Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

19 Şubat 2009 Perşembe

Düzen

Ters dönmüş böcük kıvamında, elimde kumandam yatağıma uzanmış akşam keyfi yaparken,
açılan kapıdan çıkan buhar bulutlarıyla 'Son kez söylüyorum' diyerek odama girdi.
'İktir diyorum yine noldu?, acaba ne düşündü, naptım leeeyn...?' diye düşünürken, şaşkın yüzümü ona çevirip 'neyi son kez söylüyorsun' diyorum...

Duş başlığını aşağıya değil yukarıya tak!
Haaaa?
Bu mu yani... buhar bulutlarıyla odama gelip, en keskin ses tonunla ultimaton verdiğin şey bu mu?
Niye diye soruyorum
Islanıyorum diyor...

Şimdi, yıkanma eylemi ıslanmakla alakalı bişidir zaten, ıslanıyo olman normal, bunu problem etmen anormal olan dicem ama diyemiyorum. Suyu ayarlamak için önce musluk kullanılır, sonra duş başlığı ele alınıp istenilen ısı akana kadar küvet yıkanılır ve ondan sonra ya takılır ya da elde tutularak yıkanılır... maz mı? diyorum...

Yüzüme bakıyor.
Bir daha oraya koyma diyor...

Oooo tanrım !!!
Sevgilinin yanından her dönüşümde duş başlığı sorunu yaşanıyor.
Sevgilinin evinde de yaşanıyor.

O aşağıya takılmasını istiyor.
Annem yukarı...
Ben ikisinin ortası musluğa bırakma çözümünü kullanmalıyım ki akılcığım şaşırıp burdakini orda, ordakini burda yapmasın !!! Ama eminim onada laf edecekler !!!

Peeeeeeeeeeeeeeee...

Niye insanlar taktılar mı takarlar birşeye?
Tamam kabul, aslında bende düzen manyağı bir yaratığım. Ta ki annemle yeniden yaşamaya başladığım 9 sene öncesine kadar.
9 sene önce anladım ki, bir evde 2 kadın ı-ıh. Biri fedakarlık etmeli... Her ne kadar ev bana tutulup-döşenmiş olsada o kişi annem olmayacağına göre ben olacaktım.

Şimdi 4x3'lük odamda kendi düzenimle kavrulup gidiyorum... Etliye sütlüye dokunmadan... Dokunamadan.

Aynı şey sevgilinin evinde de hakim.

Belirli bir yaştaysanız, siz farkında olun veya olmayın huylarınız-sularınız sizi ele geçirmiş oluyor. Birde uzun zamandır tek başına yaşıyorsanız, kendi düzeninizi kurmuşsanız aman allah... Birinin bişeyi ortada bırakması, hep konulduğu gibi konulmaması sizi delirtiyor, delirtiyor...

Lanet olası bir duş başlığı.
Bizde ki intema...
Sevgilide ki e.c.a...

İkiside hem yukarda hemde orta seviyede duvarda iki askıya sahip.
Biri yukarda durmasını istiyor.
Öbürü orta seviyede ki askıda...

Peki ben?
O günkü duştan sonra nereye koymak uygun geliyorsa oraya...

Bir zamanlar bir film izlemiştim. Julia Roberts'ın filmi. Hatunun kocası takıntılı derecede düzen manyağıydı. Evdeki herşeye burnunu sokuyordu. Havlular boyuna ikiye katlanıp asılacaktı. Biri birinden kısa veya uzun durduğunda olay çıkıyordu.

Tanrım olmuştum filmi izlerken. Ben de bu adam gibi bir manyağım. Benimde havlularım bu şekilde duruyor. Ve o tarihte sevgilim olan şahsın her banyoya giriş çıkışından sonra ben havlu düzeltmek için banyoya dalıyordum ve adamı fırçalayıp duruyordum. Benim sonumda bu adam gibi psibilmemne miydi?

O filmden sonra havlu takıntımı azalttım. Gözüme iliştikçe, ciddi rahatsızlık vermedikçe, eve birisi gelmedikçe düzen manyaklığımı ortaya çıkarmayacaktım. Anneyle yaşamaya başlayınca da doğal olarak manyak kiiim?, düzen kiiiiim? oldum. :)

Ama gel gör biri düzensiz düzeni seven, ötekisi, su şişelerine-kavanozlarına bilmem neye kadar düzen ve ahenk seven olunca, bendeniz gazeteleri tek tek yırtıp salonun ortasında havaya atmamak için kendini zor tutan bir afacana dönüşmek istiyorum.

Bir arada yaşamak zor.
O onu istiyor bu bunu istiyor...
İsteyen isteyene...

Bende bir sürü şey istiyorum.
Onları ne zaman gerçek kılabileceğim peki?
İnsan kendi evinde rahat edemezse başka nerede rahat edebilir yahuuuu?

Bilmem, herkese beraberlik ama ayrı ev-düzen dilemek geldi içimden o akşam.
Heeeyt, banyoda bile huzur yok mu leeeyn?
Var, varda, arada daha relax olmak lazım değil mi? Affeder olmak. Yapmış ama önemli değil demek... Diyebilmek... Ben bunu söylemeyi o filmeden sonra öğrendim.

Hayat birbirimizi kınayarak, cıslayarak, takarak, takılarak, olay çıkararak yaşamak için çok kısa.
Alt tarafı bi düş başlığı. Yazık onunda bi canı var. Arada aşağıya inmek-yukarı çıkmak onun da hakkı değil mi?

:p

17 Şubat 2009 Salı

Sevgililer günü yemeeee...

Cumartesi sabahı sevgililer gününe özel şahsıma münhasır hazırlatılmış olan çikolatalarımla birlikte yatakta gazete ve kahve keyfi yaparken, telefonu bipledi.

Her daim damarlarımda dolanan muzurlukla;
Sabah sabah birisi sevgililer gününü kutluyor diyerek telefonunu ona uzatırken; hangi sarışııııııın bu diye cırlayıp sonrasında masumca gülümseyip gazeteme kafamı gömdüm.

Biricik sevgilim, senelerin arkadaşı olsakta muzurluklarımı arada algılamakta-anlamakta ve nasıl tepki veremesi gerektiği konusunda azcık problem yaşadığından şaşkın ve sabah mağmuru gözleriyle bana bakıp hangisindenmiş söyliyim dedi...

Evet yaniii hangisinden, sabahın bu saatinde... ( bu arada saat 11 filan) Bu arada kim aramış-kim mesaj atmış merakında olmayan bir şahsiyetimdir. Güven denilen şey bende maleseeef sonsuzdur... :) O yüzden kimse kim di ama, benim kadar olmasada muzur olan sevgilim muzurluk oynunu oynamaya başladı:

Harika bir Fransızdan, bu güne özel harika teklifler göndermiş dedi...
Bana göz ucuyla bakıp, bilemiyorum dedi, sen bu gün için böyle bir teklif henüz yapmadın ve yapacağında yok gözüküyor...
???
Ben gidiyorum...
Nasıl yaniiii? Kim leeeyn bu Fransız ve teklifi ne? Veeer telefonu...

Gülmemek için kendini zor tutarak bana telefonu uzattı; ben sesli olarak mesajı okumaya başladım:
Sevgililer gününe özel, soğanın kilosu şu, patatesin kilosu bu. 1 lt. Ayçiçek yağı şu kadar, omo bu kadar.

Puuuuuuuaaaaaaaaaaa :))))
Bu gerçek mi?
Yani sevgililer gününe özel büyük bir market tüm Türkiye'ye böyle mesajlar mı yolluyor...
Ulan sevgililer gününde soğanı kim napsıııııııın?
Kim ayçiçek yağının derdindedir ki?

Bir market olarak bu güne özel şarabı yap yarı fiyatına, banyo ürünlerini indir, küveti olan alsın banyo köpüğünü boca etsin küvete ve aşk yapsın, keyif yapsın...

Sevgililer gününde soğandı-omoydu nasıl bir fentezidir leeeyn bu !!!

Ayçiçek yağını gidip alıyosun...
Adamın üstüne güzelce boca ediyosun... Korkma etraf battı diye... Omo var... Şiiiş indirimli...
Yavaş yavaş adamı boca ettiğin yağla yoğuruyosun...
Baharat ete lezzet verir...
Kekik olmazsa olmazdır... Kekiği adamın boyutlarına göre bol miktarda koy... Azcık acı kırmızı biber, tane karabiber... hıım hııım...
Birazda baharatlarla yoğur adamı... Baharatlar adamın gözeneklerini açılıp, o güzelim indirimli aldığın yağı içine çekmeye başlayıncaaaa, git soğanları doğra... Ama büyük büyük... 4 parçaya ayır bırak... Bu ete böyle soğan yakışır...
Sonra, patatesleri ister halka halka ister iri küpler halinde doğra...
Önce adamı tencereye koy, ardından soğanları ve güzelce bi pembeleştir...
Pembeleşince patatesleri koy... Bi çevirimde patateslerle kavur...
Sonra evdeki mevcut havuçtu, domatisti, salçaydı koy...
Düdüklüde pişiriyosan adamı, etin üstünü azcık geçecek kadar su koy, normal tencereyse bolca koy eeee pişmesi daha uzun süreceğinden...
Ete pardon adama çatal girip, leziz bir şekilde et kemikten kopana kadar pişir... sonrasında boynuna peçete takıp afiyetle yiiii !!!

Ev mi battı, omo var... Başka bir marketin gönderdiği mesajda da cif vardı... üşenmeyip o markete de gidersen fayans temizleme derdin de kalmaz...

Ben başka türlü bi fentezi yazamadım walla...
Sevgiliniz veya kocanız sevgililer gününü kutlamadı mı? O zaman alın size intikam almak için fırsat ürünleri... Dırınııııııım !!!
Harika bravoooo...'da bu mesaj sevgilime geldi...Hıııım şu pişirme işlemini sevgilim, fentezi dünyası benim kadar geniş olsaydı bende uygulayabilirdi.... Tanrım ucuz yırtmışıııııııım !!!
:)))))))))))

Ulan her gün gönderdiğiniz indirim mesajlarının başına yalandan ehe eheee bu gün sevgililer günü, hem onu kutlayalım hemde yersen, sanki bu gün için indirmişiz gibi soğanımızı satalım mantığınızdan ötürü sizleri tebrik ediyoooor, daha egzotik fentezileeeer kurmamızı sağlayacak fikirler bekliyoruz seneye diyorum !

12 Şubat 2009 Perşembe

Gidene...

İnsan yaşlanınca bencilleşiyor...
Hakkı olmasada istiyor, bencil bir çocuk misali ilgi-alaka bekliyor...

Kendimi bildim bileli hep ona mesafeliydim.
Belki büyük amcam olmasından dolayı, belki de askerliğinin verdiği disiplinden ötürü...
Bilmiyorum...
Ama hep bir saygı mesafesi vardı onunla aramda...

Evet sıradan amca-yiğenler gibi değildik ama hep gözle görülmez bir sınır oldu...
Aslında ailemle aramda ki bir çok sınırıda onunla yıkmama rağmen vardı bu sınır.

Biraz tuhaf bir ilişkiydi bizimkisi... Yakın değil ama yakın, uzak değil ama uzak...

Birisinin ardından kolay kolay iç hesaplaşmalar yapmam.
Ama son zamanlarda benden istediği şeyler bana ağır ve zorunluluk olarak geldiğinden yapmadığım şeyler olduğundan ardından acaba diyorum ister istemez...

Büyükler çocukların herşeyi unutmasını istiyor...
Affetmesini... Hatta ileri gidip affedecek bir durum bile göremiyorlar ve tavrınızı anlayamıyorlar...

Öldü haberini aldığımda usuma lacivert mercedes'i düştü.
Pek bi severdim arabalarla oynamayı...
Babamın arabası dandik gelirdi. Opel !
Amcalarımın ne güzel arabaları vardı...
Mercedes dururken Opel'e mi binip araba sürmece oynu oynayacaktım...

Sonra Ankara Küçükesat'ta ki ev...
Semko...
Bahçeye olan merakın...
Güllerin ve çimlerin...
Ah o çimlerin... rakına konacak su olmasa sorun olmazdı ama çimler o gün sulanamazsa... Aman allah!

Eskiden çok ama çok eskiden de herşey yolunda değildi ancak ben küçüktüm, görmüyodum.
Taki görmeye başladım, yaşadığım kırgınlığın, incinmenin tarifi olamadı...

İnsanlara en büyük kırgınlığı-incinmeyi hep sevdikleri-akrabaları yapıyor.
Küçücük masum kalbinizle-aklınızla önceleri anlam veremiyorsunuz. Verdiğinizde ise dünya başınıza yıkılıyor nefret etmekle etmeme arası bir yerlerde gidip geliyorsunuz...

Ara ara dile geliniyor, konuşuluyor... Hatalar kabul edilir gibi olsada geçmişin yaraları kapanamıyor.

Hep can olmamı istedin.
Diğer insanlarla kurduğun ilişkiyi benimlede kurmak istedin...
Ancak ben, unutamadım onca kırgınlığı, yaşanmışlığı...
Zaman zaman gönlüm sana açılmayı-yakın olmayı istedi. Ama artık yabancıydın benim için. Olmuyordu bazı şeyler. Hele zorlamayla hiç birşey yapamayan ben için zorlada olmuyordu...

2 senedir seni görmüyordum.
Aradığımda ise soğuktuk.
Gelmemi istiyordun.
Ama ben gelip ne yapacağımı bilmiyordum. Ne konuşacaktık? Konuştuklarımızın çözümü yoktu ki artık. Bir sürü kalp kırılmıştı, diğer muhataplar ölmüştü... Ne anlatacaktım sana?
Hayatımı mı?
Yaşıyodum işte...
Eş-dostla güle oynaya-bazen ağlaya zırlaya, geze-toza... Hayat geçiyordu işte. Bana göre doğru sana göre yanlış veya doğru...

Olduğun yer uzak geliyordu.
Babanemden sonra o yolu yapmak ağır gelmişti...
Belki çiftlik evi dursaydı hala bahçeyle-mahçeyle uğraşma bahanesiyle sıkılmadan kalırdım yanında. Ama o küçük kasabada, bir uğraş olmadan bir haftasonunu geçirmek ve konuşacak şeylerin anlamsızlığı ve bir daha artık kurulması çok zor ve geç olan samimiyetin olmaması beni uzak tuttu.

Seni çok özlemişti dediler...
Adını sayıklıyordu dediler...
Geç değil mi bu özlem için, sayıklama için?

Geç değildi belkide...
Onun için değildi belki...
Ben, beni ve ailemi üzen aile fertlerimi çoktan affettim. Olan olmuş, denen denmiş, giden gitmiş...
Boştu artık.
Senide çoktan olduğun gibi görüp değerlendirip kabul etmiştim.
Huyun suyun buydu. Yaptıkların belki o zamana göre doğruydu. Belki etki altında kalmıştın belki, acın canını çok yakıyordu, suçlamak-acıtmak istedin...

Kimse bilemez.
Benden hesabın temiz.
Bana doğru düzgün amcalık yapmamış ama buna rağmen yiğenlik vazifesini bekleyen biri için yiğenin son görevini hiç beklemeyeceğin şekilde iyi yaptı.

Ben ve annem o eve gelmeyebilirdik.
Ben benim zaten bir amcam var diyip duruyorum senelerdir, o yüzden haa bilmem kim mi ölmüş allah rahmet eylesin diyebilirdim.

Ben aslında hepinizi silebilirdim.
Ben aslında daha asi-daha serseri olup hepinizin yüreğine çok erken indirebilirdim.
Ben hepinizi canlı canlı yakabilirdim.

Ama ben, insanları olduğukları gibi kabullenmeyi öğrendim.
Affedemesemde-kin tutmasamda, unutamadıklarımı kusmadan yapabildiğim kadar yapmam gerekenleri yapmayı öğrendim. Başardım.

Bu satırları yazarken gördüm ki içimde pişmanlık yok.
Ben isteyerek ve bilerek gelip seninle görüşmedim.
Görüşsek sende tat almayacaktın zaten.

Ama eminim, yukardan bakarken şaşırmıssındır yaptıklarıma.
Senin için 5'lerde kalktım... Bu büyük bir olay. Yiğenin uykuyu sever bilirsin. Hele resmi işlerin koşuşturmasını hiiiç sevmez.

Görevim olsada görev bilinciyle yapmadım. Yapmam gerekeni yaptım ama zorunluluk hissederek değil.

Hakkın çok geçmiş olmasada helal ede ede yaptım.
Her ne olursa olsun, öğrendim ki kan bağı hiçbirşeye benzemiyormuş.
Can yanıyormuş.

Evet, geçmişin hesaplaşmalarınından birini yaptığımız babanemin öldüğü geceki rakı ve sigaralı sohbetimiz geldi aklıma.

O anlar o paylaşımlar, o affedişler, acıların ve üzüntülerin dile gelmesi her zaman olmayan güzel ve özel zamanlardı.

Demek ki bizim samimiyetimiz sadece özel anlardaymış.
Fazlasını beklemek hataymış.
İkimizde o an gerçek olsakta sonrasını gerçek kılamamışız. Çünkü ikimizde biliyorduk aslında aynı kan ve soyatta iki yabancı olduğumuzu.

Amcam, tüm rakı kadehleri ruhuna kalksın.
Affedecek birşey yok.
Geldi ve geçti bir dönem. Herkesin hayatı ya roman ya Türk filmi tadında değilmidir. Bizimkide öyleydi işte... Senarist rollerinizi bitirdi, romanda-filmde bitti.

Keşke herşey başka türlü olsaydı.
İçimdeki öfke-acı-kırgınlıklar şu an yeniden usumda...
Yakında yine gömerim-atar-savarım onları... Yine iğiliğinle-güzel günlerinle anarım seni. Yine savunmam gerekenlere karşı savunurum.

Öğrendim ki kan bağı farklıymış.
Can acıyormuş.
Kırgınlıklar bir anda yok oluyormuş...

Ne derler sevaplarıyla günahlarıyla gitti...
Gittiğin yerde rakında hurilerinde bol olsun... Hele tavla bol bol olsun...
Amcam olamamış olsanda amcamsın. Canımsın...
Kanımsın... Kanınım...

Başkalarının canı benden daha fazla acıdı biliyorum ama benimkide acıdı...
Benim ki daha derin-daha farklı olsada çok acıdı...

Güle güle...