Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

28 Şubat 2012 Salı

Beyoğlu...

Sabah Tünelden Taksim Meydanına yürüyüş yapmam gerekti...
Yürürken yaşlı bir teyze unuttuğum bir sürü 'Beyoğlu' anısını usuma üşüştürdü...

Üşüştürdü ancak zaman her şeyi silip götürdüğünden bir sürü şeyi tam hatırlayamadım...

Tam hatırlayamadan bu yazıyı yazmak ne kadar doğru olacak o da ayrı ama en azından usumda kalan son kırıntılar silinmesin bari diyerek geçtim klavyenin başına... 

Beyoğlu her daim renkli olmuştur... Her türden insanı görmeniz mümkündür. Ancak eskiden 'müdavimleri' vardı...

Müdavim deli...
Müdavim kadın...
Müdavim şair...
Müdavim...

Eskisi kadar Beyoğlu'n da dolanmadığımdan eskilerin akıbetleri ne oldu bilmiyorum... Yeniler türedi mi onu da bilmiyorum...

Elinde kocaman tespihi upuzun bıyıklarıyla duvar diplerinde duran amca öldü mesela...

Çığlık çığlığa bağırarak dolanan bi deli oğlan vardı... Huşu içinde yürürken bir anda çığlığıyla yüreğinizi hoplatırdı... O ne oldu acaba?

Ara sokaklardaki barlarda-pavyonlarda çalışan yorgun saçı başı dağılmış-makyajı akmış, kaderine içiniz parçalanarak yanınızdan geçip giden kadınlara ne oldu acaba?

Üstünde mantosu, çıplak ayaklarında sadece patikler olan sanki cadde üzerinde manav varmış gibi evde limon kalmamışta 2 limon almaya inmişmiş havasında olan teyzeler...

Arada McDonald'sda kahve içerken gördüğüm şık giyimli beyaz saçlı kadına ne oldu acaba?

Hep sabahları karşılaşırdım onunla... Hatta bir gün yer olmadığından benim masama oturmuş zarifçe sigarasını içmişti... Bende onu öyle bir gözlemlemiştim ki 40 yıllık ahbabımız gibi usumda kaldı!!!

Yitip giden onca iz-yüz...
Sadece geçip gittiyseniz farkına varmadıysanız çok yazık...

Hatırlayamadığım daha kaç sima vardır müdavim olan...

Genellikle Galatasaray Lisesinin orda dolanan şair'e ne oldu acaba... Bir kaç defa Nişantaşında gördüm onu... Çok şaşırmıştım... 

Elindeki kalın siyah kaplı defterle yanınızda biter size seçtiği şiirleri okurdu... 

Noldu bu çeşitlilik...
Noldu bunca bizelere göre deli-anormal gelen insanlara acaba?
Durmadan yenilenen Beyoğlunun yollarıyla onlarda mı eski taşlarla birlikte atıldı...

Beyoğlunda en çok sabah 10 sularında dolanmayı çok severim... Mağazalar yavaş yavaş açılır... Günlük kullanıcıları gelmeden önce ara sokaklarda yaşayan 'gerçek' sahipleri ortadadır... 

Cadde hala temizlenirken, alkol, sidik, tütün, gözyaşları, kırılmış kalpler-umutlar ortadadır... 

Belki sizler Beyoğlunda güzel bir mekanda bütün gece eğlenip mutlu olmuşsanız da o mutluluktan taynide olsa bir kırıntı bulamazsınız sabahları...

Sabah öğlene geçerken alışık olduğunuz-bildiğiniz Beyoğlu ortaya çıkar... 

Sizler caddeyi çiğnerken neleri çiğnediğinizi bilmezsiniz...
Noldu onca ilginç insana? Noldu onca hikayeye?

Bu sabah eskisi gibi zevk vermedi yürümek...
Bildiğim müdavimleri olmadığından mı yoksa, hayata merakla bakan çocuk artık büyüdüğünden mi? 

Nerde benim Beyoğlum...

27 Şubat 2012 Pazartesi

Alışveriş sanatı... ;)

Vulture culture olalım dedik cumartesi günü...
Kankimin sanatı gelmişti...
Cumartesi günü bu ihtiyacın giderilmesi için yanlış bir gündü amma onu kırmayayım dedim...
Hafta içi gidemeyenler hafta sonları sergilere akın ettiğinden içeriye girmek, gezmek eziyettir... 

Plan (nasıl becereceksek) önce İstanbul Modern' de Van Gogh sonra Sabancı müzesi ve  Rembrandt ve Çağdaşları sergisine gitmekti... 

Teşvikiye'den Gayrettepe'ye ordan Karaköy'e, Karaköy'den Emirgan'a ordan İstinye Park'a Günaydın'a et yemeğe... Plan bu!!!! 

Deliyiz biz deli... ;))))

12 civarlarında kahvaltıya ona gittim... Sabah keyfimizi bitirip saat 1.30'a gelirken evden çıktık... Karaköy'e gidene kadar günün yarısı yolda geçti nerdeyse !!! Tam müzenin otopark girişine taksiyi sokmuştuk ki... 'Abboooow olduk... ' 

Nasıl bir kuyruk... Benim tevellüt tutuyor onun ki tutmadığından bilmez, benim çocukluğumda Ankara'da böyle sana yağı kuyrukları olurdu... Annemle giderdik, Şimdilerde Türkolog olan tizem daha tazecik bir üniversite öğrencisi olaraktan dersleri bitince bize katılırdı... Kızılay'da koskocaman S'ler çizen kuyruklarda çocukluğu geçmiş birisi olarak, bu kuyruğa girsekte içeriye giremeyiz dedim... 

Dali yapalım o zaman dedi...
Arkamızdaki Tophaneye doğru döndük... 
Ve bu gün bize valçır kalçır olmak haram olduk!

Nasıl bir kuyruk var Dalide anlatamam...
(Okuyunca bana kızacak eminim ama) boş ver Dali'yi dedim ben sana Dali bıyıklarına sahip Şerif'i göstertirim... Mimar Sinan mezunu Dali bıyıklı Mimar... O da sanatçı sayılır... 2 büker bıyıklarını al sana Dali... :))))))

Ama ben görmek istiyorum yaptı...
Ben tabi senelerdir sergi gezisi yapmış durmuş biri olarak, Yani dedim Ben 10 senelik geçmişte çook Dali sergisi gördüm... Ben görmesem de olur da tabi sen... Güzel bi küfür yedim... :))))

Napalım ne edelim... Bu trafikte Emirgan'a gitmekte anlamsız olur... Orasıda böyledir derkeeeen;

Benim Kapalı çarşıya gidesim var dedi... Çanta almak istiyorum ben...
İ dedim... Bulunduğumuz noktadan gidilebilecek en makul yer orası...
Atladık tramvaya indik Beyazıt'ta...
Girdik Kapalı çarşıyaaaaaa...

Son derece sanat aşkıyla yanıp tutuşan 2 kişi nasıl gözü kara, alışveriş yam yamlarına döndük bilemiyorum...

Oy oy ve oooy !!!
Günün sonunda kocası onu boşayacak, kredi kartı limitlerini aşan bana da bankası hacze gelecek duruma geldik !!! :)))))))))))))

Van Gogh-Dali derken, Hermes, Jil Sender, Tods olduk !
Yani sonuçta yine sanatla ilgilendik... Giyilebilen-kullanılabilen türünden... :))))

Ben bu güne kadar hiç çakma çanta almamıştım...
Eş-dost çevremdekiler Kapalı çarşı'ya gider alırlardı... 
Hayalini kurduğum markaların çantaları bir gün alacağımı düşünürdüm... Ama gerçeğini... :))))

Ben Desa ve Nine West'ten alıyorum çantalarımı... Bütçem onlara yetiyor... Tods'un bir modeliyle senelerdir aşk yaşıyorum... Mağaza indireme girmeden önce özel müşterilerine haber veriyor... Bende adımı o listeye yazdırdım... İndirimden önce çağırıyorlar gidiyorum, öpüyorum, kokluyorum ancak bi çantaya indirimlide olsa 1500 TL veremiyorum... Tods çantaya Tods ayakkabı yakışır çünkü... Ona göre manto-kıyafet... Emektar Network mantom yakışmaz Tods'a... Yalan mı yuuuw? :))))))

Hiç çakma çanta alacağım yokken bende gaza geldim Cumartesi...
Bu arada çakma dediğime bakmayın... Harbi deri çantalara istenen fiyatları duyunca çakma demek doğru olmuyor... :)

Deri olmayanlar 70-150 TL arası...
Deri olanlar 250-300-600...

Kankim Hermes, Tods ve Gucci aldı... Ben mesleki zevkin kurbanı olarak Jil Sender'cı oldum... 

2 çantaya 500 kaaat ödeyip çıktım... 
İngiltere'den dönerken freeshop'dan aldığım The North Face'in sırt çantasının ödemesi kartımdan henüz yapılmış, içimin ateşi-közü sönmemişken bu alışveriş manyaklık ötesiydi ammaaaa deri sever ben gerçek deriye dokununca bi de tasarıma bayılınca...

Toplam alışverişlerimizin bedeliyle başarılı bi taklit Dali-Van Gogh alabilirdik oysa ya... neyse... :)))))

Efenim sonunda bende Kapalı çarşıcı oldum... :)))
Jil Sender'ımın çakma olduğunu kim anliciiik... Anlasanız da gerçek deri bi çanta ve fiyatı da ucuz deeel... O yüzden incilerimin düşeceğini hiiiç sanmıyorum... :)))))

Sanat aşkının alışveriş aşkına döndüğü müthiş günde, arkadaşımın alışveriş yaptığı 2. dükkanda madem indirim yapmıyosunuz bu kadar para veriyorum hediye bişi verin demesine bende katılarak çakma Loşamplarımız oldu... 

Benimkide tam yüzsüzlük hem bişey alma hemde en büyük boyunu iste... Havalimanlarında iyi oluyor... Freeshop alışverişlerimi koyarım sana da dua ederim diyerekten... :))))))))))))))))))) 

O noooo ki o nooooo !!!
Neye niyet neye kısmet bi gün yaşadık...
Akşam eve dönerken hem gülüyor hemde o boşanmadan ben de haciz getirmeden çantalarımızı nasıl keyifle kullanırız hayalleri kuruyorduk...


Tabi bu arada Günay'da et yeme hayallerimizde suya düştü... Ancak 2 ay sonra filan gidip yiyebiliriz orda... :))))


Deneyimleyin derim...
Çok eğlenceli oluyor...
İlk alışverişten sonra bi pazarlıkçı, bi çingen, bi çirkef bi ruh beliriyor ki içiniz de kendiniz bile şaşıyorsunuz bu ben miyim diye :))))

23 Şubat 2012 Perşembe

Picasso &Modern British Art& I ;)

Ey müminler Picassoyu nasıl bilirsiniiiiiz????

Picassoyu severmisiniz bilmem... Ben severim... Modern sanatın gelişim çizgisini değiştirmiş bir deha nasıl olurda sevilmez... Filmini izledikten sonra insan olan Picasso değil sanatçı olan elbet yüreğimde yerini korudu... :)

Bu güne kadar elimden geldiğince tüm Picasso exhibitionlarını takip ettim...

Benim için en unutulmazı, tadı hala damağımda olanı; 11 mayıs- 18 Ağustos 2002'deki Tate Modernde yapılmış olan Matisse&Picasso sergisidir... Oy oy oooy... Her iki dehanın aynı salonda yer alan yapıtları insanı öyle bir etkiliyordu ki... 
Matisse'ide çok severim ancak her zaman için 1 numara benim için Picasso olmuş olsada bu sergide aman pablo duymasın Matisse 1 numaraya oturmuştu ;) 

Aslını isterseniz kim kimden daha iyinin, daha etkileyicinin gerçekten cevabını bulamadığım/madığınız nefis bir sergiydi... 

Genellikle Londra'ya gidiş tarihlerimi bir etkinliğe göre ayarlıyorum. Multi milyarder değilim, aaa 2 gün sonra bilmem ne varmış yine giderim caanııım diye bir lüksüm yok... O yüzden karda-kışta-sıcakta kısaca bazen en olmadık zamanlarda uçup uçup durmam bir etkinlik sebebiyetiyle... ;) 

Tate Modern 1947'den 63'e kadar power station olarak hizmet vermiş bir binadır. Binanın tasarımcısı İngiltere'nin ünlü kırmızı telefon kutularını da yapan Sir Giles Gilbert Scott'dur. Eski bir elektrik santrali binasının başarıyla sergi alanına dönüştürülmesi 81 yıllarında olmuştur... Modern sanata ev sahipliği yapan çok ilginç ve güzel bir binadır... 

İngiltere'de 4 tane Tate galery bulunmakta... Ben bu güne kadar sadece Tate Modern'in ziyaretçisi olmuştum...

Picasso & Modern British Art sergisi bu güne kadar gitmediğim Tate Britain'daydı... 

İngiliz sanatına çok ilgi duymadığım için gitme gereği görmediğim galery İngiliz sanatının örneklerini sergiler... 

Bu ukalalığı yapıp neden gitmediğimi bilmiyorum. Sonuçta sanat sanattır ve görülmesi gerekendir... Beaaa napıcam ben İngiliz  sanat eserlerini diyebilmem için sanat uzmanı filan olmam gerekir... Eeee öyle bişey de olmadığıma göre ve özel bir sergi değilse ücretsiz olarak koleksiyonların gezilip görüldüğü bi yere gitmemek ükelaaa dümbelekliğinden başka bir şey değildir efem! İşte arada yapıyorum nedensiz dümbeleklikler... ;))) Yani bide bu kaçıncı gidişim bir mimar olarak muhakkak görmem gereken müzelere-sergilere gitmiş bitirmiş birisi olarak, sanat enginliği verecek şeylere yönelmem gerekirken artık... 

(Kendime sizlerin huzurunda kızıyorum efem... :ppp) 

Herneyse, efem... Tate galery'nin üyesiyim... Yeni sergiler hakkında durmadan mail gönderiyorlar bana... Picasso sergisinin maili düştüğünde muhakkak gitmeliyim, görmeliyim huzursuzluğuna girdim... Biletimi ayarlarken serginin 15 şubatta açılacağını unutup 14 şubatta açıldığından o kadar emin davranıp dönüş biletimi serginin açılacağı güne almayayım miiiiii !!!!

Otel ve uçak halledildiğinden sergi biletimi sabahın körüne almak zorunda kaldım... Galery 10'da açılıyordu... Odayı boşaltma, valizi indirme, otelden Tate'e gelme sürelerini hesaba katıp 10.30'a biletimi aldım. 

Daha öncede demiştim, saatle gezebiliyorsunuz sergileri... Benim gibi biletiniz 10.30'sa sizi kesinlikle 10'daki grupla içeriye sokmuyorlaaaaar... Böyle büyük sergilerde bilet bulma zorluğu da yaşayabiliyorsunuz... O yüzden ben gitmeden önce biletimi alıyorum... :) Size de tavsiye ederim...

Sergi Kasım 1910'da  Post- empresyonistlerin organize ettiği sergiyle başlıyor. Picasso'nun 1919'da Londra'ya gelip etkilediği sanatçılarla birlikte İngiltere'de modern sanatın kabul edilmesinin öyküsü... Bu arada 1919'da adamlar modern sanatı konuşurken, eserler verirken benim atam memleketi kurtarma derdindeydi... Bir takım eserlere bakarken ülkemin o tarihlerde yaşadıkları usuma üşüşüp keyif-hüzün arası karmakarışık duygular hissettim... İlk defa bir Picasso sergisinde memleketim geldi yüreğime çöreklendi... ;) 

Millet rakı sofrasında memleketi kurtarır ben sergide... :ppppppppp

Picasso her ne kadar baş aktör olsa da, Duncan Grant, Wyndham Lewis, Ben Nicholson, Francis Bacon, Graham Sutherland, David Hockney ve veee Hery Moore'un eserleriyle nefis ötesi bir sergi...

1919 senesinde Picasso Leicester Square'de dansçılarla çalışıyor... 10 küsür sene önce almış olduğum ohaa kalınlıktaki Picasso ve Tiyatro kitabından tanıdığım bir çok kostüm çalışması sergide yer alan eserlerden...

Picasso'yu abidik-gubidik çizen adam olarak tanıyanınız varsa şayet bu sergide 'normal' çizgilerini de görebilirsiniz... Kübistleşmeden önceki çizdiği kadınlar Goya'nın Mayasından daha etli butlu... Bende şu anki mevcut kiloma bakıp ulan bi ressam sevgilimi bulsam da adama modellik yapıyom da ondan böyleyim ehi ehii mi desem  olmadı değil hani... :ppppp

1 saatte tadına varılacak bir sergi değildi... Bir sürü eserin karşısında dakikalarca kalmak, incelemek ve daha önceden pek bilmediğim sanatçıları biraz daha yakından tanımak isterdim ancak 16.10'da uçağım vardı... Otele dönmem, valizimi almam ordan havalimanına geçmem, Türkiye'ye getirme niyetinde olmadıkları için aldığım ceketin tax işlemlerini yaptırıp üç kuruş da olsa vergiyi geri almam gerekmekteydi... 

15 şubat-15 temmuz 2012'ye kadar devam edecek sergiyi imkanınız varsa gidip görmenizi tavsiye ederim... http://www.tate.org.uk/  

Yandaki tablo: Nude Women in a Red Armchair 1932. Bayıldım bu tabloya. Sadece posteri vardı... Çantasını yapmamışlardı... Yapsalardı alırdım... :( Bu arada sergi ücreti: 15.50 sterlin

22 Şubat 2012 Çarşamba

London 14 şubat volum 4

Walla bu sonuncu yazı 14 şubatta ilgili!!! :)))))
Dönerken gel-git'in gitme etkisi bitmiş gelme etkisi başlamıştı... :) Bir önceki yazıda gördüğünüz kalp nice aşklar gibi, nice yürekler gibi silindi gitti... Mukadderaaat efendim... :ppp :)))))))))))))))

Klasik müzik sevmeseniz bile girin ve içini gezin... Royal Festival Hall memleketimde olmasını dilediğim bir konser ve etkinlik salonu... Akşam üzerleri giriş kattaki dans pistinde dans dersleri veriliyor... İçerdeki büfelerde neredeyse kendinize süper bir akşam yemeği ziyafeti çekebilirsiniz... Satış mağazası ise harika harika... Ama maalesef beğendiğiniz en küçük bir şey bile 15 sterlinden başlayan fiyatlarda... Kendime 19 sterline çay almış hatun olarak anneme 15 sterlinglik bi bez çantayı çok mu gördüm... Gördüm wallaa... Hain evlat ökkeşiyeyim ben! :pppppppp

Keyfe devam... Konser programımı alıp soğuğa rağmen sigara eşliğinde dışarda keyfe çıktım... ;)






Kitap almadan dururmuyum? Ama bu seferki kitaplar taynicik... Londra hakkında bilmediğimiz, meraklısının bilmek isteyeceği infolar... Metro istasyonları adlarını nerden almışlar... Walla metro sever olarak bilmem ve öğrenmem gerekiyodu... Şarap+sigara eşliğinde okuyup üfledim... ;) 


Salonun planı efem... Annemle gittiğimizde konserine göre anneme 27 ya da 33 sterlincik biletlerden alıyorum... Bu sefer bi mimar olarak deneyimlemek istediğim için orkestranın arkasındaki koltuklardan bilet aldım kendime... Evet akustik büyük ihtimalle iyi olmayacaktı... Önden izlemek varken arkalarında oturmak... Ama mesleki olarak merak ediyordum... Günün birinde böyle birşey tasarlarsam deneyimlemeden tasarlamış olmak istemezdim efem... Yani büyük üstaaaad mimarım efem beeen... :pppppp 

Bileti internetten alırken size istediğiniz koltuğu seçtirtmiyor... Konser biletini elime aldığım ana kadar ön sıradan olsun tanrım diye dua edip durmuştum... Bileti elime aldığımda Choir Seats'in ön sırasından olduğunu görünce öyle mutlu oldum ki anlatamam !!! :))))

Programımız efem:

Rachmaninoff Piano Concerto No. 2
Kreisler (arr. Rachmaninoff / orch. Leytush) Liebesleid (European première)
Rachmaninoff Symphony No. 2

Neeme Järvi conductor
Boris Giltburg piano



Sol yanıma 2 tane gaycik geldi oturdu. Gaylerle hiç sorunum yoktur. Ancak tüm gün sokaklarda günü bayram havasında kutlayan onlar olduğundan acep artık straightler için günün anlamı yokmu acep diye düşünmeden edemedim efem... :pppp 

Yanıma oturduktan 2 dakika sonra sol baştaki, yanımdakine hedeye verdi... Bende meraklı yan komşu olarak güya çaktırmayan bakışlarla bakılmaya koyuldum! :) Sarışın şıllık, (walla çocuğa ne dim bilemedim... Hayatımda bu kadar kıpır, kıpır, nazlı-niyazlı, cilveli bi hatun görmedim ki gay hiiiiç görmemiştim! ) paketini açtııııı ve içinden Luvi Viton'dan kartvizitlik çıktııııı !!! Ulan 9 sterlinlik yerde konser izlemeye gelen insanlar birbirine Luvi'den hedeye verir mi oldum! :ppppppppp

Şıllık gayciim, aaay çok güzelmiş diyerek 2 kırıttı sonra yalap şap sevgilisinin dudağına öpücük kondurdu !!!
Nassıl yanni oldum??? Olum, pardon kızım (:p), adam sana Luvi'den hedeye almış... Taynicik bişi olsa bile o kaç paradır leeeeyn !!! Adam gibi teşekkür et, çükünü yala, çükünü yalaaaaaa diye aklımdan geçirirken buldum kendimi !!!! :))))))))
Hatta aynı tuvalete gidebilme şansına nail olduğunuz için sevgililer gününde bi tuvalet fentaaaziside....
O noooo!!! Ayşe Arman'ın seks hayatına taka taka içimde psiko-seksüel bi manyak oluştuuuuu tanrıııım !!! Acep beni bu hale getiren Ayşe Arman'ım 14 Şubatta napıyodur diye düşünürken  hediyeyi veren oğlanla göz göze geldik!!!
Anladığım kadarıyla çaktırmadan bakan meraklı bakışlarım, öküzün trene baktığı versiyona geçmiş çünküüüü !!! :))))))

Ah ah bide aklımdan geçirdiklerimi bilseler diye gülerek döndüm... Kesin beni azcık kafadan kontak sanmışlardır dedim... Amaaan sansınlar derken,  o sırada orkestra elamanları içeriye girdiler... Allahtan zamanlamaları mükemmel oldu ve ben farkında olmadığım psiko-seksüel kimliğimden normal entel-dantel kimliğime dönüş yaptım!!!!  :))))))))))

Nefis bir konser izledik... Boris Giltburg piyanonun tuşlarına değdiği ilk saniye itibariyle beni öyle bir etkiledi ki, 1. satırdaki notalar bitmemişken benim sağ gözümden aşşağıya farkında olmadan bir damla süzülüverdi... 
Rahmaninof yani... Hani... dicek bişey bulamıyorum... Ama inanın yanımdaki kıpırdak gayciklere rağmen bu kadar derinden etkileneceğimi sanmadığım bir konser deneyimi yaşadım... Bölümler arasında alkışlamak klasik müzik kültürü olmayan Türk insanına has bi olaydır... İlk bölüm bittiğinde salonun yarısı alkışlamaya başlinca istem dışı olarak 'anaaa büyük bi Türk grubu gelmiş sanırsam' diye düşündüm !!! :))))) 

Aha benim gaycikler... Mavi-beyaz çizgili almış Luvi'den hedeyeyi... Kıpırdak pembe kazaklı da umarım sadece konser bileti hediye etmemiştir ona... :)))))) Eve gittiklerinde umarım şey etmiştir hııım... :pppp :))))))))))))
Ben sapıım galibaaaaaaaaa... :pppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppp

İlk yarı alkış kıyametle sonlandı... 2001 senesinden beri bu salonda çeşitli konserler izledim... Ve hiç birinde 'bis'e şahit olmamıştım... Ve her seferinde Türkiye'de değsin değmesin herkesi çok beğendiğimizi ve bis yaptırttığımızı düşünmüştüm. 
Adamların  zevklerine-beğenilerine hayran kalıyordum. Benim için muhteşem, ayakta alkışlanacak konserleri sadece alkışlıyorlardı... Yıllardır ilk defa alkış kıyamete ve bis'e şahit oldum... Piyanist tekrar sahneye geldiğimde sağ yanımdaki adam eliyle ne gerek var işareti yapınca sol yanımdakilere takmayı bırakıp ona taktım... Uzmanmısın leeeyn, salon ayakta alkış-kıyamet adamı geri çağırmış sen ne lüzüm var canım ükelalığındasın.. Cık cııık... :))))) Çok ağrızayım dimi... :p

Genellikle Türkiye'de piyanist 2. yarı sahne alır... Çünkü ilk yarıda sahne alırsa millet onu dinleyip kaçar... Burada elbet öyle bir şey olmadı sadece yanımdaki çok bilmiş abi kalktı gitti... İyi de oldu geniş geniş kıpırdak gaycikimle arama mesafe koyarak oturdum :pppp


Müthiş bir konser deneyimi yaşattılar... Orkestrada dakikalarca alkışlandı ve onlarda bis yaptılar... 
Orkestranın arkasında oturup izlemek çok farklı bir deneyimmiş... Şefin mimiklerini görüyorsunuz... Konser başlamadan hemen önünüzdeki müzisyenlerle sohbet edebiliyorsunuz... Ancak tepeniz deki ışıklar kapanmadığından seyirciler orkestra ile birlikte sizi de izliyorlar... İstem dışı bir şekilde sorumluluk hissediyor ve aman kıpırdamayayım, çıt çıkarmamayım diyorsunuz... Bi daha izlermiyim... Yani izlemek isteyen eş-dost olursa onların hatrına... Ama deneyimlemenizi isterim... Akustik evet çok iyi olmuyor... Ancak adamlar yapmış oraya oturma yeri neden orda da oturulmasın... :))))) 

Unutulmaz çok keyifli bir gece yaşayıp otelime doğru yola koyuldum... Otele gitmeden Tesco'ya uğrar tayni şaraplardan alırım diyordum... Bi tanesini ben içerim diğerlerini yarın Türkiye'ye döneceğim için valize atar anneye-eşe-dosta veririm diyordum kiiii artık gece 11'den sonra marketlerde-bakkallarda-çakkallarda alkol satılmama yasağının devreye girdiğini öğrendim!!!!
İngilizler içip-içip kavga çıkardıklarından hükümet yassaklamış efem deeee ulan ben turistim... Yarın sabah markete uğrama şansım yok... Picasso'nun sergisine gidicem ordan otele dönüp valizimi alıp doğru havalimanına... Olur mu leeeyn bu şimdi desem de oldu efem... Alkolünüzü gündüzden ya da 23'den önce stoklayın deeeer sevgililer gününü 4. ve son yazıyla noktalarım... Yarın Picasso'nun sergisine gidicez efem ;)

London 14 Şubat volum 3

Sevgililer günü akşamı için kendime London Philharmonic Orchestrada konser ayarladım... Çin mahallesinde yemek ziyafeti çektikten sonra konser saatime vakit olmasına rağmen yürümeyi çok sevdiğim Shouthwark'a doğru yola koyuldum...  
Trafalgar meydanından South'a yürüyerek geçmenin en kolay yolu Northumberland Ave. den yürüyerek Hungerford Bridge'den geçmek... 
Fotoğraf makinesini çantama koymuş sigara tüttürerek yürürken sirenler çalan bir motosiklet dikkatimi çekti... 
Bu niye ötüyo şimdi yaaa diye arkasından aval aval bakarkeeeen, Abbooooowwww kraliçe geçiyooooo oldum! Bunca zamandır Londra'ya giderim 1 defa Di'yi görmüştüm ama hiç kraliçeyi uzaktan dahi olsa görememiştim... Majesteleri geniş camlı arabasının içinde açık mavi tayyörleriyle önümden geçti !!! Ve fotoğraf makinesi çantada olduğundan, hiç ummadığım bir anda böyle bir şeye denk geldiğimden fotoğrafını çekemedim... Akıl edip çantamdan çıkardığımda da panikle adam gibi zoom yapamadığım için fulu ötesi bi fotoğrafım oldu... :( 

Sabahtan beri kendime verdiğim hediyeciklere-keyiflere birde kraliçe eklendi diyerekten köprüden geçer gelin türküsü eşliğinde (:p) karşı tarafa doğru yola koyulduuum....

London Eye milenyum kutlamaları için yapılmıştı... Uzun süreliğine kalması planlanmıyordu... Ancak o kadar sevildi ki, kaldırmamaya karar verdiler ve South'un ayrılmaz bir parçası haline geldi... Ben 2001 senesinde binmiştim... Değişik güzel bir deneyimdi... Neredeyse her daim önünde uzun kuyruklar oluyor. İlk defa gidiyorsanız deneyimlemeniz gereken keyiflerden... 

Ve South'dayım... Her daim hareketli demiştim size







Köprüden inerken sokak sanatçıları karşılıyor ;)




İşte akşam konser keyfi yaşayacağım Royal Festival Hall...




Yürüyüşüme başlıyorum... Thames'in en sevdiğim zamanları gel-gitten çekildiği zamanlar... Hava soğuk olmasa iner yürürdüm... Baharda gittiğim zamanlarda inip yürüyorum... Oxo Tower'a gelmeden önceki alan genellikle kum sanatçılarının çalışma yaptıkları bölge... Sevgililer gününde giderseniz şayet bi uğrayın derim... Günün anlamına özel kumdan heykeller-çalışmalar öyle her yerde göreceğiniz türden değildir çünkü...

Onca emek... Açılan örtüye atılan bozukluklarla taçlanıyor... Akşam gelgitle yok olan sanat... Hem keyifli hem hüzünlü... Devingen sanat ;)








Londramın, Thames'in manzarası... Evet genellikle gridir. Seven sever, sevmeyen sevmez... Yapacak bir şey yoktur. Bende dünyanın merkezi hissini uyandırır. Moda, kültür, sanat, teknoloji... İngiliz insanı tutucu da olmadığından Londra sokaklarında her türlü rengi-dili-moda akımını görür, öğrenir ve yaşarsınız... Başka hiç bir büyükşehre, başkente benzemez... NY gibi kocaman değildir. Evet kocamandır ama insan ölçeğindedir her şey... NY gibi ulan bu şehirden keyif almak için para lazım leeeyn dedirtmez size... Cebinizdeki neyse ne, ulan azcık daha cebimde para olsaydı ne olurdu beaaa demezsiniz... Ezmez sizi... Yok hissettirmez... :)

Benim bu yakada oturmayı sevdiğim publar var... Asıl çok sevdiğim pub daha uzakta... Hava soğuk olduğundan ve konserime geç kalmamak için Bankside'da yer alan Founders Arms'a çöküp soğukta olsa bi akşam üstü keyfi yaptım...

Yemekte beyaz şarap içmiştik... Sevgililer günü hatrına şarapla devam etmeye karar verdim efem... Yoksam bi pub'da şarap içermiyim hiiiiiiç !!! :))))


Saksı kül tablaları moda! Memleketimde de benim sayemde başlasın dedim! Çok mantıklı... Bu yaz Çeşme'de saksı ve saksı altlığı alıp yapıcam... Rüzgar yüzünden kül derdi ortadan kalkıyor... ;)




Londra'ma akşam çöküyor... Konserim 19.30'da... Yavaş yavaş geri yürüyüp konserime gitmeliyim...



21 Şubat 2012 Salı

London 14 şubat volum 2

Ozy Ozborn Çin mahallesine gidip ördek yemeden Londra'dan dönmeeeez! Memleketteki çayniz restoranlar maalesef bu konuda başarılı değiller... Roasted Duck yemek için bende İngiltere'ye gitmeyi bekliyorum hep sabırla... Çin yemeği sevseniz de sevmeseniz de, muhakkak çayna towna gitmenizi tavsiye ederim. Derli toplu çok güzel bir bölgedir. New York'taki bana çok düzensiz, büyük ve karışık gelmişti. Küçük İtalya ile iç içe girmişlerdi bide... Karman-çormandı yani...

Londra'daki düzenlidir... Aklınızı karıştırmaz... Sakince keyif alırsınız... Sakin derken mekansal düzen-tasarım anlamında... Yoksa günün her saati kalabalıktır efem... ;) Her bölgenin daha doğrusu mahallenin internet sayfası var. Nişantaşı diye ölüyoruz... Adam gibi kendine ait bir internet sayfası yok... Buyrun efem size plan yapmanız için internet sayfasının adresi: http://www.chinatownlondon.org/ 

Loon Fung bölgedeki en büyük çayniz süpermarkettir. Bişey alsam da almasam da uğrarım. Değişik baharat kokularını içime çekerim, neye yarar veya ne olduğunu anlamasam da bilmesem de satılan yiyeceklere bakarım. Bir gün inşallah maşallah gideceğim, ülkeyi tanımaya çalışırım... :) Giderseniz şayet bu marketi gezmeden çıkmayın mahalleden... :) Unutmadan, Çayniz çaylarımı burdan alırım... 

Gel vatandaş geeel çıtır çıtır ördeklere geeeel! 




Böyle vitrinlere asıyolar... Sadece asılanlar ördek değil... Domuzcuklarda var... Çayniz usulü domuzcuk hiç yemedim... Sadece ördek... ;)


Ve sıra geldi benim sevgililer günü mamama... Efenim amcamla gittiğimde deniz mahsüllü veya başka ilginçlikte çayniz çorbalar deneyimliyorum ancak ve ancak en mi en çok sevdiğim ve maalesef yine Türkiye'de kremamsı kıvamını nedense tutturamadıklarından çok zevk almasam da içtiğim Chicken sweet corn soup muhakkak içtiğim çorba...  Hıııım...Dışarsı buz gibi... Tavuk suyu çorba hani her derde  devadır ya... :ppppp 

Ve benim klasik mönüm... Mixed vegetable fried rice and fried duck slices with ginger and spring onion! Hıııım hııııım... 
Bu arada restorana girer girmez karşılayan kişi kaç kişisiniz diye soruyo... Bana günün anlam ve ehemmiyetine vurgu yaparmışcasına gibi söylediği Are you alone? sorusu sinirlerimi hoplatmadı diiil hani !!! Elonuuum ulan hatta elyınııım !!! Sen bana tekliğimi yüzüme vurucana ingilizceni düzelt sarrı benizliii çekik !!! :pppppp Eee yani günün anlamına bi yerden sonra insan kendisini kaptırıveriyor canııııım !!! :ppp :)))))))))))

Dattlı olarakta tizem tarafından çocukluğumda maymunuum benim diye sevildiğimden muz kızartması aldım... ;))) 1 kadeh beyaz şarap eşliğinde afiyetle karıncığımı doyuruuuuup, 27 stöööörlingcik hesap ödeyim çıktım efem... :))) Anam ne pahhallı ne masraflı gacci oldum ben yaaaaa!!! :)))) Bu arada çayniz yemekleri grupla yenince daha güzel oluyor. Porsiyonlar büyük, gelmişken bir çok şeyi denemek istiyosunuz... Tek olunca mide kapasiteniz sizi sınırlıyoooo... ;) Bööö! 

Karıncığımı doyurup Piccadlly üzerinde Tarafalgar'a çıkıp ordan Southwark'a geçiş yaptım efem... 












Trafalgar meydanında Nelson...
Olimpiyatlara ne kadar kaldığını merak ediyormusunuz? ;)





Bir önceki yazıya koymayı unutmuştum... Sabah Old Bond Streetteki Tiffany&Co'mu ziyaret etmeden 14 şubat olur muuuu? ;)))) 
2. bölüm burda bitiyor... Karşıya geçiş ve akşamki program 3. yazıya... Ne bitmez sevgililer günü yaşamışım değil miiiii? Siz naptınız peki? Ha haa haaaaaa !!! :)))))))))