Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

9 Ekim 2014 Perşembe

Gezginci geldiii hanııııııım...


Yüzümde bir gülümseme bedenimde mümkün olan her şeyi görmeye çalışmanın tatlı yorgunluğuyla uyandığımda neşeliydim...
Gün geceye dönerken neşe yerini hüzne bıraktı...
Bir gezginin anlayabileceği bir kalp sızısı...


Teknolojik telefonum ülkemin saatini bana yaşatırken kol saatim döneli 24 saat olmamış ülkenin zamanını bana göstermekle kalmıyor, gülümseten anıları da hatırlatıyor...

Bir gezgin gitmeyi sever...
Dönmeyi sevmez...
Bir gezgin için gitmek kolaydır ama dönmek zordur.
Biz gitmeyi severiz. Gidip görmeyi, keşfetmeyi, deneyimlemeyi…
Farklı coğrafyaları, kültürleri, insanları, havayı, suyu, toprağı…
Tanrının yarattığı her yeri  büyük bir aşkla-özlemle görmek isteriz…
Bir gezgin hep gitmek ister, hep öğrenmek ister, hep deneyimlemek ister, keşfetmek ister, görmek ister…
İstediklerinin hepsini gerçek kılmayı başarmış olsa da dönmek istemez! :)
Bir gezgin sıradan bir turistten farklıdır... 

Coğrafyasıyla, insanlarıyla, kültürüyle son derece etkileyici bir yerden geldikten sonra mutluluk ve hüzün gezginin yüreğinde koşmaca oynarlar…
Gezginlik güzel ama zor zanaattır…

Gündeki neşe gecemde yok...
Kol saatimi ülkeme ayarlamalıyım...
Valizi boşaltmak gidilen yerin ruhta ve kalpte bıraktığı izlerine göre zor olur...
Bazen günlerce boşaltmak istemezsiniz...
Bazen çabuk ve keskin bir acı olsun diye hemen! 

Çok önceleri ayak basmam gereken bir yerden taze döndüm...
Yeni bir ülkeden gelmedim sadece yeni bir 'kıtadan' da döndüm...

Kara kıta Afrika'nın kırmızı topraklı ülkesi Fas'tan...

Bir gezgin olarak Afrika'ya adım atmak çok istiyordum...
Bir mimar olarak Fas'ı görmek...

Gezgin ve mimar benlerim 'sevdalı' döndüler...
5 günlük bir seyahatin yetmeyeceği ama koşulların şimdilerde ona yettiği bir ucundan acık Afrika'dan taze döndüm...

Yeni bir ülke, yeni bir kıta...
Gezgin yanım pek bir mutlu, azda olsa başarmış hissediyor...
Mimar yanım masanın başına geçip tasarım yapmak istiyor, üretmek istiyor...
Yazar tarafım 5 güne 5bin yazı çıkaracak kadar coşku dolu...

Kuzey Afrika'nın Afrika ülkeler birliğine üye olmayan (bir türlü neden diye sorucam sorucam diyip soramadım) ülkesi Fas beni tahminimin ötesinde etkiledi...

Masal gibi bir kıta!
Henüz kıtanın ucunun ucunu görmüş olsam da!!!

Daha önce hiç mi kırmızı toprak görmedim?
Hiç mi kerpiç ev görmedim?
Afrika'nın bu ülkesinde 5 günde 'görebildiklerimi' evet hiç görmedim!

Kırmızı toprağın üstünde 'yeşil' zümrüt yeşili gibi parlıyor...
Basit bir kerpiç duvarda bile sanat var...
Bin bir gece masallarının kanlı-canlısı…
Köşeden bir sihirli lamba çıkacak ve ben ovup Alaattin’e dileklerimi sıralayacağım…
Bir an orta çağ bir an sonra 21.yy… 
Bir taraf şehir diğer taraf çöl…
Uçsuz bucaksız kırmızı topraklar, kerpiç binalar, kaktüs bahçeleri, Argan Ağaçları…
Develer ve keçiler…
Berberiler ve Araplar…
Aynı din farklı mezhep…
Aynı dünya farklı kıta…
Duyduğun, okuduğun, duymadığın, okumadığın; ilk defa gördüğün kültürler…
Yüzyıllardır değişmeden yapılanlar…
Değişim…
Büyücüler, 21.yy teknolojileri…
Şimdi ve geçmiş…
Mistisizm…
Masal mı gerçek mi?
Her şeyin arka planında sonsuzluğa uzanan kırmızı toprak… Ve heybetli karlı başlı Atlas dağları...
Bulunduğun yere göre beyaz köpüklü dalgaların güzelliğiyle sarhoş olduğun kum ve  tuzun bedenini yaladığı okyanus!

Ben Fas'a sevdalandım...
Ben doyamadım...
Tadı damağımda, deneyimleyeceği, göreceği, tadacağı çok şey varken dönmek zorunda olan bir gezginin özlem ve hüzünlerini yaşayan bir gezginim...

Durmadan gezen biri için gitmek için koşul yaratmak, cebi doldurmak zordur ama  gidilen yer ruhta iz bırakan bir yerse dönmek gitmek için verilen uğraşlardan çok daha zor olur…

Ruhu ve kalbi etkileyen yerlerden dönünce hemen hayata atılmak zor oluyor... Kavuşmak için can attığınız şeylere kavuşmuş olmanın sevinci bile biraz buruk oluyor...

Ancak bir gezginin anlayabileceği tuhaf bir sevinç ve hüzün karışımı...

Her yeni  coğrafya, farklı kültür ve insanlar bazen kelimelere dökmekte zorlandığınız tecrübeler, zenginlikler ve aydınlanmalar yaşatır size…

Ne kadar anlatsanız da, ne kadar fotoğraflayıp paylaşsanız da bir türlü anlatamadığınız, anlatmanın ve tarifin zor olduğu gidilip görülmesi, deneyimlenmesi gereken ‘şeyler’ olur. 

Fas'ta öyle bir ülke...
Ne kadar etkilenmiş olsam da 5 güne 5bin yazı çıkaracak coşkuya sahip olsam da 'anlatmakta' zorlanacağım şeyler olacak...

Tahminimden de keyifli bir seyahat oldu...
İlgim, merakım kamçılandı...
Bakmam-görmem-önceliklerim değişti...
Bir tür aydınlanma yaşadım... Kara kıtanın kırmızı topraklı ülkesi ben fark etmeden beni aydınlattı! 

Gün geceye döndü...
Odamdan gözüken tayni boğaz manzarası dolunayla aydınlanırken ben hüzünlü bir gülümsemeyle pencereden gözlerimin önündekileri değil, gözlerimi kapamadan da görebildiğim  geldiğim müthiş ülkenin coğrafyasını görüyorum...

İstanbul ışıl ışıl...
Dolunay nefis...
Tayni boğaz manzaram daha da nefis...
Ancak benim gözlerimde sonsuza uzanan kırmızı topraklar var...
Argan ağaçları ve kaktüsler var...
Benim gözlerimde benimle benzeşen ve ayrışan bir kültürün tadı damağımda kalan izleri var...
Benim gözlerimde hüzün var...
Benim gözlerim de yaş var...

Cuba'ya duyduğum sevdayı Afrika'ya duyacağımı tahmin etmezdim!
Ben yine uzak bir diyara sevdalandım...
Ben yine bir ülkeye ama bu sefer ek olarak bir kıtaya da sevdalandım!

Hüznüme eşlik etmesi için bir kadeh şarap aldım yanıma...
Birazdan  pencereyi açacağım ve baharat, tuz ve kum kokusunu duymaya çalışacağım…
Hüzünlü bir şekilde şehrin ışıklarına bakıp pencereyi kapatıp, dönmenin acısını yaşayan her gezginin sızlayan kalbi ve ama aynı zamanda da ucundan acık olsa da yeni bir yer görmüş olmanın mutluluğu ile hayaller kurarak uykuya gideceğim…

Gezginlik zor zanaattır...
Hele gittiğiniz yere sevdalandınız mı, ve o yer ha diyince gidemeyeceğiniz bir yerse, Mecnunun gezgin versiyonunu yazar durursunuz...

Gitmeleri sever dönmeleri sevmeyiz...
Yeni coğrafyalar, kültürler ve insanlar tanımayı severiz...
Bizi gidip görmeler kadar hiç bir şey mutlu edemez...
Dönmenin hüznü gezginliğin kitabında vardır...

Gözlerimde kırmızı topraklar, kulaklarımda tam tam sesleri, burnumda baharat ve tuz kokusu, gözlerimde mutluluk ve hüzün elimde geldiğim toprakların kırmızı şarabı...

Gezginlik zooor zanaattır...
Yürekten gider yürekten döneriz...

Yakında gezginozyozborn'da Fas'ı okuyacaksınız... 5bin yazı çıkar mı bilmem ama yazacak çooook  şey var... :)

Gitmeleri seviyorum, dönmeleri değil... :( 

PS: Gezginler için psikolojik destek veren bir yer olmalı… İçindeki doyamama duygusunu, gitmenin mutluluğu ama dönmenin hüznünü ve  bir daha gidip görebilecekmiyim korkularını bastıracak, hesap kitap yapıp doluya koysan olmuyor boşa koysan hiç olmuyor oraya gidemedikten sonra ben bu parayı neden kazanmak için yırtınıyorum sorunsallarına destek verecek falan filan… :)

10 Eylül 2014 Çarşamba

Babalarıma

Bugün tam 31 sene oldu...
Ooow uzun zaman... çok uzun zaman...
Modalar değişti, arabalar değişti, artık uzaktan kumandası fişe takılan videolar yok... 
Hiç bir şey bıraktığın gibi değil...
Sadece giderken ruhlarımızda ve yüreklerimizde açtığın yara aynı...
Aslında o da aynı değil...
Özlemin de aynı değil...
Eskiden sana duyduğum özlemle şimdikisi farklı...
Gidişinin ruhumda kopardığı fırtınalarda farklı...
Zaman herşeyin ilacı denir...
İlacı değil, yaşarken ihtiyaçlar, özlemler, beklentiler değişiyor değiştikçe de gidişinin tarifi olmayan hissi şekil değiştiriyor...

Bu yaz, amcam çok hastalandı... Biraz ölümle c-eeleştik...
Çeşme acil serviste sıra beklerken koluma yapışıp gözlerini berktirip nefes alamaz duruma gelip, ben can hıraş acili yardım ediiiin yardııım edin ne duruyosunuz diye bir birine kattarken fark ettim ki, babam o! 

Bu yaz bir kaç defa ona 'baba' dedim.
Sonra pardon dedim...
Yıllardır ona daddy diye seslenirim... Ama kendi ana dilimde, gerçek anlamıyla bu yaza kadar hiç öyle seslenmemiştim ona...
Daddy demek farklıydı baba demek farklıydı... Onu hem mutlu edebilir hem de yüklediği sorumlulukla ağır gelebilirdi... Ve öz babama da ihanet etmek olabilirdi...
Karışık yani... Anlamanız zor... O yüzden pardonlar...

11 yaşıma kadar herşeyimde yanımdaydın...
Bezlerimi değiştirdin, sensizliğe dayanamıyorum, ateşlenip yataklara düşüyorum diye inşaatlarını bırakıp zamanın 'ulaşım' yokluklarında yanıma koşup durdun... 
Okumayı-yazmayı seninle öğrendim...
Senin rapidolarını kıra kıra mimar olmaya karar verdim...

En ihtiyaç duyacağım yaşlarda gitmek zorunda kaldın...
Ve en deli çağlarımı o devraldı!
Sen varken de hep o vardı aslında...
Ankara'da tedavi görürken her haftasonu benim için Samsun'a gelir, pazarları Oskar'a gider tandır yerdik! 
Baba özlemimi bastırmak için, bekarlığı seçmiş bir adam yeğeni için yol yapardı!
Seni görmeye Ankara'ya geldiğimde ilaçların etkisinde bilinçsizce yattarken, babasının onu tanımamasını anlamayan ve huysuzluklar yapan yeğenini bir günde 3 defa Vakko'ya götürüp bu yaşımda yaşayamadığım alışveriş deneyimlerini yaşatan oydu...

İlk aşkımdan ayrıldığımda aşk acımla evi terk edip (ne terk etme Çiftlik caddesinde 4 tur atmaca evi terk etme oluyodu o zamanlar) sokaklara düşüp beni arayan oydu...

Ergenlik öfkelerimi, meslek ve okul seçim krizlerimi hep o yaşadı...
Üniversiteye teslim ederken sarılıp gözleri dolan oydu...

Başarılarımı ve başarısızlıklarımı, deliliklerimi, kredi kartı borçlarımı, harçlıksız kalıp aç kalmalarımı gideren hep oydu...

Bana dünyayı sunan da oydu...
İlk okul 2'de hayatıma Van Gogh'u sokan oydu...
12 yaşımda Aya İrini'de ki ilk klasik müzik dinletime götüren de oydu...
Nazım'la tanıştıran da oydu...
Dünya sineması-tiyatro-ressamlar...

Rakıyı içmeyi de öğreten oydu!
Öyle tek araba kullanarak araba kullanma öğrenilmez diyip şantiyedeki bütün arabaları kullandırtıp araba kullanmayı da öğreten oydu... Bi otomatik öğretmedi... Hep düz düz... :)

Son inşaat işimizde daha kesit almayı yeni öğrenen bebe mimarlık öğrencisiyken beni masanın başına geçiren de oydu...

Mezuniyet projemde manyak bi arazi seçtiğim için bana sabırla yol hesabı yapıp, yol yapmayı da öğreten oydu. O yüzdendir otobanlarda bok atmam mühendislerine...

Bu yaz gel-gitli bir yazdı...
Eli ellerimde kimi zaman cansıza yakın durdu...
Ve ben hep bildiğim ama ilk defa kıyısına gelip gözlerimle gördüğüm şeyden çok ürktüm; Onu yitirdiğimde 2. defa baba kaybı yaşayacaktım...

Çeşme dar geldi bu yaz...
Deli rüzgarları ruhumun fırtınaları yanında üfürük gibi kaldı...
Korkularım sardı sarmaladı beni...

Ve o baba yarım değil babam oldum.

Bugün 31 sene oldu...
Seni unutmadım... 
Bana daha hayattayken onu verdin...
Seni sevdiğim kadar onu da çok sevmelerimi hiç bir zaman kıskanmadın...
Elinde ayakkabıları merdivenlerden sessizce kaçardı ben arkasından 'Pıtkacııım, pıtkaacııım' diye ağlardım...
Hiç bir zaman amcama duyduğum sevgiden yüksünmedin...
Sen kızarsın diye ona gidip söylediğim şeylere sadece şımartıyorsunuz diye tepki verirdin...

Şımarmadım...
Şımartılmadım...

Ölmeden 15 gün önce sen, amcam, babanem ve ben oturuyoduk ve ben senden çok amcamı seviyorum demiştim...

Hep tedavi için İngiltere'de yada Ankaradaydın...
Her koşulda yanımda olan oydu ve sana duyduğum özlem ister istemez sana karşı öfkeye dönüyordu...

O gün seni kırdım di mi?
Aslında seni daha çok seviyordum biliyordun dimi?... Seviyorum...
Bunu söylememe gerek yok...
Yok ama 31 sene sonra yeniden 'baba' diyebilmek güzel...
Küsme bana...

Sensizliğe alıştım...
Sadece çok aşık olup, aşkından yara alınca sana sarıyorum...
Küçük çocukların babama söylicem babanı dövcek tribi gibi bişeye giriyorum galiba... :)

Çok aşık olmazsam sorun yak yani Yavuzcum... ;) 

Geçen sene hayata bir kayıp deneyimi yaşamayla geldiğimi Çiftlikköy'de dolunaya karşı rakı içerken 'aydınlanarak' anlamıştım...
Beni doğurur doğurmaz ölümlerden dönen annem ya da sen...
Kaderimde çocukken bu deneyimi yaşamak varmış... Bunu anlamam neden 30 sene sürdü bilmiyorum ama gidişinle barışığım artık...

Mezarının etrafındaki bi sürü bebek mezarlarını seni görmeye geldiğimde hala kıskanırmıyım bilemiyorum... O orda gelişen ruh durumuyla alkalı... :))

Heey herşeyi birden kabullenemem! :)
Azcık kapris hakkım olsun...

Biraz karışık bi yazı oldu...
Bi af dileme yazısı belki de...
Amcayı 'baba' olarak gördüğüm için darılmandan korkma yazısı...

Sen mi o mu?
İkinizden de vaz geçemem... Ama olur da gelsen sımsıkı sarılır ve bırakmam seni... 

Heeey bi ara bi zahmet rüyalarıma gir! Senelerdir girmiyorsun... Belki de girmediğinden arada 'arıza' kadın moduna bağlıyorum... Bi özlem gidersek geçecek belki arızalar... ;)

31 sene önce bugün hayatımın en boktan pazarıydı!
31 sene sonra bugün bir sürü koşuşturmalı telaşeli bi iş günü...

Yaş ilerleyince acılara tahammül daha zorlaşıyor...
Küçüklerin dirayeti yok büyüklerde...
Acı da olsa tatlı da olsa ağaç yaşken eğiliyor...
11 yaşındaki küçük kız çocuğunun ketumluğunu, sabrını çok arıyorum bazen...
Sahi o benmiymişim diyorum...
Benmişim...
E ee o zaman... 
;) 

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Balık kadın :)

Uzuuuuuun bi aradan sonra dalgıç adayı olarak merhabaaa!!!
5 senedir yazlarını Çeşme'de geçir... hatta 3 ay ve dalmaya yeni karar ver!!!

Hadi geç olsun güç olmasın... verdik dalmaya karar daaa... ben suyun içinde normal olan biri değilim ki!!! Dalmak benim neyime?! 

Derinde yüzer, yanından yosun geçerse arızaya bağlarım!
Günübirlik tekne gezilerinde teknenin altını görünce tırsarım! Koylara demirlemiş tekneden cup diye denize atlarım amaaaa gözlüğümle dibe bakınca üç buçuk atarım! Anaam ne güzel... Ama kaç kaaaç doğruca tekneye kaç!!! 

Hayal gücü baya geniş bi kadınım... Eee mimarız lazım bu genişlik deee, iş dalmaya gelince bu genişlik direk; 'alooo akıl hastanesi mi suda bi deli var yüzen gömlek getirin' durumunda oluyooo...! :)))

Neyse deli meliyim ama  dalıcam dedim... Çeşme'de eğitim almış arkadaşlarımın okulu olan Dolphin Dalış okuluna gittim... Erdinç hocaya... Hocam ben su altını çok merak ediyorum, dalgıç olmak istiyorum dedim... Ama adama ne kadar deli olduğumu söylemedim... Denizi severim ama suya girince gömleklik deli olurum demedim... Neme lazım eğitmez meğitmez... Suda deneyerek görsün, eğitime başlamış olsun vazgeçemesin dedim...

Teorik eğitim süper geçti! Gözlerimden, vücut dilimden ne kadar zeki, leb demeden leblebi bi insan olduğumu görüp waaay oldu süper dalgıç olacak bu! Ev ödevlerime, kitabıma gösterdiğim ilgiyi de görünce teoriden yıldızları kaptım... Teoriyi hallettik hadi pratiğe dediğinde sevinçten taklalar atarak peki hocam dedim yarın 10'da teknedeyim...

Güzel mi güzel Dalyan Marinadan teknemiz ayrılırken, kendine güveni tam, dersini çalışmış, öğrenmeye hazır, hocasının sözünden çıkmayacak bir dalgıç adayıydım...

Takiiiii ilk dalış noktamıza gelmeye başlarken teknedeki diğer dalgıçların hazırlanmam lazım ciddiliğini görüp, du şunları bi gözlemliğim 2 bişi öğrenim diyene kadar !!! 

Pür dikkat tüpler, yelekler hazırlanıyor... Sonra dapdaracık dalgıç kıyafetleri giyiniyor... Herkes pek bi ciddi pek bi uzman... 

Anam, o tüpü hazırlamak derste kolaydı... Onu nereye taktı, bunu ne etti... Teorim nereye gittiiiiii?!

Vücutta panik başlayınca benim geyikler kafeslerinden kaçtılar... Öyle böyle değil! 

Sosyal medyada dalgıç olmayı düşünenleri bi anda bu fikirden uzaklaştıracak gözlemler yayınlamaya başladım!

Şansıma ilk deneyim ne kadar göbekli adam varsa dalgıçtı !!!
Anaaam bunlar o göbekleri nasssı o daracık tulumlara sokacaklar?! 
Adamları incelerken ayaklarını gördüm...
Aaaaaa pedikürlü leeem bunların ayakları !!!!
Walla bugüne kadar gördüğüm en güzel erkek ayakları dalgıçlarda!!!
Göbekliler filan ama ayakları benden nefis!!!

Veee bu iki konu üzerine başladı benim sosyal medya geyiklerim!
Dalgıç olamaya mı gittim dalgıçları gözlemleyip twit atmaya mı?!
Bilmiyom çok korkuyom, çok heyecanlıyım... Çişim geldi yine... Gidicem ama tayfa prostatlı bu hatun dicek diye gidemiyorum... Ne diceklerini bi kenara bırakıp gidiyorum bişi yok! Tamamen sinirsel... Hiç deniz tutmazken tutmaya da başladı galiba... Aaay ateşim çıktı benim...

Göbeklerini içe çekerek, nefeslerini tutarak, tayfadan yardım alarak güzel ayaklı dalgıçlar giydiler entarilerini... Tüpler, maskeler... Her şey hazır... Hop cup... Kimi zevkine kimi ileri eğitim için atladılar Ege'min sularına...

Hocam, Ozy hanımı hazırlayın sığ suda ilk denemesini yapacağız dedi...
Eğitimli tayfa önüme koydu alet edevatımı...Tek tek anlatarak kurdular önümde... Anlayan gözlerle evet, evet diye dinledim izledim onları... Sonra tek tek söktüler sıra sizde dediler...

Haaa?!
Siz yapacaksınız...
Ben? hııım ben evet... du bi dakka, bu tüp, bu yelek, bu hava veren zımbırtı... Evet bunlar bir araya geliyo evet de... 
Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa!!!
Beyin gitti !!! 
Zeka, hafıza... Ayku mayku eksi sıfırda!!!
Ozy'cim hatırladığın kadarıyla bebeğim... Sen zeki kadınsın hadi!
Ben zeki kadın?!
Ha haaaaay!!!
3 dalıştır yaşadıklarımla şunu söylim; Ben nasssı araba bullanıyom leeem?! Bence benim konserve bile açmam yasssak olmalı !!!!

Neyse yardımla mardımla kurdum alet edevatı...
En son entari giyiliyo...
Aldım entarimi elime... Şimdi güzel ayaklı göbekli dalgıç abilere laf edip sanal alemi inlettim ama bende de göbek var! Tamam onlar kadar olmasa da var! Allaaam bacaklardan sonrası komedi!!! 

Sütuuuun bacaklarımdan geçirdim entariyi ama bence erittiğim ama gel gör dalgıç entarisine göre eritemediğim basenlerimden o tulumu yukarı çekmek, kolları giymek sonra fermuarı kapamak... Oyyyy! Bi elbise giy 3 kilo ver! 5 defa dalsam, 3 kilodan... Oooo süper olurum ben...

Ozy hanım yardımcı olalım mı?
Anaaam hem hayal alemine dal hem entariyi giy Ozy... Yok ben yaparım... Bok yaparsın...Yardım al! O fermuar o göbekle naah kapanacak ha haaaaa! Gülme laaayn gülme!!! Az yememe yardım etmiyon böyle zamanlarda ayar vermeye başlıyon! İç ses şu dalgıçlığı bi öğrenim sana ayrı dalacam ben! 

Neyse efem, göbek bölgesini bi şekilde aştım, fermuarı kapadım sıra memelere geldi...
Ooooyş anaaaam o neaaa?!
Bu memeler benim mi loooo?!
Hiç bir push up sütyenin yapamadığını bu dalgıç entarileri yapıyo...
Oooo beybiiii...
Bunlar benim miiiii?!
Walla benim...
Anaaam ne güzeller...
Telefonum nerdeee bi sürü push up selfi çekcem ben! Hatta yalayacam onları.....
Benim güzel memelerim... Benim...
Nediyom leeem ben?!
Dalmadan, mavi derinlik sarhoşu olmadan bu neyin kafası?!
Bana verdiğiniz kahvede ne vardı leeem?!

Hadi Ozy hanım...
Azcık daha çaktırmadan memelerimi sevseydim... Yani tüm gün sudayız... dalmak için bu acele ne?!Hııım?!

Hadi...
Peki...
Önce belime 8 kilo ağırlık taktım...Öyle uygun görüldü... Ağırlık takmayı öğrettiler önce sonra... Oturuyosun YKC'ni giyiyosun... Tüpün bağlı olduğu, batmanı sağlayan, su üstünde durmanı sağlayan, nötr-pozitif-amuda kalkık yüzmeni sağlayan yeleğini giyiyosun... Sonra paletlerin sonra boool tükürükle temizleyip, tatlı suyla çalkalayıp yüzüne taktığın maskeyle dalmaya hazır hale geliyosun...

Haaa tüpü açıyosun, YKC'ni şişiriyosun filan onları geçiyorum...
Belinde ki ağırlıklar yetmiyomuş gibi ohaaaa ağırlıklı tüpün sırtında ayağında koca paletlerle yardımla tekenin ucuna geliyosun veeee bir elinle hem maskeni hem regülatörünü (nefes almanı sağlayan hortum diyelim) tutarak sanki yürüyomuş gibi bi adım atarak cuuuup denize atlıyosun!!!

Heee çok kolay!
Ben bu yaşıma kadar çivileme atlamamışım kiiiiiii!!! 
Alışık olmadığım ağırlıkla elbet ilk atlayışım karın üstünün hallicesi yuvarlanma oluyor... Ama lütfen regülatör ağzındayken Aaaaaaaaaaaaaaa diye çığlık atarak atlamayı başaran ilk dalgıç adayı olarak tarihe geçiyorum!!! 

Nasıl becerdim bilmiyorum ama becerdim!!!
Kolları açık beni bekleyen hocamın burnunun dibine batıp çıkmış olsam da boğuluyorum beeeen boğuluyorum beeen diye ağrızaya bağlıyorum...
Hocam hemen su üstünde yüzerliğimi sağlamak için YKC'mi şişiriyor... Boğulduğum filan yok ama... Oooo ooo... Ne kıyamet ben!!! 

Anaaam sen hiç böyle cazgır bi hatun değildin ne ara ne oldu sana?! belimdeki ağırlıklar beynime giden sinirlere mi baskı yapıyo acaba?! 

Neyse boğuluyorum beaaağğğğ sinir krizim geçene kadar bekliyoruz... Geçiyo ve gülme krizim başlıyo bu sefer...

Ben sudan çıkınca gidim bi deli raporu alim en iyisi... Tikkat suda delirir! :ppp

Hocam hadi diyor tak regülatörü ağzına başını daldır suya...
Yaaaa dalmicam ben... Nefes alamıyom !
Dalmicaz, sadece kafanı sokup nefes almayı öğreneceksin...

Aaaağğğuuuuuaaaaauuuğğğğğ...
Walla allahtan tanıdık yoktu tekne de... ya da dalmaya hevesli...
Dalmadan boğuluyorum, ahaaa boğuldum, tüpümde hava yok, lpg'li bu diye ne ağrızaya geçtim...

Bana hep üniversitede hoca ol derler...
Naaaah olurum!
Bilirim benim gibi manyaklar vardır orda! :)))
Birine bişey öğretmek sabır ister!
Hele benim gibi mannaaaa...
Sabır ötesi sabııııır!!!!

Boğuluyom ben aha boğuldum... aaaa boğulmuyom, nefes alıyom... ama osssun arıza modundan çıkmaya hazır dilim... 
Ayaklarım yere değiyo... ama ben su çok deriiiiin, bu hortum bozuk yeaaaaa arızasındayım !!! 

Neyse, Erdinç hoca cennetlik... 
Paletlerimle, kollarımla adamı o kadar tekmeledim, 1 karış suda çooook derin hayıııır çığlıkları attım adam bi kere fesupanallah demedi! 

Bi şekilde beni sakinleştirdi ve ilk beybi dalışımızı yaptık...
Yaptık ama bu seferde hayal gücüm hortladı !!!
Ulaaan yüzerken görünce bi mok olmuyoda 1 m'lik suda dalınca mı korkuyosun tayni balıklardan?!?! 

O tayni balıklar oldumu köpek balığı gözümde, ben regülatöre bi yapıştım mı... Dudaklarım yetmiyo bi de elimle bastırıyorum... Nefes almıyor tüpü sömürüyorum... Anaaam çok derin, çok korkunç, nefes alamıyooom... manyakmısın alıyosun... Baloncuk sesinden kafan şişti... Azcık sakin laaany! Yoook olamadım... Durmadan yukarı çıkalım işareti... Hocam kulaklarını eşitle işareti yapıyo bana ben hala yukarı yukarı... Baktı ben koptum tuttu burnumu sıktı... Ve bende beyin azda olsa çalışmaya başladı... Deli gibi sömürdüğüm hava beynime gitti...
Bişiler daha yaptık sonra ben iyice psikopata bağlayınca hooop dışarı çıkarıldım... 

Tekneye yanaştığımızda hem titriyor, hem ağlıyor hem gülüyordum... :) 

Walla ilk dalışımdan pek bişi hatırlamıyorum...
Çok güzeldi, ürkünçtü...Berbattı, kabustu...
Ama 2.sini isteyecek kadar güzeldi !!!

Evet korkuyorum, 2. yazının konusu olacak çoook macera biriktirdim ama öğrenmek istiyorum, dalmak istiyorum... Suyun altında bende beyin meyin gidiyo, hayal gücüm uçuyo ama en azından 1. kademeyi almak istiyorum...

Uzun zamandır bir şey öğrenmiyorum...
Öğrenme becerimi geliştirmek, yeni bir şey öğrenmek ve başarmak istiyorum...
Ödüm bokum yemeyecek ama kafes içinde köpek balıklarını görmek için dalmak istiyorum...
Derin dalgıç olmam zor, ama 18mlik olsa da deniz altı fotocusu dalgıcı olayım istiyorum...
Başarmak, güven duymak, güven vermek, tarifi imkansız o güzel deniz altını ucundan acık göreyim istiyorum...

Anlamsız paniklerimi, saçma sapan hayal gücümü dengeleyim istiyorum...
Hem korkuyorum, hem istiyorum...
Başta da dedim ya mannaaaam... :))
Devam edecek efem... Takipte kalın... 2. yazı daha eğlenceli olcak :)))
1-2-3 Aaaaaaaaaaaaaa dalıyoooom... Foooooş !!! :)

15 Mayıs 2014 Perşembe

Sizin hiç babanız öldü mü?

Soma'nın 3. günü...
Yaşanan felaketi içselleştirmiş durumdayım...
Küçükken babasını kaybetmiş biri olarak, babasını kaybetmiş onca çocuğun acısını yüreğimde yaşıyorum...

Yeniden 11 oldum...
Yeniden sabah çocuk olarak uyanıp akşam yetişkinliğe adım atmış ben oldum...

İyi kötü yaşam şartlarına rağmen umutları, hayalleri olan, mutlu olan o çocukların kayıplarını, yok kalmalarını yaşamaya başladım...

Pespembe bir hayatın kömür karasıyla kararmasını yüreğimde hissederek yaşıyorum.

Eş, anne, kardeşler için de zor ama bir çocuk için babasını kaybetmek yaşı kaç olursa olsun çok zor. Ve bu çocuklar küçükse dahada zor...

Baba güçtür, evin direğidir, mutluluktur, birliktir, güvendir, paradır, gelecektir, sevgidir, bir kız çocuğu için aşktır... Baba öyle çok şeydirki, o gidince çıplak kalırsınız... Tecrübelerimle gördüm ki bu çıplak kalmanın yaşı yok... 60 yaşındaki de yok kalıyor 5 yaşındakide... Ama 5 yaşındakinin çıplaklığı daha bir derin oluyor... Teninin sıyrılıp kemikleriyle kalması gibi...

Yetim kalmak nasıl anlatılır ki...
Dünyayı önünüze sunsalar içinizde bir yer hep sızlar...
En mutlu anlarınızda o yokluk içinizi kavurur...
En acı zamanlarınız daha fazla acıtır canınızı... Yalnız hissedersiniz kendinizi, korumasız...
Hep bir eksik, hep bir yarım...
Hep dinmiyecek bir özlemle yaşamak nasıl birşeydir bilirmisiniz?
Kokular, sesler, renkler, mekanlar... bir ömür boyu o özlemi hafifletecek izleri sürersiniz... Ama hafiflemez... Hafifleteyim derken daha beterde olursunuz...

Her ölüm her kayıp zordur...
Ama böylesine bir trajediyle yaşanan...
Cesetleri tespit edemedikleri için insanlara fotoğraf gösteriyorlar...
Hiç hayatınızda morga girdiniz mi bilmiyorum...
Ben ilk defa 11 yaşımda girdim... Babam için...
Ailem yaşlı olduğu için 36 yaşıma kadar bir çok defa girmek zorunda kaldım.
Tek torundum, tek yiğendim...
Gözleri kapama görevi hep benim oldu...

Büyük amcam öldüğünde koskoca 36 yaşındaki  ben içimdeki çocuğa yenik düştüm... Korktum... Ve kaçtım! Saray Devlet hastanesinin morgunun küçük koridoru bitmek bilmedi... Yapamadım, görmeye dayanamadım, gözlerini kapayamadım... O küçük koridordan çıkışa deli gibi koşmaya başladım... Filimlerdeki ağır çekim sahneleri gibiydi! Çığlık atarak kaçmak istiyordum ama yaptığım şey yaşıma yakışan bir hareket değildi, utanıyordum ama kaçıyordum... İçimden çığlıklar atarak sadece koştum annemin kucağına bıraktım kendimi... Korktum anne yapamadım dedim... Bu sefer yapamayacağım...
Amcam kalpten ölmüştü!
Korkacak bir hali yoktu! 
Ama korkmuştum...
Onca insana yaşatılan işkenceyi düşünün! Bir sürü kötü durumda ceset fotoğrafları ekrandan akıyor ve siz yakınınızı teşhis ediyorsunuz!
Ne trajedi!
Her 'son görev' görevimi yaptıktan sonra 1 hafta kendime gelemem... Rüyalarıma girer sevdiklerimin cansız son bakışları... Tuhaf korkular, panikler yaşarım... Işıksız uyuyamam, yastığın altına bile elimi uzatamam vs... Sonra geçer normal ben olurum... Bu insanlar onca feci görüntüden sonra nasıl toparlanacaklar? Gözlerini kapadıklarında gözlerinin önüne neler gelecek? 

Ölenler ayrı bir işkenceyle öldü, yakınları daha farklı bir işkence yaşıyorlar...

Düşünmeden edemiyorum...
Düşündükçe kalbim sıkışıyor, gözlerimden yaşlar iniyor...
Onca çocuğun ihmal uğruna yetim kalması canımı çok acıtıyor...

Bir ailenin kayıp yaşaması ne zordur...
Ben şanslıydım benim amcalarım beni çocukları gibi gördü...
Şimdi onca çocuk aile konusunda şanslılar mı acaba?
Babaları belki okutacaktı onları, amcaları-dayıları sorumluluk artık bizde diyip sahip çıkacaklar mı onlara yada sırtlarını mı dönecekler...

Ben bunları düşünüyorum 3 gündür...
Yetim olmak yok kalmaktır... YOK! Aklınıza gelecek herşeyden yok kalmak!
Para-pul imkanlar olsada yok kalırsınız...

Babam öldüğünden beri annemle ben birlikte sofraya oturmayız...
Canımız acır...
Babam öldükten sonra sofrada onun boş yeri boğazımıza lokmaları çok dizdi... Ve bizde sözsüz bir anlaşma yapmış gibi bir daha beraber oturmadık sofraya...
30 senedir ayrı ayrı yeriz... 
Annemle ben bir aileyiz ancak 'yarım' bir aileyiz... Karşılıklı sofraya oturmak eksik yanımızı hatırlatır bize... O yüzden evde hiç karşılıklı yemek yemeyiz... 
Birlikte sofraya oturma alışkanlığımızı 30 sene önce babamla gömdük...
Bu size tuhaf gelebilir ama öyle... Bazı şeylerin açıklaması yoktur... Can acıtır hatırlatır ve yapmayı bırakırsınız...

Kaç evde sofradaki boş yer lokmaları boğaza dikecek...
Kaç çocuk ailesi tarafından sahiplenip kömür karası olmuş pembe hayatına isli de olsa dönebilecek?
Kaç kadın dul kadınlığın yükünü acısıyla sırtlayacak?
Kaç anne yiten giden evladının acısıyla ömrünün sonuna kadar yaşayacak?
Kocasını ve evladını aynı anda kaybetmiş kadın nasıl güç bulupda çocukları için ayağa kalkacak?

Çok soru var...
Düşünülmesi gereken çok şey...
Ve hepsi iş kazası ve kader sonucu...

Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum...

28 Mart 2014 Cuma

Capon aslan sütü: Sake ;)

Mail boxım mesleki veya eş-dost mailleriyle dolup taşmaz benim.
İstanbul'daki kültürel aktivitelerin mailleriyle taşar...

Bir süre önce  Japon Konsolosluğu'da eklendi listeme.
Genellikle film etkinlikleri yaparken, geçen hafta sınırlı sayıda katılımcıyla 'Sake' tanıtım etkinliği düzenleyeceğiz mailleri boxıma düşünce bu kaçmaz diyip katılıyorum cevabını yolladım.

Yıllardır Japonya ve Almanya Konsolosluk binalarıyla komşuyuz. Alman Konsolosluğuna hiç vize almak için gitmedim ama eşşiz boğaz manzarasına bakan terasında çok etkinliğe katıldım. Hatta konsoloslukta çalışan bir ateşenin bana vurulmasıyla kimsenin gezemeyeceği yerlerini gezip, 'çatısından' İstanbul'u bile seyrettim! :) Komşusu olan Japon'yanın binası mimar olarak çok ilgimi çekiyordu... Ama hep panjurları kapalı olan binanın pencere doğramalarını bile görmek mümkün değildi! 

Sonunda hem Sake deneyimi hem de binayı görme şansına nail olmuştum! Kaçmazdı bu fırsat! :) 

Dün akşam, Türk mimarisinin eşşsiz inceliklerini ve işçiliğini koruyan binanın içine girdiğimde Sake-make umrumda değildi... Merdivenin ahşap doğramalarını, avludaki kafesin işçiliğini filan fotoğraflamak-ellemek istiyordum! 

Ancak binaya adım atar atmaz etkinliğe katılmış 2 tane kelli felli beyefendiyle burun buruna gelip benimle nazikçe sohbet etmeye başlamları içimceki canavar mimarı dizginlememe neden oldu! :) 

Üst kattaki zarif duvar süslemeli salona adım atar atmaz bizleri ilk Sakemiz karşıladı. 6 tane Sake tadacaktık. Ve ilki, Daiginjo Hitenzan  buz gibi kadehlerden bize gülümsüyordu. %35lik pirinç ve %17'lik alkol oranıyla aperatif olarak güzel kokusuyla tanınırmış... Ben pek kokusunu alamadım... Ama tadı, içimi hafif ve güzeldi... Girerken elimize verilen notları okurken güzelce bana eşlik etti... :) 

Sake çok eski bir içki. Japonya'da M.Ö.2500 yıllarında ilk pirinç üretimi başlamış... Tarihte ilk Sake'ye M.Ö. 300 yıllarında rastlanılıyor... Varlığı kanıtlanan en eski üretici 1140 yıldır işletilen 55. kuşak üreticiymiş. 

Bu sırada tam 2. Sake'ye geçildiğinden not almayı bırakıp koku ve tad testine ilgimi kaydırdım... Ve test yaparken ülkemizde sadece son 10 yılda aslan sütü üreten firmalarımızın çeşitlenmesinin ne kadar acı olduğunu düşündüm. Adamlar milattan önceden-sonradan bahsediyorlar biz bu topraklar üzerinde yaşamış tüm uygurlıklardan bize miras kalmış içkileri koruyup kollayamamış geliştirememişiz... Kapadokya Şarapları mesela... Şartlardan yüzyıllardır aynı aile yada firma tarafından üretilmesi belki mümkün değildi ama Japonların övünç duyduğu gibi bizde bak bu milattan önceye dayanır, toprağımızın-vatanımızın ürünü mirasımız diye tanıtım yapabilirdik... Amaan neyse bu 2. nefismiş yahuuu... Vatan millet sakaryayı boşver diyip tadımın keyfine geri döndüm... :)

Sake su ve pirinçten yapılan fermente bir içki.
Güzel bir Sake için su çok mühim. Japonya çok yağış aldığı için, doğal su kaynakları çok fazlaymış... Çok kaliteli içme suyumuz var dediler... Fransızların Evian'nı yerine Capon suyu içmek daha in ve sağlıklı olur bence havayı-civayı sevenleeeer... ;) 

Sake 2000 yılı aşan bir fermante litarütürüne sahipmiş! İçki diyip geçmemek gerekiyor. İzlediğimiz dvd'den gelenek-kültür ve bilimin birleşkesi olan el emeği-göz nuru bir içki olduğunu öğrenince yudumlar daha saygıyla inmeye başladı boğazımızdan! 

Pirinç yetiştiren bir ülke olsakda Migrostan baldo prinç alır geçer gideriz... Ülkemizde çok çeşitli pirinç üretildiğini sanmıyorum... Üretiliyosa da bilmiyorum ama Japonya'da 300 çeşit pirinç üretildiğini ve bu çeşitlerden 100 tanesinin Sake için üretildiğini biliyorum! (Hem içerim hem dinlerim hııck! :p) 

Öğütme işlemi Sake'nin en önemli işlemi. Bize tanıtılan Saklerde alkol oranından önce içinde ne kadar pirinç var onu söylediler... Öğütme pirinç oranını ayarlayan, nişastayı-yağları ayıran bi işlem... Bu konuda not almışım ama dr. yazısı gibi! Okuyamıyorum. Muhakkak 3. Sakeye denk geldi bu not! Öğütme önemli işte yeter bu bilgi size... :p 

Kadın Sakelerinde yumuşak su, erkek Sakelerinde seret su kullanılırmış... Sert bi kadın olarak en beğendiğim 2 Sake erkek sakesi oldu! İçkilerde bile kadın-erkek ayrımı... Iyyk! Bu detay anlatılırken Türk ve Japon toplumunun erkek egemen kültürüne sövüyodum! 

İç, test et, dinle, not al, sosyo psiko düşüncelere dal... Dışardan Sake test eden mutlu bi kadın gibi görünebilirim... Oysa bakın... :p 

Sakenin üretimini dvd'den izlerken, tecrübenin ve insanın öneminin teknolojiye rağmen önemli olacağı noktaların hep olacağını düşündük... Galiba bunu bi ben düşündüm... Neyse işlemleri kısaca anlatma imkanım yok... Yazı zaten uzun oldu bir de o konuya girersem kimse okumaz! 

Yapım aşamasının bir detayından bahsedeyim sadece; 30 günün sonunda Sake'nin hazır olduğunu ilan etmek için fabrikanın kapısına servi yumağı asıyolar. Bu çok hoş, güzel ve ilginç bir detay. Tüm dünyaya Sake doğdu diyorlar... :) 

Gelenekler ülkesi ! 
Bize test ettirilen 6 Sake'nin yanında uyumlu yemeklerde ikram edildi. 
Edildi ancak, 19'da başlayan etkinliğe herkes aç gelmişti! Türk insanı ekmeksiz, tayni şeylerle doyar mı?! Doymaz... Bir de her gelen uyarıyla gelmiş aman Sake çarpar dikkat demişler! Sake'nin alkol oranı şarapla aynı... Adam gibi içmezseniz herşeyin çarptığı gibi çarpacak bir içki. Yoksa diğer içkilerden farklı bi çarpması yok! 

Çok güzel bir etkinlikti.  Yurtdışında Sake'yi tanıtmak için kurulmuş Sake Samurai aktivitesinin yöneticisi tanıtımı yaptı. Adamlar tanıtım için ekip kurmuşlar! Bizim şaraplarımızda kendi yağlarında kavruluyorlar. Bizde de böyle bir tanıtım ekibi kurulsa... 

Tadımı yaptık yedik içtik notlarımız aldık çıktık... Çıktık ama tatdığımız Sake'ler marketlerde varmı nerden buluruz ülkemizde sormayı unuttuk... :( 

Bize tanıtılan markaları yazıyorum efem; Bi Capon restoranına filan giderseniz Sake içmek isterseniz buyrun bu bilgileri şey ediniz. Şşşş banada bi suşi ısmarlarsınız artık bu kadar yazdık çizdik sizi cahillikten kurtardık dimi yani... ;) :

1-Daiginjo-Hitenzan %35 pirinç %17 Alkol içeriyor. Aperatif Sakesi.
2-Junmai-Daiginjo-Shichida %45 pirinç %16.8 Alkol içeriyor. Beyaz etli balıklarla uyumluymuş. Levrek Carpaccio eşliğinde tattık biz. Bu 2 numara en en beğenilen oldu.
3-Jizake-Tenzan %60 pirinç %18 Alkol içeriyor. Baharatlı ve sulu yemeklerle uyumlu. Türk mutfağına uyabilecek Sake. Izgarada pişirilmiş mini köfteler ve domates sos ile test ettik.
4-Junmai Daiginjo-Onkochishin %45 pirinç %16 Alkol Baharatlı ve domates soslu yemeklere uygun. Yer fıstığı oslu tavukla test ettik. Bu Sake oda sıcaklığında servis ediliyorç 21.yıl bekletiliyor. !!! Nefisti! 2ve4 ! 
5-Tenzan Junmai Ginjo Köpüklü-Origarami %55 pirinç %17 Alkol. Bir sene buzdolabında soğutulup servis ediliyor!!! Kızartma ve yoğurt kullanılan yemeklerle uygun. Kuzu ciğer tava ile test ettik.
6-Sudaç Bunun oranlarını kaçırdım not alamadım. Limonçello gibi bişey. Yemeğin sonunda tatlı yerine içilirmiş. Soda ile beraber içilmesi uygunmuş...

Dün akşam öyle tayni suşi ikram ettilerki dişimin kavuğuna gitmedi... Nassı aşeriyorum... Siz okurken bende suşi yemeye gidim bari... ;) 

27 Mart 2014 Perşembe

Uykusuz her geceeee...

Ev alma komşu al serimize yeni komşuyla devam ediyoruz.
Anladığım kadarıyla piyangodan para çıkıp üst katı almadığım sürece komşu yazı dizim çook uzun soluklu olacak... :) 

Orta yaşlı karısı Arjantinli olan çift taşındı... Kirada anlaşamamışlar! 
Onların yerine ünlü bir araba markasının Nişantaşı şubesinin şeysi taşındı.
Oğlan benimle yaşıt galiba...
Sosyetik dergilerde, gece hayatında baya bi ünlü...
Googlda adını yazınca uuuw beybi ne fotolar-ne haberler çıkıyo!

Bekara niye ev verilmezi bu yaşta anladım!
Bekar, köpeği var ve 'nişanlım' adı altında bi hatun. Bu hatunlar birken 2 oldu ama! 
Anam ben flört bile bulamazken herif 2 nişanlılı!!!! Allah çirkin kısmeti versin walla...

Evimizin yalıtım sorunu var.
Yan komşu-alt komşu aksırığımız tıksırığımız, pırtçıklarımız birbirimizde...
Böyle bi binada köpek ve topuklu ayakkabıyla yürüme fentazisi olmak tahmin edersinizki çok rahatsızlık veren bi durum!

Köpek Çin buldoğu... Kırış kırış suratıyla pek bi sevimli. Köpek sever biri olarak bayılıyorum ona, ama gel gör tırnaklarının zeminde çıkardığı o ses yok muuuuuu?!?!

Hadi gündüz bir şekilde tahammül ediliyor ama, gece yatmayıp oturmayı tercih eden yeni kiracı yüzünden o köpek gecenin üçünde tepemizde koştukçaaaa, köpek severliğim gidiyor, hayvanın tırnaklarını kerpetenle sökmek isteyen bir cani geliyor! 

Adamın 'nişanlıları' topuklu ayakkabıyla dolanmayı seviyorlar.
Aslında bi tek onlar değil, evde 7x24 Ermeni bi hizmetli olduğundan eve giren çıkan herkes ayakkabıyla dolanıyor! Erkeklerinki normal bi ses çıkarsa da platform ve 'çivi' topuk ayakkabıları giymeyi tercih eden kadınlarının topuk sesi tahammül sınırlarını zorluyor!

Kibarca rica ettik, dedikki tüm ses bize iniyor... Evi halı kaplatın... Ok dedi adam...
2 hafta geçti nerden halı siparişi verdiyse tık yok!
Yarımdan sonra tüm apartman sessizliğe çekilirken bunlarda hareket başlıyor...
Esmer nişanlı bi gece klübü iştetmecisi mi nedir, yoksa pavyon gülümüdür töbe töbeee, saat 1-1.5 sularında çivi topuklarıyla tepemde koşturarak hazırlanıyor ve çıkıyor gidiyor... Sonra sabah 3 sularında veya 5'de eve geliyor tak tak taaaak sesleriyle bizi uyandırıyor... Eve biri geldi yaşasın diye sevinen köpek tırnaklarını beynime batırarark neşeyle dolanıyor! 

Gel kaçan uykunu yakala ve uyu! 

Yalıtım sorunu olduğunu bizde fark ettik diyen yeni kiracının duyarlı davranmasını beklemek her halde bizim saflığımızdı!

Yönetci ben napim diyor, 5 bin lirayı cebine atan mal sahibi sizin için düzgün kiracı bulmaya çalıştım, çoluklu çocukluya vermedim diyor!

Ulan çocukluya kiraya versen çocuk bi saatte  yatacak ses gidecek! Bunlar vampir türü olduklarından gece uykusuz gündüz uykulu hayata geçtik sayelerinde!!!

Önümüzdeki hafta avukatım aracılığıyla ihtarname göndereceğim...
Sabahın bilmem kaçında polisi aramak annemin yüreğini daha beter çaptıracak... Arayamıyorum polisi...

Ey insanoğluuuu, sizden ricam azcık ev yaşantınızdaki seslere dikkat etmeniz. 
Herkesin ses duyarlılığı farklıdır. 
Evde hayvan beslemek, topukluyla yürümek, müzik dinlemek vs... Herkesin bir şeylere hakkı var ama 30 senelik ses yalıtımı olmayan bi binada yaşıyosanız haklar-hukuklar biraz daha özen istiyor...

Napim şimdi? Tavanda topukluyla yürüme denemesimi yapim?
Sabahın 3'de 5'de eski bi metalci olarak son ses müzik sestini açıp solomu dinletim apartmana?
Bi hayvan sever olarak psikopata bağlayıp köpeğin tırnaklarını mı sökim?
Vuduuu büyüsü yapıp kadının topuklarının kırılmasını sağlayıp kötürüm mü yapim onu?

Üstünüzde çatı dublexi varsa o evi almayın-kiralamayın!
Oha paralı kiraları paralı ama kültürsüz hödükler tutuyo...
Terlikle dolanmak bayalık geliyo olabilir ama alt komşuyu uykusundan etmek bişeycik olmuyo galiba?

Evrene gönderdiğim yeni dilek, üst katı alacak para. 
Annem her gece seslerden uyanmaktan kalp çarpıntısı yaşamaya başladı...
Ajda'dan Uykusuuuuz her geceeee'yi itaaf ediyor, pzt. avukatıma para kazandıracak üst komşuma lanetin bin birini yolluyorum! 

;)