Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

29 Nisan 2009 Çarşamba

Keleptomaniii

Ne kadar kleptomansınız?
Ya da koleksiyoner bir kleptomanmısınız?

Ben koleksiyoner grubundanım!
Tanrım birde çok matah birşeymiş gibi gurur duyarak söylüyorum!!!

Ben bir uçak patanyası kleptomanıyım!
Bayılıyorum uçak battaniyelerine...
Sebep?
Yumuş yumuş, hafif ve tam tip top ölçülerde olmaları ve birçok kullanıma hizmet edebilmeleri... Şal, atkı, örtü vs. niyetine kullanılabiliyorlar...

Aslında üzerinde damalı eşşek misali amblemli-markalı hiç birşeyi sevmem... Ama uçak battaniyelerinde bilmem ne air yazması umrumda olmuyor.

Bu güne kadar bindiğim tüm havayollarının patanyaları dolabımda duruyor.
En çok, en bi en çok British'inkini seviyorum. Sütlü kahve renginde halis muhlis yumuş yumuş kaşmir kıvamında yün!!!
Bir gazetenin sarışın köşe yazarı hatunuda onun cazibesine dayanamayıp yürütmüş ve köşesinde yazmıştı onunla sarmaş dolaş anlarının keyfini...
Burdan yola çıkarak normaleee bir insan olduğumu söyleyebilirim yaneee! :p

Pazar günü koleksiyonuma yeni bir tane ekledim. Koyu yeşil içinde küçük küçük lacivert noktalar olan incemi ince hayatımda gördüğüm en dandik battaniye!
Zaten firmanın 1.5 saatlik uçuşta verdiği ikrama bakıp battaniyesininde nasıl olduğunu anlamam gerekirdi ya neyse...
Milletlerarası uçuyosuuuun ve uçakta domatis suyu yoook!!!
Ne alaka demeyin.
Uçarken içilmesi gereken en sağlıklı şey domates suyudur. Uzmanlar muhakkak kahve-kola-alkol yerine su veya domates suyu için derler. Ve dünyaca bilinen her havayolunda domates duyuda bulunur! Ki bu koca bi ülkenin milli şirketi bide!!!
Domates suyu olmayan bir uçakta battaniye bulunması bence çok ama çok şaşırtıcıydı ya!

Çok üşümeseydim aklıma gelmeyecekti koleksiyonumda bunlar yok ekleyeyim diye...
Sabaha karşı yapılan dönüş yolculuğunda nedense çok çok üşüdüm... Ceketim-paşminam beni ısıtmayınca, bleeenkıııııt oldum!
Paketi can havliyle açıp sıtma nöbetine ramak kalmış vücuduma sarıp biraz kestirdikten sonra battaniye koleksiyonum akılcığıma geliverdi... İnmeye yakın hiiç incelemeden, güzelce katlayıp çantamın içine sokuşturuverdim.
Eve geldiğimde ganimetimi annemle paylaşırken fark ettim ki koleksiyonumda yer alan otobüs firmalarının battaniyeleri bile daha kaliteliiiiii!!!

Şirketin adını vermeyeceğim...
Belkim okur mokurlar blogumu ve dava mava ederler beni...
Bir Orta Avrupa uçak firması diyip geçelim efeeem...

Biliyorum çok anlamsız bir koleksiyon... Ev İspanyolmu yoksa Fransızmı olduğundan emin olmadığım halis muhlis paduana marka battaniyelerle doluyken, ben bu tayni tayni şeylerle küçük bir çocuğun anlamsız bir şeye duyduğu bağlılığı duyarak kışı geçiriyorum. Ya şal niyetine, ya televizyon izlerken dizlerime, ya öylesine yatağın üstüne yada yazla-sonbahar arası pike niyetine kullanıyorum onları... Çok seviyoruuum onları... Bi ayyy canııım, ne şeker şeylersiniz siz diye sevmem eksik onları !!!

Koleksiyonum öyle geniş ki; memleketimizin halis muhlis havayolunun battaniye tarihini benim dolabımda görüp öğrenebilirsiniz...
Bir ara polar kullandılar, sonra biraz kaliteli pamukumsu bir hale gelip lacivert oldular, sonra lacivert üzerine koyu yeşil desenli oldular vs.vs...

Günün birinde uçak battaniyesi tarihimiz diye bir sergi açarsa TK, ben elimdekileri sergilemeleri için onlara verebilirim yaniiii :p

Yeni battaniyem kalitesiz olduğundan pek sevilip, cici cici olarak değer görmedi tarafımdan... Odamda bir köşede yarısı yeri süpürür bir halde duruyor. Renginden ötürü onu piknik battaniyesi ilan edebilirim her an için. Ya da yere serilebilecek lüzumsuz bir şey gerektiğinde kullanabilirim...

Madem lüzumsuz ilan edecektin niye yürüttün?
Eee bilmiyodum yürütürken bu kadar dandikus olduğunu yaaaaa...

Eheee... Zannedersem her daim ilk göz bebeğim, kıymetlim British olacak! Ama görseniz sizinde içiniz gider... Adamlar kıymışlar paraya, kaliteye...

Eve gidip şu yağmurlu ve kasvetli İstanbul bahar havasında patanyalarıma sarılmak istedim!
;)

22 Nisan 2009 Çarşamba

Kıl - tüy durumları bilmem kaçıncı baskı !

Ofiste bir hatun var... 46 yaşında, sarışın ve taşın allahıııııı !!!
Wallahi yeni nesil çıtırlardan kimse taşlıkta hatuna yaklaşamaz...
Kadın orcinal !!! İnanası zor ama öyle doğmuş !!!
Mukadderaaaaaaaaat !!!

Hatun kısmısı bir araya gelince, çekiştirecek koca-moca-sevgili yoksa başlarlar modadan konuşmaya, oda bitinceeee kıllarından tüylerinden manikürlerinden pedikürlerinden konuşurlar!

Geçen hafta itibariyle bizim ekürinin yüzü gözü tarzanın evine dönmüş bir haldeydi.
Hepimizde de bi poposunu kaldıramama sendromu ve aynı zamandada kaşlarını beğenmeme durumu...

Kız kıza odamda kaçak sigara içip kahve keyfi yaparken, sarışın taş hatun geldi.
Ve hepimiz birden yarası olan gocunur lafını onaylatırca, hatunun kaşlarına odaklandık!
Süpeeeer olmuş yaaaaaaaa!
Naptırdın? Çizdirdin mi? Boyattın mııııııı?
Yooo, süper bi kaşçım var benim, ona gidiyorum. Yüzüne göre kaş alıyor. Ama bildiğiniz gibi almıyor 2 saatte alıyor dedi.
İki miki neyse ne güzelmi güzel kaşlarımız olsunda diyip, bizde bizde istiyoruz bu hatunu yapıp, bu gün öğle tatilinde bi kaş aldırmaya gittik, akşam oldu döndük!

Hayatımda daha doğrusu çevremdeki hiç bir hatunun 2 saat süren bir kaş aldırmaca deneyimi hiiiç olmamıştır.

Klasik napılır, ya berberde aldırırsınız yada günümüzde moda olan ağda-manikür-pedikür salonlarında aldırırsınız...
5 dakikada beşiktaş misali...
Önce cımbızla yolunursunuz, sonra hatun ipi ya eline alır ya ağzına bınk bınk toplar... Sonrada bi güzel keser kaşlarınızı alın size alınmış kaş!!!
Ama bu ince oldu yaaa!
Yook yok iyi bu... Daha kadınsı oldunuz.
Ulan ip incecik kaşla ayucuk bilem kadınsı olur!!! İnce kaş bana gitmez kiiiii... Huuuu şunları inceltme, oyma, kavis verme diye ben kime diyooom!!! 3 senedir adam edemeyip daha beter bozdun ya kaşımı!!!

Klasik muhabbet budur efendim.
Benim gibi bahtsız bedevi olan belki yoktur ama benim kaşlarım zaten şekilsizdiler şimdilerde de manikürcümün elinde aydan aya yıldan yıla durmadan şekil değiştiriyorlar!!!

Hatunun kaşçısı bu sebeplerden derdime derman oldu.
İki hatun 1 saatte işimizi hallederiz diye yağmurlu ve fırtınalı sankim kıştan bir günmüş gibi olan bu nisan öğleninde gittik güzellik salonuna...
Gitmeden öncede randevu aldık efem. Gideceğimiz hatun randevusuz hayatta kaş almazmış. Hani alıştığımız gibi, yaa şurda iki tane çıkmış alıviiir yavruuuuum burda geçmiyor yani...

Gittik. Hatun ortada yok. Ayağınıza galoş geçirin dediler geçirdik ve normalde cilt bakımlarında kullanılan yataklara yatırıldık.
Ulan kaşı botox motox diye mi anladılar acep olduk...
Her ikimizin başınada beyaz önlüklü bir hatun geldi önce biz toparlama yapacağız sonra hanfendi gelip şekil verecek dediler...
Hödöööö?
Neyse gelmiştik bi kere...
Hatunun tek bir kaşım için harcadığı süre benim 'Amaan yarabbim ben dünyanın en kıllı kadınıymışımda haberiiiiim yokmuuuş... waah anaam waaah' psikolojisine girmeme yetecek bir süreydi!!!
Düşünün artık!
İki kaşın bitiminde lazer-mazer ne halt varsa yaptırmaya hazır ve nazır konumda idim!
Tabi ki böyle birşeye gerek yoktu. Ben yüzü-gözü kılsız tüysüz bir hatunum.
Sadece işlerini çok ciddiye aldıklarından ve kaşın bir yüz için çook ama çok önemli olduğunu bildiklerinden efem böylesine nazik ve uzun süren bir titizlik gösteriyorlarmış!
Hı-hı da... Bu deveride kim kaşları için bu kadar vakit ayırır?

Neyse, kurbanlık koyun misali ayağımızda galoşlar, bembeyaz örtülerle sarılı yatağımızda yatarken hanfendi geldi.
İkimizide uzun uzun inceleyip durum raporumuzu çıkarıp elimize bir ayna tutuşturdu ve başladı anlatmaya...
Şurayı şöyle kaldıracağız, bura uzayacak, şura kısalacak, kaşlarınızı yanlış kesmişler... bıdı bıdı konuşurken ben kendimi hani bir aralar MTV'de yapılan estetik programlarında gibin hissetmeye başladım.

Dohtuuuur hanıım kaşımı kaldırtmaya geldim dedim sankiiiii!!!
Ulan 2 kıl alınacak alt tarafı !
Ciddi ciddi birifinge maruz kaldık !!!

Efenim normalde manikürcülerin kaş almaya yetkileri yokmuş. Güzellik uzmanları almalıymış. Kaş eğitimi alıyorlarmış çünkü ve kesinikle ip kullanılmamalıymış. İp köklerin yerini değiştirip tüyleri kırıyormuş. Birde yanlış kesiliyormuş kaşlarımız. Genellikle yukarı taranıp kestikleri için kısalar-uzunlar oooo karman çorman oluyormuş. Kaş yana taranıp sonra pamukla düzleştirilip varsa kıyıdan köşen taşan uzunlar onlar kesilmeliymiş de miş miiiiiiiş !

Ha-haaa...
Hatun bide bana laf sokmasın mııııı...
Eeee siz mimarsınız, el eğitilebilir ama göz asla. Sizde göz olmasa mesleğinizi yapamazsınız nasıl oldu da kaşlarınızı mahvetmelerine izin verdiniz demesin miiiiii?
Hödöööööö?
Göz yoook, gö... var! Ondan olabilir mi acep? diciktim ya neyseeee...
Ne bilim beeeee !!!
Kağıt üzerinde ki gibi değil ki abi! Kağıtta sana her türlü artistlik boyayı yaparım ama gel gör yüzümü boyayamam öyle !!!
Makyaj dersi aldığım makyözüm bile malzemeleri tutuşumu ve kullanım tekniğimi takdir etmişti ama bilmem kaç ders sonra!!!
Abi benzemez kağıda, binaya, duvara yüz!
Lütfen yaniiiiii !!!
Mimarız diye bu kadar üstümüze gelinmez ki yaniiiiiiiiii !!!
İyi oldu, cephe sorumluluğuma bide kaşları da ekleyin !!! :pppp

Neyse, hatun anlattı, biz dinledik... Heee dedik ve bizi 2 saat sonunda postaladı...
Ofiste herkes kaşlarımızı merak ediyordu.
Eeee dediler...
Eee si ee işte... Şurayı aldı burayı kaldırdı...
Pek fark göremedik dediler...
Gözünüz yoktur ondandır dedik !

Efenim yeni ve kesin kaş şeklimiz yakında ortaya çıkacak.
Şu an daha önce görmüş olduğu darbeleri düzeltme evresindeyiz...
Yok öyle 2 dk. sihir mihir !!! Sabır ve azim gerekmekte ha bide cüzdan !!! :)))
Doğru kaşlarımla sevgülümü daha bi aşuuuk ve maşuk edicem kendime...
Hadin inşallah ve maşallah !
:)

20 Nisan 2009 Pazartesi

Marmara'dan Ege'ye...

Uzun zaman sonra geçen haftasonu karayolu seyahati yaptım.
İstanbul'dan İzmir'e...
Arabayla gidilmesi gerekiyordu, çokta uzun gözükmüyordu yol ee hadi dedim...

Yenikapı'dan hızlı feribota binip önce 2 saat sürecek bir yolculuk yapıp Bandırmaya varıyorsunuz.
Sonrasında ise 3 saatlik bir yol ile önce Susurluk, Balıkesir, Akhisar ve Manisa üzerinden hoop kendinizi Bornova'da buluyorsunuz...

Otobanlara ve çevreyollarına alışık biz İstanbullular için İstanbul-İzmir yolu beni şaşırttı.
Seneler önce gece yarısı binip sabah indiğim için yollu hatırlamıyordum. Tek hatırladım Susurluk'ta yolun ohaaaa ne kadar geniş bu yol, kaç şerit leeen acaba demem. Geyikmidir, rivayetmidir, gerçekmidir bilmem ama yolun genişliği için savaş-mavaş çıkarsa uçaklar insin diye öyle yapıldığı söylenir... Wallah billah elalemin yalancısıyım!

Bandırma'dan çıkıp tali yol edasında bir yol ile karayoluna çıkıyorsunuz...
Asfalt kötü, çift-gidiş geliş çalışmaları devam ediyor...
Çoğu noktada yol çalışmaları nedeniyle kontrollü gidiş-geliş var... Ne demekse kontrollü...

Karadeniz yoluda çift gidiş-geliş değildir ancak asfalt kaymak gibidir...
Marmara'dan Ege'ye bu devirde hala kötü bir yolla ulaşmak pek buralara yatırım matırım yapılmamış dedirtti. Geç kalınmış bir yol çalışması var.

Bandırma-İzmir arasındaki 3 saatlik yol, yolun durumuna rağmen keyifli... Bahar olduğundan yeşillikleri-çiçek böcekleri seyretmek çok hoştu.

Memleketin bütün bildik-bilmedik tavuk ürünlerinin tesisleri Bandırma-Balıkesir yolu üzerinde.
Her yer piliç kaynıyor...
Banvit'in tesisi en moderni, Şeker piliçinkide en bi en çok olanıydı...

Balıkesir'den geçerken memleketin pilot şehri olduğunu belirten bir yazı bizi bayağı bi güldürdü. Bilmem ne kaçıncı jet üssü varmış. Giderken bir kaç jeti göklerde süzülürken görme şansına sahip olduk... Bu şans neye yarayacak bilmiyorum ama... Onun yerine havada leylek görsek daha iyi olurdu ya... :p

Meşhur kazasıyla ünlenen Susurluk'un girişinde ve çıkışında bulunan Ulusoy'un ve Varan'nın dinlenme tesisleri kendilerini aşmışlar ve birer alışveriş merkezi haline gelmişler... Outlet cenneti her ikiside...

Susurlukta mama molası verdiğimizde yörenin klasik çiğ böreğini yedik ve ayranını içtik. Bol köpüklü yağ deposu ayran... O kıvamı nasıl elde ediyorlar merak ettim doğrusu...

Akhisar'da köfteci tabelaları ve bir kaç güveççi dışında ilginç birşey yoktu... Veya vardı ama bizim ilgimizi çekmemiş olabilir...

Akhsardan sonra Manisa'ya varınca İzmirede mesafeniz azalıyor...
Manisa sizi mesir macunu cennetiyim ben, dünyanın 2. büyük kuru üzüm üreticisiyim ben tabelalarıyla karşılıyor... Hayatımda ilk defa 5M Migrosu Manisa'da gördüm!!! Gariban İstanbulumuzda sadece 3 M'ler var... Böööööö....

Vestel'in fabrikası Manisadaymış ve birde ege'nin akıl hastanesi... Bizdeki Bakırköye gidicem-göndericem lafları orada Manisaya gidicem-göndericem oluyormuş...

Manisa-İzmir yolu F1 pistlerini aratmayan bir yol. Geniş bir yol ve tehlikeli virajlarla dağa tırmanıyorsunuz... Sürat yapasınız geliyor, ki geride bıraktığınız yol eziyetinden sonra bu yol sonunda doğru düzgün bir yola kavuştum yuppiiii dedirtsede abuk-sabuk konulan hız kesiciler sebebiyle yolu bilmediğinizden sersem tavuk misali arabayı kullanmanıza neden oluyor.

Tam virajı alıp bir tepeye geliyorsunuz ve birden bir sürü işaretle 3 şeritten 1.5 şeride düşüyorsunuz...

Kısaca Ege'nin yolları pek bi ilginç.
Karayolu memleketi olup hala bu hallerde olmamız düşündürücü ya... Bu hafta içinde İstanbul-İzmir otobanı için ihale açılacakmış... mış...

Memleketi karayoluyla kat etmek güzeldi ama, yinede bendeniz uçak derim başka birşey demem...

İlginç bir deneyimdi...
Hiiç akılda yokken ayran içtik, yol yaptık, feribota bindik...
Dönüştede leyleğimizi hava gördük...
Daha ne isetriz efeeeem...
Daha güzel yollar isteriz bide canınızın sağlığını...
:)

16 Nisan 2009 Perşembe

Kapıp kaçan şey ediyor...Gel vatandaş geeeel!

Dün okudum, koptum!
Diyarbakır'dan 15-18 yaşlarındaki delikanlıları İstanbul'a 'şiiiiiiş sizi taaaş gibin, afet gibin sarışınlarla yatırıcaz' diyip getiriyorlarmış. Önce hatunlarla yatırtıp sonra kapkaç işine sokuyorlarmış!!!

Yoksa tersimi acep? Bilemedim...
Önce kap-kaç, sonra sarışııııın!!!

Way anam way, memleketimin karayağız delikanlıları milli olabilmek için nelere katlanıyor.
Hakimin karşısına çıktıklarında nasıl savunuyorlar kendilerini acep?
Hakim abi bey, bizim oralarda töre var, el ele tutuşmayı geç, bakışma bile cinayet sebebi... afbuyrun eee şey, ergen olduk bi şey edemedik... Bize şey ettiricez sizi dediler, bide sarışın dediler... Bizim oralarda yohtuuur sarışın-marışın... Affet abi... şeyimizin gurbanıııı olduk! Çocuktuk, aşka geldik, şey edelim derken şey olduk!

Yok artık!
Ama gerçeeeek... Kesin böyle olacaktır çocukların savunması...
Seks uğruna mapus damlarında çürümece...
Helal olsun walla, dünyanın en kandırıkçı milletiyiz. Adamlar çocukları kandırmak için iyi yöntem bulmuşlar...

Kap-kaç yapıp parayı getiriyorlar karşılığında rus kızları krizden etkilenmeyip ekmek paralarını kazanıyorlar... Çete paraya kavuşuyor, kız yarı ücret olsada ücretini alıyor, delikanlı şey ediyor!

Daha nooolsuun?
Daha ne istiyoooonuuuuuuz?
Yani diyorum, holivuuuuuud ünlülerinide işin içine katarsanız biz arkadaş grubumuz olaraktan çetenize üye olmak isteriz... Bi çanta kap sonra Brad Pit'i yatağa bağla ve en çılgın fentezilerini gerçek kıl! Beyaz saraya bile gireriz biz... gireriz gireriz... Siz ünlüleri halledin bi hele... :p

Töbeeee töbeee allahım!
:p
:)))))

15 Nisan 2009 Çarşamba

İstanbul'un havası civası...

İstanbul'un havası bu gün çok Londra Londra...
Hıııım...
Kapalı ve hafif ısıran bir hava...
Apartmanın bahçe merdivenlerinde durup havayı kokladım ve işe gitmek yerine taksiye çek Londra'ya demek istedim.
Özledim Londramı...
Ne var ne yok bilmiyorum ama olsun... Londra sokaklarında aylak aylak dolanmakta keyifli...
Yaklaşık 1 hafta sonra yeniden Macaristan'a uçacak ben pek bi keyifsizim...
Macaristan yerine gitseydim ya İngiltereme...
Ama amcam istedi Macaristanı... Budapeşteyi illa görmek istiyor... Prag'tan sonra Budapeşte çok tatsız ve yavan geliyor... Sevemedim ben... Kaç defa gittim yine giderim Prag'a... Ama Budapeşte... Cazip gelmiyor... Hem gittiğim dönemde güzel etkinliklerde yok. Kuğu gölü var. İçim dışı kuğu oldu. Sevdiğim operalardan bitanesi yakalayamayacağım gittiğimde...

Londra'ya gitsem bi sürü şey bulurdum izleyecek...Mamma Mia'yı izlerdim hiç olmadı...
Böööö... Şimdi Macaristan'da amcaya kardeş acısını unutturmak için Osmanlı'nın izlerini dolanıcaz!

Benimkide iş dimi...
Millet gezmek ister, yurtdışına çıkmak ister çıkamaz, ben çıkıyorum ve bunuyorum!
Nanköööör kediyim ben nankööör!!!

Hava tam İngiltere havası...
Bırak şehirde dolanmayı, git yeşilmi yeşil bir kırsala dolan havası...
Özledim işte İngilteremi napiiiiiim!

Canım çalışmak istemiyor, ofiste oturmak istemiyor...
Bebeğe mi kaçsam diyorum...
Hafif hafif titreye titreye çayımı içerken boğaza dalsam, kendimi, etrafı dinlesem...
Cık!
Londra'da alacağım keyfi vermeyecek!

Özlem bu, istek bu, can bu...
Birşey denemiyor...
Bazen böyle abidik gubidik istiyor birşeyler, tutturuyor...

Belkide Londra diye tutturmamın nedeni orda kendimi yine genç ve hayatın başında hissedecek olmam!
19'luk bana rastlayıp onunla dolanmak...
Onunla hayat uzun yapacak çok şey var istekleri gerçek kılacak çoook zaman var demek...

Geçen cuma itibariyle yaşlanmış, hayatı boşa harcamış hissiyatındayım.
Bahar sendromumudur yoksam 35'ni devirenlerin klasik sendromumu?
Yoksa yardan uzak olmanın verdiği melenkolimi?

Neyse, akşam üstü sporda şampiyonların şampiyonu hocam modumu düzeltir benim...
İki ter damlattımmı, 2 ağırlık kaldırıp bide 45 dk spiningte pedal çavirdim mi ayarım tam olur!

Ruhun gidesi gelmiş...
Thames Nehrinde yürüyesi gelmiş...
Titriye titriye dışarda sigarasıyla ale içesi gelmiş...

Geçeeer, ben bi kahve ve sigara daha içim geçer...
Geçeeer, buda geçeeer...
Böyle bi şarkı vardı dimi?
Adını bilmediğim ve olduğundan da emin olmadığım şarkıyı kendime istek yapıyorum efeeeeem...
:)

14 Nisan 2009 Salı

Çeyiz şikayeti :)))

Evcilik oynumun beni getirdiği nokta kopardı beniiiiii!!!
Google'da arama yaparken birden kendimi çeyizi.com'da buldum!!!
Koptum abiiiii !!!

Maksadım zevkime uygun bir masa örtüsü aramaktı.
Güya tekstil memleketiyiz yok anam yok!
Allı dallı güllü budaklı ürün sevmiyosan bu memlekette alacak-beğenecek ve kullanacak birşey bulamıyorsun!!!
Alta tarafı balkondaki masanın üzerine sade-pastel tonlarda-peçeteli-amerikan servisli veya runnerlı bi örtü bakınıyorum!!!
Yoook!
Bulduklarımda çüüüş bir fiyata!
Odu canım dandik plastik balkon masasına 200 ytl'lik örtü koyucam!
Salonada altın işlemeli koyyim!!!

Nebiçim memleketiz abi?
Neden ben memleketimde rafine zevklere sahip insanlar düşünülüp üretilmiş bir ürün bulamıyorum?
İlla kocaman allı güllü nevresimlerdemi yatmalıyım?
Arzuma yakın olanlarda krallara layık fiyatlarda!

Yok yoook!!!
Memleketin belli başlı firmalarına maillermi atsam, tasarım ekibinizi değiştirin mi desem?
Çıkamıyorum işin içinden!

Alt tarafı pastel tonlarda sarı veya yeşil bir masa örtüsü!
Yada ne bileyim üzerinde kocaman figürler olmayan kendinden desenli sade bir nevresim!
Yoooook!!!

Ben böyle bir iş yapmak istiyorum.
Vardır elbet benim gibi aynı kaderi paylaşan insanlar.
Rafine zevklere hizmet verecek teskstil ürünleri tasarlamak istiyorum. Hatta sabunluk, mumluk vs.

Hangi mimardı hatırlamıyorum şimdi, karısıyla beraber böyle bir şirket kurmuşlar. Aradıklarını bulamadıkları için.
Wallahi billahi bende kuracağım böyle bir firma. Her telden her türden şey tasarlanıp satılacak!
Ama sermaye yok.
Allah rızası için bi sermaye aplam-abim hıııım? Sevaptır, sizin işinizede yarayacak ama hııı?
:p

Evcilik

Henüz ortada resmi olarak fol yook yumurta yok...
Ama bendenizin çok ama çook ciddi sorunsalları var.
Biraz mannak bişi olabilirmiyim acep?
Evet, evet...
Su katılmamış mannak!

Aşılması gereken bir sürü problem varken ve henüz nasıl aşılacakları bilinmezken bazılarınında aşılması mümkün görünmezken ben gelinlik ve organizasyon derdindeyim !!!

Leeeeyn daha adam resmi olarak evlilik teklifinde bulunmadı
Henüz sana 10 bin dolarlık tiffany tektaş almadıııııı...
Aileler birbirleriyle resmen tanışmadı...
Ve en önemlisi sen kazık kadar hatun türk kahvesi yapamıyosuuuuuuuuun!!!
Alooooooo?

Neeeeee be neeeee!!!
Nolmuş yani mimari yetimizi 2-3 gelinlik karalamasına kullandıysak!
2-3 müüüüü?
Kocaman bir sketch defterini bitirdin!
Nasıl bişey istediğimi bilmiyorum, nasıl bişey yakışır bana ondan da emin değilim... O yüzden bi sürü çizim oldu işte!!!
Peki şu mekan karalamaları ne?
Yani nasıl bir organizasyon istiyorum-olmalı fikirleri...
Sevgilinin haberi varmı?
Niye kiiiii?
Sen tek başına evlenmiyeceksin dimi?
Haaaaaaaaaaaa ! Dimiii onada söylemeli...
Ozyim ya... :)))
Ne beeee !!! Adam 15 senelik kankam. Sevdiklerimiz-sevmediklerimizde aynı... sorun çıkmaz yani... Hem daha bunlar taslak. Kesin karar verilmiş bişey yok. Zaten evlenecekmiyiz henüz o bile belli değil!
Sebep?
Oooooo girmeyelim abi o konulara... Bu saatte içmeye başlarız hatta alkol kesmez direk damardan isteriz...

Şimdi derdim başka benim, gelinliğim nasıl olmalı, nikahımsı-kokteylimsi şey burda yapılmayacağından ben orda nasıl makyöz bulucam? Saçım istediğim gibi olabilecek mi? Sanatsal fotoğraflar çeken birileri varmıdır? Eş-dost üşenmeden Egeye gelirmi? Gelen gelir gelmeyen gelmezde asıl sorun ben nasıl gelinlik seçicem... Gidişat Eylülü gösteriyo, eylül gelini nasıl olunur falan filan yani...

Kafayı yedin yani...
Heee nolmuş...
Bişi olmamış canıııım, daha ilk okuldayken evlilik hazırlıkları yapan kızlara dönmüşsün de...
36 yaşında böyle olunuyo sanırsam.
Sen evleneceksin yani?
Niye ki... benim başım kel mi? Rapunsel misali saçlarım var benim!
Varda, akıl yok!
Hııııı... yok dimi?
Yok yok...
Olsun napalım mukadderat!
Ozyyyyy bi kendine gelsen diyorum.
Uff be ne var be... Evrene sinyal gönderiyoruz işte... Olumlama yapıyoruz... Sevgili içinde bişeyler tasarlamalı... Bu sefer onu penguen yapıcam!
Bence sevgilin seni kutuplara yollayıp ordada bırakacak!
Eheeee... Simokinli yarim beniiim, ne yapsa yeridir...
Allam yarabbim.
Ne beeeee !!!

Harbiden ne beeeeee!
Hiiç evlenmeyi düşünmezken paldır küldür bir ilişkiye başladım. Hemide kankamla! Çok bi çok güzel oldu-iyi oldu ama gel gör adam benimle evlenmek istedi. Yani beni bunca senedir tanıyan birisi olarak şaşırtıcı bir durum... Allaaan mannağı ben ve evlilik! Adam yakıştırdı uygun gördü. Amma velakin ayrı şehirlerin kavuşması evlenmesi pek bizim evdeki hesaba uyar türden olmadı. Haziran diye planlarken, Eylüüüül olsun dedik... Yani eylüldede olacağı biraz şüpeliya...
Ama bir kadın olarak hormonları gaza gelmiş bendeniz, iki ara bir derede gelinlikte tasarlıyorum, ev eşyasıda... Süper ötesi evlilik öncesi hazırlık sendromundayım. Bu arada adamın bana tiffany vermediğinide unutmuş durumdayım.
Alır inşallah diye ummaktayım.
Tiffany'den önce evlilik teklifi etmesini umsan daha iyi olacak ama...
Neyseee...
Ben küçük bir kız edasıyla kendi kendime evlilik hazırlığı evcilik oyununu oynamaktayım.
Bu yaşa kadar böyle bir hayali olmayan bendeniz için bu durum kıt kafa bir hayal gücü yetisiyle gerçekleşmekte.

Gelinlik giyeceğimi hiç sanmazdım...
Hele evliliğin 'e'sini teleffuz edeceğimi...
Hemide üreme fikrini...

Durum budur...
Kendi kendime evcilik oynamaktayımdır.
Sevgili annem kızını kimselere vermek istememektedir.
Bu yaştan sonra, bunca senelik bekarlık sultanlığından sonra böyle birşey istemek akıl karımıdır bilmemekteyimdir.
Bildiğim adamı çok sevdiğimdir. Adamında beni sevdiğidir.
Ben kiiiim, evlenip barklanmak, çocuk ve yuva sahibi olmak kiiiiim... dicemde nereye kadar be özgür özgür, sultan sultan...

Korkunun ecele faydası yoktur.
Birşekilde atlayıp yüzmek gerekmektedir...
Amma velakin durum resmiyet kazanana kadar şu evcilik oyununa çok sarmamak gerekmektedir.
Adamıda oyuna katmak, planları onada sunmak gerekmektedir... :p
Mukadderat deeer, bu güzelim bahar aylarında yaşam keyfimi doyasıya yaşadığımı cümle aleme beyan eder, kendiciğime akıl fikir dilerim !

:)))
:)

13 Nisan 2009 Pazartesi

Dişli dişim 2

Diş ağrısı kadar ızdırap verici başka bir ağrı varmıdır acaba?
Bence yok...
Geçen hafta perşembe günü doktorum dişimin 3. kanal tedavisine başladı...
Zavallı dişim, amalgamları değiştirelim diye 2 sene önce açıldı ve o gün bugündür hem kendisi hem ben ızdırap çekiyoruz...


Doktorlar artık kapkara dolgulara güvenmiyor... Sağlıklı değil diyorlar. Nesi sağlıklı değil... Taş gibiler... Vücuduma bilmem ne geçiriyolarsa geçirsinler... Dişlerim ağrımıyor sızlamıyor ve işlevlerini görüyorlarya...


Bir kere kandık amalgamı daha zararsız olan beyazla değiştirdik bak noldu dişimde bende ebemizi görüp görüp duruyoruz!!!


Perşembe günü çok zahmetli bir kanal tedavisi gördüm.
Doktorumun teri kollarıma damladı!!!
Bunca zamandır dişçiye giderim böyle bi sıvı yakınlaşması hiiiç yaşamadım!!!
Kanal genişletilip kökün dışına çıkacak kadar uzatıldı, antibiyotik tedavisine başlandı...
Ertesi sabah uçacak olmam riskli olmasına rağmen antibiyotikle o riski halledeceklerini düşündüler...
Ama sevgili dişim, basınçtan dolayı sapıttı...

Uçaktan iner inmez dişim nanik yaptı bana. Bugün halletmen gereken hiç bir işi sana hallettirmeyeceğim dedi. Üst dişin ağrısı alt dişe vuruyor... Nasıl ağrıyor sağlıkı diş... İçtiğim ağrı kesiciler işe yaramayınca rastlantı eseri suyun iyi geldiğini fark ettim.

Bir yudum su alıyorum ağzıma ve sol tarafa yolluyorum. Yutma refkeksimin en son raddesine kadar ağzımda su duruyor... Yuttuktan 1sn. sonra diş başlıyor yine zonklamaya...
Su ve buz... Ağrıyı azaltan şeylermiş...
Ulan teknoloji ilerlemedimi ki ben su ile ağrı gideriyorum!!!


Efenim aklınızda bulunsun benim gibi apse başlangıcı olan dişler çok zonklarmış ve bunlarda eski bir tedavi uygulanarak ağrı azaltılırmış o da geçici dolgunun çıkarılması ve dişin içinin sadece bir pamukla kapatılmasıymış... Enfeksiyonlara açık olsada başka çözüm yokmuş... Akacak birşey varsa akarmış, basınç etkisi yapacak şey olmadanda ağrı yapmazmış...

Ağrı dayanılmaz hale gelince sosyetik dişçimi aradım. Atlarıyla yarışmaya gitmiş... O la laaa...

Ağzım su dolu iken konuşmak zor olduğundan ve telefonda da işaret dili geçersiz olduğundan ııııııgghhh- aauuugghhh şeklinde çıkardığım tuhaf seslerle doktorum beni anlayabildiği kadar anlayıp git bir dişçiye geçici dolgunu çıkarsınlar dedi.


Bu kadar basitti derdimin çözümü ancak, şunu anladım hatta yaşadım, bir doktor başka bir doktorun dediğini takmıyor!

Başka bir şehirde dişçi bulmak ne kadar zormuş... Neyse birşekilde bulduk gittik...Doktorumu aradım ve geçici dolgumun çıkartılması gerektiğini söylediyi çıkarın dolguyu dedim... Çıkarmadı!
Enfeksiyon kaparmış!!! Ne kaparsa kapsın çıkarın! Yok olmaaaaz...
Buz koyun, su tedavisine devam edin... Antibiyotik etkisini gösterince geçecek!
Hadi yaaaaa!!!
Vücudum antibiyotik ve ağrı kesici dolu... Etki etmiyor hiç birşey...

Kimse sorumluluk almak istemiyor... Diş apseden ötürü sallanmaya başaldığından kimse elini sürmek istemiyor.
Onlar el sürmedikçe benim ağrım dayanılmaz hale geliyor, sabırım tükeniyor, ızdırabımdan tanrım canımı alda kurtulayım moduna geçiyorum!!!


Ağrım sebebiyle halletmem gereken işlerin halledilemeyeceği ortaya çıkınca uçak biletimi değiştirdim. Gideyim İstanbuluma oldum. Kendi şehrimde bana hayır var. Kendi doktorum at üstünde olsada asistanı derdime derman olur oldum... Oldum ama uçak sabah, geceyi nasıl edeceğim... Artık gözyaşlarımıda tutamıyorum. Yüzüm öyle bir hal almış ki annem panik içinde... Halime dayanamayan annem beni zorla dışarı çıkardı ve 24 saat açık olduğunu öğrendiğimiz bir diş hastanesine götürdü...

Doktor baktı, apseli bu dedi...
Hadi ya oldum!
Apseli diş gece ağrı yapar.
Nasıl anlıyor gece mi gündüz mü olduğunu bu apse diye soramadım tabi adama...
Ne kadar zeki oluyor bu iltihaplar? Diş kökünde saat mi var acep? Nasıl anlıyorda eheee gece oldu ağrı yapalım diyor? Hıııım?
Doktor telepati kurmuş olacak ki ben en iyisi size morfin yapayım dedi... Ama dedim doktorum açılmasını istiyor, morfine izin vermiyor...
Ellemem ben bu dişi dedi...
Hay elleme... Ama bişi yap bari... Öleceğim yoksa...
Güzelce morfini yaptı... 5dk sonra ne ağrı kaldı nede başka birşey... Gece yarısı yine gelin dedi. Etkisi 3 saat sürecek, tekrar yapalım ki rahat uçun...

Ohhhh miiisss... O la laaaaaaaaa... Su içmeden geçecek bir 3 saat! Uyuyabileceğim, yemek yiyebileceğim...
Yiyemedim... Direk sızdım...
Ben sızmış haldeyken dişçim annemi aramış... Geceyarısı gittiğinizde doktorla konuşturun beni demiş...
Uykumun en güzel yerinde uyandırıldım ve uçabilmek için doktorun yolunu tuttum.
Doktorumu aradık doktorla konuşsun diye...
Doktor doktoruma bi hava yaptı...
Ben işimi biliyorum sen niye karışıyosun gibilerinden... Ulan senin değil asıl onuın hastasıyım adamın dediğini yap işte... Dişin geçmişini bilen o!
Homur homur yaptı dediğini... Geçici dolguyu çıkardı pamuk koydu ve birtane daha morfin salladı.
Miiis gibi uçtum İstanbul'a...
İnerinmez benimkinin asistanına gittim antibiyotiğim değiştirildi salıya kadar devam denildi...
Şu an diş açık.
Antibiyotiğe devam.
Ama çok şükür bin şükür ağrı yok...
3. kanal tedavisini başarıyla atlatacak sanırsam!

Öldüm öldüm dirildim.
Diş ağrısında sabır fayda etmiyor...
Ah şu doktorlar... Herkes ben daha iyi bilirim modunda...
Bak geçici dolgu çıktı ağrı geçti!
Eski meski yöntem ama dişimde işe yaradı!

Kanal tedavisi çok önemli bir tedavi.
Aman doktorunuzu bu konuda zorlayın. Yarım yapılmış bir tedavi sebebiyle bu hale düştüm. Doktorlar nedense sonuna kadar yapmıyorlar...
Birde sakın amalgamlarınızı elletmeyin...
Bırakın civa-miva her verirse evrsin vücudunuza...
Umarım kurtulmuştur dişim...
İçtiğim antibiyotiklerden vücutta gram bakteri kalmadı eheeee :))

9 Nisan 2009 Perşembe

Dişli dişim...

Geçen sene pijamalarımla kapısına dayanmıştım.
Apartmanda bir dişçi olması şahane birşeydi...
Şahane olmayan ise onun memleketin en bi en sosyetik dişçisi olmasıydı...
Tabi bunu o an bilmiyordum...
Elini ağzımdan çekip cebime soktuğunda öğrendim.

Ağzıma çok ama çok sevdiğim ve istediğim pardüsönün parasını bayıldım.
O zaman sevgilim yoktu, olduğunda her öpüşünde para alınacak diye bir karar düşüldü.
Adamın ne günahı vardı ki?
Olsun bakımı tam bir ağız öpüyordu... Kullanım bedeli yada bu bakımlı halinin devamı adı altında bi bedel alınmalıydı!
Benim klasik manyak cinyıııslıklarımdan işte...
Sevgilimiz oldu ama hiç bedel medel almadık... Ama bu akşam üstü 16 itibariyle bedeli peşin alıcam sanırsam !!!

Dünyanın parasını verdiğim, bir insanın içeri girip beynime ulaşabileceği kadar çok geniş ve bir çok kanaldan sonra dahi dişim başıma dert olmakta.

Kazacak kanal kalmadı.
Bazı dişlerde 3 tane sinir olabilirmiş...
Benimkisi çevre yolu ağı gibi maşşallah!
Siniri olmayan bir diş insanı 4 gündür sinir edebilir mi?
Dişimin derdi nedir çözemiyoruz!
Aynı anda iki diş ve onlar yetmiyomuş gibi aşağıda ki bir tanede başlıyor ağrımaya...

Elimde ayna dilimin yardımıyla diş tespiti yapmaya çalışıyorum.
Sinirsiz olduklarından vurunca tepki yok.
Ama soğuk veya sıcak birşey içerken sol üst acı verici bir senfoniye dönüşüyor...
4 gündür ise kafasına göre beynimi yerimden zıplatıyor 2-3 dakikalığına, sonra hiç bişey yokmuş gibi takılıyor...
Ben dünden beri zombi kıvamındayım...
Gören ruhumu teslim etmek üzere olduğumu sanıyor...

Bu gün 16'da randevum var. Yarın İstanbul dışına uçuyorum... Napacak bu gün sosyetik dişçim acep dişime?
Açsa 3 gün yokum, açamaz... Açmasa arada zıplayıp kafatasıma çarpan beynim sebebiyle cinnet getirip kendimi ve etrafı doğrarım...
Çözülmesi zor bir bilmece...
Çekilmelerimi gerek acaba?
Hangi diş problem yaratıyo çözemiyoruz ki...
Bu hissizlikte sağlam olanı çekeriz...

Şu an inliyorum...
İnlemek ne kelime, bilgisayarı camdan fırlatıp arkasından bende atlamak istiyorum...
Ağrı kesici içseeeem, adam tokandığında bişi hissetmicem olmaz...

Offf anam oooooooof!!!
Şu sol üst çeneden çektiğimi hiç bişeyden çekmedim.
Paramamı yaniiiiiiim, çektiğim eziyete miiiiiiiiii...

Dişçim süper abi.
Estetik sorunsalını hallediyor dişlerde ama tedavi yoksunu sanırsam!!!
Adam öyle dişler yapıyor ki gören harbiden gerçekten öz be öz minelerin sanıyor!!!
Bütün artis martis tayfası bizim apartmanda...

Ama gel gör ki ben artist martis hatta körtis hiiiiç değilim.
Lanet olası bir kanal tedavisi artııııııııııııı güzel bir kapama istediğim.

Daha onyedicikken kanal tedavisi sonucu bir dişimi kaybettim. Kurtaramadık dişi... Çok ağlamıştım dişçime çekme diye...
O da bana tedaviye artık cevap vermiyor, 2 günde bir bende olmandan ben bıktım sen bıkmadın mı demişti...
O zaman ki teknikle belkide kurtarılamıyordu...
Ama şimdiiiiiiiiii, memleketin en bi en ünlü dişçisi alt komşum ulaaaaaan!!!
Ağzıma servet bayılmışım. Pırlanta kaplatsam daha ucuza gelirdi.
Derdimi çözmesi lazıııııııım!!!
Oy ki ne oooy!!!

Beynim horon tepiyor!
Yüzüm gözüm kayık...
Tatsız tutsuzum...
Naz yapacağım sevgilim de uzaklarda...
Böööööö ki ne bööööö...

Acıların kadını modundayım... Bi şişe acıso içsem bu kadar acı çekmem yuw!
Neyse beynim tepişme yorgunu...
Daha fazla bloguma zarar evrmeden acı içinde inzivaya çekilmem gerekmekte...

:(

Hikayeler

Çocukluğumun sosyetik dergi ve magazinlerinden tanıyorum onu...
Hep eğlenir bir halde yayınlanan fotoğraflarından tanıyorum onu...
Birde üniversite yıllarımda ortya çıkan büyük skandalda hepimiz tanıdık onu...

Mimar olunca, para kazanıyomusun-kazanmıyomusun bakmadan seni bir yerlere davet ediyorlar.
Bir şekilde kartvizitim ellerine geçince iş bitiyor...
Sergi açılışı, müzayede tanıtımı...

İlk başlarda gidiyordum...
Sanat sanatttır, eser eserdir, kültür kültüdür diye...
Ama sonra gördüm ki memlekette bu tür etkinliklere katılanlar kendilerini göstermek, gazetelere çıkmak için geliyorlar. Bu şansa sahip olmayanlarda bedava yeme-içme için...
Allahıma çok şükür evime şarap alabiliyorum... Eee öyleyse 2 kadeh şarap için birkaç kanepe yemek için o rezilliklere katılmaya ne gerek vardı?

Belli başlı etkinliklerde malesef hep aynı yüzleri görürsünüz...
Dışardan bakıldığında İstanbul'un kültür ve sanat hayatı kalabalık görünür.
Evet kalabalıktır ama kuru kalabalıktır...
Çoğu bedavacı-yancı ve karnını doyurma meraklısıdır.
Çevirip sorsanız etkinliğin 'e'sinden öte bilgi veremez size...

Anlamsız kuru ve boş kalabalıklar nedeniyle zaman içerisinde milletin davetiye almak için çabaladığı etkinliklere gitmez oldum. Benim yerime annemi göndermeye başladım...
Yaşıtım insanlar malesef benim ilgi ve alakamda değiller.
Erken yaşta değil, belirli bir yaşa gelince veya bir takım çıkarlar nedeniyle gidiyorlar böyle etkinliklere...

Sevgili annem bir mimar olarak ondan çok benim oralarda olmamı söyleyip durur. Gelmeyeceğim desemde etkinliğe gider gitmez beni arar. Ozy gel bak bilmem kimler burada, tablolar harika, konser nefis falan filan...

Arada onu kırmamak adına giderim ama insanların bayalığı, 1 kadeh şarap için birbirlerinin üstlerine çıkmaları, eserleri rahat arhat adam gibi izleyememek beni deli eder ve her seferinde söylene söylene çıkarım.

Salı akşam üstü semtimizin sosyetik otelinde bir müzayede tanıtımı vardı.
Yazının başında bahsettiğim bir zamanların ünlü ve zengin sanayicisinin müzayedesi.
Onca zenginlik-onca para pul derken şimdi elindeki avucundakileri satıp hayatına devam etmek zorunda olan bir adamın...

Oflaya puflaya sırf annemi memnun etmek için gittim. Kılığım kıyafetim ortama uymuyordu. Pür makyaj ve dekolteli hatunlar birer ikişer objektiflere poz veriyor, veremeyenlerde garsonun peşinden koşturup akbabalar gibi kokteyl mamalarını mükellef akşam yemeği mantığında yemeğe çalışıyorlardı.

Satılacak eserlerini tanıtırken aynı zamanda da eski sanayici bey kitabını imzalıyormuş... Annem imza sırasına beni zorla çekerek soktu... Ve durduğumuz yerden semtin kaliteli hanımlarının ve beylerinin garson peşinde koşturmalarını, alım güçleri yok herhalde diye acıyarak izlemeye koyulduk. Evet üst baş bilmem ne markasıyla doluydu ama otelin iki adım ötesinde yer alan Saraydan bi su böreği alamıyorlardı her halde kendilerine... Su böreği servisi yapan garsonun üstüne üşüşen 15 kişinin tepsiyi al aşağı etmemeleri için nasıl uğraştığını anlatamam görmeniz lazımdı.

Sıra bize yaklaşırken mahallemizin yerli ve ünlülerinden bir jienekolog hatun olan ve beni çook ama çok seven teyze bize doğru yaklaştı ve ahh Ozy'ciiiim seni çok özledim nerelerdesin diye boynuma sarılarak araya kaynadı... Hatun beni çok seviyordu. Bende onu. Bir zamanlar hayatındaki erkekler sebebiyle muhteşem bir hayat yaşamış bu şahsın anılarını dinlemek çok hoşuma giderdi ve dinlerken neyken ne olunuyormuşu düşünmeden edemezdim. Son derece lüks hatta lüküüüs ötesi bir hayattan şimdiki hayatına gelmesi beni üzerdi... Aslında üzülecek bir durumu yoktu. Şimdiki hayatı da fena değildi. Semtin en nezih caddesinde ev ve muayene... Hala takabildiği mücevherleri ve giyebildiği kürkleri vardı... Şükredilmesi gereken bir durumdu ama teyze tereyağ yerine ekmeğe havyar sürüp dünyaca ünlü bilmem kimlerle takılmıştı. Artık takılamıyordu bilmem ne prensesi veya prensiyle... Hatunun anılarını her anlatışında ben onun yerine travma yaşıyordum. Acep niye bilmem? Belkide onca şatafattan sonra bilmem ne etkinliğinin kokteylinde garson peşinde koşturması benim ağrıma gidiyordu... Galiba ben sandığımdan da gururlu biriyim. Petrus'tan sonra Kavaklıdere peşinde yapılan koşturma bana ağır geliyordu...

Sıra bize iyice yaklaştığı sırada teyze yaşının verdiği samimiyetle doktorluk yeminini bir kenara bırakıp kulağıma az onun için kürtaj yapmadım dedi.
Hödöööööö!!!
Bir anda hiç tanımdığım adamın en mahrem sırlarına sahip olmuştum.
Teyze sırrı bana verdikten sonra nefis bir kahkaha patlattı...
Bense elimdeki şarabı fondiplememek için zor tuttum kendimi...

Hayatlar ne kadar değişik ve farklıydı. Yanınızda en sırdan bile duranın aslında nasıl bir geçmişi vardı. Semtimin bir çok nezih şahsiyetiyle etkinliklerde tanışmıştım, beni ve annemi çok seviyorlardı. Magazincilerin deli olacağı bir çok bilgi-anı ayak üstü bir-iki yudumluk şarap aralarında bize geçiyordu... Bilinmeyeni bilmenin sevinci ve gururunu mu yaşamalıydım yoksa bunları bilmenin ayıbını mı...

Bilemiyorum bildiğim insanları tanımadan değerlendirmenin yanlış olduğuydu.

Neyse beyefendinin kitabını aldık ve eve geldim...
Otobiyografi yazmış amca...
Güzelde yazılmış... Akıcı-sıkmayan-sürükleyen...

Bir elimde kitap diğer elimde müzayede satışa çıkarılanların katoloğu...
Hayatımda hiç gümüş yemek takımlarında yemek yememiş ben kitapla birlikte adamın hayatına daldım.
Para olsada olur olmasada olur mantığındaydım hep diyor.
Lüksüzde yaşarım ama varsa imkan lüksüde sonuna kadar yaşarım. Lüks yoksa aramam...
Güzel bir mantık ta insan nasıl travma yaşamadan normal bir çatal bıçak takımıyla yemek yemeğe adapte olur?

Belki bir erkek bir kadın gibi aynı hassaslığı yaşayamaz...
Ama bir kadın bilmem ne porselenleriyle servis yapmaya aşıkken birden gazete kuponlarıyla alınmış ürünlere benzerleri kullanmaya nasıl adapte olur?

Hayatlar ilginç...
Ne oldum değil ne olacağım demek lazım denir hep.
İnsan geçmişi nasıl hatırlamaz... Canı acımaz mı?

Bilemedim. Hiç o kadar zengin olmadım.
Beyefendinin kitabı ilginçti. 2 günde okundu bitti. Kendini aklamaya-açıklamaya çalışmış...
Ben belkide yapması gerekenleri yapmış ama yinede suçlu dedim kendi kendime...
En çok şaşırdığım ise kitap kurdu olması...
Tahminimden de kültürlü çıktı beyefendi.

Para ve iman kimde belli olmazmış... Birde acaba kültürde mi?
Magazin dergilerinden-gazetelerinden tanıdığın birinin kültürlü olacağına pek ihtimal vermiyor insan...

Müzayede sonucunda kimler nelerin sahibi olacak bakalım.
Gümüş yemek takımlarım olsun istemezdim...
Temizliği zordur onların.
Birde evindeki insanlara güvenmen gerek... Çalar malarlar diye manyak olur insan...

Kalite ve kültüre parasız sahip olunamıyor...
Kitapta çok doğru bir tespit vardı; memlekette bilgiye değil paraya değer veriliyor. Paran yoksa bir yere gelemiyorsun. Ama bilgin varsa parayada sahip olduğun ülkeler mevcut.

Ne değişik hayatlar var...
Nerden nerelere geliyor insan...
Başka hayatları tanımak- öğrenmek güzel oluyor.
Başka bakış açıları yakalıyorsun...
Başkalrının hayatlarının da sana benzerliğini bulabiliyorsun ve sonuçta onlarda iki yaklı iki kollu bende diyorsun...

Biraz karışık bir yazı oldu...
Sırlar, şatafat, nerden nereye gelme üzerine ortaya karışık bir yazı oldu.
İnsanları tanımadan değerlendirmemek gerek ve birde onları bu noktaya getiren sebepleri anlayıp illada bir kalıba veya değer yargısına sokulacaksa öyle sokulması gerektiğine inanıyorum.

İsviçrede bir insanın geçmiş hayatıyla ilgili konuşma yasağı varmış. 7 sene öncesi açılmazmış. Kanun varmış.
Beyefendi diyorki geleceğimizin geçmişimizle alakı yoktur.
Bi bakıma doğru. Geçmiş geçmişte kaldı.
O anki biz biz değiliz artık. O anki koşullarla şimdiki koşullar, düşünceler, ortamlar farklıdır.
Bizler pek şimdiye bakmayız. Hep geçmişle yargılarız... İlginç bir toplumuz. Şimdiye bir şans vermeyiz...
Hataalr insanalr içindir.
Hata yaparak öğreniriz, büyürüz...
Ya tekrar ederiz ya etmeyiz...
Hatırlamak ve hatırlatmak bence hatadır.
Herşey değişiyorsa, değişmeyen tek şey değişimse neden insanlarda değişmesinler...

Felsefik bi duruma girdim...
Ağrıyan dişim bedenimi ele geçirdi...
Neyse... Öylesine düşünmeden yazılan düşünceler yazısı oldu...

Herkezin ilginç birer hikayesi var.
Kimsenin hikayesi de kimseden üstün değil.
Her hikaye dinlemeye değerdir bence...

7 Nisan 2009 Salı

Kol altınıza ne alırsınız?

Bu kadar koku muhabebtinden sonra napılıııır, para tuzağı olan en sevdiğimiz sabuncunun sitesine giriliiiir...

El yapımı sabuncuyu Türkiye'ye gelmeden önce tanırdım.
Covent Garden'da ki tükkanlarına bayılırdım.
İçeri girer, sınıf sınıf yapar tüm sabunları eller ama almazdım.
Üşenirdim Londra'dan istanbul'a sabun taşımaya...

Ama artık üşenmiyorum...
Evin içi hem Body shop hem de Lush ürünleriyle dolu...
Hatta sevgiliyide bağımlı yaptım, onun evide benim çeşit çeşit miiiis gibi kokan banyo ürünlerimle doldu!
:)
Eheee...

Efenim eski zamanlarda su-sabun-beden ilişkisi günümüzdeki gibi değildi.
Yıkanmak yerine vücuda güzel koku verecek ürünleri icat etmeyi tercih etmişlerdi...
Bunlardan en gözde olanı ise pudraydı.

Türk milletinin pudra ile olan yakınlığı sadece bebekliğinde olur. Orası burası pişik olmasın diye bebekken annesi-ninesi tarafından kullanılmıştır. Yetişkin olduktan sonrada pudrayla olan ilişki azalır hatta hiçe iner...

40 yılda bir kullanılır... Vuran bir ayakkabıdan sonra, tahrişlik bir durum varsa... Evlerde amanııın pudramız yook dünyanın sonu gelecek durumları yoktur yani...

Amma velakin ecnebiler bizden farklı olarak pudra kullanmayı sürdürmüşlerdir. Çeşit çeşit kokulu vücut pudraları mağaza raflarında-evlerde dolaplarda bulunur.

Bizim vücut pudrasıyla tanışmamız ecnebi mağazaların memleketimize gelmesiyle olmuştur. Anaa baaak ne güzel kokuyooo kayısı kayısı... Alak mıııı?
Alakta kullanıcan mı?
Heee...
Heee ya... iki sefer sonra her yer beyaz beyaz oluyo uuuf kim uğraşacak diye kenara kaldırılır, sonra büyük bir düzen temizliği sırasında da çöpü boylar...

Ev yapımı sabuncu bi tek sabun yapmıyor... Çeşit çeşit masaj yağları sabunlar ve vücut pudrasıda yapıyor... Ben ve sappık çıtır arkadaşım ürünlerin hastasıyız.

Koltuk altı muhabbetimiz sonunda firmanın 3 al 2 öde kampanyasına bağlandı. Sitesine girip neler alalım diye geyiğe başladık...

Şunun kokusu çoook güzel...
Bu çimen çimen kokuyooo...
Bu bilmem ne...

Efenim modereeen hayatta kullanabilirmisiniz bilmiyorum ama deodorant pudralar nefiiiis. Nasıl güzel kokuyorlar... Öyle böyle diil süper cinsel içerikli mesaj gönderebiliyosunuz... :p Ancak gün içinde tekrarlanmaları gerekebiliyor... Tek kötü tarafları bu. Haaa bide giysilerinizi çıkarmadan fıs fıslar gibi şu aracıkatan sürim nolcek ki dediğinizde üstünüz pudra oluyor...

Mesaimin bitimiyle kendimizi City'se atmayı planlıyoruz...
Her sabah modern fıs fısların rahatlığını bir kenara itip elinize pudra döküp koltuk altlarınızı sıvamaya üşenmezseniz efendim sizleride koku manyağı grubumuza dahil etmeye seviniriz...

Aslında bu zımbırtıları kullanmak günlük hayatta değilde tatilde matilde keyifli oluyor...
O zaman ayna önünde istediğiniz kadar kendinizle oynamaya zamanınız olduğundan eline dök, yere döküldüğünde rahatça temizle, bi ondan sür-bi bundan sür... Ohhh miiis gibi buram buram karman çorman kook... Hatta allı pullu assolist hatunlardan olucam de simlilerinden kullan...

Çeşit çook, ürün bool, hayal gücü fentezide bolsaaaa...
:))))

Ah ah... Nedir bu kokma arzusu...
Benimkisi başkalarından çok kendim için... Seviyorum miiiis gibin kokuları ve onları bedenimde koklamayı...Çiçek gibin böcük gibin...Sınıf sınııf... Bi tür kokarca megolomanyaklığı... Ayna ayna söyel bana benden daha güzel kokan varmııııııı?

Çıtır hatun karşımda kollarını hava açmış oturuyor... Böyle yapıcam diyor... Gelsin beni koklasın...
Hı-hı... Şu mesai hayırlısıyla bi bitsin bi gidek alışverişe... Nişantaşın buram buram parfüm kokan hatunlarının arasına bi karışak...Şu kızın kol altından gönderdiği mesajı hayırlısıyla birisi bi duysa... Başka bi arzum yoktur...

;))

Kokarca...

Öğrenmenin yaşı yok…
Hele İngiliz zoolog Desmond Morris’i okuyorsanız neler neler öğreniyorsunuz…
Hem kitap kurduyumdur hem değil…
Kitaplığımda ruhuma göre, kafama göre alakalı alakasız bir sürü kitap var.
Kiminden kurtulmak isterim, kimi ise başucu kitabım olur ve iyi ki almışım yuw aferin bana dedirtir.

Daha öncede Desmond Morris’ten esinlenerek sarışınlarla ilgili bir yazmıştım.
Bu sefer ki tek bir konuda yoğunlaşmayan ortaya karışık; ben okudum öğrendim, sizde öğrenin yazısı…Ha bide okuduklarımı paylaştığım çıtır hatunun yapmış olduğu inkıridibııl ötesi yorumların yazısı…

Morris kitabında kadın vücudunun bölümlerini ele alıyor ve geçmişten günümüze bize ufak bir dünya turu yaptırtıyor.

Japonların ve Çinlilerin koltuk altlarının terlemediğini biliyor muydunuz?
Bilmiyodum.
Ben dün gece itibariyle capooon olmak istiyorum!

Axilla adı verilen ve kıllı olan bu küçük bölge önemli kimyasal mesajlar vererek kadın ve erkek cinsine özgü farklı cinsel alışkanlıklar sergilermiş. Koku salgılayan bezler biz hatunlarda erkeklere göre daha falaymış ve salgıladığımız koku daha farklıymış…Bu nedenle aşık çiftlerin birbirlerine cinsel mesajlar vermelerine yardımcı olurmuş.

Cinsel mesajmıııı… Açkııım gel sana mesajım var al kokla! ıııyk derken, alt satırdaki İngiliz ve Avusturya geleneklerini okumamıştım henüz…

Kol altlarımızda apocrine bezleri varmış. Bu bezlerin terden biraz daha yağlı bir salgısı varmış ve ergenlik döneminde gelişmeye başlarlarmış. Kıllar kokuyu hapsederek cinsel mesaj vermesini kolaylaştırıyormuş…

Eski bir İngiliz geleneğine göre delikanlı hatunu baştan çıkarmak istediğinde kol altlarına temiz bir mendil yerleştirirmiş…Daha sonra bu mendili oradan çıkarıp yelpaze yapıp kızı serinletirmiş…

Avusturya kırsalında ise, durum tersiymiş. Hatunlar soydukları bir elmayı kol altlarına koyup dans ederlermiş, daha sonra gözlerine kestirdikleri adam bu elmayı ikram ederlermiş… Erkek bu ikramı kabul edip elmayı yediğinde otomatikman ayvayı da yiyomuş.

Her iki ıııyk olayda da amaç karşı cinse apocrine bezlerinin salgıladığı kokuyu duyurup cinsel mesajını iletmekmiş…Mendilden adamı kokluyosun, elmayı yiyince kadının tadını alıyosun…

Bu satırlardan sonra allahıma çok şükür bin şükür bu devirde yaşıyorum dedim.

Günümüzde hangi adam kol altından çıkarmış olduğun bir dilim elmayı yer?
Kukuyu yiyen onu da yer dedi öle mamasına çağırdığım çıtın hatun arkadaşım…
Puuuuuaaaaaaaaaaaaa!!!
Tamam canım tamam, yemeğe filan gitmiyoruz… Hatta ben seninle mümkünse baş başa görüşmüyorum… Ne zaman bir araya gelsek dağdan inme abülerden fena ötesi bi yaratığa dönüyoruuuz , sappık kadııııın !!!
Sevgilim yok Ozy, anlıyomusun beniiii…
Anlıyorum canım anlıyorum da, bu gidişle adamları yanında 1dkdan fazla tutman zor gözüküyo… Bana saldırmazsın dimi? Hı? Sen erkek seviyosun dimiiiiiiiii? Bana saldırmadan önce, sen bence bi dene bu adetleri, belki Nişantaşın ortasında kol altı elması yiyen bulunur hııı?
Saldırmam Ozy, rahat ol anlat…Öyle sokak ortasında kol altından çıkan elmayı yediremem ama, önce kol altına sürüp sonra elmalı pay yapıp onu yedirebilirim.
Olur bak bu güzel fikir de, Aaaaaa yeter laaaan! Tez zamanda sevgili bulcam sana… Sayende ömür boyu yemek yiyemicem!!!

Deli deliyi bulurmuşta, bu sappık nerden buldu beni ben onu anlamdım yaaaaa…!!!
Sapıtmayacaksan anlatmaya devam ediyorum;
Et, et…
Günümüzde tüylerimizi almamızın ve deodorant kullanmamızın nedeni artık kat kat giyinmemizmiş. Saf kokumuz kat kat giysilerin arasında bakteri üretiyomuş artık. Bakterilerde miiis gibin kokan kokumuzu ekşittiğinden artık eskisi gibi kokumuzu özgürse millete koklatıp-yediremiyomuşuz…

Bu arada yapılan bir deneyde, gözleri görmeyen erkeklerin kadınların kol altlarını kokladıklarında pahallı parfümlerle uyarıldıklarından çok daha fazla uyarıldıkları kanıtlanmış…

O zaman Ozy’cim kör erkek bulucaaaaaaaz…
Ben değil sen canım!

Uzakdoğuluların bizler gibi koltuk altı kokusuyla mesaj verme sistemleri yokmuş.
Korelilerin en az yarısında koltuk altı bezi yokmuş. Bu bezlere Japonlarda nadiren rastlanmaktaymış. Çinlilerde durum daha ciddiymiş… %2 veya 3’nün koltuk altları kokarmış…
Yaaaaaa?
Yaa…

Kol altı birçok toplumda erotik bulunuyormuş. Tamam, bulunsun, koklansın, yalansın ama yazın ne yaparsanız yapın ıııyktır! Hele gelin gideceğim ege şehrinde bırak kol altını tüm vücut bezleri salgıya geçmekte…Baştan aşağıya sırılsıklam dolanmaktayım. Kokmasam bile o ıslaklık beni deli etmekte! Yerliler ise çook rahat… Kimse benim gibi başından aşağıya su dökülmüş gibi dolanmamakta…

Ama artık Morris sayesinde güzel bir bahanem var.
Kokuyosun…
Hayır, kokmuyorum, açkıma mesaj gönderiyorum…
Mesaj?
Cinsel içerikli mesaj…
!!!

Maalesef Uzakdoğulu değilik! Maalesef kokarcalardanız… Yaz yaklaşırken gelde capon olmak istemeee !!!

6 Nisan 2009 Pazartesi

Kadınlığın dayanılmaz rengi...

Kadın olmanın dayanılmaz hafifliği…
Nedir 12 yaşından beri çektiğimiz… Hatta 10-11.
O olmadan olmaz…
Eksik olursunuz, yarım olursunuz…
Tam olmanız için şarttır.
Kadın olmanın-kadınlığın en önemli ama aynı zamanda da en acı veren ve iğrenç olan kısmıdır.
Alt tarafı biyolojik bir gerçek, doğada ki diğer dişilerde olduğu gibi üreyip-üreyemediğinizin beyanı…
Alt tarafı 4 gün boyunca akan ama bir çay bardağını doldurmayacak kırmızı bir sıvı!

1 ayın tamamını aynı ruh halinde geçiremezsiniz.
Belirtileri 15 gün önce başlar.
Vücudunuz şişer, sebepsiz bir asabiyet, ağlama krizleri…
Her şeye herkese bir anda öfke duyarsınız…
Bedeniniz öyle bir su toplar, şişer ki yanlışlıkla göğsünüze değseniz sanki sert bir cisimle vurmuşsunuz gibi sizi kıvrandırır dokunmanın etkisi…
Ağlarsınız?
Sebep?
Yoktur bir sebep… Böööö…
Sadece sizinde anlayamadığınız tuhaf duygusal patlamalar yaşamaktasınızdır.
Geçen ay böyle olmamıştır oysaki. Bu ay 3. dünya savaşı çıkarmak istemektesinizdir…Neden?
Bilmem…
Kış günü terlersiniz, yaz günü donarsınız…
Otuzunuzdan sonra bile ergen sivilceleri dökersiniz…
Canınız deli gibi tatlı ister, turşu ister, tuzlu ister, acı ister…Semer olsa onu da ister!

Belirtilerle yaşarsınız…
Yarım beden ya da 1 beden büyük giyersiniz…
Yakınlarınız ya anlar ya da söylersiniz, anlamsız kavgalar-tartışmalar böylelikle çıkmaz… Ama genellikle çıkar çünkü canınız çook ama çook kavga etmek istemektedir!

Tam belirtilere alışmış, hayatınıza devam edecekken, olmadık bir anda çıkagelir. Genellikle sabaha karşı ya da en önemli iş toplantısının ortasında!
Hafifçe başlar ağrısı… Sonra nasıl şiddetlenir… Yaşamayan anlamaz… Ağrı kesici, bir pozisyon belirleyip o şekilde durmak falan filan hiç biri bir işe yaramaz…
Ağrıyacaktır… Tuhaf bir şekilde… Sanki bıçak saplanıyormuş gibi, sanki biri çekiçle vuruyormuş gibi… Bildik eklem ya da baş ağrıları gibi olmayan doğada sadece kadınlara özgü olan…

Üremenizin sembolü, kadınlığınızın ispatı.
Bir anda öfkeniz kaybolur…
Bir anda vücudunuzun şişliği gider…
Onca acıya rağmen yüzünüze huzur gelir.
Günlerdir yemeği alınmaya kalkmış aslan gibi kükreyen siz bir anda sevimli bir pisi pisi olursunuz…
Mutlu mesut!
Ah bir de şu ağrı olmasa…
Asıl algı sorununuz olmasa…
İlk gün ağrıdan veya ağrı olmasa da bilim insanlarının nasıl açıkladıklarını bilmediğim tuhaf sersemlikten dolayı işleriniz ters gider. Dalgınlaşırsınız, 1saniyede yapacak şeyi 5 dakika da yaparsınız… Bildiğiniz şeyi bilmez dalgın bakarsınız… Yatmak istersiniz, uzanmak, dünyada ki her şey size uzak gelir, yatağınız, yorganınız ise yakın…çok yakın…

Nedendir bilinmez yüzyıllarca kadınlığın-üremenin sembolü pislik olarak görülmüş. Kadın kısmısı lanetlenmiştir bu sebeple.
Beklide bu sebeple birçok işe kadın kısmısı katılmamıştır.
Kadındır yapamaz-edemez denmiştir.
Doğrudur, enerjimiz düşer, hassaslaşırız, yavaşlarız ama elimiz ayağımız hala vardır. Belki biraz geç düşünüyoruzdur, belki hiç yapmayacağımız hataları yapıyoruzdur. 1 değil 2 defa düşünerek yapmamız gerekiyo olabilir… Ama bu bu kadar aşağılanmamıza, lanetlenmemize sebep midir?

Aslında öylesine kutsal bir deneyimdir ki…
Ancak hiç birimiz bunu böyle düşünmez ve yaşayamayız.
Toplum kendimizi, kirli hissettirir.
Yasak-günah-cısısdır!

Oysa kadın olmanın asıl göstergesidir yaşadığımız.
Üreyebililirliğimizin…O bitti mi artık üreyen bir kadın olmazsınız…
Biyolojik saatimizin tıkırında çalıştığının göstergesidir.

Kimi zaman cadı olmuşuz, kimi zaman periyot bitene kadar zindanlara kapatılmışız…
Doğanın bize sunduğu güzellikten, yücelikten, kutsallıktan tiksinilmiş, tiksinmemiz istenmiş…

Kadın olmak zordur.
Ey bizi anlamayan erkekler, merak etmeyin bizde bizi anlayamıyoruz.
Hormonlarımız bizi de karıştırıyor.
Tüm hayatımız 27 veya 28 günlük periyotlar da yaşanır.
Modern kadının ajandası işaretlerle doludur.
Tatilimiz, aşkımız, ağdamız, toplantımız, alışverişimiz… Bir tek biyolojik saatimiz değil her şeyimiz 28 günlük takvimde döner.
Mutluluğumuz, gözyaşlarımız… Her şey her şey farkında olalım veya olmayalım 28 günlük bir çember içinde döner durur.

Kadın olmak güzeldir.
Ama bedeli çoktur.
Doğanın-tanrının bize sunduğu kutsallığın kıymetini bilmeliyiz aslında. Yaşanmadığında ki sıkıntıları düşünün, onsuz üreyemeyeceğiniz gerçekliğini hatırlayın…
Menopoza girmiş yakınlarınızı düşünün… Belki özgür olacağız o zaman ama 28 günde bir yaşadığımız rahatlamayı yaşayamamalarının vermiş olduğu sıkıntıları ve alışma evrelerini düşünün.
Sıkıntı verse de sonunda erdiğimiz huzuru, rahatlamayı düşünün.
O bizim özümüz, doğamız…
Bedenimize şükretmemiz gerekiyor…
Her ne kadar sıkıntı verse de kadınlığın simgesi, keyfi ve öyle gelmese de güzelliği o aslında…

Farklı bir açıdan bakmak istedim. Hep lanetlediğimiz, hep derdimiz olan şeyin aslında öyle olmadığını göstermek istedim. Ama öyle algılanmış öyle görülmüş ve öğretilmiş bize…
Ne kadar sıkıntı verse de o aslında bir şekilde mutluluğumuz bizim.
Yaşayanla yaşamayanın birbirini anlamayacağı, onlu ve onsuz olunamayan kadın olmanın acı veren-tatsız ve iğrenç gelen gerçekliği…

Bizi biz yapan-kadın yapan, erkekten ayıran…
Beden ve ruhun hem acısı hem mutluluğu…
Bereketinizin simgesi
Bence yumurtalıklarınızı kutsayın, şöyle bir giysilerinizin üzerinden bir el geçirin ve kadınlığın keyfini yaşattıkları için minnetinizi iletin onlara…
Kadınlığınızı sevin…
Doğanızı, özünüzü…

Sabıır allah!

Ege'nin baharından-güneşinden sonra İstanbul'un kapalı pazartesine dönmek...
Böööö...
Tam anlamıyla gerçek bir pazartesi sendromu içerisindeyim...
Bu hafta o kadar yoğun geçecek ki... Öyle böyle değil...

Ofise gelirken aldığım sarı sümbüller odamı mis gibi kokutuyor...
Kahvem tam istediğim soğuklukta...
Sabah sabah karışıp günü sinirle geçirmeme neden olacak üst düzeyden kimse yok...
Rahatım...
Ama yapmam gereken beni strese sokan bir iş var elimde...
Hala haftasonunun keyfindeyim...
Bari güneş olsa, işten başımı kaldırıp baktığımda içim aydınlansa...
Hava yağdı yağacak gibi...

Sevmiyorum, sevgilinin yanından gelip işe-güce dalmayı...
Onsuz günü-geceyi yaşamayı...
Başka şehirlerde ayrı hayatlar yaşamayı...

Pazartesileri ise hiiiç mi hiiç sevmiyorum!
Yapacak iş çok ama salak printer 60 sayfayı 60 saatte basacağından işler bir türlü başlayamıyor...
Başlayamadığı içinde bitemiyor...

Sabırla beklemekten başka çare yok.
İştede özel hayatta da...
Ya sabır çekerek haftaya-hayata başladık...

Ya sabır allahııım, şu printer şuncacık sayfayı basıp çalışmaya başlayana kadar gerçekten ya sabııır...

3 Nisan 2009 Cuma

Yogi yogi, ayı yogiiiii

Sonunda deneyimleyebildim!!!
Sonunda yogini oldum!
Ne oldun ne odun?
Yogini...
Kadın yogacıya yogini, erkeğe yogi deniliyor...
Hııım..

Hıım ya yaklaşın 2 senedir yoga yapmak istiyorum. Ama bir türlü doğru zamanı bulup ayıramıyorum ve yapamıyorum. Çevremde ki bir sürü kişiyi sağlıklı ve huzurlu yaşam adına yönlendirip göndermiş olan ben bir türlü kendimi gönderemiyorum.

Geçen ay iş arkadaşlarımdan birini sosyetik semtimdeki yoga merkezine yönlendirdim. Sahipleri bana pek bi burnu havada geldiklerinden kendim bi zahmet popomu kaldırıp mekânı internet harici görmeyi tenezzül etmediğimden onu kobay yaptım.

Mekan hatunun çook hoşuna gitti. Semtimizin ve sahiplerinin sosyetikliğine uymayan bir mekan olduğunu söyleyip illa onunla gelmem için başımın etini yemeye başladı. Bendenizde klasik bakarız bir ara bahanelerimle onu oyalayıp durmaya başladım…

Hatun haftada 2 gün gidiyor ve işe öyle bir aydınlanmış şekilde geliyor ki… Dışardan bile yoganın hatun üzerindeki etkileri fark ediliyor.
İster istemez benda bendaaaa oluyorum…

Neyse efendim dün akşam, deneme dersinin bedava olmasını da fırsat bilip yanıma bir başka yogi meraklısını da alıp mahallemde ki yoga merkezine gittim.

İlk defa yoga deneyimleyecek ben ilk deneyim için bilmeden Yin yogayı seçmişim. Yin yoga kısaca esneme yogası.
Yogayı gırgıra alan birkaç arkadaş tarafından niye gidiyosunuz ki biz sizi esnetiriz diyip ağızlarını kocaman açıp Aaauuuughhh diye esneyerek tiye alsalar da bizi, biz azmimizden feragat etmeyip gittik!

Kısaca bilgi verecek olursam;
‘’Sanskritçe’de “bütünleşme” anlamına gelen Yoga, bireyin bedensel, zihinsel ve ruhsal gelişimine katkıda bulunmayı ve bu üç boyutta da farkındalığını artırmayı amaçlar. Düzenli yoga uygulaması sonucunda stres ile bağlantılı sıkıntılarda azalma görülür.Yoga omurganın sağlığında müsbet rol oynar, Yoga hareketleri omurganın esnek ve uzun kalmasını sağlar ayrıca kişiye esneklik ve denge kazandırır.’’
Ve ayrıca ‘’yoga iç organların doğru işlemesinde, kan dolaşımının artmasında,uykusuzluktan obeziteye kadar farklı hastalıkların önlenmesinde büyük rol oynar. Yogadaki nefes ve farkındalık çalışmaları ise duyguları dengeler.’’

Öğrendik mi efendim yoga nedir… Aferin… Ben olmasam cahil kalacaksınız! :p
Yoganın bir çok çeşidi var… Hepsinin etkisi farklı. Dün denediğim Yin yoga ise; Bedenimizin bağ dokusunu hedef alan bir yoga. Yapılan diğer tüm yoga çeşitleri (hatha yoga, asthanga yoga, kundalini yoga) yoganın yang formuymuş ve kas dokusunu hedef alırlarmış. Yin yoga ise genellikle diz kapakları ve sakrum kemiği arasındaki bölgeyi hedeflermiş. Hedef aldığı bu bölgede kaslar gevşek olmalıymış ve yapılan duruş uzun süre tutulmalıymış..

Çin tıbbında akupunktur noktalarını belirlemek için kullanılan meridyenler bu bağ dokusundan oluşurmuş. Bunlar, bedenin içindeki yaşam enerjisinin akmasını sağlarmış. Bağ dokusu iletkenmiş, aynı zamanda kısalıp büzülebilir ya da uzayabilirmiş. İşte bu nedenle yoga yaparak onu her zaman elastik tutarmışız ki bedenimizdeki yaşam enerjisi sağlıklı bir şekilde akışını sürdürsün. Yin yoga, diğer yoga çalışmalarını tamamlayıcı nitelikteymiş. Yin yogada çok fazla duruş çeşidi yokmuş, ancak yoganın yang formundan farklı olarak, yapılan duruş yaklaşık 5 dakika süre ile tutulurmuş. Bu sırada ilgili bölgedeki kaslar tamamen gevşek olurmuş. Bu sürede o bölgedeki bağ dokusu gevşer, rahatlar ve enerji akışı canlanırmış. Duruş sırasında bedende rahatsızlıklar hissedilir ve duruştan çıkma isteği olabilirmiş, önemli olan bu rahatsızlık hissine takılıp kalmamakmış. Yin yoga yaparken istediğiniz gibi nefes alabilirmişsiniz, ama nefesin rahat ve derin olması duruşu kolaylaştırırmış.

İyi peki dedik… Huzur dolu, parke kaplı sınıfımıza girdik. Matlarımızı yaydık, gerekir diye çuval benzeri yastıklarımızı, matın üstüne sermek için pikelerimizi ve tuğlalarımızı aldık.

Şimdi muzur 3 hatun yoga sınıfında olunca baştan her şey zıvanadan çıkıyor doğal olarak. Bir mimar olarak ahşap blokları üst üste koyup bilinçaltımdan fışkıran yaratıcılığımı sergilemeye başlamıştım ki fıstık ötesi, taşın taşı siyah bodyli kısa saçlı bir hatun başıma dikildi ve onları pozları yaparken kullanıyoruz dedi…
Hödööö?
Ben hocanızım dedi…
Örtmenim bu gün ilk günümüz de ne nedir anlamaya çalışıyoruz ehe ehee yaptık.
İlk yoga deneyiminiz ve ying yoga yapıyorsunuz haaa? Yaptı… Bizde saf saf heee nolcek ki dedik…

Ders başladıktan sonra gördük ve anladık ki ilk deneyim için ilk başta pes etmemize neden olacak bir türünü deniyormuşuz!!! Ve dün iş arkadaşımın bana çok esnersen seni kıskanırım demesinin nedenini anlıyoruuuuum !

Acemi olmamızdan ötürü öne yerleştirildik. Ve hoca denilen yaratığın fiziki muhteşemliğine dağdan inmiş sapık abiler gibi bakmaya başladık.
Laaan taş lan bu karı…
Heeee…Taş, taş…
Gördün mü poposunu…
Gördüm gördüm…
Sussana kızım sapık sanacaklar bizi, adımız lezbiyene çıkacak…
Ne sanırlarsa sansınlar gözün gördüğü gerçeği söylüyoruz yaw!
Şiiiş, kaç ders sonra böyle olunuyo acep? Sporu boşverip sabah akşam yogamı yapsak?
Ehiii ehiiiiiii… : )))))))

Bizim geyikler devam ederken, benim oynadığım bloklar sırtımızın altına konuldu, sırtımızı blokların üstüne bıraktık, ayaklarımız bağdaş kurmuş vaziyette kollar iki yanda serbest şekilde nefes çalışması başladı… Ağızdan derin nefes alıp tüm göğsü şişiriyorsunuz ve tüm sınıf aynı anda Aaaaaaııııhhh diye nefesi bırakıyorsunuz.

Dakka bir gol bir taş hoca yanıma geldi, en zorunu seçmişsin dedi, blok biraz daha yukarıda olacak… Kendi kendime zoru başarmış olmanın sevinci ve hocanın gelip kolayı yaptırmasıyla rahatlamış bir halde hülyalara daldım.

İlk iki harekette zorlanmadım ancak 3. hareketten sonra eski esnekliğimden hiç bir şey kalmamış olduğunu utanç içinde deneyimledim.

Örnek verim efendim: Diz üstü çöküyosun, sonra bi ayağını elinin yanına getiriyosun, sonra dirseklerini de yere koyuyosun –ı-ıh koyamıyosun… Bendeniz yapamadım. O pozisyonda 5 dk. Duruyosun. Kalçaları serbest bırakıyosun… Oldu gözlerim doldu… Bendeniz 2dklık cebelleşme sonucunda bebek pozisyonuna geçip dinlenmeye bıraktım kendimi…Bu hareketi herkes yapmayı beceremedi Allahtan ama bi hatun vardı, yılan mübarek! Sonradan öğrendik ki hocaymış!!! O yüzden bu kadar esnekmiş… Kaç senedir yapıyomuş…Biz de zamanla oalcakmışmışıııız… İnanmadım ya hadi neyseeee… :p

Çok gülerim sanmıştım. Çıkan sesler, inlemeler, hareketleri yapamamayı kafama takma filan… Hiç biri olmadı. Çok şaşırtıcı bir şekilde ilk hareketten sonra bulutlara yükselmeyi bile başardım.
Dersin sonunda bütün sınıf huşu içinde bulutlara yükseldik.

Kaslar esnedi… Çok ilginç siz yapamam deseniz de vücudu serbest bıraktığınızda yer çekimi sayesinde esneyip neler yapabiliyorsunuz. Yakında balerinler gibi oturmayı da başarırım gibime geliyor !!!

Hareketler çok zor değil ancak, yaklaşık olarak 5dk. Boyunca kıpırdamadan aynı pozisyonda duramam deseniz de durabiliyorsunuz… Farkındalığınız artıyor, bir şekilde vücudunuzu dinliyor ve her iki yanınızın farklılığına şaşıyorsunuz. Bazı hareketler de sol sağdan daha esnek olabiliyor mesela…

Ders bitip evlerimize giderken, göğsü açma egzersizlerinin çok iyi geldiğini fark ettim. Tüm gün boyunca fosur fosur sigara içmiş ben sanki dersten sonra eve yürürken hiç sigara içmemiş ve sanki temiz havalı bir yerde yaşıyormuşçasına rahat ve kaliteli nefes alıyordum.

Dağdan inmiş ayı abiliğimiz dersten sonrada devam etti. Yanımda götürdüğüm çıtır, arada hoca hareketleri doğru yapalım diye bize arkadan sarılıp onunla nefes alıp vermemizi sağlayarak bizi esnetmesine gönderme yapıp ‘Beni böyle esnetecek ve aaaıııııhhh diye kulağıma seksi seksi nefes verecek bir adam istiyorum’ demesin miiiiii…
Desin demesine de önümüzde yürüyen ilk 20’deki 3 delikanlı birden bize dönüp nediyo leeeyn bu kadınlar bakışıyla bakınca iş iyice zıvanadan çıktı…
Yoga yaptık canlar, sapık bi durum yok hadi önünüze diyip belden aşağı sapık espiriklerimize geri dönerek ermiş bi halde Nişantaşı sokaklarında yürüyerek evlerimize gittik!

Güzel bir deneyimdi…
Ben bile kıkırdayıp olay yaratmadıysam kimse yaratamaz diyorum. Tüm geceyi yüzümde anlamsız ama keyifli bir gülümsemeyle geçirdim. Hatta bu sabah esnemiş kaslarımdan dolayı zaten uzuuun olan bacaklarımı daha bi uzuuuuuun hissediyorum diyebilirim…

Gidin deneyin. Alt tarafı 1.5 saat her şeyden uzak siz ve bedeniniz faydalı bir şey yapıyorsunuz…

Bu arada sadece 3 erkek vardı sınıfta. Yoga yapan erkekleri tebrik ediyor ama yoga yapan erkeklerle çıkmıyoruz diyoruuuuuum…
Sebep?
Bilmeeeeeem… Öğle yemende öyle dediler bende yazdım gitti! : )))

2 Nisan 2009 Perşembe

Wallahi bahane diiil ! Bacak uzun...

Ben senin kadar bahaneci görmedim diyor...
Aaaa ne bahanesi açkım, gerçeği söylüyorum...
Gerçeği?
Evet...

1 aydır spora gitmemek için söylediklerini ben mi sayayım yok sa sen mi sayarsın?
1-Bir gece önce yoldan gelmiştim... Ki ertesi gün neredeyse öğlene kadar uyuyup işe gittin, uykusuz filan değildin.
2-Çok sigara-kahve içtim bu gün.
3-Hava soğuk, bu gün yağmur var, bu gün sis var...
...

Ama açkım ya, hepsi gerçek. İzmir'den geldikten sonra bir gün boyunca sersem gibi oluyorum. Hem sevdiğimin yanından ayrılmış olmanın verdiği duygusal sarsıntı hem, hava değişimi... İzmir hep sıcak! İstanbul soğuk. Spordan sonra duş yapıp eve gidemiyorum üşütüyorum, duş yapmasam terim üzerimde kuruyor...

Bide oran buran ağrıyor, oraya buraya çarpıyosun... Geçen gün telefonla konuşurken dizini masaya vurmuştun ve dizin çok acıdığı için gitmemiştin... Açkım, bahane üretmeyi bırak. Açık açık gitmeyeceğim de!
Yok walla gitmek istiyorum! Sen beni analmıyosun ya...

15 sene önce filan.
Sevgilim o zamanlar arkadaşım.
Spor yapma arzusu feci olan bir arkadaş...
Sabahları hiç üşenmeden 05.30'da kalkıp koşuyor... Ve her sabah bizide koşturtmak istiyor. Koşmasakta yürüyelim istiyor...
Hı-hı...
Her gece muhakkak yarın kalkıcaz seninle yürücez sözü veriyoruz.
Her sabah sabırla başucumuza geliyor ve biz gözümüzü açmadan uykulu uykulu süper nedenler üretip kalkmıyoruz.

Yine öyle bir sabah baş ucumuza gelmiş, sabırla Ozy ve Nazo diyor...
Kış sabahının soğukluğunda, sanki evde yatak yokmuş gibi birbirimizin koynuna girmiş biz iki hatun sıcacık yataktan parmak ucumuzu bile göstermeye üşeniyoruz...
Hadin dedi bize...
Uykunun o en tatlı derinliğinde olan iki hatun, sıcacık yataktan serçe parmaklarını çıkarıp ona doğru uzattılar ve:
Parmağımızı sakatlamışııııız, çok acıyo yürüyemeyeceğiz dediler!
Her ikinizde mi dedi.
Hı-hııı dedik...
Ayak parmağınız değil el parmağınızı gösteriyorsunuz ve nasıl yürmenize engel olabiliyor?
Ee şey benim ayak parmağım. Çok soğuk diye çıkaramadım yorganın altından o yüzden elimi gösterdim... Çok ama çok acıyooo, bak istersen zonkluyooooo... (Nolur ya noluur, ye işteeee)
!!!
Hiç birşey demeden arkasını dönüp gitti ve biz iki hatun küçücük ama sıcacık yatakta kalkmaktan kurtulmanın sevinciyle iyice bi yatağa yerleşip uykumuza daldık!

Bi süre bize bozuk attı ve gerçekten yürümek istediğimiz zamanlarda bile bir daha bizi ne uyandırdı ne de yürüyüşüne kattı.

Adam böyle bir bahane üretme zekasına sahip olduğumu birebir deneyimlemiş olduğundan şu an gerçekten bahane olmayan ama öyleymiş gibi gözüken saçma ama gerçek nedenlerimi bile kabul etmiyor!

Saf saf neden olarak öne sürdüklerimi öyle bir evirip çevirip önüme sunuyor ki, kahkahayı patlatıp ulan harbiden de yalan bahane gibiymiş diyorum!

Bir arkadaşımla beraber esneme yogasına katılacağım bu akşam.
Hatun bana benden çok esnek olursan kıskanırım dedi.
Bende ona 1 aydır spora gitmiyorum merak etme kıskanandıracak şekilde esneyemem dedim. Hoş artık parmak uçlarıma eskisi gibi değemiyorum... Çook çalışmam lazım onun için...
Bana baktı ve değememen normal dedi, senin bacak boyun uzun!
Kahkahatı patlattım ve süper bi bahane buldun dedim. Bunu senden-benden başka kim yer acaba?
Ne spor hocam ne de sportmen sevgilim! Ama yinede sevgilime bir şekilde bu bahaneyi kullanıcağım! Ondan sonra ne olur allah kerim!

Bahane üretmeden hayatın zevki çıkmaz kiiiii...
Evet baheneler kendini kandırmaktan başka birşey değil biliyorum ama gerçekten, yemin ederim ki ileri sürdüğüm sebeplerin hepsi gerçek...

Eğilsene... Deymek için biraz zorlasana...
Wallahi zorluyorum hocam ama bacak boyum uzun... O yüzden eğil eğil olmuyo işte...
1.66'lık boyla diyosun...
Boy değil, bacak uzun...
Haaa...
Haaa yaa, bacak uzun bacak...
Ben sana spiningte gösteririm bacağıda boyuda...Almışın kiloları gelmişin yine...
Aaaa antrönörüm olarak işin ne desem, diyemem ki bilmem kaç senesi vücut şampiyonuna, beni şampuan yapar animallah!
:p

Blogçu geldi hanıım blogçuuuu

Gecenin bir vakti bana blog yarışması varmış diyor…
Aaaa diyorum nerde, nasıl, kim yapıyor…
Sana mail attım diyor, incele beğenirsen seni önereyim diyor.
Tamam açkıııım.

Bir blogercı olarak blog yarışmasını yapılması tarafımdan güzel karşılanıyor.
Yapmış olduğum inceleme sonucunda sade ve basit blog tasarımım biraz beni mutsuz etse de kişisel blog kategorisi için içeriğim süpeeer ve ötesi geliyor bana.

Tasarım kötü ama içerik nefis bende… Kesin ben kazanıcam!
Way be ne kendine güven… Azcık mütevazı olsan… I-ıh ! Blogumu okuyan ve takip eden kişilerden senelerdir almış olduğum gazla mütevazı olmam güç!

Almışım gazı, yemişim rüzgarı arkadan…
Doğuştan kalkık olan burnum sebebiyle doğal bi kalkıklık sendromu var yaniiii…
Iyyk yine inkıridıbııııl bişi odum…

Neyse, dün itibariyle yarışmaya başvurdum. Ancak ofiste her şey ‘yassak hemşerim’ modunda olduğundan, kayıt yapabildim mi becerebildim mi sendromum hat safhaya erince bilgisayar ve internet konusunda canavar olan çalışma arkadaşlarım tarafımdan seferber edildiler.

Zıırn zııırrr…
Alo
Çabuk geeel
Çaaat !

Zııırn, zıırn…
Neee?
Noldu ne var?
Acil durum dedim yaaa, çabuk işini gücünü bırak ve bana yardıma gel… Yarışmaya katılıcam çabuk çabuk!
Çaaat !

İşi başından aşkın şahsiyet 3 kat yukarıya oflaya puflaya yanıma çıktı ve ne yarışması dedi.
Heyecanlandığım zamanlarda aslında heyecanlanmasam da detaylı ve uzun konuşmayı hiç sevmeyen benim her zaman yaptığı şeyi yapıp çat çut pat küt kısa kısa özetle sonuca varan cümlelerimle durumu izah ettim.

Yüzüme baktı, ne istiyosun yani dedi
Onay kodunu doğru girmişmiyim, girdim ama kontrol panelimde botlar tarafından incelenmemiş yazıyor, bu benden mi yoksa onlardan mı kaynaklanıyoooooor bi bak incele… Bilirsin ben sadece pasif bir kullanıcıyım bilmem nereye bişey yapıştırmak, açıp bakmak bana göre değil. Şu an blogumu sonsuza kadar uçurmuş bile olabilirim!
Aaaaaaaaaaaa !!!

Bilgisayarımın başına geçti, kurumumuzun ona verdiği süper ayrıcalıklı bilgisayardan sonra benimkisi onun için tarih öncesi bir tür gibi gelip çok yavaş bu diye söylendi… Son derece coll bir vaziyette kontrolü yaptı, yapmışsın işte dedi ve bana nasıl kontrol edeceğimi gösterdi, bu kadar diyip gitti.

Başarmışım yani oldum ama kontrol paneli tüm gün botlar gelmedi diyip durdu. Mesai bitip eve giderken yanına uğradım ve onay kodunu ikinci defa birde o girip yükledi ve bana Allah kerim artık yaptı.
Dün geceyi merak ve sabırsızlıkla geçirdim. Bu sabah koşa koşa ofise geldim bilgisayarımı açtım ve dün girdiğim yazıdan sonra kurumun sistemi tarafından blogumun açılmasının engellendiğini görünce küçük bir sinir krizi geçirdim.

Sonra sakinleşip, mailboxımı açtım ve kontrol panelime tıkladım. Botlar yine gelmemiş !!!
Bu botlar nasıl botlar acep? Tımbırlent türümü, motorcu botu gibi mi nasıl diye sıyırma belirtileri gösteren iğrenç yorumlar yapmaya başlamıştım ki, iletişim sayfasına attığım maille cevap geldi.

Botların türünden bahsedilmemiş ama onay kodunu başarıyla girmişim siteme. Sabırla botların gelmesini beklemeliymişim.

Peki, bekleyekte, hazırlıksız yakalanmasak, bi kek, bi kahve bi bişey hazır etsem, geldiklerinde ikram etsem? Ya da ayakkabı cilasıyla tozlarını alsam… :p

Beklemek ve bilinmeyeni beklemek bana göre değil gördüğünüz üzere…
Heyecanım hat safhada!
Onayım alınacak, sonra değerlendirmeye gireceğim sonra yarış başlayacak…
Oy oy oyyyy…

Her neyse yarışmaya başvurucam diye hem benim katım olan 10. kat hem de 7. ve 3. kat birbirine girdi.
Henüz ‘body’ denilen şahsiyete ulaşamadığımdan bloguma kendi bilgisayarımdan giremiyorum.
Bu yazı, bilgisayarı her şeye izinli olan yan odamdaki sarışın ve önemli şahsiyetin bilgisayarından bloguma ulaşıyor… Benimki de süper yüzsüzlük. Çabuk çabuk kalk yazı yollicam diye hatunu işinden gücünden ettim, bir yandan yazımı yollayıp diğer yandan da facebook’ta milleti dürtüyorum! Bu arada facebook neden durmadan Türkçeleşiyor bunu çözemedim. Ben İngilizce yaptıkça o Türkçeleşiyor…
Mukadderat mıdır nedir?

Efendim yarışmada torpil yok biliyorum ama ne zor şartlar altında hayranlarıma yazı giriyorum, yarışıyorum görünüz biliniz istedim efeeeem! :p

Şu body’yi bi elime geçirim ben onun en bi en bodysi olucam ya… Neyseee…
Derin nefes alıyoruz ve sakinleşiyoruuuuz…
Güzel düşünceler içeri, körü düşünceler dışarıııııııı…
Evet efendim, tüm yarışmacılara hayırlı olsun diyor, iyi olan kazansın diyerek iyi ve başarı dolu dileklerimi yolluyorum…

Gööörceez bakalıııım…
; )

1 Nisan 2009 Çarşamba

Hamam asansör...

8 Kişilik olduğu söylenen ama aslında ancak 4 kişilik olan bir asansör.
Vatandaşın işi-gücü var. Doğal olarak asansörle inip-çıkmak istiyor.
Bende…
Asansörün üzerinde 8 kişiliktir yazıyor. Ve hangi katlar arasında hizmet verdiği…
Okuması-yazması olan aydın bir insan olarak sessizce göz ucumla asansörün üzerindeki bilgi verici yazıları okuyup bana hizmet verebilecek olanın önüne geçiyorum ve başlıyorum sabırla beklemeye…
Sanıyorum ki, herkes benim gibi…
Ama öyle değil…
İlk gelen asansöre koşturmaya başlıyor millet.
All alaaaal alllaaah…
İçgüdüsel olarak, beklememe arzusuyla bende şöyle bir kıpırdanıyorum… Sonra asansörümün kapısına doğru bir adım daha atıp yaklaşıp bekleme moduma dönüyorum.
8 kişilik asansöre neredeyse 20 kişi binmeye çalışıyor…Kimsenin sıraya saygısı yok. Sabırla beklemiş insanlar dışarıda kalıyorlar.
Hayretler içerisinde olup biteni izliyorum.
Dış görünüş ne kadar yanıltıcı…
Biz millet olarak neden böyleyiz?
Neden insanca sabırla sıraya giremeyiz…
Belediye otobüsleri, banka-bilet kuyrukları… Hep bir acele, hep bir telaş… Herkes birbirinden uyanık…
Asansör zemine yaklaşırken içimdeki kaplan yavaş yavaş kıpraşmaya başlıyor, hayatta kaptırmicam sıramı. 5dkdan fazla bir süredir asansörümü bekliyorum.
Asansör geliyor, içerden kapı açılmadan arkamdaki bey kapıya atlıyor.
İzin verinde içerdekiler çıksın önce diyorum.
Bana anlamsız anlamsız bakıyor…
Cıklayarak kafamı sallıyorum ve bir adım daha yaklaşıyorum kapıya doğru.
Diğer asansörlerin önündekilerde hızlı adımlarla bana doğru gelirken, asansöre ilk adımı atan ben oluyorum.
Ehee zafer benim diyerek 10. kata basıyorum.
Ve bir anda normalde 4 kişilik olan ama 8 kişilik limit konulmuş asansör doluyor. 10 kişiyiz içerde. Sıkış tepiş…
8. kattan önce durmayacağı kapısında yazmasına rağmen millet binmiş, neden bastıkları katların ışığı yanmıyor diye söyleniyorlar.
En dibe sıkışmış, önümdeki kabarık meçli saçlı hatunun saçlarının ağzıma girmesini önleyerek ‘8’den önce durmuyor’ diye tıslıyorum. Çaktırmadan da hatunu iteliyorum ama tık demiyor.
Hıııı yapıyorlar… 8’e çıkar ordan ineriz.
Çüüüş… 4 kat çıkmaya üşeniyorsun ama 5 kat inmeye değil diyorum içimden.
Tıkış tıkış bir asansör.
Kimse kimseyi rahatsız ediyormuyum diye düşünmüyor.
Kimse ne ayağını, ne elini ne çantasını çekiyor.
Çanta demişken şu koca çanta modası ne kadar rahatsızlık verici bir şey.
Zaten dip dibesin, 4 kişilik yere kış günü mantonla-kabanınla daha da artan kitlenle 8 kişi sığmanı bekliyorlar, birde insan gibi yer tutan eşek gibi çantalar !!!
Nefes almak istiyorum ama alamıyorum…
Bağıra çağıra konuşan, ter kokan… Öğğğğğ…Üstüne çıktığını fark etmeyip daha beter üstüne çıkan…
Ohaaa yani ohaaa diyerek asansörden iniyorum.
Kimse tepkime bir anlam veremiyor. Nasıl versinler ki? Öküz öküz olduğunu biliyormu ki bunlar bilsin?

Niye abi niye ense kökümüze yapışırız, neden kendimizden başkasının farkına varmayız. Neden her yere atlarız, neden bir yarış-savaş içerisindeyiz?
Kimse kimseye neden yol vermez, kibarlık yapmaz?
Artık okullarda öğretilmiyor mu bunlar?
Okulları geçtim, İstanbul gibi mega bir şehirde de bir köy meydanında bile rastlaşmayacağın hal ve tavırlar olması biraz abes değil mi?

İlla çantan bana mı değmeli? Kibarca pardon diyip omzundan eline alamazmısın?
Bilgi ve işaret panolarını okuyup ona göre hareket edemezmisin? Sana uymayan bir şeyi illa kullanıcam diyip, başkasının hakkını neden yersin? Adam senin yüzünden dışarıda kaldı, kendi katına çıkan asansörü beklesen ölürmüsün?
Yürüyen merdivenlerde önündekiyle aranda bir basamak boşluk bıraksan ne olur?
Bankamatiklerde bende dibine girsem hoşlanırmısın? Hatta nefesimi ensene üflesem, hatta hatta dilimle yalasam?

Okumuşu da okumamışı da…
Bir tek benmiyim dikkat eden, hassaslık gösteren, kibarlık eden…
Ulan bilmem kaç milyonluk kentte yok mu benim gibi?

İlla kaldırımda yol vermeyip size omuz mu atmamı istiyosunuz?
Atıcam ulan! Atmazsam Ozy ozborn dilim!!!
Çekilin yoldaaaaaaan uçan omuz geliyor!