Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

15 Mayıs 2014 Perşembe

Sizin hiç babanız öldü mü?

Soma'nın 3. günü...
Yaşanan felaketi içselleştirmiş durumdayım...
Küçükken babasını kaybetmiş biri olarak, babasını kaybetmiş onca çocuğun acısını yüreğimde yaşıyorum...

Yeniden 11 oldum...
Yeniden sabah çocuk olarak uyanıp akşam yetişkinliğe adım atmış ben oldum...

İyi kötü yaşam şartlarına rağmen umutları, hayalleri olan, mutlu olan o çocukların kayıplarını, yok kalmalarını yaşamaya başladım...

Pespembe bir hayatın kömür karasıyla kararmasını yüreğimde hissederek yaşıyorum.

Eş, anne, kardeşler için de zor ama bir çocuk için babasını kaybetmek yaşı kaç olursa olsun çok zor. Ve bu çocuklar küçükse dahada zor...

Baba güçtür, evin direğidir, mutluluktur, birliktir, güvendir, paradır, gelecektir, sevgidir, bir kız çocuğu için aşktır... Baba öyle çok şeydirki, o gidince çıplak kalırsınız... Tecrübelerimle gördüm ki bu çıplak kalmanın yaşı yok... 60 yaşındaki de yok kalıyor 5 yaşındakide... Ama 5 yaşındakinin çıplaklığı daha bir derin oluyor... Teninin sıyrılıp kemikleriyle kalması gibi...

Yetim kalmak nasıl anlatılır ki...
Dünyayı önünüze sunsalar içinizde bir yer hep sızlar...
En mutlu anlarınızda o yokluk içinizi kavurur...
En acı zamanlarınız daha fazla acıtır canınızı... Yalnız hissedersiniz kendinizi, korumasız...
Hep bir eksik, hep bir yarım...
Hep dinmiyecek bir özlemle yaşamak nasıl birşeydir bilirmisiniz?
Kokular, sesler, renkler, mekanlar... bir ömür boyu o özlemi hafifletecek izleri sürersiniz... Ama hafiflemez... Hafifleteyim derken daha beterde olursunuz...

Her ölüm her kayıp zordur...
Ama böylesine bir trajediyle yaşanan...
Cesetleri tespit edemedikleri için insanlara fotoğraf gösteriyorlar...
Hiç hayatınızda morga girdiniz mi bilmiyorum...
Ben ilk defa 11 yaşımda girdim... Babam için...
Ailem yaşlı olduğu için 36 yaşıma kadar bir çok defa girmek zorunda kaldım.
Tek torundum, tek yiğendim...
Gözleri kapama görevi hep benim oldu...

Büyük amcam öldüğünde koskoca 36 yaşındaki  ben içimdeki çocuğa yenik düştüm... Korktum... Ve kaçtım! Saray Devlet hastanesinin morgunun küçük koridoru bitmek bilmedi... Yapamadım, görmeye dayanamadım, gözlerini kapayamadım... O küçük koridordan çıkışa deli gibi koşmaya başladım... Filimlerdeki ağır çekim sahneleri gibiydi! Çığlık atarak kaçmak istiyordum ama yaptığım şey yaşıma yakışan bir hareket değildi, utanıyordum ama kaçıyordum... İçimden çığlıklar atarak sadece koştum annemin kucağına bıraktım kendimi... Korktum anne yapamadım dedim... Bu sefer yapamayacağım...
Amcam kalpten ölmüştü!
Korkacak bir hali yoktu! 
Ama korkmuştum...
Onca insana yaşatılan işkenceyi düşünün! Bir sürü kötü durumda ceset fotoğrafları ekrandan akıyor ve siz yakınınızı teşhis ediyorsunuz!
Ne trajedi!
Her 'son görev' görevimi yaptıktan sonra 1 hafta kendime gelemem... Rüyalarıma girer sevdiklerimin cansız son bakışları... Tuhaf korkular, panikler yaşarım... Işıksız uyuyamam, yastığın altına bile elimi uzatamam vs... Sonra geçer normal ben olurum... Bu insanlar onca feci görüntüden sonra nasıl toparlanacaklar? Gözlerini kapadıklarında gözlerinin önüne neler gelecek? 

Ölenler ayrı bir işkenceyle öldü, yakınları daha farklı bir işkence yaşıyorlar...

Düşünmeden edemiyorum...
Düşündükçe kalbim sıkışıyor, gözlerimden yaşlar iniyor...
Onca çocuğun ihmal uğruna yetim kalması canımı çok acıtıyor...

Bir ailenin kayıp yaşaması ne zordur...
Ben şanslıydım benim amcalarım beni çocukları gibi gördü...
Şimdi onca çocuk aile konusunda şanslılar mı acaba?
Babaları belki okutacaktı onları, amcaları-dayıları sorumluluk artık bizde diyip sahip çıkacaklar mı onlara yada sırtlarını mı dönecekler...

Ben bunları düşünüyorum 3 gündür...
Yetim olmak yok kalmaktır... YOK! Aklınıza gelecek herşeyden yok kalmak!
Para-pul imkanlar olsada yok kalırsınız...

Babam öldüğünden beri annemle ben birlikte sofraya oturmayız...
Canımız acır...
Babam öldükten sonra sofrada onun boş yeri boğazımıza lokmaları çok dizdi... Ve bizde sözsüz bir anlaşma yapmış gibi bir daha beraber oturmadık sofraya...
30 senedir ayrı ayrı yeriz... 
Annemle ben bir aileyiz ancak 'yarım' bir aileyiz... Karşılıklı sofraya oturmak eksik yanımızı hatırlatır bize... O yüzden evde hiç karşılıklı yemek yemeyiz... 
Birlikte sofraya oturma alışkanlığımızı 30 sene önce babamla gömdük...
Bu size tuhaf gelebilir ama öyle... Bazı şeylerin açıklaması yoktur... Can acıtır hatırlatır ve yapmayı bırakırsınız...

Kaç evde sofradaki boş yer lokmaları boğaza dikecek...
Kaç çocuk ailesi tarafından sahiplenip kömür karası olmuş pembe hayatına isli de olsa dönebilecek?
Kaç kadın dul kadınlığın yükünü acısıyla sırtlayacak?
Kaç anne yiten giden evladının acısıyla ömrünün sonuna kadar yaşayacak?
Kocasını ve evladını aynı anda kaybetmiş kadın nasıl güç bulupda çocukları için ayağa kalkacak?

Çok soru var...
Düşünülmesi gereken çok şey...
Ve hepsi iş kazası ve kader sonucu...

Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum...