Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

26 Haziran 2009 Cuma

Michael ve Farah

Facebook denilen şey... Kafanda ne var diye soruyor ya... İlla bişey olmalı ve yazmalısın. Bu günün konusu herkeste aşağı-yukarı aynı... Bu yazı bir arkadaşın wall'una yazılanlardan esinlenmemle yazılıyor:

Hayatımızın 80-90 arasını delete ettik..kara şimşeğe de bişi olursa durmam daha ben burda...
Bunu görünce koptum. Kendi kendime ofiste güzelce güldüm arkasından;
Hayır üzüldüğüm nokta şu..boş yere kendini beyazlattı..gene yanıcak oralarda şimdi...
Bu satırlardan sonra içimdeki muzurat ortaya çıktı ve başladı geyik!

İslam aleminde bir ritüel vardır. İnsanlar öldükten sonra belirli dönemlerde bir takım özel dualar okunur. İlk geceden sonra okunan ilk dua burun duasıdır. Burun ilk çürüyüp bedende ayrılan yermiş! 7.si burun duasıdır.

Şimdi, o kadar kendisini beyazlattı ama kararacak oralarda şimdiden sonra, Michael'ın burnu olmadığı geldi aklıma!

İlk tanıştığımızda bildik zeenci iken, kıvırcık saçlı, bitter çaklıt ve kocaman burunluyken şimdilerde burnu varmı diye büyüteçle bakmak gereken bir adamdı! Ve böyle bir adamın burnu olmadığından gömüldükten 7 gün sonra düşecek bir burnuda olamazdı! Burun duası okunamayacaktı Michael'ın!

Tırınınııııım !
Bu ritüeli bilmeyen bir çok kişi wall'a atladı.
Beni uzman ilan ettiler. Yok kardeşim uzman filan dilim. Ölümler çok olunca duacı insanlardan duyup öğrendiğim benimde hödööö diye karşıladığım bişey dediysemde, ölmeden önce etsek, etmesek olmazmılara maruz kaldım.

Leeeyn adam müslüman değil bişi diil adamın vücuduna yaptıklarından ötürü güzel bir espirik noktası yakalamışım ve yaptım işte !!!

:))))

Sonra konu çarli'nin meleğine geldi... Eee tabi insanlar sayemde hem gülüp hem şaşırıp aynı zamandada öldükten sonra bedenlerine olacakjları düşünmeye başlayınca birden konuyu değiştirme ihtiyacı duydular!

Farah Fawett! Ne kadındı. TRT'nin siyah beyaz yıllarında tanıştık onunla... Dalgalı sarı saçları ve kocman gülümsemesiyle hepimizin hatunu oldu.
Gençken kendisini çok çirkin bulup intihar etmek istemiş... Bir röpörtajında okuduğumda şoke olmuştum. O çirkinse artık... Tamam biraz çene yapısı sert ve gülünce mimik çizgileri çıkıyor olabilir hatta biraz büyük ağızlıda ama hatun onlarla güzel ve çekici... Onlarsız hatunu düşleyemiyorum!

Bir başkası wall'una Michael öldü, charlie'nin meleği öldü.. gençliğim ölüyor.. ölümsüzleşiyor! yazdı. Dün gece 12'yi geçe annemin salondan Oziiii oziiii diye beni çığırıp çağırmasıyla ikisinin ölüm haberini aldığımda bende tam aynı şeyi düşündüm. Gençliğim öldü!

Çocukluğumdan beri annemin zamanının artisterinin ölümüne alışığım. Kendimi bildim bileli var olan kendi jenerasyonumun gitmesi ilk defa sarstı beni. Fredy bu kadar etkilememişti... Eee o zaman daha çocuk-gençtim. Ama şimdi... Yaş ilerledikçe bi durup boş boş düşünüyorsun... Hayat geçiyor diye...

Sevgili annem dün akşamın kandil olması sebebiyle ikisininde mübarek gecede öldüğüne kanaat getirip her ikisi için dua etti. Allahın sevdikleri kullarmış efem. Güzel bir gecede ölmüşler...

Başka bir hatun, çocukken oyunlarda Farah olurdum diye yazdı...
Evet, yeni nesil bilmez o oyunları... Çarli'Nin melekleri oyunu oynanırdı!
Yakın kız arkadaşımla Farah kim olacak kavgası yapardık! O hep sarışın olmak isterdi. Ama sen esmersin derdim, ben kumralım ben daha yakınım!

Farah olmak için yapılan kavgalar ve küsüşler...
Michael'ın ay dansı... O dansı hiiç yapamadım! Sanki denedim de... Onu canlıda izleyemedik... Gelemedi İstanbullara...

Her ikiside çocukluk ve gençlik yıllarımızın önemli izleri...

Ölümlerine üzüldük ama bir şekildede geyik yapıyoruz... İlginç.
Dün akşam Moliere ile ilgili bir film vardı. Sevdiği kadın ölüm döşeğindeyken kadın ondan güldürmesini istedi. Moliere gözlerim yaşlıyken bunu yapamam dedi. Kadın en üzücü-mutsuz zamanların bile gülünecek yanları vardır olmalıdır dedi. Bana söz ver böyle bir oyun yazacaksın...

Moliere denileni yaptı. Kadın öldü isteği yerine geldi.
En mutsuz-üzücü anların bile gülünecek-gülümseyecek bir tarafını bulmamız gerekmekte...

Şimdi, kara şimşek için sağlık taraması kampanyası başlatma zamanı. O da giderse, 80-90 gençliği bizlerin hali yaman olur wallah!

Geçmişimizde iz bırakan herkese sevgiler...

22 Haziran 2009 Pazartesi

İzzet'in düğünü, Adnan Menderes ve ben ! ;)

Kızarmış bedenler, minicik şortlar, yarı açık omuzlardan gözüken bikini ipleri ve parmak arası terlikler...
Dün Adnan Menderes Havalimanı bu haldeydi.
İstanbul'dan haftasonu için gelmiş istakoz olmuş cıbıldak kadın ve erkek kaynıyordu.
Hepsi denizden çıkıp gelmiş...
İnsan bi duş yapar...
Cık!
Çeşme'nin tuzu-kokusu bedenlerinde İstanbul'a uçmaya gelmişler...

Haftasonunda sonunda amcamın kiraladığı evi görmek üzere bende Çeşme'ye gittim.
Sonunda Çeşme'li bende oldum ama ben ne denize girebildim ne de güneşlenebildim.
Sebep?
Malum kıl-tüy kadın olmanın 27. günde bir gerçekleşen dayanılmaz hafifliğ sendromu... :)

Evi gördük, keşfettik...
Ohh püfüür püfür... Kendisi küçük bahçesi çook büyük olan evimizde bu yaz Çeşme'ye tepeden bakıp serinliciiiiiz!
Güneşten yanmış bedenim, verdiğim kilolarla benda benda minnacık şortlarla endam edeceğim de hiç bir kuvvet beni o şortlarla İstanbul'a uçuramaz.

Dün akşam hatunlara bakıp bakıp İstanbul'da yicekler seni, tecavüze uğricaaan canııım diyip durdum.
Wallahi medeni cesaretleri için bacıları kutlamak gerekmekte!
İzmir yazlık memleket. Erkekleri cıbıldak hatunlara alışık ama 72 milletin yaşadığı İstanbul ne yazlık memleket ne de erkekleri alışık...

Amaaaan bane bacıların namuslarından diyip bekleme salonuna geçtiğimde gelirken gördüğüm ve kesin düğüne gidiyo bunlar dediğim bir sürü aynı yüzle karşılaştım.
Düğünü yapmışlar, istakoz olmuşlar ve dönüyorlar.
Ne düğünmüş?, kiminmiş?, acep Başbakan hazretlerininde geldiği düğün omuydu vs. diyerekten uçağıma bindim.

Süslü püslü, boya sarışını, botoxlu, estetikli, kokoş hatunlarla doluydu uçak. Yanımdaki süslü ve bol ameliyatlı hatunları kaldırıp yerime geçtikten 2dk sonra, arkamdaki bir hatun koridorda ilerleyen bi hatuna çığırmaya başlayınca tüm sorunlarımın cevabını yarı yarıya aldım.

Burcuuuu burcuuuuu...
Merhaba
Hafta sonu tatilinden mi?
Yooo İzzet'in düğünü vardı ordan...
Hııı...

Sonra hatun yanındakine döndü, İzzet diye bir arkadaş vardı o evlenmiş... dedi.
Bozuldu tabi... Burcu'yu çağırmış beni çağırmamış diye...Yazık üzüldüm arkadaki hatun için... :p

Her neyse... İzzet kimdir nedir, iyi izzet-i ikramda bulunmuşmudur bilemem ama dün akşam Pegasus İzzet'in düğününden dönenlerle doluydu!

Her nekadar düğüne davet edilmesekte, gitmesekte, yolcular sayesinde düğünün şaşasını bizde yaşadık.
Sonunda Nişantaaaaş sosyetesinden Çeşme sosyetesine geçiş yaptım.
İnşallah ve maşallah 2 hafta sonra yaz sezonumu resmi olarak hizmete açacağım!
Benda havalimanlarında yanmış bedenimle, ıslak saçlarımla, omuzlarımdan dökülen tuz ve kumlarla, minnacık şortlarımla endamıııı boy edeceğim!

Watana millete İzmir'in Çeşme ilçesine yaz sezonu hayırlı uğurlu olsın der, hiiç tanımasamda İzzet'e mutluluklar dilerim! :p

18 Haziran 2009 Perşembe

Ko gö... gitsin! Sende git, beda, o da ! :p

Ko gö... zamanlarda hiç oldunuz mu?
Ben bayadır böyle hissediyorum. Ve bu his damlaya damlaya taşma durumunda neredeyse...
Ko gö... iş.
Ko gö... aile gak-guk.

Hesapsız-sorgusuz sualsiz, sorumluluksuz, gezmek tozmak istemekteyim!
Öyle malak gibi, manda gibi deniz kenarında yatıp yuvarlanmak...
Ne giymişim, ne yemişim, saçım başım nasılmış, yıkanmışmıymışım...
Öleeee içten geldiği gibi...
Atla arabaya oraya git...
Yürü buraya gel...
Gez toz ye iç eğlen...

Oymuş buymuş gakmış gukmuş!!!
Yok kimseyi memnun edebilme imkanı yok bu dünyada!
Sevsende sevmesende...
Yapsanda yapmasanda...
Neden yaptırımlar uyguluyoruz birbirimize...
Neden olduğu gibi olağan kabullenemiyoruz?
Yargılıyoruz, istiyoruz, kıskanıyoruz, sahipleniyoruz, yasaklıyoruz neden?

Ruhuma geldiler!
Çoktan beri bendelerde artık misafirlikleri baydı baydı!

Canım Küba çekiyor.
Canım Portekiz çekiyor...
Ama sevdiğimle, tasasız keyifsiz...

Canım çok şey çekiyor istiyor ama...
Taşkın dalgalarla sörf yapmayı bilmiyorum! Bilemiyorum, beceremiyorum!!!

İçim dışım fırtına...
Ay oldum insanlardan.
Ay vaaaaay!!!

Önümüzde uzun zaman yok. Sadece şu an varken neden şu anı yaşamaz, olduğu gibi kabullenmez, takarız, küseriz, sinirleniriz?

Hem benim hem özgür diyemeyiz...
Yapamayız...
Bıdı bıdı bıdı bıdı...

Ko gö... bas istifayı yap çantayı... Git...
Keşfet gör!
Geldiler, tek düzelikten, başkalarına bağımlı olmaktan, başkalarının arzu ve beklentilerini azcıkta olsa gerçek kılıp onları mutlu etmeye çalışmaktan!

Aloooooo beni mutlu eden yoook!
Var da yok!

Ooooooof!
Ömür bu dört duvarda geçiyor.
Sabah başka dört duvar öğleden sonra başka dört duvar.
Açık ferah, püfür püfür bi rahatlık bi huzur istiyorum.
Her şeyi ve herkesi bırakıp tatil istiyorum!

!!!

17 Haziran 2009 Çarşamba

Donunun rengini söyle kim olduğunu söylim! :p

Şimdi yazacağım yazı Ayşa Arman'ımın cartiyerli yazısı gibi olacak.
Spor yapmaya başladığım yıllardan itibaren bir takım hemcinslerimle aramda renk farklılıkları olduğunu gördüm.
Renk derken, kuku veya kıl-tüy renginden bahsetmiyorum sapıkçık cancanlarım...
İç çamaşırı renklerinden bahsediyorum.
Onlarmı normal ben mi bilemedim hiç.
Erkekler hangimizin renklerini tercih ediyorlardı acep?
Alta başka üste başka giyen, şekerci dükkanında bile bulamayacağınız, karnavalımsı renklerimi yoksa klasik renklerimi?

Bilmem.
Bildiğim bizim evde iki rengin hakim olduğu.
Beyaz ve siyah. 40 yılda birde ten rengi...
O kadar.
Doğum günlerimde ve yılbaşları için alınmış kırmızıları saymazsak ben bildik muhafazakerlardanım.

Peki diğer kadınları karnavala dönüştüren dürtü ne?
Üstte siyah allta çivit mavisi!
Hödöööööö!!!
Yani çivit mavisi hiç bir zaman tercih edeceğim bir renk olmaz ama ettim diyelim, ben takım giyerim.
Ama hatunlar böyle değil.
Hele dün bitane vardı kopardı beni...
Mor üstüne siyah benekli südyen altına mavi don!!!
Alta mavi giymek pek bi moda galiba... Allah kukumuzu nazardan saklasın diyemi giyiniyorlar acep?
Yani mavi don giymek bir takım hastalıklardan vs.den koruyosa bilek giyek!!!

Nasıl bir mantıktır bu alt ayrı üst ayrı giyinmek?
Tamam bende insanım bazen bendede beyaz-siyah karışımı olabiliyor ama en azından daha uygun renkler!
Morlara maviler, yeşile kırmızılar diil yani...

Renkli giyinmek küçük kız çocuğu ifadesini mi koruyor acep?
Bana çılgın denilirken benim böyle giyinmem gerekmez mi?
İnsanlar benden daha çılgın o zamaman. Ben sonderece muhafezekarım o zaman (Bu lafta nasıl yazılıyor bi öğrenemedim gitti!)

Çözemiyorum bu olayı.
Kadın iş kıyafetiyle geliyor. Bakıyorsun ciddi ve şık. Bi soyunuyor anaaaaa rengarenk!!!
Belkide sıkıcı iş kıyafetlerinin altına eğlenceli bir şey giyerek gün içinde içinden kıh kıh gülüyor, eheee dışım böle ama bide içimi görseniz... diye! de bana ıııyk geliyoooor... Onu gören erkeği ne düşünüyor acep? Ya da bu kadınlar erkeksiz mi? Geçen cuma akşamı salonda böööö cuma sevgilim yok sendromu vardı ve bir kaç hatun kendini saunaya attı ordan çıkıp masör hatuna mıncıklattılar kendilerini...

Yani en bi en sevgilisiz, erkeksiz ve abazan zamanımda bile ben beyazdım!!!
Bende var bişi...

Wallah bilen warsa açıklasın!
Öğrenim.
Şimdi salondakilere sorsam sappık mapık sanırlar! Olmaz. :p
Başka dert, tasa öğrenecek, merak edecek şey kalmamış gibi buna taktım ben!
Kendimi alt başka üst başka rengrenk şeylerle düşünemiyorum.
Bende var bişi...
Ama ni?
Mimar olmamla mı alakalı, bedenimin ölçüleriyle mi, yetiştirilmemle mi, çılgın görünen tutucumuyum acep?
Bilemedim yuuuw! Uğraştırmayın işte!

15 Haziran 2009 Pazartesi

diyetim diyet!

Kadın milleti...
Herşeyi dener...
Ben bu türlere güler geçerdim...
Bu yaşta daha bi aklı selim olmam gerekirken...

Lahana diyetiyle zayıfladım diyor...
Eminmisin diyorum.
4 kilo verdim diyor, bu pantolonun içine sığamıyordum bak sığıyorum...
Yani evet de, yinede kilolusun diyemiyorum...
Bana mail atıyor diyetini...
Basıyorum, okuyorum, kolay gözüküyor ama ofiste tüm gün lahana çorbası içmek ve bir gün meyve öbür gün sebze yemek pek uygulanabilir gelmiyor.
Onun kendi işyeri... Şahene mutfağı var. Çorbayı ısıtırda, meyve alır-yıkarda... Ama benim öyle bir şansım yok. Termosta çorbayı getirmeliyim, meyveler yıkanmış olarak gelmeli ooooo sabahları lenslerimi bile takmak sonra yüzüme nemlendiricimi sürüp en klasik ve basit makyajım olan body shop'un bronz pudrasını bilem sürmek eziyetken... Çorbayı termosa koymaklamı uğraşıcam ı-ıh diyip bir kenara koyuyorum diyeti.

Doğum kontrol hapı kullanımı sonucu şişen bir çıtır hatun var ofiste. Öyle böyle değil nasıl şişti.
O diyet diyet diye etrafımda dolanırken ona lahana diyetini uzatıyorum, o sırada odaya giren başka bir hatun benim kuzenim yapıyor ve işe yarıyor diyor.

Allaaallaaahhh diyip kuzenini mail manyağı ediyoruz. Benim elimdeki tarif daha kapsamlıda olsa ondan da alıyoruz.
Yapıcaz bunu diyoruz. Baksana 3 günün sonunda 2-2.5 kilo 1 haftanın sonunda 4-7 kilo... süppeeeeer!!!

Yaz geldiya... Zayıflayamadık ya... Benim spor paraları salonda dura dura bir hal oldu. Bari faiz verseler :p Spor bank! Geliyosunuz ödüyosunuz, sonra donduruyosunuz, yeniden başlayınca biriken faizinizi bir sonraki dönem parası olarak düşüyoruz! Nasıl işletmecilik mantığı süppeeeer!
Harbiden olsaydı böle bi şey ama ı-ııııh! :))))

Neyse konuyu dağıttım yine; Zayıflamamız gerekiyor. Ben ne güzel kilo vermişken, spora ara verince aldım kiloları. Sevgili sıfır beden manyağı. Hadi hakkını yemim 1 veya 2 beden de olabilir. Sıfır olmam güç. Hiç bir zaman sıfır beden olmadım. Doktorum Troyum gelse yapamaz! :))) Sevgili benimle tanıştığı kiloyu istiyor. Ah ah bende o kiloyu istiyorum daaaaa 15 sene uzay zamanı gibin bişi...

Neyse bi deneyek diyoruz. O zamanlar 57'dik. Ve bendeniz hep vücudumun üstünde toplanan kilolarımdan dolayı o zamanda kendimi tombik adlederdim. Ama sevgili öyle değildin diyor. Yaw o kilodayken terkedildiğimde terk edilme nedenlerimden biri şişmansındı! Erkekler ve gözleri... Hepisi ayrı bozuklukta-görme yetisinde sanırsam! :p :)))

Dilek olay 63'den 59'a inip yeniden 61'e çıktım. İki haftadır azimli sporum ve dengeli yemem sayesinde 60tayım. Bi türlü inemiyorum aşağıya. Sipining yapmaktan popom kas oldu kilo aynı! :p

Bu hafta sonu gözü karartıp lahana diyetini yapıcam ben dedim.
Gidildi markete orta büyüklükte lahana, kabak, havuç, soğan, maydonoz alındı. Hepsi taynı tayni doğranıp çiğden tencereye atıldı üstüne su konuldu, tuz da. Aaa yağsız ama tuzlu nefis sebze çorbası imal edildi. Hatta aşçılığıma övgüler yağdırıldı tarafımdan. Cumartesi sabahı kahve içilip ayılındı ve arkasından başlandı kase kase çorba içmeye... Bi çorba bi meyve bi çorba bi meyve...

Sabahtan öğlene akdar açbilaç durabilen bendeniz duramadım. Nasıl karnım kazınıyor... Çorbayı içiyorum, olmuyor, sebzelerden bol suyundan az koyuyorum olmuyor, ardından 2 şeftali yiyorum olmuyor... Öğleden sonra 3 civarına kadar yemediğim meyve kalmadı ve midem sonunda ötmeyi kesti. Sonrası tam bir eğlence oldu:

Karpuz ye, çilek ye, kiraz ye, su iç, çorba iç derken eve hapsoldum. Dakkada bir çişim geliyor. Ama yok böyle bi sıvı birikmesi... Şarda şaaaar şarşarda şaaaaaaar!!!

Akşam 8 civarı çorbadan tiksinti geldi. Çorbayı döktüm! Ve yatana kadar meyveyle doldurdum mideyi.
Sonuç: Bu sabah itibariyle 59.2'yim. Ki pazar günü normal light yememe döndüm. Pazar günü devam etmeyi göze alamadım. Eve bir gün daha kapalı kalamazdım! Ya bezlenip çıkacaktım ye evde kalacaktım ben çıkmayı tercih ettim! :)

Azcık hile hurdayla 59 yaptım kendimi... 1 dilim kepek ekmeği üstüne light peynir artıııı domatis arada 2 kayısı öğlen salata öğleden sonra küçük light yoğurt akşam ızgara tavukçuk (tayni tayni) ve boool salata ve spordaki azmimle bu haftayı formu koruyup önümüzdeki hafta itibariyle 58'e inmeyi planlıyorum.

Sevgili zayıf sevdiğinden benim 55'im veya 56'ım onu pek mutlu etmeyecek. Evet ben mutlu olucam. Gömleklerimin önü kapanacak, yaptırdığım dolapların içinde öyleee senelerdir beni bekleyen kıyafetlerimi giyeceğim edeceğim ama adamın zevki ve beğenisine uymayacağım.

Bir arkadaşım vardı: Gerçek erkekler kadının kilosuna veya kusurlarına aldırış etmezler derdi.
Pööööööööh! Kuyruklu yalan!
Estetik herkes için önemli.
Hele benim gibi bir mimar için ola laaaaa...

Yok abi, seni sen olarak sen bile kabullenmez durmadan eleştirirken başkası nasıl kabullensin seni. Kendinle barışık olan bu yaşlarda insan varsa söylesin, ancak 50'de 60'da o noktaya gelirsin yada 40'da. Ama hala 30'larımdayken hala kendimle didişme nerjim varken zor!

Kadın dediğin harbiden ele gelmeli bence!
Ben zayıf kadınları beğenmiyorum. Zayıf ama yuvarlaklığını koruyan-belli eden kadınlar bana daha seksi geliyor.
Ama sevgiliye değil.
Zevkler ve renkler diyorum...
Çok mu büyük konuştum nedir gittim zayıf sever adam buldum! Hele 15 senelik kankamı! Neyle nasıl biriyle mutlu olacağını bile bile adamı sevgili yaptım ya... Artık ortak paydada buluşiciiiiz napak! :))
Bi gün aklı fikir diyeti çorbası olursa onuda yapar denerim. 1 kilo akıl akıldır deeer, hayırlı rejimler, denemeler derim!

Töbe bidaha lahana çorbası içmeeeem! :)

12 Haziran 2009 Cuma

Sorry çöplüğü ! (sony değil sorry :)) )

How I met your mother dizisini izliyormusunuz?
Ben uykuya dalmadan önce seyretmeyi seviyorum.
Geçen akşam daha önce izlediğim bir bölümü yayınladılar. Daha önce farkına avrmadığım birşeyi fark ettim.

Hatun, kocasıyla çocuk yapıp yapmama kararında. Adamın o gece toplantısı var. Hatun çok güzel bir akşam yemeği hazırlıyor ve yemeğin iptal olduğunu öğrenince çocuk oluncada mı böyle yanlız geceler geçireceğim, sorumluluk sırf bende mi olacak diye içmeye başlıyor. Komuşularının bebeğinin onlarda kalan çorabını görüp tanrım çok tatlı bişi buuuuu çocuk yapmak istiyorum ben diyip kocasının ofisine gidiyor. Ama hatun nasıl düdük. Kocasının masasının üzerinde sevişmek istiyor, kusuyor, eşyaları dağıtıyor, hatta kocası toplantı odasına gidince onu ordan çıkarmak için koridorda çırılçıplak dolanıyor falan filan. Ertesi gün karı koca çocuk için çok erken olduğuna karar veriyorlar ancak hatun dün gece için milyon tane özür dilemiyor, hatta hiç dilemiyor.

Şimdi, bu bir dizi...
Gerçek hayatta ki şeyler bir dizide elbet olamaz ancak hatun içinde bulunduğu ruh hali ve karışıklılık sonucunda sarhoş olup rahatlamasından ötürü özür dileyip durmuyor.

Kendin olabilmek ve karşındakilerin seni anlaması, özür dilememek bence çok güzel bir şey.
Hepimiz mantıklı olgun insanlarız. Ama bazen öyle bir noktaya geliriz ki bilinçli olarak dibine kadar içmek isteriz. Evet içip olay çıkarmak-rahatsızlanmak arzu ettiğimiz şey değildir ama o geceyi fulu veya bulutların üzerinde geçirmeyi tercih etmişsek bizi seven, dost-can olarak adlandırdığımız insanlarında bizi anlaması ve yargılamaması gerekmez mi?

Ben o akşam şunu fark ettim, kendi seçimlerimi yaaşrken bir şekilde yanımda olan insanlardan durmadan özür dilediğimi!

Son derece hassas ve iyi niyetli bir şahsiyetimdir.
Empatim süper ötesi gelişmiştir.
Ama insanlar benim hassasiyetimde-empati seviyemde olmadığından benim düşünceli bir davranış olarak yaptığım şeyi yanlış anlarlar.
Bu hep başıma gelmiştir.
Aramam niye aramadın derler...
Ararım veya mesaj atarım iplemezler...
Yüreğimden acılarını duyar gerçekten göz yaşı dökerim algılamazlar.
Yani tuhaf derecede saf-salak iyi niyetli empati kraliçesiyimdir.

İnsanları yargılamam-eleştirmem.
Hayat bana insanalrı geçmişleriyle değerlendirmem gerektiğini öğretti.
Şu an çatlak olan bir insan çatlak doğmadı! Yaşadıklarının sonucunda bu noktada. İnsanalrı genel konumlarıyla ele almaya çalışırım. Geçmişlerini-yaşamışlıklarını bilmeden belki istemeden eleştirebilirim ama onları tanıdıktan sonra millete tuhaf gelen davranışları bana tuhaf gelmez. Bilirim sebeplerini ve olduğu gibi kabullenirim.

İnsanlara yük olmayı sevmem.
Hep tekil olmuşumdur.
Yardımı-desteği son noktada isterim.
Kendi isteğiyle yardımıma gelmiş olsun veya ben çağırmış olayım aynı eşitlikte özür dilerim.

Niye?
Manyakmıyım?
Diziyi izlerken olmadık insanlardan hep özür dilediğimi fark ettim!
Oysaki özür dileyecek tek kişi var oda kendim!

Diyelim ki içip sarhoş olmak istedim ve oldum ve o sırada yanımda birisi varsa ve benimle ilgilenmek için kalmışsa aslında o onun tercihi neden ertesi gün 40 defa özür diliyorum ki?

Hep zincirleyerek, hep frenleyerek yaşanmaz ki.
Ya hayat fazla ağır geldi yada eğlenmek için içtim. Ama fazla kaçırmışım ve dizideki gibi kusuyorum vs. Ama soyunmuyorum... Eeee yani neden özür dilemek zorundayız.

İnsanlar beni ben olarak olduğum gibi kabullenemiyorsa, çılgınlıklarımla, eğlencemle, hayatı yaşama biçimimle, acılarımı yaşama biçimimle, göz yaşlarımla...

Yani kısaca demek istiyorum ki aslında ben özür dilenecek birşey yapmıyorum ama diliyorum!
Ve ben artık anlamsızca dilemek istemiyorum.

İnsan sevdiklerinin yanında düdük olabilir...
İnsan dostlarının yanında ağlayabilir...
İnsan arkadaşlarının yanında gülmekten altına kaçırabilir...

Kapalı kapılar ardında kendiniz olmaktan sıkılmadınız mı?
Neden sebepsiz özürler diliyoruz?
Günlük hayat tavrımızdan biraz farklı davranınca neden amaaan oluyoruz?, ne deler?, aman rahatsız mı ettim, üzdüm mü?

Neyse ne!
Herşeyimizle, olduğumuz gibi kabul görmek daha güzel değil mi?

Ben artık özür dilemek istemiyorum.
Özür dileyecek bir şey yapmıyorum. Ama o kadar iyi niyetli ve düşünceliyim ki hatam olmasa bile, rahatsız etmemiş olsam bile bir ihtimal ediyorum!

Tam olarak kendimi ifade edebildim mi bilmiyorum...
Kimsenin hayatını tehlikeye atmadıkça, sorun yaratmadıkça, gerçek anlamda üzmedikçe bu hayat bizim, yaşama tercihlerimizde... kabul eden eder, seven sever... Artık başkaları için özür dilemeyin. Sadece kendiniz için, kendinize... Yani başkaları içinde dileyin ama yeri geldikçe... Nüansı görün, anlayın!

No more sorry!

10 Haziran 2009 Çarşamba

Kalbe giden yol ;)

Yetiştiriliş önemli birşey...
Üniversiteye gidene kadar sabah kahvaltılarının haricinde hiç mutfağa girmedim.
Hatta çok utanılacak bir şey ama kibritle ocağı yakmaya tırsardım!!!
Sevgili annemde çok maharetli bir kadın değildi.
Babamın kanser tedavisi için uzuuuun uzun Londra'da kaldığı günlerde ben okuldayken kafayı tırtmamak için olgunlaşma'nın pastacılık ve yemek kursuna gitmesiyle maharetli bir kadın oldu.
Oldu ama baba ölünce sırf karnı doyurmak için yemekler yapmaya başladı.
Okuldan gelmeme 20dk kala düdüklüye atardı mamaları.
Bire çeyrek kala eve geldiğimde düdüklünün düdüğünün inmesini beklemeden benim için her tarafı buhar ederek açardı. Ağzım burnum yana yana yerdim yemeğimi. :)

Her yaz seni mutfağa sokucam geyiği olurdu ama bi türlü kızına kıyamaz, kızıda öğrenmek için pek ölmediğinden ısrar etmezdi.

Üniversiteye yurdışına gidince kızı şıçtı!!!
Yurtta mutfak vardı ama yemek yapmayı bilen yoktu!
Harçlıkları yakınlardaki bir cafeye akmaya başladı. Eve taşındıktan sonrada şans yaver gitti ve bir şekilde mutfağı iyi olan adamları raslantı eseri sevgili yaptı kendisine...

Yıllar önce, şu an sevgilisi ama önceleri kankası olan şahsiyet tarafından karnı çok doyuruldu. Hatta ondan öğrendiği kolay yemekleri sevgilisinin hoşuna gitmesede yapıyor, yemek işte daha ne istiyooon töbe töbeeee diye artislik bile yapıyordu. :)

Yıllar geçti, çok uzman olmasada az-çok mutfağını geliştirmeye başlamıştı ki, okul bitti İstanbul'a döndü ve annesiyle yaşamaya başladı. O gün bu gündür zaten şahane olmayan mutfak bilgisi hepten gitti, yandı bitti kül oldu!

Kadere bakın ki kız arkadaşları arasında nasıl bir erkek geyikleri yapılırken hep onun şahane mutfak becerisini örnek verdiği kankası sevgilisi oldu!

O la laaaa...
Hep yemek yapmayı bilen erkek istemişti...
Hep arkadaşlarına onu örnek veriyordu...
Sonunda tanrı her ikisinide ona vermişti vermesine ama erkeğin kalbine giden yol midesinden geçiyordu.
Hep adam yemek yapmaktan sıkılıyordu. Adam arada kötüde olsa sevdiğinin elinden bir şey yemek istiyordu.
Hatunda ona yapmak istiyordu ancak adam gurmeydi!
Adamın koşulları uygun olsa Türkiye'nin en bi en gurme restaurantlarından birinin sahibi olurdu. Millet kapıda sıra olurdu onun yemeklerini yemek için.
Adam leziz yemek yapıyordu, değişik tatlar üretmeyi seviyordu, yaratıcı ve yetenekliydi.
Hatun ise sadece yiyici.
Adam zevk alıyordu yemek yapmaktan.
Hatunda alıyordu ama karnı biraz tok olmalıydı. Açken yemek yaparsa yemeğin pişmesini beklemeden ocaktan alıyor, yada eksik malzemeyle filan pişiriyordu!
Kısaca tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş durumuydu! :ppp

Hatun adamı çok ama çok mutlu etmek istemekteydi. Ancak ekmek üstüne krem peynir sürüp üstüne domates koyarken bile eli ayağı birbirine dolanıyordu!
Sebep?
Kaç senedir adamın şahaneliklerine alışıktı. Adamın ağız tadı sokaktaki insanlar gibi değildi!
Hatunu eleştirmiyordu. Hatta durmadan yüreklendiriyordu ancak hatunun eli ayağı dolanmaktan vaz geçmiyordu!

Bu yaz için hatun kolay kolay menüler seçti.
Sevgilisini ve mutfağını kobay olarak kullanıcak.
Ya adamın kalbine giden mide yolundan düzgünce gidecek yada dolanbaçlı başka yollardan! :))

Hatun istiyor mamalar yapsın ama biraz zamana ihtiyacı var.
Arada şeytanda dürtmüyor değil hani onu yaw evde gurme varken sen niye yapacaksın falan diye... :pppp (Şaka açkım şaka)

Bu gün öğle yemeğimi yerken, açkımı düşündüm.
Seneler öncesine gittim.
Bizi beslemesini, yaptıklarını düşündüm.
Sonra geçirdiğimiz bir senenin anılarını...
Birden içimde bir aşçı filizi belirdi... Onu büyütebilirsem ne ala...

Çok ama çok leziz bir aşk yaşıyorum.
Yaşadığım lezizliği onada yaşatmak istiyorum...
İnşallah maşallah...
Ve ünlü sözümle bitiriyorum:
Mukadderaaaaat !!!
:)

9 Haziran 2009 Salı

İstanbul'da ki F1 yarışı ve ben

Benim gibi bir F1 manyağı için geçen hafta sonu acı bir hafta sonuydu!
Biletler çok pahallı olduğundan bilet alamadım. Aslında benim gibi bir deli için 600 kağıt verilemeyecek bir para değildi ama biraz bu aralar cepken delik! O bakımdan yoksaaaa oooo tükkan F1'in!
:ppp

Davetiyede bulamadım.
Daha doğrusu araştırmadım.
Kaç senedir F1 yüzünden gururumu ayakalr altına alıp ne maymunluklar ne yüzsüzlükler yapıyorum ancak bu sefer eeee sıçarım derim!
Ay çok pordon ama harbiden öyle dedim.

Eş-dostanda ses seda çıkmadı.
Hoş onların beyinlerini-kulaklarını ziksemde pek bir şey olmuyordu...
Aaaa içime küfürbaz bi şeytan kaçtı!

Böööööööööööö...
İlk defa Ozy İstanbul Park'ta değildi!
Oysa ki Ozy Cumadan kamp kurardı.
O hafta sonu kulaklarında yankılanan biiiuuwww biiiuw seslerinin enerjisiyle nasıl şakır nasıl havalara zıplar ve sahip olduğu enerjiyi-mutluluğu çevresine bulaştırırdı!

Olmadı olamadı!
Ferrari'nin dericisi bu sene parti yapmadı anırsam. Yapsaydı davetiye gelirdi. Ya yapamdığından davetiye gelmedi ya da benim para getirmeyen bi mimar olduğuma karar getirdiler.

Oldu canıııım milyarlık koltuk alıcam hadi beni geçtim onları alacak müşterilerim olacak!
Ulan ben kentsel tasarım yapan bi kamu kuruluşunda çalışan etiiii neeeee buduuu ne bi mimarım! Siz bakmayın benim havama civama, tamponda anam saolsun yazıyoooo!!! :)

Her neyse olmadı işte... Değemedim bu sene pilotlarıma...
Kulaklarım biiuuuw diye uğuldanamadı bu defa...
Ah aaaah...
Mukadderaaaaaaaat !

Çok üzgündüm hafta sonu.
Ne sıralamaları seyrettim ne yarışı.
Yarışı seyrettim ama benim manyaklığımı bilen cafe sahibi iki kardeşin leeeeyn bu gün F1 yokmu senin burda ne işin var, açın çabuk tiviyiii Ozy ablanız izlesin demeleriyle oldu!

Mahallede adım çıkmış durumda...
F1 namım beni geçmiş durumda ama ne padok ne kapalı ne açık tribüüüüüüün... Bööööö

O kadarda scret mikrıt okuduk anasını satayim bu şu konuda olumlama yapıp başarı elde edemedim ya ona yanarım ben onaaaaaaaa!!!

Napak sevgiliye bi tane uzaktan kumandalı F1 aracı aldıriciiiiz zorla hediye olaraktan ben onunla Karşıyaka'nın sahillerinde biiuuuw biiiuw diye dolanıcam, sonra sevgilinin yanına gidip pite giricem biramdan kocamaaan yudumlar alıp yeniden pistime dönücem!

Çocukken plastik arabaya telden direksiyon yapıp dolanan deliler vardı, acep çocukken onlara bakıp çok mu güldüm nedir?

Bir bilmecem var çocuklar?
Nedir nedir?
Bisküvi denince hemen onun adı geliiiir...
Eti eti etiiiiii...
:)))

8 Haziran 2009 Pazartesi

Patlıcaaaaan, patlasın koccaaaaaan !!!

Ben onun eşiyim diyor...
Ama bunu öyle bir şekilde diyor ki, nasıl yazarak tarif edeceğimi bilmiyorum.
Hafifçe bir omzunu öne çıkarıyor, başı gururlu bir şekilde hafifçe yukarı kalkıyor, gözlerinde sanki nobel ödülü kazanmış bir başarı ifadesiyle kendisinden emin, vurgulu ve sanki hıııh sizin yok benim var dercesine...
Hödöööö? diyip içimden, biramdan bir yudum alıyorum.
Ne eşi beee ne eşi? Ruh eşi?, çorabının eşi? ayakkabının teki?
Ozy şişşş henüz o kadar içmedin ama beynin maşallah sulandı...
Heee sulandı walla!
Hatun nişanlı ama millete eşiyim diyor. Anlamıyorum ben bu mantığı!
Gece ilerliyor bu sefer koccam diyor!
Haaa?
Kocam, kocaaam...
Hıııı kocan!
Maşallah hatun 2 dkda nikahı kıydı, nişanlılıktan karı-kocaya atladı!
Peki ben?
Zavallı ben?
Ne zavallısı leeeyn? Sen hayatta böyle tabirler kullanmazsın ki!
Benim ilişkim 1 seneye yaklaşıyor, hatun benim yarım kadar bir süredir beraber değil ama nişanlandılar ve nişanlım yerime kocaaaam, kocam diyor!
Gocundun mu canııııım?
Heeee... çok! Herüfün parmağına altın boyundurluk takamadım hala diye, böle içim erimekte, erimeyi geç böyle kasım kasım kasılarak koccaaam diyemediğim için çok çok gocundum!

Leeeyn manyakmısınız? Yoksam ben mi manyağım?
Galiba ben manyağım!
Hayatta nispet yapan bir insan olmadığımdan ve bir takım sıfatlarla hava civa atan bir şahsiyet olmadığımdan ve veee gelin ata binmiş ya kısmetçilerden olduğumdan hayatta böyle tavır ve tutum sergilerken göremezsiniz beni!
Bana görgüsüzlük gelir.
Evli barklıda olsan gelir, iki vakte kadar evlenicek olsanda gelir!

Ne öyle Türk filmlerinde ki genelev sahneleri gibi:
Koccaaaaaam!

Birinin kadını-erkeği olmak, kadınım veya erkeğim diye sahiplenilmek güzeldir, anlarım ama nispet eder gibi, çatla patla gibi, sanki evlilik meraklısıymış gibi (bence gibisi fazla öyle) daha ortada fol yok yumurta yokken böyle bir sıfatla kendini tanıştırmak!

Bu şey geyiğidir:
Erkek kadına sen benim kadınımsın, aradığım sevgi gak guksun sen benim nikahsızda olsak allah nezninde, benim kalbimde, fikrimde karımsın-eşimsin vs. demesidir.

O la laaaa amenna...
İki kişiye özel anlarda adam veya kadın aşka gelir gerçek fikirlerini beyan ederler.
Geçmişte kimse eşlik duygusu verememiştir. Eş hissetmişlerdir. Ok!
Bunu resmileştirmekte istemişlerdir. Ok!
Söz, nişan evresini geçirip evliler damgasını yemek için tarih beklerken eşiyim onun, koccam demek ne ola ki?

Bence görgüsüzlük, adam benim, kapanı yakarım uyarısı veya ben çok ama çok aşık bi kadınııım o benim her şeyim sinyali...!

Benim sevgilide benim herşeyim!
Nişanlansakta kimse benim ağzımdan ciddi ciddi eşim, koccam o benimi duyamaz!
Duyarsınız ancak Ozy geyik yapıyodur! Muzurluk yapıyordur!

Mesela erkeklerinin koluna vantuz gibi yapışan kadınlarıda hiç anlamam ve sevmem!
Öyle bir adamın koluna girip, çekiştirirler ki ulan sanki senin erkeğine kaldık! Çalacağız onu!
O anlarda aslında sırf muzurluğuna gidip adama sarkacaksın!
Kadın alı al moru mor daha beter yapışacak adama... Sende eğleneceksin de amaaan kim uğraşacak bu şakayla! Bi de millet yanlış anlar senin geyikini... Boş veeeer !

Sevdiklerimi sahiplenirim.
Benim olan benimdir.
Ama hiç bir zaman sevgililerim bir kadınla konuşurken karşı tarafa sinyal vermek adına onlara dokunmam.
Dokunuyosam sevesim gelmiştir, dokunasım gelmiştir. Yoksa karşıda ki hatuna; Leeeyn şıllık erkeğimle fingirdiyon ama baaaah koluna, omzuna ben dokunuyooom, o beniiiiim yapmamışımdır. Yada adama şişşşş fingirdiyon şıllıkla ama benimsin anlamında dokunmamışımdır!!!
Bana çok saçma gelir.
Adamı istediğin kadar sıkı tut, sarmala, mıncıkla, sev, severken morart... Adamın gideceği varsa sen naparsan yap gider zaten!

Ben evlenip erkeklerinin koluna yüzlerinde-beden dillerinde bir sürü anlamlarla giren kadınlara gıcık olmuşumdur hep.
Kol kola girmeyi pek sevmem.
Çünkü bu yaşıma kadar gözlemlediklerim beni tiksindirmiştir.
O beniiiiiim diye sahiplenerek girilen bir kol bana sevgi-bağlılık çağrıştırmaz.
Korkaklık, güvensizlik ve yolunda gitmeyen bir şeyler çağrıştırır.

Adamın koluna sevgiden girerim.
Yorulmuşumdur, destek almak için girerim.
Tenine dokunmak, onu hissetmek için...
Omzuna başımı koyup yürümek için...
Elaleme benim ooo, benim o demek için değil!

Evet, birinin kadını veya erkeği olmak çok özel ve güzel birşey bunu anlıyor ve buna saygı duyuyorum ama cümle aleme duyrulma ve beyan edilme şekillerini beğenmiyorum.

Benim sevgilimde benim herşeyim.
Benim erkeğim, canım, kalbim, ciğerim.
Amma velakin çevremdekiler şaka veya muzurluk haricinde ağzımdan erkeğimle alakalı bir şey duyamazlar.
En büyük geyiğim; Erkekiiiim izin vermiyooodur! Yoktur böyle bi izin vermeme durumu ancak Ozy muzurluk yapmak istemiştir ve yapmak istemediği birşeyi şakadan sevgilisinin üzerine atmıştır.

Evlensem ve 40 yıllık karı-koca olsak bile kimseler benim koccaaaam dediğimi duyamaz!

Amerika'da yaşayan bir arkadaşım var. Teee Boston'lara kadar gidince Newyork'a ordan da Jersey'ye onun yanına gittim ziyarete. İki günde deli etti beni.

Koccaaaaam...
Koccacııııııııııııım...
Koccaaaam!
Hay patlasın koccaaaan!!!

Siz evin içinde koccaaaam diyerek dolanırmısınız?
Ne istiyosun koccaaaam?
Elin bilmemnesini... Töbe töbeee... Ben kocası olsaydım boşardım walla 2 güne kalmaz... Ancak insanlarda böyle hitap edilmesini seviyor herhalde!

Ancak tanıştırırken veya bilmem kimin eşiyim derken benim ağzımdan çıkabilir bu sıfat.
Yoksa evde, dışarda, her yerde koccaaam, koccaaaaam banada müstakbel koca adayımada fenalik gelir.

Evlensemde o benim sevgilim olacak!
Açkım olacak!
Evet kocam olacak ama gerine gerine, kör göze parmak şeklinde eşşiyiiiiiim, koccam ancak ve ancak geyik yaparken ağzımdan çkacak!

Bilmem anlatabildim mi acep?
Karı-koca- kadın ve erkek olmaya saygım ve sevgim sonsuz. Bu sıfatların yüklendiği anlamlar, romantizm vs. harika ama arkadaşlar herşey dozajında!

Yani şimdi bende erkeğiiiiiiiiim o benim yada ben kadınıyııııııım onun mu diyim?
Hödöööö?
Bence de sence de...
Nolur kompleksiz olalım...
Her kes kendi çöplüğüne baksın...
Hava-civa boş şeyler. Hem civa zehirlidir-zararlıdır... :p

Kola sımsıkı girilerek adam elde tutulmaaaaaaaaaaaz!

Biz ayrı dünyaların insanıyız Sebahatiiii
Nebahatiiim deme öyle...
Dedim walla...
Bi koccam de öyle git bari dünyana...
:pppp

5 Haziran 2009 Cuma

Gölgelerin gücü adınaaaaaa!

Nedensiz sebepsiz karışıyor bazen insan...
Her şey yolunda sanıyorsunuz oysa ki farkında olmadan içinizde büyüttükleriniz bir süre sonra, yüreğiniz bir mengeneyle sıkılıyormuş gibi hissetmenize neden oluyor.
Ve birden, birden bire çok anlamsız bir olay-söz fitili ateşleyiveriyor.

Sabaha-güne mutlu ve neşeli uyansanızda birden aklınıza üşüşüveriyorlar.
Ulan diyorsunuz yapma sabah sabah...
Ne güzel umutla uyanılmış bir sabahken...
Şimdi sırasımı anında çözülmeyecek, sadece beklemek çözümü olan şeylerin üşüşmesi aklına!

Beyin bu!
Ne zaman ne yapacağı belli olmuyor.
Önce mutlu mutlu umut dolu seni uyandırıyor, şöyle bi modunu yukarı çekip seni neşeye boğuyor ve ardından al sana yapıyor!

Al bana!!!
Ruhumu sakinleştiremiyorum.
İçimde, yüreğimde tusunamiler kopuyor...
Geminin kaptanı iyidir hoştur ama hava durumunda görünmeyen aniden ortaya çıkan bu doğa olayı karşısında şaşkın, ne yapacağını bilmez halde sadece ağlıyor, ağlıyor...

Ağlamak onu ne rahatlatıyor nede çözüme götürüyor ama sadece ağlamak istiyor ve ağlıyor!
Ortada bi dertte yok anasını satim!
Varda var olanlar...
Aylardır, günlerdir olan bildik durumlar aslında...
Ama şimdi sanki yeni yepiz yeni bir durum olmuş gibi bir durum içerisinde.

Rüzgarın kızı kendisini rüzgara bırakıp tusunamilere rağmen yolunu alamıyor.
Hava durumunun ne zaman sakinleşeceğini bilmek-öğrenmek istiyor.
Filmlerde görülen, hep gidilmek istenilen ama gidilmesi yüzde bilmem kaç bin ihtimal belli olamayan o tropik adaların huzurunu, keyfini istiyor.
Dibi görünen maviliklere demir atsın, arada küçük küçük dalgalar olsun onlarla oynasın, uğraşsın, boğuşsun ama aniden sebepsiz ortaya çıkan tusunamilerden uzak olsun istiyor.

Doğa bu... Elbet sonsuzda dek tusunami yapmayacak.
Doğanın bir parçası olarak rüzgara bırakıp sörfünü yapmalı... Dengesini, gücünü artırıp, aklını boşaltıp tusunamilere nanik yapıp yüzmeli...

Limanına varmak istiyor...
Ama yol doğa olayları ve korsanlarla dolu.

Bu yolculuğa çıkmak bile aslında büyük bir olay, zenginlik ve güzellik...
İlla limana varmak şart mı?
Gittim demir atamadım uzaktan gördüm döndüm demek yetmez mi?
Yetmicek galiba. Şu an hissettiği bu.

Dün tv'de duyduğu şeyi tekrarlayıp rüzgarla yelkenini şişirip tusunamiciklerinin üzerinden yoluna devam etmeye çalışma kararı aldı...

Mutluk, ona giden yoldur. Sonunda mutlu olmaz emeğinizin karşılığını alırsınız.
Limana varmak aslında emeğin karşılığını almak olacak...
Aslında o şu an aldığı yolda mutluluğunu yaşıyor...

Limana gidiş yolunun keyfini çıkar be kızıııım!
Bunca zaman sonra rüzgara bırakıp kendini, yelkenlerini açmışsın borumu?
Sen varmaktan çok yolculuğu sevmezmisin hep?
Uçmaktan çok kalkıştan önceki hızı ve kalkma anını seversin... Sonrası senin için bööööödür. Millet uçmayı sever sen hızlanmayı...
Eeeee?
Yolunun tadını çıkar.
Eski zamanların yelkenlilerinde, elinde kılıcın, milyon tane kollu deniz canavarlarıyla, dev dalgalarla savaşan cesur bir hikaye kahramanı olarak gör kendini.
Kendi hikayeni, öykünü yaşa...

Varmak değil, varmak için kat edilen yol asıl mutluluktur...
İçinden bi ses peeeh diyor biliyorum ama gözünü kapatıp kendini cesur bir savaşçı olarak dümen başında görmende hoşuna gidiyor... gitmiyor mu?

Heey Amazonların şehrinde doğdum ben amazonum derdin hep!
Al sana Amazonluğunu ıspatlayacak, doya doya yaşatacak durum!
Oklarını, yayalarını, kılıcını al geç dümenin başına. Toplarınıda doldur istersen, tusunamilere top atmak pek işe yaramaz ama en azından senin için saldırma keyfiyle boşalır, rahatlar...

Gölgelerin gücü adınaaaaaaaa, ruhumdaki doğa olayıda neymiiiiiiş!
Eeee biraz karakter karmaşası oldun ama neyse... Heman'le Amazon karışımı bi yafru oldun.
Hadin, kazaların mubarek olsun, maceran herkese anlatılıp takdir edilecek heyecanda, güzellikte olsun...
Limana giremeyip uzaktan baksan bile, yolda yaşadığın maceraları düşün.
Dönüş yolunda sıkılırım ben dersin sen şimdi ama denizler çoook, başka bir yoldan dönersin eski limanına belki dönüş yolunda başka bir rota çizersin kim bilir...

Sen şimdilik limana giden yoldan keyif almana bak!

1 Haziran 2009 Pazartesi

İzmir, İzmir...

Ömrümde yemediğim kadar midye dolmayı buz gibi biralarla körfeze nazır mideme yuvarladığım nefis akşamın sabahında gazetemde; İzmirli olmak dedikleri işte bu diye haber çıktı.

İzmirli olmak yada İzmirde yaşamak bir gece öncesinden dolayı normal olarak benim için midye dolma yemekti.

İstanbul'da böyle bir keyif bilmiyorum ben.
Denize nazır birahanende oturacaksın, günün akşam, akşamın gece olmasını izleye izleye açık havada midyeleri elinle bir güzel mideye indirip aşkının-havanın-yaşamın tadını çıkaracaksın...
Wallah billah İstanbul'umda yaşamadım ben böyle bir keyif!

Yılmaz Özdil, Simite gevrek deriz biz... Çekirdeğe çiğdem. Kordon elektrik aleti değildir. Kumru da kuş değildir bizim için... Yengen’i yeriz. Sen sigorta dersin... Biz asfalya deriz. Uzatmayız... Gidiyom geliyom deriz. Evimiz isterse 800 metrekare olsun, balkonda otururuz. Hıdrellez filan gibi mazeretler uydurur, sabaha kadar sokaklarda içeriz... diyor yazısında...

Kızları güzeldir, erkekleri efedir ama erkekleri verdikleri sözü pek tutmazlar diyor... Bilmiyorum wallahi benimkisi tutmakta ama bilemedim şimdi :)))

İzmir çocukluğumdan beri hep hayatımda olan şehirlerdendi. Anne tarafından 1.derece akrabalar yaşardı İzmir'de. Hatta teyzem İzmir doğumludur. Dedem İzmir'i çok severdi. Anneannem için terk eylemek zorunda kaldığında çok ama çok üzülmüş... Anneannem tutturmuş ben annemi isterim diye... Dedemde kıyamamış almış 3 çocuğunu dönmüş Samsun'a...

Büyüdüğüm hikayelerle yıllar sonra karşılaştığım İzmir pek örtüşmesede İzmir Kıbrıstan sonra memlekete ilk döndüğüm yıllarda yaşanabilecek yerlerim arasında oldu. İstanbul'da da deniz vardır ama görmek-gitmek pek bir eziyettir. Ama İzmir'de hep yanınızdadır. Görürsünüz, görmeyi bırakın yaşarsınız onunla...

Benim denizi görmem ve yaşamam için Beşiktaş'a inmem ordan Ortaköye yol yapmam gerekir. Oooo Nişantaşında yaşayan bendeniz için yokuşu inecen, kalabalığa karışıcan, yüricen denize ulaşıcan, bide alkollü bi deniz keyfi yapim dediysem paraya para demicem sonra yokuşu tırmanıp boşalmış cüzdanla eve gelicem eziyeti durumudur!

Oysaki İzmir'de öyle değil... En ucuz biralar, en keyifli ve uygun deniz keyfi bu şehirde.

Ancak ve ancak İstanbul'un kültür hayatına alışık ve zaman zaman köküne kadar, dibine kadar bunu yaşayan bendeniz için İzmir pek bi kültürsüz.

Kültürsüz derken, Tiyatro salonları bir mimar, bir tiyatro sever olarak bendeniz tarafından sonbaharda denenmiş ve eksi ötesi puan almıştır. Büyük-önemli ve üniversiteleri olan, limanından dolayı Türkiye'nin dışa açılma kapısı olan bir şehrin ve Türkiye'nin en açık-aydın giyimli-tavırlı şehrinde ister istemez daha çok sosyallik-kültürel hareketlilik bekliyorsunuz.

İstanbul festivalinin bir küçüğü İzmirde'de var. Ama bence adı var.
Daha çok kültür binası ve etkinlik olmalı. Büyüklüğüne-önemine yakışır binalara sahip olmalı. Taşra sıcaklığında, metropol medeniyetinde bir yer denilmiş yazıda. Kültürel anlamda taşralığı hala devam ediyor bence.

Sıcak bir memlekette milleti kapalı bir mekana sokup kültürel faliyetleri izletmek elbet zordur ama şehrin gelişmesi, şanına şan katması için ısıtma-soğutma üniteleri adam gibi çözülmüş, şehrin kimliğine yakışır kültür binalarının ve etkinliklerinin olması gerekmekte bence. Yazıda İzmir; Taşra sıcaklığında, metropol medeniyetinde bir yerdir deniliyor. Metropol medeniyeti için biraz daha kültürel etkinlikler gerekiyor bence diyorum...

Herkezin İzmir'i aşkı kendine...
Benim İzmir'im; yapıyom, ediyom diye konuşan egeli aşkım, ıspanaklı boyozlar, Kırçiçeğinin ısırgan otlu pidesi ve yanında gelen rokalar, Barinak'ta oturup gün batımını izlemek, şans yaver giderse akşam yakamozları seyretmek...
Hayatta yemediğim kadar midye dolma yemek...
Foça'ya-Çeşme'ye gitmek...
Karşıyaka'dan İzmir'i seyretmek...
İmbatla serinlemek...
Bir türlü sloganlarını adam gibi öğrenemediğim bu gidişlede öğreneceğim kesin olan kaf kafı tutmak...
Daha çok şey var ama şu an aklıma sadece bunlar geliyor...

İki gönül bir olunca samanlık seyran olurmuş.
İzmir samanlığın hallicesi o kesin ama benim için İzmir aşkımın samanlığı!
Daha ötesi var mı yok!
:)

Bu arada gündemi takip edip bende İzmir yazanların arasına katıldım efeeem... Daha ne isterim?
Sevgiliyle gün batımından sabahın ilk ışıklarına kadar demlenip midye dolma yemek isterim!!!
;)