Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

28 Aralık 2007 Cuma

Dilek ağacına dilekler...

Blogumun başlığı ortaya karışk ne varsa buraçta değil mi...
Tam olarak bir sene olmadı ama bayağıdır yazıyorum...
İmlam yok...
Bide alkolilk bir laptopta yazdığım düşünülürse...

Eski yılın son demleri...
Acılı, göz yaşılı bir yıldı...
Gönül bakımındansa korkakça geçen bir yıl...
Adım atılamayan... atılmak istenmeyen...

Bu gün barıma saat 3 sularında damladım...
Mutlu bir şekilde...
Saat 10 ve 7. biram...
Limitim 8.5... Ama hala tık yok bünyede... süpeeeer !!!

Sorun şu bu yaşlarda hala gençlikteki gibi aşık olabilmek mümkün mü?
Hepimiz istesekte istemesekte, farkında olsakta olmasakta geçmişten getirdiklerimizi sunuyoruz yada kusuyoruz...

Bu yaşta sudan çıkmış balık olmak mümkün mü?
Birisinin büyük hatta ötesi aşkı olmak?

Hiç evlenmedim... En uzun ilişkim 7 sene sürdü... Bu ilişkinin izlerini silmem 5 sene...
Şu an bir ilişki yaşasam karşı tarafa ne verebilirim bilmiyorum?
Tek çoukluğun bencilliği, geçmiş ilişkilerden alışkanlıklar ve duyulan özlemler...
Belkide bir ilişki yaşamayıp adamın hayatını alt üst etmemeli..
Ama bedende ruhta arzulamakta sevgiyi, şevkati, beğenilmeyi, önemli olmayı...
Ama karşı tarafa ne sunacağım?

Misafir umduğunu değil bulduğunu yermişte... 35'te kapıyı her gün çalan yok...

Tek ve özel olmak...
Herkezin istediği bu...
Mustafa'nın şiirindeki gibi bütün aşkların bizde temize çekilmesi...

Tutkulu birşey yaşayamassam ben ben olmam...
Adamı fiziksel olara aldatmam ama beynimde bir acaba varsa o aldatmadır benim için karşı taraf bilmesede...

Yeni yıla girerken dileğim eskisinden daha tutkulu daha aşık olduğum bir aşk...
Hiç sevilmediğim kadar sevilmek...
Özlemlerimin, kurak toprağın suya kavuşup sonra bereketli olması gibi...

Tamamlayamadım... dilek bunlar, umut bunlar...
İnsanlar inaçsız yaşayamazmış !

8 sayısını sevmem ama dileğim, arzularımın, özlemlerimin gerçekleşmesi...
Klasik sağlık, huzur, mutluluk ve hiç sevilmediğim kadar sevilmek ve aşık olmak...
Şiirdeki gibi hani; tüm aşkların temize geçildiği... eski sevgililerin, eşlerin unutulduğu, olmadığı...

Dünyaya yeniden geldim demek...
Şimdi yaşıyorum demek...

Eski pozitif, gülen, eğlenceli Ozy olmak... Aşık Ozy olmak...
Hani dünyanın, evrenin umrumda olmadığı sadece aşkımın merkez olduğu...
Ve merkezi olduğum....

Noel baba yok, melekler yok, belki tanrı yok...
Ama umut var...
İnanç var...

Hey yazın gidip aşı olduğum Yunanistan'ın Yunan tanrıları...
Zeus, aşk tanrını Reasüransa yolla...

Belki bu gece 7 bira limitimdir hıım?
;)

Mutlu yıllar...
Mutluluğu yılar değil seçimlerimiz getirir...

Beni çağırıyorlar...
Barda laptop başında bu saate olmuyor.... :p

:)
Küçük not: Sevdiklerimin dilekleride gerçek olsun.... :)))

26 Aralık 2007 Çarşamba

Şimdi reklamlar...

Son zamanlarda bir beyaz eşya firmasının reklamlarına takmış durumdayım.
Reklamlarda beyaz eşyalara psikopat, manyak hatta ötesi davranışlar sergileyen insanlarla ürünlerinin dayanıklılığını kanıtlamaya çalışıp tüketiciye, 'bizim ürünlerimizle sadece çamaşır, bulaşık yıkamakla kalmaz karınıza-kocanıza hatta patronunuza olan hıncınızıda çıkarıp oohhh bi güzel rahatlarsınız, asıl işlevi yanında birde böyle özelliği olan ürünümüz şu fiyata...' diyorya... Hah ben o reklama takmış bulunmaktayım...

Walla ben şahsen rahatsız oluyorum bu reklamlardan...
Seneler ama çok seneler önce bu reklamın çocuklusu çekilmişti... Çocuk dediğin oynar, kurcalar, vurur... Onun için sağlamlık önemlidir de koca koca yetişkin, okumuş, meslek sahibi insanlar neden beyaz eşyalara saldırsınlar? Nedeeeen? Manyaklar mı?

Bir adam, karısı yemek yapmayı bilmiyor ve bunun üstüne bir yemek kursuna gitmesine rağmen pişirdiği tüm yemekleri hala daha yakıp kendisini aç bırakmasının bedelini bulaşık makinesinden çıkarır ?

Hiç bir türk erkeği makinaya vurmaz... Okumuşuda okumamışıda karının ağzına çakar bir tane... Aaaa kocanın vurduğu yerden gül biter... Bitmez miiiii... Kaktüslü gül hemide... Kocaların ürettiği bir çeşit özel gül !!!

:p

Manyakmıyım, psikopatmıyımda milletin hırsını aletlerden alayım?
Tamam kabul zaman zaman çamaşır makinesinin kapağını sert kapatmışlığım var ama, reklamdaki hatun gibi cinnete bir kala gözlerim kararıp hısrımı alamayıp az sonra çoluğumu çocuğumu-eşimi bıçakla 9 parçaya ayırıcak moda hiç geçmedim... Geçeninide bilmedim...

Bu reklam ürünün sağlamlığından çok toplumu şiddete, evdeki tüm beyaz eşyalara saldırmaya davet eden bir anlatımda...

Yaw adama deli demezler mi karım yemeği yakıyo, patron raporu çiziyo diye bulaşık-çamaşır makinesine saldırana !!!

Bari buzdolabı içinde, Kakılmış versiyonu çekseler...
Koca dayağından bıkan kadın kocasını doğruyo, ve tayni tayni dilimlerle buzdolabına koyuyo... Aradan aylar-yıllar geçsede ilk günkü tazeliğinden bişi kaybetmiyo son teknoloji sayesinde...

Bence o markanın, şiddet içeren reklamlarına böyle bi buzdolabı reklamıyla final yakışır !

Reklamcımı olsam acaba?
Evet bencede süper üreticiyim...

Evet bundan sonra napıyoruuuz, beni arada kızdıran patroncuğumun bende arttırmış olduğu sinir katsayısını ofisteki tayni buzdolabının kapağında indiriyoruz.. Aynı marka olmadığı için darbelerime dayanamayabilir tek sorun bu ! Yooo tek sorun bu diiil, ofis malzemesine zarar vermekten kovulabilirimde...

Reklamlar insanları kötü etkileyen kısa filmlerdir ! :p

19 Aralık 2007 Çarşamba

Hormonsuz kurban...

Eskiden giderdin hayvan satıcısına, parana göre iyisini alır kestirirdin...
Ailecek yer, dağıtırdın...
Biraz kan gövdeyi götürürdü, elden kaçanları yakalamak için koştururdun filan ama yoktu böyle bir tantane...

Gazetelerde sayfa sayfa haberler:
Hormonsuzunu nasıl anlayacaksınız?
Buyur?
Yediğimiz içtiğimiz herşey hormonlu değil mi zaten?
Domatesinden patlıcanına kadar...
90'lı yıllarda deli dana olmuş etler tüketilmedi mi?
80'lerde Çernobilli çaylar içmedik mi?
Tarım ilaçlarının zararları hala tehdit değil mi?

Adam soruyor, hormonsuz kurban nasıl alıcam?
Ben Doly istiyorum walla... Klonlanmış koyun yoksa kesmicem abi... Biyolojik-teknolojik gelişmelerden mahrum kalmış bir kurban benim kurbanım olamaz... Eşe dosta ne derim, nasıl hava atarım ben sonra... Ha tübbebekle çocuğun olmuş ha klonlanmış koyunun olmuş... aynı hava, aynı lüks, aynı alım gücü...

Walla işin geyiği güzel çıkarılır...
Besili olacakmış, gözleri canlı canlı olacakmış, kestiğinde eti pembeyse anlayacakmışsın ki hormonluymuş !!! Ha bide kulağı küpeli olacakmış !!!
Way anam vay artık heyvanında küpelisi makbul...
Rahmetlik babanem ' deden derdiki kadın kaç yaşında olursa olsun kulacığından sallanacak pırlantası... ama gel gör yokluk yıllarında gitti küpeciklerim almadılar bidaha...'
Ya babane artık kadın kısmısı değil ineğin, koyunun, köpeğin ve maymununda küpelisi makbul...

Nerde izlemiştim... Galiba İstanbul Modern'nin ilk açıldığı yıllarda AB yasaları gereği küçük ve büyük baş hayvanların küpeli olması zorunluluğu hakkında bir filmdi...
Gülermisin ağlarmısın hayvanlara, avrupanın tepelik-dağlık köylerindeki yaşlı köylülere...
Yoksa küpesi ölüyordu hayvan...
Alplerde bir yerlerde yaşlı bir çift şnekelrine küpe takana kadar oluyorlardı ineklerinden... Avrupanın ortası böyleyken Türkiyem normaleeeee gelmişti...

Küpe demek, künye demek...
Küpeliysen testlerin, iğnelerin yapılmıııış, sofralarımıza layıııık bir heyvansındır...

Millet hormonsuz, küpeli, sağlıklı kurbanlık arayışında...
Belediyeler deli gibi mesaj yağmuruna tutarak milleti nerde ve nasıl kurban kesebileceklerinin bilgisiyle boğmakta...

Heyvan kesmeyecek biri olsamda exlerden, sevmediğim insanlardan birini veya birkaçını bu alanlara götürüp kurban etsem?
Olmas mı?

Olmaaas olmaaaas...
AB'ye rezili rüsva olmadan, sokakları, evleri, parmakalrı, kolları kana bulamadansevdiklerinizle sağlıklı, huzurlu mutlu bayramlar dilerim efem...

Ben hormonsuz erkek bakmaya gidiyorum izninizle...

:p

18 Aralık 2007 Salı

Bir adam istiyorum...

Bir gün arayla ikisi de bana aynı şeyi söylüyor...
Gülümsüyorum, hatta gülüyorum...
Daha farklı bir yorum beklerken, onlar yazılarımdan senin bir aşk zamanın gelmişi çıkarıyorlar...
Bilmem... belki de gelmiştir... O kadar farkında ve arzusunda değilim...
Evet zaman zaman aaaaaşk istiyorum oluyorum ama sonra aşkı bir ilişkiye dönüştüren ufak hayaller usuma üşüşmeye başlayınca da... Onları bir güzel kovalayıp of... dertsiz başıma ne diye dert alayım, benden keyiflisi mutlusu var mı oluyorum...

İnsan nankör kediden de fena bir yaratık...
Çiğ süt emmişten ne beklenir işte !

Hem olmayanı istersin, olunca da olmayanı...
Dengesizlik hakim gönül konularında bende...

Her ikiside aşk lazım artık diyor...
Evet şu kış günlerinde, konyakla bedeni ısıtmak yerine adamı battaniye yapmak hoş olur olmasına da...
Oooo... düşündükçe ilişki oyununun kuralları beni germekte...
Germekte ama düşünmeden de edemiyorum...

Bir adam istiyorum:
Güne bensiz başlayamayacak...
Güne gözlerimde kendisini görerek başlayacak...
Yataktaki sıcaklığımda elini gezdirip beni arayacak...

Bir adam istiyorum:
Benimle gülüp, benimle ağlayacak...
Eğlenceli, anlayışlı, duyarlı...
Muzurluklarıma muzurca cevap veren...
Şakamla ciddimi ayırt eden...

Bir adam istiyorum:
Yaptığım çiğ ve yanmış yemekleri zevkle yerken ellerimi öpen...
Mutfağa girip yemek yapan ve elleriyle yediren...

Bir adam istiyorum:
Şişelerde değil, gözlerinde sarhoş olacağım...
Denizde değil, onda dalıp yüzeceğim...

Bir adam istiyorum:
Beni dinleyen, dinlerken akıl vermeyen, dinleyen...
Huzur ve güven veren...
Bazen bir liman olan...
Yanımda olan...
Yanında olduğum...

Bir adam istiyorum:
Hayat ağır geldiğinde hiç konuşmadan, sormadan saatlerce göğsüne sığınıp ağlamama izin veren...

Bir adam istiyorum:
Hayatını benimle paylaşan...
Annesi, kardeşi, arkadaşı, sevgilisi, kadını olduğum...

Bir adam istiyorum:
Bir sigara içimlik zamanda beni özleyen...
Özlediğim...

Bir adam istiyorum:
Dostum, arkadaşım, dert ortağım, sırdaşım, babam, erkeğim olan...

Bir adam istiyorum:
Ellerim ellerinde uyuyan...
Sevdiğim...
Seven...
Kokum bedeninde dolaşan
Kokusu bedenimde dolaştığım...

Bir adam istiyorum:
Tüm olumsuzluklarımla, huylarımla, huysuzluklarımla, beceri ve beceriksizliklerimle, başarılarım ve başarısızlıklarımla her şeyimle beni isteyen, seven...
Hastayken başımda bekleyen, burnumu silen...
Ailemi aile bilen...
Neleri sevip sevmediğimizi bildiğimiz...
Detayların hediye olduğu...
Dikkatin önemli olduğu...
Gözümden düşen tek damlada içi acıyan...
Uzun saçlarımı saatlerce seven...
Göğsünde uyutan...
Öpücükleriyle uyandıran...
Herşeyi paylaştığımız...
Dünyayı dolaştığımız...
Gözlerinde kendimi gördüğüm...
Birlikte nefes aldığımız...
Onsuz Leyla olduğum, bensiz Mecnun olan...

Bir adam istiyorum:
Yüzümdeki gülümsemeyi arttıran...
Kahkahalarımla dünyayı çınlattıran...
Onun beni sevdiği gibi onu sevdiğim...
Bir sigara içimlik zamanda içime özlem düşüren... düşen...

Bir adam istiyorum:
Bastonlarımızla kaldırımlarda el ele yürüyeceğimiz...
Son nefesimizi birlikte vereceğimiz...

Bir adam istiyorum:
Beni seven...
Onu sevdiğim...


(Carna ve Engine...)
Mevlana demiş ki: İnsanın değeri aradığı şeydedir... ;)

17 Aralık 2007 Pazartesi

Geçmişi bırakamayanlar...

Takıntılardan, geçmişten kurtulamayan insanlardan nefret ediyorum...
Nefret belki de yanlış bir tanımlama oldu... Kaçasım geliyor o insanlardan...
Çığlık atmak istiyorum, o insanları terk eylemek istiyorum...
İstiyorum istemesine ama gel gör kolay değil...

Geçmişten cımbızla anıları seçip onları 'an'a' kurgulamayı çok seviyor...
Sabah sabah, tam işe gitmek üzere kapıdan çıkarken cımbızının ucundakini atıyor bana...
!!!
Böylesine bir hayal gücü ve bağlantı...
Süper dedim... Hatta pes dedim... pes...
Şu an bu kapıdan çıkıp evi ve seni terk etsem kimse beni suçlamaz- suçlayamaz...

25 sene öncesi vardı cımbızının ucunda...
Ömrünün son demlerini yaşayan bir koca ve taşınılan bir ev...
Adam ölüceğine mi yansın, acılarından mı kıvransın napsın bilmez bilinmez bir halde gözünü kapamadan tasarlayıp, inşa ettiği eve ailesini yerleştirme arzusunda... Ama bedeni bu çabasına boyun eğmiyor... Yatacaksın diyor...
Kocası yerine babasıyla evi taşımak zorunda kalıyor...

Sabah sabah, baban gibi taşınma aşamasında sende beni terk edeceksin diyor !
O an kapıda duruyorum...
Zaman zaman hiç bir yere, kimselere sığamadığım, tarif edemediğim o his tüm bedenimi kaplıyor...
Anlatsan anlatılmaz, anlanılmaz tuhaf tartışmalarımızdan/ sorunlarımızdan biri daha dalga dalga tusunami etkisi yaratmak üzere bana doğru geliyor...

O an yok olmak istiyorum...
Dünya üzerinde hiç tanınmadığım, tanımadığım bir yerde sıfırdan var olmak istiyorum...
Geçmişim, dostlarım, işim, merak edilirmişim edilmezmişim umrumda olmadan...
Hiç bir hayata teğet geçmediğim, dokunmadığım, dokunulmadığım...
Başına buyruk özgür...
Sorumluluksuz...

Dalga geliyor tüm bedenimi ıslatıyor...
Sarsılmıyorum...
Yutkunuyorum...
Elimdeki spor çantamla ve bankadaki 3 kuruşumla bir uçağa atlayıp basıp gitsem oluyorum...
Gitsem gitmesinede, uzun süre eşofmanla yaşanmaz ki...

Kızgınlık geçiyor bir süre sonra ama, kırgınlıklar geçmiyor...
Kırgınlıkları geçirecek insanlar olmayınca kırgınlıklar geçemiyor...
Son derece hassas olmamak gerek...
Takmamak gerek...
Yaşandı bitti demek ve yaşamak lazım demek varken hem kendi canımı hemde başkasının kini nasıl yakarım, acıtırım demek...

Sabah sabah ağır kalkanımı bedenime geçiriyorum...
O tarifi imkansız his içimde...
Göz yaşlarım ılık ılık içime akmakta...
Benim neden olmadığım bedellerin faturası öyle kabarık ki...
Öde öde bitmez...

Borç yiğidin kamçısıdır da...
Bu kamçı bu kalkana fazla...
Kalkanı yenilemek lazım...

12 Aralık 2007 Çarşamba

3 erkeğin hissettirdikleri...

Sevilmekten daha zoru sevmek diyor...
Birini içine almak, içine sokmak, güvenmek ve inanmak sevilmekten daha zor diyor...
Yüreğim cız ediyor onu dinlerken...
Ortalarda sevilmek için dolanırken aslında seveceğimizi arıyoruz...
Biri bizi severse o kişi seveceğimiz kişi değilse o kadar sevilmek istiyorum ben nidaları boşa gidiyor...
Sevilmekten çok sevebilmek dert !

İlişki iki kişiyle başlıyor ama tek kişi tarafından fes ediliyor diyor...
Yüreğim yine cız ediyor...
Bir taraf hala severken öbür tarafın sevmiyorum demesi...
Bir insanın artık sevilmediğini öğrenmesi kadar kötü ve koyan bişey bilemiyorum ben...
Sevgi niye biter?
Davranışlardan...
Millete nasıl der insan artık sevmiyormuş beni, sevgisini bitirmişim ben diye?

Sevilirken sevilmemek ölüm gibi bir şey...
Yüreği cız ediyor insanın...
Anılar üşüşüyor...
Ne kadar kapanmış olsada yaralar, kırık kemiğin yağmurdan önce sızlaması gibi, izi kalmamış yaralarda sızlıyor...
Yüreğim cız ediyor...

...

Hala onu arıyorum diyor...
Seneler geçmiş olsada hala onu arıyorum...
Yüreğim cız ediyor...
Gülümsüyorum...
Sorunumuz şu diyorum: 20'li yaşlarda böylesine, tutkulu, çok sevdiğimiz bir ilişki yaşamamız. Yaşımızın gerektirdiği yerine, daha derin, daha izin bırakan birşeyler yaşamamız... Kafada bitirebildiğin anda herşey normale dönüyor... Şu an şu kapıdan içeri girse, hatırladığın gibi öpüşmediğinizi, kokmadığını fark edeceksin... Ama bunu düşünüp, yapmak yerine bir hayalete tapmayı, inanmayı sürdürmek daha kolay geliyor...
Yüreğim cız ediyor...

Genç yaşlarda yaşanan, bıraktıkları izlerden veya bir daha öylesine ne sevmeye ne sevilmeye izin vermediğimizden büyük olarak adlettiğimiz aşklar sebebiyle aşk yaşayamamak...
Oysa ki öylesine sıradandılarki...
Oysaki bizi onlardan daha çok sevecek, aşkı tattıracak ne insanlar var görmediğimiz, tanışmadığımız...

...

İlişki, hele evlilik zordur diyor...
Bir erkek olarak yapman gereken o kadar çok şey vardır ki... yaparsın ama yine de yapmamış olursun...
Gülümsüyorum...
Bir ilişki yaşamanın zorlukları geliyor aklıma...
Saçma sapan konuların talıkması, büyütülmesi, beklentiler, sorumluluklar...
En iyisi ilişki yaşamamak oluyorum...
Oh dertsiz başım, bilmem ne aşım...
En güzeli dile getirilmeyen duyguların eşliğinde tatlı tatlı flört etmek diyorum...
Aşkın ilk hali en güzeli değilmidir?
Kadınlar aşık olmaya aşık değiller midir?
Aslında ben öyle değilmiyim...
Dile gelmeden, sorumluluk almadan ufak ufak ilgilenmeler, bakışmalar, gülüşmeler, ufak dokunuşlar... birbirine sahip olma duygusu yaşanmadan sevişilebilse de bu flörtlerde ama işin içine ten girince işler daha bir karışır nedense... Olmaz... Olamaz...

...

Dışarı çıkıyorum...
Sabahın ikisi...
3 erkeğin benim içimde estirdiklerine, rüzgarda karışıyor...
Sevilmekten çok sevilecek aranıyor...
Geçmişin hayaletlerini silmek istemeyince silinmiyor...
İlişkiye başlanınca herşey bataklığa dönüyor...
En güzel, en tatlı şey flört etmenin dayanılmaz keyfi de...
Yokuştan aşağıya inerken yüreğim cız ediyor:
Galiba bitti...
:(

Gecenin karanlığına saklananlar...

Gecenin karanlığına, tütün kokularına ve dumanlara saklanmış insanlar...
İş çıkışı loş ışıklı mekanlara saklanma ve bardaklarda ki renklere dalış...
Gölgeliklerde loş ışıklarda kayboluş, bardaklara dalış...
Ama nekadar?
Nereye kadar?
Akşam üstü, akşama, akşam gecenin kollarına bırakırken kendini bardaktaki sıvılarda yüzüş...
Kaç kulaç, kaç metre daha...
Gece sabaha kavuşmuş...
Saat sabahın 1'i olmuş...
Mekan loş...
Dışarısı karanlık...
Oysa gece kavuşmuş sabahına...
Ama bu huysuz yürekler kavuşmamış...
Neye?
Kime?
Belli değil...

Hep burda bu ışıkta kalınsa...
Dışarı, eve, işe, gerçeğe adım atılmasa...
Bu keyifte burada saklanılsa...

Geçmiş,şu an, acıtmasa...
Bu kadar 'farkında' olunmasa...
Biraz daha, loş ışıklar ve dumanlar etafında kadehte yüzmeye mide izin verse...
Ah...
Ah... hayat ve gerçekler.... ah...
Sabah ve gün ışığı...
Oysa yeni gün olmadı mı? sabah...

7 Aralık 2007 Cuma

Dostan...

İnsanlar;

Bir takım şeyleri başlarına gelmeden anlayamıyorlar... Tabi bu genellemeye herkes uymuyor... Empati kurabilenler ayrı...

Acı insanları olgunlaştıran bir şey...
Acı veya kayıp yaşamamış birisinin hayata bakışıyla yaşamış birisinin ki o kadar farklı ki...

Duyguları, hassasiyeti, vicdanı, insanlığı değişiyor, ilerleme kaydediyor...

Bu gün patronumun kayınpederinin cenaze töreni var...
Başarılı bir sanatçıydı... Sanat dünyası için ve bir kız çocuğu ve sevenleri için büyük kayıp, acı...

Ama bu kayıp bir adamın ruhunu törpülemeye başladığından sevindirici de aynı zamanda...

Geçen sene aynı gün dedem öldüğünde bana ölenle ölünmüyor diyip, cenazeye gitmemdense çalışmamı buyuran adam 1 sene sonra aynı gün kendisi kaybetme acısını yaşıyor...

Ve gözlerinde ilk defa gerçek acıyı, anlayışı ve insanlığı görüyorum...

Bir tarafım acıyor göçüp gidene ama bir tarafım şeytanca gülümsüyor, kaybetme duygusunu yaşayıp insanlaşmaya başladığı için...

Memleketin meydanlarında ki Atatürk heykelleri öksüz kaldı...
Kıbrıs bir sanatçısını kaybetti... Hoş Kıbrıslılar'ın onun varlığından haberdar oldukları da şüpeliya...
Bir adam insanlaşmaya başladı...

Bazı şeyler yaşanmadıkça insan olgunlaşamıyor... ne kadar zeki olsada, eğitimlide olsa bazı durumları anlamak için acıda olsa yaşamak gerekiyor...

İçimdeki şeytan muzip muzip gülümsüyor...
Ama üzgünüm...
Toprağın bol olsun Öktem hoca...

:(


Bir öyküyle...

“Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikayet eden; her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı. Hayat, ona göre, çok kötüydü ve sürekli olarak mücadele etmekten yorulmuştu.... Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi. Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı.

Yirmi dakika sonra, adam cezvelerin altındaki ateşi kapattı. Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı. Kızına, "Ne görüyorsun?" diye sordu. Kızı, alaylı bir şekilde "Patates, yumurta ve kahve!" cevabını verdi. "Daha yakından bak bir de" dedi baba... "Patatese dokun." Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi. "Aynı şekilde, yumurtayı da incele" dedi babası. Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü. En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi. Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla birlikte bir gülümseme yayıldı ve "Bütün bunlar ne anlama geliyor baba?" diye sordu. Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı kaynar suyun içinde kaldıklarını ama, farklı tepkiler verdiğini söyledi. Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içinde güçten düşmüştü. Kırılgan yumurta ise, kaynar suyun içine girince güçlenip, katılaşmıştı. Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. "Sen hangisisin?" diye sordu baba kızına: "Sıkıntıya düştüğünde ne tepki vereceksin? Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? Yumurta gibi kalbini mi katılaştıracaksin? Yoksa, kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin?"

Gerçekten de insanlar farklı durumlarda, farklı olaylar karşısında değişik tepkiler verirler.
Siz hayatta kahve gibi olmayı becerirseniz metabolizmanız, ruhsal dengeniz yeni duruma uyum gösterir. Tersi durumda tüm yaşamınız etkilenir. Önemli olan, elinizden geldiğince yaşamınızı düzeltmek, güzelleştirmek için mücadele etmeniz. Olmasını, akışını engelleyemediğiniz olayları da olduğu gibi kabullenmelisiniz. Çünkü bugün yaşamınız için kötü gibi gözüken bir durum, gelecekteki iyi bir durumun hazırlayıcısı da olabilir. Sonuçta en iyisi şöyle düşünmeniz ve konuşmanız: “Benim için hayırlısı olsun. Sevdiklerim için hayırlısı olsun.”


Kuyruğğğum benim canım kuyruğuum ;p

Bazı adamlara hastayım...
Gıcıklık mabında...

Adamla iki sohbet ediyorsun, gülüyorsun...
Ve bir anda sana sarkabileceği, yazabileceği hatta ve hatta yatabileceği inancına sahip oluyor...
!!!

Dişi köpek kuyruğunu sallamadan erkek köpek kılını bile kıpırdatmazmış !!!
Peeeh !!!
Artık zamane erkek köpekleri yediklerinden mi, içtiklerinden mi yoksa hava kirliliğinden mi nedir bilinmez dişi kuyruğunu sallamadan da harekete geçiyorlar...

Geçen gün bir dergide gördüm, köpekler için plastik köpecik yapmışlar... Köpecik çıkıyor plastik köpeğin üzerine ve oohhh sahibin bacağı tecavüzden kurtuluyor...

Şimdilerde genç olsun, orta yaşlı olsun, yaşlı olsun tüm erkekler böyle birşeye ihtiyaç duyuyor...

Ben anlamıyorum artık erkek milletini...
Grup içinde takılıyoruz... birlikte gülüp eğleniyoruz, arada dönüp adamla yeri geldiğinden yada merak edilen bi konu olmuş başa başa sohbet edip yeniden bıraktığın grup sohbetine dönüyosun ama adam dönememiş oluyor...

Yada iyi niyetli, sıcak, samimi bir iş görüşmesi yapıyorsun...
Adam ilk dakikadan kafasına yazmış oluyor 'bu hoş yavruyu ben götürim...'

Oldu canım, iki gözüm, ciğer parem... !!!
Bende ah kimle gitsem, kime ne versem diyoduuuuum !!!
Ortalık abazan kaynıyor...
Ortalık çiftleşemeyip kız arkadaşlarınıda çiftleşecek hatun sanan eğitimli, kültürlü abazan yamyam kaynıyor !!!

Gözlemlediğim ve başıma gelen ufak tefek çapkınlık denemelerinden çıkardığım sonuç, erkek milletinin suyunun çıkmış olduğu !!!

Dişi köpek ve kuyruğu olayına zaten gıcık olurum...
Kadın istemeden erkek bişi etmezmiş !!!
Peeeeh !!!
Ah şu erkekler nasıl kılıf buluyorlar yaptıklarına, ettiklerine....

Abazan yamyam köpeciklere artık şey demek istiyorum: Kuyruğum sallanıyo muuuu?
!!!
Bencede, olsa olsa istem dışı titremiştir ve sende sallanma sanmışsındır hadi canım hadi ikileeee, 'havlayan köpek ısırmaz' a inanma bu dişi etini koparır, az pişmiş bonfile muamelesi uygular butunaaaa... !!!

!!!!
Aaaaa kardeşiim, kendi kendine gelin güvey olanlarla dolu etraf...
Antenleri, algılayıcıları bozuk...
Vücut dilini farklı yorumlayan insanlarla kaynıyor etraf...
Kimseyle sohbet etmeyecek, kimseye gülmeyecek, nemrut, somurtuk ve mütasıp olacaksın !!!
Ayyyyy !!!
Neyseee, azcık hava atim, egomu şişirtiiim, evrene olumlu sinyaller yollim bari; 'Ben var ya ben, tüm erkeklerin hoşlandığı, aşık olduğu, güzeel mi güzel kadınım ayoooool... birisi kuyruğumu durdursuuuuuuuuuuun !'

:ppp

5 Aralık 2007 Çarşamba

Etiket kurbanı

Biiuuwww biiiuuuuuwwwww...
Cebim çalıyor, açıyorum:
Ühüüüüüü, ühüüüüüüüü...
Alooo...
Ühüüü...
Alooooo, efendim... Alooooooo...
Ühüüüüü...
Kardeşim kimsin aloooooooo...

Tam kapatmak üzereyken:
Sekreteriyle evlenmiş ühüüüüüüüüüüü diyor...
O dakika salya sümüğü telefondan bana sıçrıyor !!!
Öyle böyle değil yani ağlaması...

Kim evlenmiş oluyorum
Kocaaaaaaaaaaam !!!
!!! ???
Eee, şey yani nafakaya devam edecek di mi diyorum...
Ühhhhhhhhhhhhhhüüü...
!!!
Tanrım ne demem gerekiyor ! Boşanalı neredeyse 4 sene olmuş, 9 yaşında bir oğlu olan arkadaşım eski kocası evlendiği için ağlıyor...
Sebepler ne olabilir:
1-Nafaka
2-Kocanın evlenmiş onun bir flörtünün bile olmayışı
3-Kocasını hala çok seviyo olmasıııııı !!! Salaaaaaaaaaaak !!!

Seni aldatan adamı hala sevdiğin için gözyaşı döküyorum deme bana diyorum...
Ühüüüüüüü... Sekreteriyle evlenmiiiiş !!!
Ha...
Sekreteriyle yaa, sekreteriyle...

...

Kadın milletini anlamak zor zanaat ! Bir kadın olarak ben bile ne kendimi ne hemcinslerimi çözebiliyorum...
Vardır bi ince hesap oluyorum...
Vardır 40 yıl düşünsen çakamayacağın duyarlı bi durum...

Adam mühendis, kadın mimar...
Severek evlendiler, sonra adam başkasını sevdi... Ayrıldılar...
Sonra adam hayatına her erkek gibi düzen katmak istemiş ki, evleneyim, yemeğim yapılsın, çamaşırım bulaşığım yıkansın bide bu gece kimle yatsak, kimi götüreyim derdim olmasın diyerek 2. evliliğini yapmış !!!
Ama sorun mimar ilk eşten sonra bir 'sekreter parçasıyla' evlenmiş olması !!!
Benden sonra nasıl olur ya diyor !!!
Senden sonra adam gerçek kalitesine dönmüş işte diyorum...
Ama yok ağlamaya devam ediyor...

Erkek milleti gözlemlediğim kadarıyla 2. izdivaçlarında eğitime, akla, kültüre, gaka guka pek bir önem vermiyor...
İlkinde yaşadığı kariyerdi, zeka testiydi, kültürel turlardı olayından ööğ geliyor ve özüne mağra adamlığına dönüp kadın nedir, ne işe yarar, yaramalıdırı düşünüyor ve ceveplarını bulup hayatını ona göre kurguluyor...

Zekadan çok taaaş ve mümkünse sarışın, karnını doyuran, çamaşırını yıkayan, onu yormayacak, basit yani yüzyıllarca kadın şöyle olmalıdır böyle olmalıdır çerçevesine uygun bir kadınla birlikte oluyor...

Erkekleri çok yargılamamak lazım...
Ne de olsa onları yetiştiren kadınlar ve onların anneleri gibi kadınlar tarafından yetiştirilmiş toplum onları böyle yapıyor...

Peki kadınlar?
Neden çirkinde olsa, eciş bücüşte olsa, adam evli veya sevgililide olsa ilgi duyulan adamaları seçerler?
Neden yüzyılardır kendi kuyumuzu kendi hemcinslerimiz kazar?
Neden bizden çıkıp gitmiş insanların seçimlerine hala daha burnumuzu sokarız, üzülürüz...

İnsanları tanımak zordur...
Kendimizi bile tanımak zordur bazen...
Neyi neden yaptığımızı anlayamayız... Bunu ben mi yaptım deriz...
Öyle bir kadınla/adamla beraber olmasına imkan yok diyemeyiz bir insan için... Hepimizin hayatında o anda fark etmesekte dönemler var. O dönemlerde ki isteklerimiz, beklentilerimiz, ruh halimiz seçimlerimizi etkiliyor...
Zamam zaman demiyormuyuz bu insanla nasıl sevgili/arkadaş olmuşum ben ya diye... Olmuşuz o dönemde o iyi gelmiş veya o olmalıymış !!!

Ama kadın takmış 'bir sekreter parçasıyla' evlenmesine...
Belkide eğitim herşey değildir...
Kaşı gözü, eğitiminden çok o insanın ruhunda kendimizi bulmamız değil mi önemli olan...
Aslında hepimizin aradığı ama, elalem neder, ailem neder diyerek bastırdığımız duygularımız birer etiket kurbanı değil mi?

Ühüüüüüüüüü...
Nafakaya zam iste...
İsticem...
İste istede, şöyle kış günü güneşli, kemiklerimizi ısıtacak bir yere gidelim...