi...

İki katlı 50'li yıllarda yapılmış Samsun'un en nezih semtinde 2 katlı bahçe içinde bir evin çakıl taşlarla kaplanmış desenli arka bahçesinin orta yerinde kocaman bir manolya ağacı...

Annem çok hassastır demişti...
Çiçeğe dokunduğunda kapanır...
Nasıl yani... görmek istiyorum...
İstiyordum ama kocaman ağacın tepesine çıkıp çiçeklerine dokunmak imkansızdı...
Kuzenlerle bahçede ne zaman oyun oynasak bir şekilde başım yukarda hayran hayran, acaba nasıl canlılığını yitiriyor diye bakardım ağaca... Sonra çakıl taşlarının üzerinde koşturmaya devam.

Ne güzel bir bahçeydi...
Aile olduğunuz ya da aile olduğunuzu hissettiren...
Her şeye rağmen çocukluğun verdiği saflıkla, bilmemezlikle neşe ve mutluluk içinde kurulan ve oynanan oyunlar...
Kavga etsekte, küssekte bahçeye yeniden çıktığımızda sil baştan başlardı herşey...

Çocukluk anılarımda meğersem 'o' manolya ağacının izi büyükmüş...
Teşvikiye'de bir arka bahçede bildiğim, anılarımda yer eden manaolya ağacının güzelliği ve haşmetiyle boy ölçüşemeyecek bir müsfettesi beni masum olduğum, büyümeme ve hayatın gerçeklerini yaşayıp öğrenmeme ramak kalmış senelere götürdü...

11 yaşım yetişkinlerin dünyasına adım attığım yaş.
Yaşıtlarım gülerken oynarken ben, henüz bir çok eşimin ve dostumun bile tanışmadığı acılarla, gerçeklerle tanıştım.

Manolya ağacının etrafında ki bahçe bir an için çocuk olduğum, unuttuğum anları yaşadığım yer oldu sonraları.
Yeniden çocuk...
Yeniden yetişkinlerin acıtan, kıran hırsları, kindarlıkları, öfkeleriyle tanışmadan önceki masumluk, kırılmamışlık...
Akşam üstünün o kısa ama sonsuzluğa bedel tadında gülmek, eylenmek, koşmak, oynamak...

Nedense onca yaşanmışlığa rağmen bir akşamüstü aklımda...
Ağaca hayran hayran bakıp, bıraktığım yerden oyna koşan görüntüm...

Bahçedeki müşteminat'a korkarak girip saklanbaç oynamamız...
Kurban bayramlarında gözümü kırpmadan kurbanların kesilmesini izlemem sonra tüm cepeyi kaplayan balkonda dedemin nefis 'Arnavut ciğeri'nin hep beraber yenmesi ve ağzıma başka bir gram kurban eti sokmamak adına bahçeye kaçmam...

Sabah sabah Teşvikiye'nin teneke mahallesine bakan bir bahçesinde yamuk yumuk bir manaolya ağacının hissettirdiği mutluluk ve hüzün...

Lanet savurup ıslanan gözlerimi kırpıştırarak kahvemi tazelemeye gittiğimde kendi kendime yaşlanıyorum dedim. Artık kokular, çiçekler, böcekler anıları hatırlatır oldu ve ah ah geçmiş zaman olur kiler demeye başladım...

Yaşlanıyorum...
Ya da içimde bir yerlerde kabaran ve ne olduğunu bilmediğim bir özlem var...
Evet bir şeye bir özlem var...
Neye?
Aşka olmasın?
Sevmeye ve sevilmeye duyduğum özlem...
Aşk zamanım gelmiş...

4 Haziran 2008 Çarşamba

Günlüğümden...

Arabanın satılması gerekmekte...
İnternete ilan verdim...
Vermez olaydım...
Bu işler için hazır kart kullanmak en doğru çözüm olurmuş !
Arayan arayana...
Geçen hafta Cuma günü telefonum bilmem ne telefonunu geçti...

Alooo ilan için aramuşdum...
Özellikleri neydüü?

Tekrar tekrar anlat !
Yaw okumanız yazmanız yok mu kardeşiiiiiiiiiiim ???
Pazarlık yok diyodu ilanda !
Ozy'yaaa...
Ne Ozy'si? Ozy hanım canııııııım!!!
Pardon Ozy hanım...
Ama çok istiyorsunuz...
Çok muuuuuuuuuuuu?
Hayatım boyunca hatun kısmısının adının alım-satım, tamir, alet edavat konularında geçmesine tepki göstermiş ben sanki 40 küsür yıllık satıcı edasıyla;

8 yaşında olabilir, ama bu kilometrede bulmanıza imkan yok. 'Kız' gibi hatta neredeyse kız-oğlan kız bir araba satıyorum !!! diyorum.
Hödööööööö !!!
Kız gibi miiiii?
Tamam arabamın plakası sebebiyle adı kız adı ama yani bunca senelik feminist söylemlerine arabayı satmak uğruna aykırı düşmek oluyo mu yaaaaa?

Oluyo tabiiii !
Bu km'de bul dediğim fiyattan aşağıya vericem !

Kısmet bulmak içinde mi internette ilan versem acaba?
Sahibinden, kahve-kestane saçlı, açık olmayan kahverenkli gözlüüü, 35'de toplam sevgili sayımız nedeniyle 10 km'de !!!! :ppppppppppppp Yunanlı Armatör kısmetlerinin... :)))))))

Çatır çatır pazarlık yapıyorum adamlarla...
Koşullarımı dan daaan sıralıyorum...

Peşin...
Satışta aynı gün olacak ama trafikten düşürene kadar anahtarı vermiyeceğim.
Parayı bankaya yatırıp teminat çeki alacaksınız, niye mi? Paranız sahte mi değil mi anlaşılsın diye ! Sonra satış !

Süperim beeeeeee !!!
Ama sonuç: Baktım istediğim fiyata araba leblebi gibi gidiyor fiyatı azcık artırdım... Alıcılarım azaldı...
Mukadderat !
Her körün mü her şaşının mı artık neyse bir alıcısı vardır hesabı bekliyoruz efeeeeeem !

Bayaaaandan satlık vaaaaar !