Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

28 Aralık 2007 Cuma

Dilek ağacına dilekler...

Blogumun başlığı ortaya karışk ne varsa buraçta değil mi...
Tam olarak bir sene olmadı ama bayağıdır yazıyorum...
İmlam yok...
Bide alkolilk bir laptopta yazdığım düşünülürse...

Eski yılın son demleri...
Acılı, göz yaşılı bir yıldı...
Gönül bakımındansa korkakça geçen bir yıl...
Adım atılamayan... atılmak istenmeyen...

Bu gün barıma saat 3 sularında damladım...
Mutlu bir şekilde...
Saat 10 ve 7. biram...
Limitim 8.5... Ama hala tık yok bünyede... süpeeeer !!!

Sorun şu bu yaşlarda hala gençlikteki gibi aşık olabilmek mümkün mü?
Hepimiz istesekte istemesekte, farkında olsakta olmasakta geçmişten getirdiklerimizi sunuyoruz yada kusuyoruz...

Bu yaşta sudan çıkmış balık olmak mümkün mü?
Birisinin büyük hatta ötesi aşkı olmak?

Hiç evlenmedim... En uzun ilişkim 7 sene sürdü... Bu ilişkinin izlerini silmem 5 sene...
Şu an bir ilişki yaşasam karşı tarafa ne verebilirim bilmiyorum?
Tek çoukluğun bencilliği, geçmiş ilişkilerden alışkanlıklar ve duyulan özlemler...
Belkide bir ilişki yaşamayıp adamın hayatını alt üst etmemeli..
Ama bedende ruhta arzulamakta sevgiyi, şevkati, beğenilmeyi, önemli olmayı...
Ama karşı tarafa ne sunacağım?

Misafir umduğunu değil bulduğunu yermişte... 35'te kapıyı her gün çalan yok...

Tek ve özel olmak...
Herkezin istediği bu...
Mustafa'nın şiirindeki gibi bütün aşkların bizde temize çekilmesi...

Tutkulu birşey yaşayamassam ben ben olmam...
Adamı fiziksel olara aldatmam ama beynimde bir acaba varsa o aldatmadır benim için karşı taraf bilmesede...

Yeni yıla girerken dileğim eskisinden daha tutkulu daha aşık olduğum bir aşk...
Hiç sevilmediğim kadar sevilmek...
Özlemlerimin, kurak toprağın suya kavuşup sonra bereketli olması gibi...

Tamamlayamadım... dilek bunlar, umut bunlar...
İnsanlar inaçsız yaşayamazmış !

8 sayısını sevmem ama dileğim, arzularımın, özlemlerimin gerçekleşmesi...
Klasik sağlık, huzur, mutluluk ve hiç sevilmediğim kadar sevilmek ve aşık olmak...
Şiirdeki gibi hani; tüm aşkların temize geçildiği... eski sevgililerin, eşlerin unutulduğu, olmadığı...

Dünyaya yeniden geldim demek...
Şimdi yaşıyorum demek...

Eski pozitif, gülen, eğlenceli Ozy olmak... Aşık Ozy olmak...
Hani dünyanın, evrenin umrumda olmadığı sadece aşkımın merkez olduğu...
Ve merkezi olduğum....

Noel baba yok, melekler yok, belki tanrı yok...
Ama umut var...
İnanç var...

Hey yazın gidip aşı olduğum Yunanistan'ın Yunan tanrıları...
Zeus, aşk tanrını Reasüransa yolla...

Belki bu gece 7 bira limitimdir hıım?
;)

Mutlu yıllar...
Mutluluğu yılar değil seçimlerimiz getirir...

Beni çağırıyorlar...
Barda laptop başında bu saate olmuyor.... :p

:)
Küçük not: Sevdiklerimin dilekleride gerçek olsun.... :)))

26 Aralık 2007 Çarşamba

Şimdi reklamlar...

Son zamanlarda bir beyaz eşya firmasının reklamlarına takmış durumdayım.
Reklamlarda beyaz eşyalara psikopat, manyak hatta ötesi davranışlar sergileyen insanlarla ürünlerinin dayanıklılığını kanıtlamaya çalışıp tüketiciye, 'bizim ürünlerimizle sadece çamaşır, bulaşık yıkamakla kalmaz karınıza-kocanıza hatta patronunuza olan hıncınızıda çıkarıp oohhh bi güzel rahatlarsınız, asıl işlevi yanında birde böyle özelliği olan ürünümüz şu fiyata...' diyorya... Hah ben o reklama takmış bulunmaktayım...

Walla ben şahsen rahatsız oluyorum bu reklamlardan...
Seneler ama çok seneler önce bu reklamın çocuklusu çekilmişti... Çocuk dediğin oynar, kurcalar, vurur... Onun için sağlamlık önemlidir de koca koca yetişkin, okumuş, meslek sahibi insanlar neden beyaz eşyalara saldırsınlar? Nedeeeen? Manyaklar mı?

Bir adam, karısı yemek yapmayı bilmiyor ve bunun üstüne bir yemek kursuna gitmesine rağmen pişirdiği tüm yemekleri hala daha yakıp kendisini aç bırakmasının bedelini bulaşık makinesinden çıkarır ?

Hiç bir türk erkeği makinaya vurmaz... Okumuşuda okumamışıda karının ağzına çakar bir tane... Aaaa kocanın vurduğu yerden gül biter... Bitmez miiiii... Kaktüslü gül hemide... Kocaların ürettiği bir çeşit özel gül !!!

:p

Manyakmıyım, psikopatmıyımda milletin hırsını aletlerden alayım?
Tamam kabul zaman zaman çamaşır makinesinin kapağını sert kapatmışlığım var ama, reklamdaki hatun gibi cinnete bir kala gözlerim kararıp hısrımı alamayıp az sonra çoluğumu çocuğumu-eşimi bıçakla 9 parçaya ayırıcak moda hiç geçmedim... Geçeninide bilmedim...

Bu reklam ürünün sağlamlığından çok toplumu şiddete, evdeki tüm beyaz eşyalara saldırmaya davet eden bir anlatımda...

Yaw adama deli demezler mi karım yemeği yakıyo, patron raporu çiziyo diye bulaşık-çamaşır makinesine saldırana !!!

Bari buzdolabı içinde, Kakılmış versiyonu çekseler...
Koca dayağından bıkan kadın kocasını doğruyo, ve tayni tayni dilimlerle buzdolabına koyuyo... Aradan aylar-yıllar geçsede ilk günkü tazeliğinden bişi kaybetmiyo son teknoloji sayesinde...

Bence o markanın, şiddet içeren reklamlarına böyle bi buzdolabı reklamıyla final yakışır !

Reklamcımı olsam acaba?
Evet bencede süper üreticiyim...

Evet bundan sonra napıyoruuuz, beni arada kızdıran patroncuğumun bende arttırmış olduğu sinir katsayısını ofisteki tayni buzdolabının kapağında indiriyoruz.. Aynı marka olmadığı için darbelerime dayanamayabilir tek sorun bu ! Yooo tek sorun bu diiil, ofis malzemesine zarar vermekten kovulabilirimde...

Reklamlar insanları kötü etkileyen kısa filmlerdir ! :p

19 Aralık 2007 Çarşamba

Hormonsuz kurban...

Eskiden giderdin hayvan satıcısına, parana göre iyisini alır kestirirdin...
Ailecek yer, dağıtırdın...
Biraz kan gövdeyi götürürdü, elden kaçanları yakalamak için koştururdun filan ama yoktu böyle bir tantane...

Gazetelerde sayfa sayfa haberler:
Hormonsuzunu nasıl anlayacaksınız?
Buyur?
Yediğimiz içtiğimiz herşey hormonlu değil mi zaten?
Domatesinden patlıcanına kadar...
90'lı yıllarda deli dana olmuş etler tüketilmedi mi?
80'lerde Çernobilli çaylar içmedik mi?
Tarım ilaçlarının zararları hala tehdit değil mi?

Adam soruyor, hormonsuz kurban nasıl alıcam?
Ben Doly istiyorum walla... Klonlanmış koyun yoksa kesmicem abi... Biyolojik-teknolojik gelişmelerden mahrum kalmış bir kurban benim kurbanım olamaz... Eşe dosta ne derim, nasıl hava atarım ben sonra... Ha tübbebekle çocuğun olmuş ha klonlanmış koyunun olmuş... aynı hava, aynı lüks, aynı alım gücü...

Walla işin geyiği güzel çıkarılır...
Besili olacakmış, gözleri canlı canlı olacakmış, kestiğinde eti pembeyse anlayacakmışsın ki hormonluymuş !!! Ha bide kulağı küpeli olacakmış !!!
Way anam vay artık heyvanında küpelisi makbul...
Rahmetlik babanem ' deden derdiki kadın kaç yaşında olursa olsun kulacığından sallanacak pırlantası... ama gel gör yokluk yıllarında gitti küpeciklerim almadılar bidaha...'
Ya babane artık kadın kısmısı değil ineğin, koyunun, köpeğin ve maymununda küpelisi makbul...

Nerde izlemiştim... Galiba İstanbul Modern'nin ilk açıldığı yıllarda AB yasaları gereği küçük ve büyük baş hayvanların küpeli olması zorunluluğu hakkında bir filmdi...
Gülermisin ağlarmısın hayvanlara, avrupanın tepelik-dağlık köylerindeki yaşlı köylülere...
Yoksa küpesi ölüyordu hayvan...
Alplerde bir yerlerde yaşlı bir çift şnekelrine küpe takana kadar oluyorlardı ineklerinden... Avrupanın ortası böyleyken Türkiyem normaleeeee gelmişti...

Küpe demek, künye demek...
Küpeliysen testlerin, iğnelerin yapılmıııış, sofralarımıza layıııık bir heyvansındır...

Millet hormonsuz, küpeli, sağlıklı kurbanlık arayışında...
Belediyeler deli gibi mesaj yağmuruna tutarak milleti nerde ve nasıl kurban kesebileceklerinin bilgisiyle boğmakta...

Heyvan kesmeyecek biri olsamda exlerden, sevmediğim insanlardan birini veya birkaçını bu alanlara götürüp kurban etsem?
Olmas mı?

Olmaaas olmaaaas...
AB'ye rezili rüsva olmadan, sokakları, evleri, parmakalrı, kolları kana bulamadansevdiklerinizle sağlıklı, huzurlu mutlu bayramlar dilerim efem...

Ben hormonsuz erkek bakmaya gidiyorum izninizle...

:p

18 Aralık 2007 Salı

Bir adam istiyorum...

Bir gün arayla ikisi de bana aynı şeyi söylüyor...
Gülümsüyorum, hatta gülüyorum...
Daha farklı bir yorum beklerken, onlar yazılarımdan senin bir aşk zamanın gelmişi çıkarıyorlar...
Bilmem... belki de gelmiştir... O kadar farkında ve arzusunda değilim...
Evet zaman zaman aaaaaşk istiyorum oluyorum ama sonra aşkı bir ilişkiye dönüştüren ufak hayaller usuma üşüşmeye başlayınca da... Onları bir güzel kovalayıp of... dertsiz başıma ne diye dert alayım, benden keyiflisi mutlusu var mı oluyorum...

İnsan nankör kediden de fena bir yaratık...
Çiğ süt emmişten ne beklenir işte !

Hem olmayanı istersin, olunca da olmayanı...
Dengesizlik hakim gönül konularında bende...

Her ikiside aşk lazım artık diyor...
Evet şu kış günlerinde, konyakla bedeni ısıtmak yerine adamı battaniye yapmak hoş olur olmasına da...
Oooo... düşündükçe ilişki oyununun kuralları beni germekte...
Germekte ama düşünmeden de edemiyorum...

Bir adam istiyorum:
Güne bensiz başlayamayacak...
Güne gözlerimde kendisini görerek başlayacak...
Yataktaki sıcaklığımda elini gezdirip beni arayacak...

Bir adam istiyorum:
Benimle gülüp, benimle ağlayacak...
Eğlenceli, anlayışlı, duyarlı...
Muzurluklarıma muzurca cevap veren...
Şakamla ciddimi ayırt eden...

Bir adam istiyorum:
Yaptığım çiğ ve yanmış yemekleri zevkle yerken ellerimi öpen...
Mutfağa girip yemek yapan ve elleriyle yediren...

Bir adam istiyorum:
Şişelerde değil, gözlerinde sarhoş olacağım...
Denizde değil, onda dalıp yüzeceğim...

Bir adam istiyorum:
Beni dinleyen, dinlerken akıl vermeyen, dinleyen...
Huzur ve güven veren...
Bazen bir liman olan...
Yanımda olan...
Yanında olduğum...

Bir adam istiyorum:
Hayat ağır geldiğinde hiç konuşmadan, sormadan saatlerce göğsüne sığınıp ağlamama izin veren...

Bir adam istiyorum:
Hayatını benimle paylaşan...
Annesi, kardeşi, arkadaşı, sevgilisi, kadını olduğum...

Bir adam istiyorum:
Bir sigara içimlik zamanda beni özleyen...
Özlediğim...

Bir adam istiyorum:
Dostum, arkadaşım, dert ortağım, sırdaşım, babam, erkeğim olan...

Bir adam istiyorum:
Ellerim ellerinde uyuyan...
Sevdiğim...
Seven...
Kokum bedeninde dolaşan
Kokusu bedenimde dolaştığım...

Bir adam istiyorum:
Tüm olumsuzluklarımla, huylarımla, huysuzluklarımla, beceri ve beceriksizliklerimle, başarılarım ve başarısızlıklarımla her şeyimle beni isteyen, seven...
Hastayken başımda bekleyen, burnumu silen...
Ailemi aile bilen...
Neleri sevip sevmediğimizi bildiğimiz...
Detayların hediye olduğu...
Dikkatin önemli olduğu...
Gözümden düşen tek damlada içi acıyan...
Uzun saçlarımı saatlerce seven...
Göğsünde uyutan...
Öpücükleriyle uyandıran...
Herşeyi paylaştığımız...
Dünyayı dolaştığımız...
Gözlerinde kendimi gördüğüm...
Birlikte nefes aldığımız...
Onsuz Leyla olduğum, bensiz Mecnun olan...

Bir adam istiyorum:
Yüzümdeki gülümsemeyi arttıran...
Kahkahalarımla dünyayı çınlattıran...
Onun beni sevdiği gibi onu sevdiğim...
Bir sigara içimlik zamanda içime özlem düşüren... düşen...

Bir adam istiyorum:
Bastonlarımızla kaldırımlarda el ele yürüyeceğimiz...
Son nefesimizi birlikte vereceğimiz...

Bir adam istiyorum:
Beni seven...
Onu sevdiğim...


(Carna ve Engine...)
Mevlana demiş ki: İnsanın değeri aradığı şeydedir... ;)

17 Aralık 2007 Pazartesi

Geçmişi bırakamayanlar...

Takıntılardan, geçmişten kurtulamayan insanlardan nefret ediyorum...
Nefret belki de yanlış bir tanımlama oldu... Kaçasım geliyor o insanlardan...
Çığlık atmak istiyorum, o insanları terk eylemek istiyorum...
İstiyorum istemesine ama gel gör kolay değil...

Geçmişten cımbızla anıları seçip onları 'an'a' kurgulamayı çok seviyor...
Sabah sabah, tam işe gitmek üzere kapıdan çıkarken cımbızının ucundakini atıyor bana...
!!!
Böylesine bir hayal gücü ve bağlantı...
Süper dedim... Hatta pes dedim... pes...
Şu an bu kapıdan çıkıp evi ve seni terk etsem kimse beni suçlamaz- suçlayamaz...

25 sene öncesi vardı cımbızının ucunda...
Ömrünün son demlerini yaşayan bir koca ve taşınılan bir ev...
Adam ölüceğine mi yansın, acılarından mı kıvransın napsın bilmez bilinmez bir halde gözünü kapamadan tasarlayıp, inşa ettiği eve ailesini yerleştirme arzusunda... Ama bedeni bu çabasına boyun eğmiyor... Yatacaksın diyor...
Kocası yerine babasıyla evi taşımak zorunda kalıyor...

Sabah sabah, baban gibi taşınma aşamasında sende beni terk edeceksin diyor !
O an kapıda duruyorum...
Zaman zaman hiç bir yere, kimselere sığamadığım, tarif edemediğim o his tüm bedenimi kaplıyor...
Anlatsan anlatılmaz, anlanılmaz tuhaf tartışmalarımızdan/ sorunlarımızdan biri daha dalga dalga tusunami etkisi yaratmak üzere bana doğru geliyor...

O an yok olmak istiyorum...
Dünya üzerinde hiç tanınmadığım, tanımadığım bir yerde sıfırdan var olmak istiyorum...
Geçmişim, dostlarım, işim, merak edilirmişim edilmezmişim umrumda olmadan...
Hiç bir hayata teğet geçmediğim, dokunmadığım, dokunulmadığım...
Başına buyruk özgür...
Sorumluluksuz...

Dalga geliyor tüm bedenimi ıslatıyor...
Sarsılmıyorum...
Yutkunuyorum...
Elimdeki spor çantamla ve bankadaki 3 kuruşumla bir uçağa atlayıp basıp gitsem oluyorum...
Gitsem gitmesinede, uzun süre eşofmanla yaşanmaz ki...

Kızgınlık geçiyor bir süre sonra ama, kırgınlıklar geçmiyor...
Kırgınlıkları geçirecek insanlar olmayınca kırgınlıklar geçemiyor...
Son derece hassas olmamak gerek...
Takmamak gerek...
Yaşandı bitti demek ve yaşamak lazım demek varken hem kendi canımı hemde başkasının kini nasıl yakarım, acıtırım demek...

Sabah sabah ağır kalkanımı bedenime geçiriyorum...
O tarifi imkansız his içimde...
Göz yaşlarım ılık ılık içime akmakta...
Benim neden olmadığım bedellerin faturası öyle kabarık ki...
Öde öde bitmez...

Borç yiğidin kamçısıdır da...
Bu kamçı bu kalkana fazla...
Kalkanı yenilemek lazım...

12 Aralık 2007 Çarşamba

3 erkeğin hissettirdikleri...

Sevilmekten daha zoru sevmek diyor...
Birini içine almak, içine sokmak, güvenmek ve inanmak sevilmekten daha zor diyor...
Yüreğim cız ediyor onu dinlerken...
Ortalarda sevilmek için dolanırken aslında seveceğimizi arıyoruz...
Biri bizi severse o kişi seveceğimiz kişi değilse o kadar sevilmek istiyorum ben nidaları boşa gidiyor...
Sevilmekten çok sevebilmek dert !

İlişki iki kişiyle başlıyor ama tek kişi tarafından fes ediliyor diyor...
Yüreğim yine cız ediyor...
Bir taraf hala severken öbür tarafın sevmiyorum demesi...
Bir insanın artık sevilmediğini öğrenmesi kadar kötü ve koyan bişey bilemiyorum ben...
Sevgi niye biter?
Davranışlardan...
Millete nasıl der insan artık sevmiyormuş beni, sevgisini bitirmişim ben diye?

Sevilirken sevilmemek ölüm gibi bir şey...
Yüreği cız ediyor insanın...
Anılar üşüşüyor...
Ne kadar kapanmış olsada yaralar, kırık kemiğin yağmurdan önce sızlaması gibi, izi kalmamış yaralarda sızlıyor...
Yüreğim cız ediyor...

...

Hala onu arıyorum diyor...
Seneler geçmiş olsada hala onu arıyorum...
Yüreğim cız ediyor...
Gülümsüyorum...
Sorunumuz şu diyorum: 20'li yaşlarda böylesine, tutkulu, çok sevdiğimiz bir ilişki yaşamamız. Yaşımızın gerektirdiği yerine, daha derin, daha izin bırakan birşeyler yaşamamız... Kafada bitirebildiğin anda herşey normale dönüyor... Şu an şu kapıdan içeri girse, hatırladığın gibi öpüşmediğinizi, kokmadığını fark edeceksin... Ama bunu düşünüp, yapmak yerine bir hayalete tapmayı, inanmayı sürdürmek daha kolay geliyor...
Yüreğim cız ediyor...

Genç yaşlarda yaşanan, bıraktıkları izlerden veya bir daha öylesine ne sevmeye ne sevilmeye izin vermediğimizden büyük olarak adlettiğimiz aşklar sebebiyle aşk yaşayamamak...
Oysa ki öylesine sıradandılarki...
Oysaki bizi onlardan daha çok sevecek, aşkı tattıracak ne insanlar var görmediğimiz, tanışmadığımız...

...

İlişki, hele evlilik zordur diyor...
Bir erkek olarak yapman gereken o kadar çok şey vardır ki... yaparsın ama yine de yapmamış olursun...
Gülümsüyorum...
Bir ilişki yaşamanın zorlukları geliyor aklıma...
Saçma sapan konuların talıkması, büyütülmesi, beklentiler, sorumluluklar...
En iyisi ilişki yaşamamak oluyorum...
Oh dertsiz başım, bilmem ne aşım...
En güzeli dile getirilmeyen duyguların eşliğinde tatlı tatlı flört etmek diyorum...
Aşkın ilk hali en güzeli değilmidir?
Kadınlar aşık olmaya aşık değiller midir?
Aslında ben öyle değilmiyim...
Dile gelmeden, sorumluluk almadan ufak ufak ilgilenmeler, bakışmalar, gülüşmeler, ufak dokunuşlar... birbirine sahip olma duygusu yaşanmadan sevişilebilse de bu flörtlerde ama işin içine ten girince işler daha bir karışır nedense... Olmaz... Olamaz...

...

Dışarı çıkıyorum...
Sabahın ikisi...
3 erkeğin benim içimde estirdiklerine, rüzgarda karışıyor...
Sevilmekten çok sevilecek aranıyor...
Geçmişin hayaletlerini silmek istemeyince silinmiyor...
İlişkiye başlanınca herşey bataklığa dönüyor...
En güzel, en tatlı şey flört etmenin dayanılmaz keyfi de...
Yokuştan aşağıya inerken yüreğim cız ediyor:
Galiba bitti...
:(

Gecenin karanlığına saklananlar...

Gecenin karanlığına, tütün kokularına ve dumanlara saklanmış insanlar...
İş çıkışı loş ışıklı mekanlara saklanma ve bardaklarda ki renklere dalış...
Gölgeliklerde loş ışıklarda kayboluş, bardaklara dalış...
Ama nekadar?
Nereye kadar?
Akşam üstü, akşama, akşam gecenin kollarına bırakırken kendini bardaktaki sıvılarda yüzüş...
Kaç kulaç, kaç metre daha...
Gece sabaha kavuşmuş...
Saat sabahın 1'i olmuş...
Mekan loş...
Dışarısı karanlık...
Oysa gece kavuşmuş sabahına...
Ama bu huysuz yürekler kavuşmamış...
Neye?
Kime?
Belli değil...

Hep burda bu ışıkta kalınsa...
Dışarı, eve, işe, gerçeğe adım atılmasa...
Bu keyifte burada saklanılsa...

Geçmiş,şu an, acıtmasa...
Bu kadar 'farkında' olunmasa...
Biraz daha, loş ışıklar ve dumanlar etafında kadehte yüzmeye mide izin verse...
Ah...
Ah... hayat ve gerçekler.... ah...
Sabah ve gün ışığı...
Oysa yeni gün olmadı mı? sabah...

7 Aralık 2007 Cuma

Dostan...

İnsanlar;

Bir takım şeyleri başlarına gelmeden anlayamıyorlar... Tabi bu genellemeye herkes uymuyor... Empati kurabilenler ayrı...

Acı insanları olgunlaştıran bir şey...
Acı veya kayıp yaşamamış birisinin hayata bakışıyla yaşamış birisinin ki o kadar farklı ki...

Duyguları, hassasiyeti, vicdanı, insanlığı değişiyor, ilerleme kaydediyor...

Bu gün patronumun kayınpederinin cenaze töreni var...
Başarılı bir sanatçıydı... Sanat dünyası için ve bir kız çocuğu ve sevenleri için büyük kayıp, acı...

Ama bu kayıp bir adamın ruhunu törpülemeye başladığından sevindirici de aynı zamanda...

Geçen sene aynı gün dedem öldüğünde bana ölenle ölünmüyor diyip, cenazeye gitmemdense çalışmamı buyuran adam 1 sene sonra aynı gün kendisi kaybetme acısını yaşıyor...

Ve gözlerinde ilk defa gerçek acıyı, anlayışı ve insanlığı görüyorum...

Bir tarafım acıyor göçüp gidene ama bir tarafım şeytanca gülümsüyor, kaybetme duygusunu yaşayıp insanlaşmaya başladığı için...

Memleketin meydanlarında ki Atatürk heykelleri öksüz kaldı...
Kıbrıs bir sanatçısını kaybetti... Hoş Kıbrıslılar'ın onun varlığından haberdar oldukları da şüpeliya...
Bir adam insanlaşmaya başladı...

Bazı şeyler yaşanmadıkça insan olgunlaşamıyor... ne kadar zeki olsada, eğitimlide olsa bazı durumları anlamak için acıda olsa yaşamak gerekiyor...

İçimdeki şeytan muzip muzip gülümsüyor...
Ama üzgünüm...
Toprağın bol olsun Öktem hoca...

:(


Bir öyküyle...

“Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikayet eden; her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı. Hayat, ona göre, çok kötüydü ve sürekli olarak mücadele etmekten yorulmuştu.... Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi. Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı.

Yirmi dakika sonra, adam cezvelerin altındaki ateşi kapattı. Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı. Kızına, "Ne görüyorsun?" diye sordu. Kızı, alaylı bir şekilde "Patates, yumurta ve kahve!" cevabını verdi. "Daha yakından bak bir de" dedi baba... "Patatese dokun." Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi. "Aynı şekilde, yumurtayı da incele" dedi babası. Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü. En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi. Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla birlikte bir gülümseme yayıldı ve "Bütün bunlar ne anlama geliyor baba?" diye sordu. Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı kaynar suyun içinde kaldıklarını ama, farklı tepkiler verdiğini söyledi. Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içinde güçten düşmüştü. Kırılgan yumurta ise, kaynar suyun içine girince güçlenip, katılaşmıştı. Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. "Sen hangisisin?" diye sordu baba kızına: "Sıkıntıya düştüğünde ne tepki vereceksin? Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? Yumurta gibi kalbini mi katılaştıracaksin? Yoksa, kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin?"

Gerçekten de insanlar farklı durumlarda, farklı olaylar karşısında değişik tepkiler verirler.
Siz hayatta kahve gibi olmayı becerirseniz metabolizmanız, ruhsal dengeniz yeni duruma uyum gösterir. Tersi durumda tüm yaşamınız etkilenir. Önemli olan, elinizden geldiğince yaşamınızı düzeltmek, güzelleştirmek için mücadele etmeniz. Olmasını, akışını engelleyemediğiniz olayları da olduğu gibi kabullenmelisiniz. Çünkü bugün yaşamınız için kötü gibi gözüken bir durum, gelecekteki iyi bir durumun hazırlayıcısı da olabilir. Sonuçta en iyisi şöyle düşünmeniz ve konuşmanız: “Benim için hayırlısı olsun. Sevdiklerim için hayırlısı olsun.”


Kuyruğğğum benim canım kuyruğuum ;p

Bazı adamlara hastayım...
Gıcıklık mabında...

Adamla iki sohbet ediyorsun, gülüyorsun...
Ve bir anda sana sarkabileceği, yazabileceği hatta ve hatta yatabileceği inancına sahip oluyor...
!!!

Dişi köpek kuyruğunu sallamadan erkek köpek kılını bile kıpırdatmazmış !!!
Peeeh !!!
Artık zamane erkek köpekleri yediklerinden mi, içtiklerinden mi yoksa hava kirliliğinden mi nedir bilinmez dişi kuyruğunu sallamadan da harekete geçiyorlar...

Geçen gün bir dergide gördüm, köpekler için plastik köpecik yapmışlar... Köpecik çıkıyor plastik köpeğin üzerine ve oohhh sahibin bacağı tecavüzden kurtuluyor...

Şimdilerde genç olsun, orta yaşlı olsun, yaşlı olsun tüm erkekler böyle birşeye ihtiyaç duyuyor...

Ben anlamıyorum artık erkek milletini...
Grup içinde takılıyoruz... birlikte gülüp eğleniyoruz, arada dönüp adamla yeri geldiğinden yada merak edilen bi konu olmuş başa başa sohbet edip yeniden bıraktığın grup sohbetine dönüyosun ama adam dönememiş oluyor...

Yada iyi niyetli, sıcak, samimi bir iş görüşmesi yapıyorsun...
Adam ilk dakikadan kafasına yazmış oluyor 'bu hoş yavruyu ben götürim...'

Oldu canım, iki gözüm, ciğer parem... !!!
Bende ah kimle gitsem, kime ne versem diyoduuuuum !!!
Ortalık abazan kaynıyor...
Ortalık çiftleşemeyip kız arkadaşlarınıda çiftleşecek hatun sanan eğitimli, kültürlü abazan yamyam kaynıyor !!!

Gözlemlediğim ve başıma gelen ufak tefek çapkınlık denemelerinden çıkardığım sonuç, erkek milletinin suyunun çıkmış olduğu !!!

Dişi köpek ve kuyruğu olayına zaten gıcık olurum...
Kadın istemeden erkek bişi etmezmiş !!!
Peeeeh !!!
Ah şu erkekler nasıl kılıf buluyorlar yaptıklarına, ettiklerine....

Abazan yamyam köpeciklere artık şey demek istiyorum: Kuyruğum sallanıyo muuuu?
!!!
Bencede, olsa olsa istem dışı titremiştir ve sende sallanma sanmışsındır hadi canım hadi ikileeee, 'havlayan köpek ısırmaz' a inanma bu dişi etini koparır, az pişmiş bonfile muamelesi uygular butunaaaa... !!!

!!!!
Aaaaa kardeşiim, kendi kendine gelin güvey olanlarla dolu etraf...
Antenleri, algılayıcıları bozuk...
Vücut dilini farklı yorumlayan insanlarla kaynıyor etraf...
Kimseyle sohbet etmeyecek, kimseye gülmeyecek, nemrut, somurtuk ve mütasıp olacaksın !!!
Ayyyyy !!!
Neyseee, azcık hava atim, egomu şişirtiiim, evrene olumlu sinyaller yollim bari; 'Ben var ya ben, tüm erkeklerin hoşlandığı, aşık olduğu, güzeel mi güzel kadınım ayoooool... birisi kuyruğumu durdursuuuuuuuuuuun !'

:ppp

5 Aralık 2007 Çarşamba

Etiket kurbanı

Biiuuwww biiiuuuuuwwwww...
Cebim çalıyor, açıyorum:
Ühüüüüüü, ühüüüüüüüü...
Alooo...
Ühüüü...
Alooooo, efendim... Alooooooo...
Ühüüüüü...
Kardeşim kimsin aloooooooo...

Tam kapatmak üzereyken:
Sekreteriyle evlenmiş ühüüüüüüüüüüü diyor...
O dakika salya sümüğü telefondan bana sıçrıyor !!!
Öyle böyle değil yani ağlaması...

Kim evlenmiş oluyorum
Kocaaaaaaaaaaam !!!
!!! ???
Eee, şey yani nafakaya devam edecek di mi diyorum...
Ühhhhhhhhhhhhhhüüü...
!!!
Tanrım ne demem gerekiyor ! Boşanalı neredeyse 4 sene olmuş, 9 yaşında bir oğlu olan arkadaşım eski kocası evlendiği için ağlıyor...
Sebepler ne olabilir:
1-Nafaka
2-Kocanın evlenmiş onun bir flörtünün bile olmayışı
3-Kocasını hala çok seviyo olmasıııııı !!! Salaaaaaaaaaaak !!!

Seni aldatan adamı hala sevdiğin için gözyaşı döküyorum deme bana diyorum...
Ühüüüüüüü... Sekreteriyle evlenmiiiiş !!!
Ha...
Sekreteriyle yaa, sekreteriyle...

...

Kadın milletini anlamak zor zanaat ! Bir kadın olarak ben bile ne kendimi ne hemcinslerimi çözebiliyorum...
Vardır bi ince hesap oluyorum...
Vardır 40 yıl düşünsen çakamayacağın duyarlı bi durum...

Adam mühendis, kadın mimar...
Severek evlendiler, sonra adam başkasını sevdi... Ayrıldılar...
Sonra adam hayatına her erkek gibi düzen katmak istemiş ki, evleneyim, yemeğim yapılsın, çamaşırım bulaşığım yıkansın bide bu gece kimle yatsak, kimi götüreyim derdim olmasın diyerek 2. evliliğini yapmış !!!
Ama sorun mimar ilk eşten sonra bir 'sekreter parçasıyla' evlenmiş olması !!!
Benden sonra nasıl olur ya diyor !!!
Senden sonra adam gerçek kalitesine dönmüş işte diyorum...
Ama yok ağlamaya devam ediyor...

Erkek milleti gözlemlediğim kadarıyla 2. izdivaçlarında eğitime, akla, kültüre, gaka guka pek bir önem vermiyor...
İlkinde yaşadığı kariyerdi, zeka testiydi, kültürel turlardı olayından ööğ geliyor ve özüne mağra adamlığına dönüp kadın nedir, ne işe yarar, yaramalıdırı düşünüyor ve ceveplarını bulup hayatını ona göre kurguluyor...

Zekadan çok taaaş ve mümkünse sarışın, karnını doyuran, çamaşırını yıkayan, onu yormayacak, basit yani yüzyıllarca kadın şöyle olmalıdır böyle olmalıdır çerçevesine uygun bir kadınla birlikte oluyor...

Erkekleri çok yargılamamak lazım...
Ne de olsa onları yetiştiren kadınlar ve onların anneleri gibi kadınlar tarafından yetiştirilmiş toplum onları böyle yapıyor...

Peki kadınlar?
Neden çirkinde olsa, eciş bücüşte olsa, adam evli veya sevgililide olsa ilgi duyulan adamaları seçerler?
Neden yüzyılardır kendi kuyumuzu kendi hemcinslerimiz kazar?
Neden bizden çıkıp gitmiş insanların seçimlerine hala daha burnumuzu sokarız, üzülürüz...

İnsanları tanımak zordur...
Kendimizi bile tanımak zordur bazen...
Neyi neden yaptığımızı anlayamayız... Bunu ben mi yaptım deriz...
Öyle bir kadınla/adamla beraber olmasına imkan yok diyemeyiz bir insan için... Hepimizin hayatında o anda fark etmesekte dönemler var. O dönemlerde ki isteklerimiz, beklentilerimiz, ruh halimiz seçimlerimizi etkiliyor...
Zamam zaman demiyormuyuz bu insanla nasıl sevgili/arkadaş olmuşum ben ya diye... Olmuşuz o dönemde o iyi gelmiş veya o olmalıymış !!!

Ama kadın takmış 'bir sekreter parçasıyla' evlenmesine...
Belkide eğitim herşey değildir...
Kaşı gözü, eğitiminden çok o insanın ruhunda kendimizi bulmamız değil mi önemli olan...
Aslında hepimizin aradığı ama, elalem neder, ailem neder diyerek bastırdığımız duygularımız birer etiket kurbanı değil mi?

Ühüüüüüüüüü...
Nafakaya zam iste...
İsticem...
İste istede, şöyle kış günü güneşli, kemiklerimizi ısıtacak bir yere gidelim...

30 Kasım 2007 Cuma

Mekanımdayım...
Müdavim barımda....
Bir haftalık 35 im...

Mekan genç insan kaynıyor...
Gençlik ne güzel şey diye düşünüyorum...
Yooo kendimi yaşlı hissetmiyorum...
Hala gencim...
Dcyin çaldığı rock parçalarda boyun fıtığımı hiçe sayarak hala başımı sallayabiliyosam gencim...
Gencimde...

Onların ki başka bir gençlik...
Hayatındaha vurdum duymaz olduğu, daha umursamaz olduğu, damarlarındaki kanın daha vahşi aktığı, korkusuz, önümde ooooo uzun zaman var dedirten türden...

Bölük pörçük gençliğimden anılar üşüşüyor usuma...
Bir daha genç olsam;
Yaşamam uzun soluklusundan tutkulusudan aşk...
Vücuduma dövme yaptırır, 19 yaşımda ailemin elleriyle gönderdiği Londradan dönmem... 30 dnsonra ünversite eğitimine başlarım....
Mesela en üzüldüğüm şey trenle sırt çantam sırtımda avrupayı dolanamamaktır... şu an aklıma gelmiyor intertrain miydi neydi....

Genç olsam daha bi ris alır olurdum....
Ne biçim bir yayım ben, hiç risk almadım ben... Oysa özgürlük benden sorulur...
Ah yeniden 20lerimde olsam...
Cambridge'de dil oulna olsam... Londrada korkusuzca takısam...

Gençlik güzel şey...
Her ne kadar yaşında hisetmeyip genç hissetsende, o 20 lerie oan şey olamıyor...
O şey ne tanımlayamıyorum, adlandıramıyorum ama o yok bende...

35 yaşında sigara ve alkol tükettiği için doğum kontrol hapı kullanamayacak riskli yaştayım....
Yuppiii...
Günde 1.5 paket sigara içiyorum...
Herkes 30'sundiyor...

Eeee daha ne...
Ama o sihirli gençlik yok...
İster istemez riyer düşünüyorum, sorumluluklarımı...

35'in ilk haftasında bunları düşünmek !!!
Evet bu yaş için bir 'B' planım yoktu sorun o !!!
Yaşadıklarımdan mutluym ama ne kadar güne devam?

Her gün uyuyup uyanıp yeni bir güne başlamıyormuyuz zaten...
O zaman planımın olmayıp günlük ruhuma göre yaşamam tuhaf olmamalı...

Aklımda adadaki günler...
Gençliğim...

Bence genliimi değil, uzun zamandır yaşayamadığım geçmişteki o güzel günlerimi özlüyorum...
Özlüyorum...
Özlemlerimn farkındayım...
O halde yaşıyorum...
Her halimle ben benim...

Geçmişime ve geleceğime... şerefinize efem...

29 Kasım 2007 Perşembe

Dizilerin düşündürdüğü

Son günlerde ki takıntım diziler...
Evet dizi dizi inciler modunda beyaz camda peşi sıra yayınlanan yerli malı yurdun malı diziler...
Eskiden İstanbul'da çekilirdi...
Şimdi memleketin dört bir yanı plato...

İyi, güzel... memleketi tanıyoruz...
İstanbuldakiler canda oraçtakiler patlıcan mı muhabbeti azaliyor...

Mardin, Antalya, Adalar, Kapadokya... bir sürü şehir, köy ve kasabada dizi dizi inciler çekilmekte... Hatta memleket sınırını aşanlarda var...

İyi güzel...
Bu sektörden ekmek yiyen o kadar çok kişi var ki...
Karınları doysun doymasına ama her işten sonra çıta biraz daha yükselsin, arzu dilek bu...
Daha doğrusu buyken geçen gün Sıla dizisinin ekibinin Mardin'de okul yaptırdığını öğrendim...
Ve o anda şimşekler çaktı kafamda...
Türkiye'nin dört bir yanına giden dizi-film ekipleri neden ekstra görevler edinmeyip oranın halkını eğitip, bilgilendirip, kültürlendirip kalkındırmasın dı?

Neden bir sanat çalışmasına ön ayak olunmasındı...
Neden kütüphane çalışmasına ön ayak olunmasındı...
Neden ihtiyacı olanlara giysi...

Güzel olmazmıydı?
Zaten sürekli çekim için uçup durmuyorlarmıydı?
Uçarken yanlarına ressamları, yazarları, doktorları, tiyatrocuları alsalardı...
İki günlük workshoplar yapılsaydı, konferanslar verilseydi...
İhtiyaçlar belirlenip kitapları, giysileri paketleyip verseydik yanlarına...

Mardinin ucra köyündeki çocuğun o güzel kara gözleri neden tiyatro görmesindi?
Neden sulu boya yapmasın, patates baskıyla yaşadığı coğrafyanın ona sağladığı renkliliği basmasındı kağıda?
Neden okunmayan kitaplar, giyilmeyen giysiler yer tutsundu dolaplarda?

İyi olmazmıydı?
Gittiğin yere ufakta olsa bir şey veremedikten... katamadıktan sonra... gitmişsin çekmişsin diziyi... nolmuş?
Sosyal sorumluluğun reyting alsa daha iyi olmaz mı?

Olur olmasına da bu fikri kimlere uçursam?
Güzel olmaz mı ya...

27 Kasım 2007 Salı

Gecede yürüyenler...

Gece çökmüş...
Yalan veya gerçek eylence mekanda sonlanmak üzere...
Birer ikişer insanlar ya evlerine gidiyor ya başka yalan gerçek eylenceye...

Ben ve bir kaç kişi oturuyoruz kırmızı koltukta...
Yeni yaşıma girmişim...
Yaş mı bana girdi ben mi yaşa göreceğiz... hayırlısıyla...

Bütün gece boyunca saklanan duygular artık saklanamıyor...
Hayatın ortasında, baharında, ortanın sonunda kadınlar...
Konuşmadan yürekler dinleniyor... Kadehler tokuşturulurken sessizce akıyor yaşlar...

Hayata, yaşananlara, özlemlere, ana, işe, sağlığa... her neyse ona akıyor...
Duygular karışık...
Kaybedilenler ve kaybetme korkusu havada...
Tütün ciğerlere doluyor ama rahatlatmıyor...
Geleceği kurgulatıyor...

Birden bir anı beliriyor...
Denizden esen meltemin ürpertisinde gecede yürüyen bir kız ve erkek...
Hayat gayeleri yok...
Gece güzel geçmiş...
Geçmeyede devam edecek...
Yarında...
Derslermiş, ailelermiş, paraymış, taksitlermiş, sağlıkmış, ölümlermiş...
Dertleri değil...
Tatmamışlar büyük kayıplar, acılar...
Dünya ucundan umurlarında...

Ne güzel bir an...
Herşeyin pembe geldiği, sadece anın yaşandığı, küçük dertlerin dert sayıldığı...
Hayat ne güzeldi o zamanlarda...
Uyusam uyansam öyle olsam yine...

Gezsek, eylensek, gülsek, sevişsek, herşey herkes sağlıklı olsa, kaybetmeyi, ölümü tatmamış olsak, hala bir tarafı melek, küçük taze...

Eve giderken, meltemin kokusunu duyuyorum...
Yine ürperiyorum...
Yine saçlarım savruluyor...
Yine içime anlık bir mutluluk doluyor
Ama...
Ama ben o eski ben değilim ki artık...
Gözyaşlarım yanaklarımı ısıtıyor...

23 Kasım 2007 Cuma

23 kasım saat 23.40

Korkuyoruuuuuuuum !!!
Zamanı durduruuuuun 34 te kalacak var !!!
Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaa !!!

Yok abi walla ameliyata girecekmişim gibi bi korku aldı beni...
Sorumluluk sahibi çok olmayan, çılgın, hissettiği yaşta olabilirim dimi 35 te?
Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa !!!
Korkuyoruuuuuuuum !!!
Bu akşam yarın gece yaşayacaklarımdan acık gösterdiler...
Süpeeeer bi parti olacak ama nasıl yüreğim pır pır !!!
Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa !!!
35 leeeen !!!
Ama buna rağmen kafamda sarı bi peruk muzur muzur dolanmaktayım ortada !!!
Ama gel gör korkuyoruuuuuuuuuuuuuum !!!

:)))

Yaş 35...

Bu yaş için aslında felsefik birşeyler yazmak çok isterdim...
Amma velakin kim ne demiş, ne yazmış bu yaş için hiç ilgilenmedim.
Herkesin deneyimi, fikri kendine...

Kendimi çok tuhaf bir şekilde mutlu hissediyorum.
18'ime girerken bile bu kadar sevinç dolu, içim içime sığmaz olmamıştım...
Sebep derseniz yok mantıklı bir sebebi...
Manyakmıyım neyim, 40ma 5 kalıyor yarından sonra ama ben otuzbeeeeeş oldum yuppi nidalarıyla dolanıyorum ortada...
Akıl yaşta değil baştadırın en güzel örneği sanırsam bendenizim...

İlk 30larım arzu ettiğim gibi geçmedi.
En güzel yıllarımı bir adamın arkasından göz yaşı dökerek, yaşadığım kırgınlığın bedenimde yarattığı hastalıkların acısıyla geçirdim.
Bir nevi bitkisel hayat kıvamında geçti seneler...
Umutlarım, inançlarım herşeyim tepe taklak oldu...
En güzel en verimli yıllarım bir pes etmişlikle, bir vurdumduymazlıkla bir boş vermişlikle ve hatta zaman zaman kendime acıyarak geçti...

Sebep? manyağım işte...

33 sonunda yavaş yavaş noluyo leeen, kendine gel kıpırdanmalarıyla sonunda kendime geldim.
Ahlarla vahlarla, gözyaşlarıyla, bedenimin daha fazla içime atmama dayanamayarak ürettiği tedavisi ancak bende gizli olan hastalıklarıyla geçen yıllarıma baktığımda okadar da pişmanlık dolu değilim.

O dönemde öyle yaşamayı tercih ettim. Tercihim oydu. Yaşadıklarım, deneyimlerim beni bu güne getirdi.
Bana bambaşka bir bakış, tat kattı.

Geçmişe baktığınızda pişmanlık duyuyormusunuz sorusuna, yooo hayatta hiç birşey için pişmanlığım yok diyenlere inanmayanlardanım.
Geçmişe baktığımda pişmanlıklarım var ama o pişmanlıklar beni ben yapan, düzelten, adam eden, sevdiren şeyler...

Evet ilk otuzlarımdan aldığım tecrübelerle yarın ikinci otuzlarıma giriyorum. ( Bu cümle yanlarım ağrıyo kıvamında oldu ya neyse...)

Daha korkusuz, daha cesur, ne istediğinden çok en azından ne istemediğini bilen, kompleksleri törpülenmiş, kendisini olduğu gibi seven ve sevilen, eskisi gibi uçarı, biraz çocuk, sorumluluk almayı ve iş yapmayı arzu ederse alan ve yapan, kaz ayaklarını eylenceli bir hayatın izleri olarak gören, mutlu, kinsiz, dertsiz, sağlıklı ve huzurlu biriyim...

Daha ne olsun...
Evet kariyerde yaparım çocukdayı gerçek kılamamış olsamda...
Banka cüzdanım yaşıma yakışmasada...
Ben insan zengini, sevgi kariyeri sahibi, mutlu böcük birisiyim...

Hey kimse yaşımada inanmadığından da oooo yıllarca 35 olarak kalabilirim...
Daha ne olsun?
Dostlar saolsun !
Yolun yarısının yarısı hayorlı uğurlu olsuuuuuun...
Bana şans, mutluluk getirecek, herşey daha güzel olacak yarından sonra ;)

21 Kasım 2007 Çarşamba

Sinir oluyorum perde 2.

Arkadaşça başlıyor herşey önce...
Arkadaşça devam ederken gözle görülmeyen elektrik kıvılcımları çarpıyor ya iki tarafı birden ya tek tarafı birden...
Olanlar oluyor...
Başlıyor sancılar...
Ya olumlu bir biçimde sonuçlanıyor yada malumunuz...

Güzel gözlü kadın hüzünlü, gözleri şiş...
Tükkandan içeri giriyorum nasılsın diyorum, bana mahsun mahsun gülümsüyor...
Yanına oturup sarılıyorum...
Şevkatime dayanamıyor ve kollarımda ağlamaya başlıyor...
Sordum diyor, arkadaşmışız...
Nasıl yani oluyorum?
Belki sen yanılabilrsin ama hepimiz aranızda ki elektriğin farkındaydık, görüyoduk... Hepimiz sevgili olacağınıza inanıyorduk...
???

Ben buna sinir oluyorum işte...
Hem elektrik olsun, hem flört eder gibi davran sonra arkadaşız biz de !!!
Oldu canım gözlerim doldu... başka arzun...

Aynı durumun biraz farklı versiyonu bendede var...
Durum karışık... adlandıramıyorum...
Arkadaştık. Hoş hala öyleyiz ama arada bir flört durumu hakim...
İlgi alaka, ufak kaçak gözlerden gizli bakışmalar, mesajlaşmalar...
Ya süper ötesi bi kankayız ya da...
Bilemiyorum...
Aklım karışık...

Güzel gözlünün yaptığı delikanlılığı yapmak gibi bir niyetimde yok henüz...
Seviyorum daha doğrusu bilinmez bu hali... ilgi alakayı...
Adının konmasına korkuyorum açıkçası... Adı konursa karışacakmış gibi geliyor hayatım...
E peki bu bilinmezlikten duyduğum rahatsızlık ne?

Uf yaaa...
Hayat sorgulanmadan, olduğu gibi yaşansa...
Arzularımıızn karşılığını alsak daha güzel olmaz mı?
Güzel gözlü kadının gözleri şiş şiş dolanmasa, hepimiz mutlu böcük olsak, akıllarımızda sorular olmasa...
Olmas mı?

Biz neyiz abi, çok iyi kanka mıı yoksa zararsız hiç bi zaman sonlanmayacak flörtöz mü?
Bilemedim...

sinir oluyorum perde 2. perde

20 Kasım 2007 Salı

Sinir oluyorum 1. perde !

Sinir oluyorum;
Yolda adam gibi yürümeyenlere...
Çocukken bize sağdan yürünür, merdivenin sağından çıkılır diye öğretmediler mi?
Ben öyle öğrendim !
Yolun sağından yürürüm
Merdivenin sağından çıkar inerim
Karşıdan karşıya geçerken sağdan geçmeye çalışırım
Şemsiyemide kimsenin gözüne sokmam, yol veririm !!!

Ama yok !
Kimsenin buna dikkat ettiği yok !
Kafalarına göre yürüyor, iniyor-çıkıyor, yol vermeyip, şemsiyeleriylede kimin gözüne soksam acaba oynuyorlar !!!

Memlekette üniversiteye kadar görgü- kentte yaşam eğitimi verilmeli !!!

Sinir oluyorum:
Genceik halimle bile adım atıp çıkamadığım kırmızı taşlı kaldırımlara!
Medeniyet yükselmektiri, kaldırımları yükseltmek olarak algılayan zeki memleketim benim...
Az kaldırımların yüksekliği az, biraz daha yükselt ! Taşlar oynak olsun su sıçrasın, topuklu ayakkabının topuğu kaldırımlarımıza feda olsun ! Yaşlı, sakat ve bebek arabasındakiler evinde otursun ne işleri var dışarda... dimi ya !!!

Sinir oluyorum:
2 kişinin zor geçtiği kaldırımlarda reklamlı duraklara !!!
Korunmalı, kendini belli eden avrupai reklam panolu durak lazım... Kaldırım darmış, geçebilmek için yola inmek gerekmiş... bana neeee... ben reklam gelirime bakarım !
Bak abi !!!
Bi gün İstanbul'un tüm sokaklarında ki reklamlı, yer kaplayan, yayalara geçit vermeyen durakları yakıcam !!!

Sinir oluyorum abi !!!
Kentte yaşayıp, kentli olmayı bilmeyen, kentli bilincine ve aidiyet duygusuna sahip olmayan herkez ve kurumla savaşöak için bir çete kurup eylemler gerçekleştirmek istiyorum !!!

Adam şamsiyeyi çekmiyor mu?
Alacaksın elinden şemsiyeyi, gözüne sokacaksın, iyice çevireceksin... gözü şemsiyenin ucunda sallanır bir şekilde yoluna yollayacaksın; arkasından da sağdan canım sağdan diyeceksin !!!

Merdivende inadına senin üstüne üstüne inmeye veya çıkmaya çalışanlara çelme takıp düşürüp, merdiven boşluğundan yuvarlayacaksın !!!

Evet abi 80 yılların büyük geyiğini bende yapıyorum ve ancak bu iş böyle çözülebilir:
Taksim meydanında salllandıracaksın 2 tanesini bak yapıyolarmı bidaha...

Ey milletim, karşıdan karşıya hurraaaa diye geçerseniz elbette zig zaglar çizmek, milleti itelemek zorunda kalır, ışık söner siz hala yolun ortasında ne taraftan karşıya geçicem ben, bön bakışlarında dolanar kalır olursunuz !!!

Sağdan gidilir, sağdan dönülür...
Sağdan çıkılır, sağdan inilir...
Şemsiyeler hafifçe müsait olunan tarafa eğilir...
Trafik ışığı yandığında meydan muharebesi çıkartılmaaaaaaaaaaaz !!!
Zaten daracık olan kaldıırmlar luzumsuz kütlelerle karınca geçidi haline getirilemez...

Kentlilerim beniim.... Ah ah... doğanıza dönün desem doğa bile sizi barındıramaz !!!

Sapkın sapık !!!

Son zamanlarda ilhamiyle aramda sorunlar var...
Galiba beni terk etti...
Terk etme nedeni nedir bilemiyorum...
İlhamiiiii, ilhamiiiiiim, ilham periiiim huuuuu...
Tık yok anasını satayım...

Yazma eylemlerim sekteye uğramış durumda.
Bu aralar beslenemiyorum herhalde...
Ne okuduğum kitaplar, ne gazeteler, ne eş dost... cık... yakaladığım şeyler ertesi gün parmaklarımdan arzu ettiğim şekilde dökülemiyor...
Durum vahim!
35 yaş sendromum parmaklarımıda vurdu herhalde !!!

Bu sendromda nasıl bir sendromsa analamdım.
Bi sabah felaket ruhsuz, mutsuz, suratsız, asabiyim, bir sabah mutlu böcük ötesi, neşeli, ben gencim geeeenç nidaları atan biriyim.
Hafif bir dengesizlik durumu hakim.
Hoş zaten burcumdan dolayı normal şartlarda da dengesiz olan ben iyiden iyiye dengesizleştim.

Haftasonundan beri mız mız çocuklar gibi arzu ettiğim şekilde doğum günümü kutlayamayacak olmama takmış durumdayım.
Magy Simpson gibi homurdanıyorum...

Kızacak kimse yok kabahat bende...
Yaz ortasından doğum günüm için planlar kafamda belirmeye başladığında, işi ciddiye alıp organize etmessem olacağı budur.

2 dehşet doğum günü fikrimide gerçekleştiremeyince...

İlki boğaz manzaralı bir kral dairesi veya ona eş büyüklükte bir süite eşi dostu doldurup sabaha kadar çılgınca cıbıl erkeklerin dansları eşliğinde eylenmekti.
Doğum günü hedeyesi yerine millet odanın, dansçıların parasını paylaşacaktı. Hatun kısmısı bu fikre yeeeeees derken erkek kısmısı olmaz öyle şey dedi !!!
Erkeksizde eylemi gerçekleştirebilirdik amma velakin, maddi açıdan çoğunluğu sağlamak bakımından erkeklere ihtiyacımız vardı. Onlarsız normal bi oda tutabiliyoduk !!! Dehşet parti fikrim erkeklerin mızıması yüzünden suya düştü !!!

Bende başka bir memlekette cıbıldak erkek dansı izler, izlerkende sigara içer, keyifle demlenirim kararı alıp haftasonu Amsterdam'a uçmaya karar verdim... Yanımda da 3-5 eş-dostla... Dostlara azcık tuzlu gelince bu plan, delikanlılığa bok sürdürmemek adına ben giderim tek nolceek dedim! Olmaaaz dediler, tek başına demlenilmez, mazallah !!!

İyi peki anasını satim... Doğum günümde Amsterdam'da bana eşlik edecek şahıs bulunamadığından bu planda yattı !!!

Sonuç?
Mızmız çocuklardan beter homur homurum...
35 oluyorum ve arzu ettiğim iki şekildede kutlayamıyorum !!!
Çıplak adamların eşim-dostum önünde sabaha kadar dans etmesini istiyorum, o olmayıncada başka bir ülkeye gidicek kadar çıplaaaak erkek dans ettiricem ben diyecek kadar gözü dönmüş bir sapkınım !!!
Yaşlamı alakalı bi durum acep?
Yoksa bu yaşta erkekleri, bunca yüzyıldır kadını meta etmelerine bi tepki olarak bende meta olarak görmeye mi başladım?

Bilemiyorum...
Çok sorunsalım...
İlhamim beni terk etti yazamıyorum ve 35'ime arzu ettiğim sapkınlıkta giremiyorum !!!
40'ma Bon joviyle aşk yaparak girmeyi gerçekleştirme şansım nedir acep?

O nooooo sapkın ötesi bişeyim beeeeen !!!

19 Kasım 2007 Pazartesi

kütüphane geyikleri

Bir insanın kütüphanesinden, o insan hakkında sağlıklı bir bilgiye ulaşabilirmisiniz?

Taşınma arifesinde kitaplığımın önüne boş koliler etrafımda çömelmiş oturuyorum...
Bir sürü kitap, dergi var...
Hiç akla hizmet bişi değil onca kitabı düzgünce kolile, taşı, taşındığın yere yeniden yerleştir...
Of ki offff iş...
Ama yapmam gerek...
Yaparken luzumsuzlarında aradan ayıklanması gerek...
Kolilemek yanında 5 senelik bir düzenleme çalışması...
Gözüm mesleki kitap-dergi dağından çok edebi kitapları yiyor...
Hadi onlardan başlayayım oluyorum önce...

Amanın... benim olduğundan şüphe edeceğim bir sürü kitap...
Geçmiş seneler ki ruhi, ilgi durumlarıma göre bir kitaplık !!!
Lise ve üniversite yıllarının ilgili bilgili, öğrenicem açlığındaki entel dantel kızı yerini zamanla öyle pop hop şeylere bırakmış ki !!!
İnkıridibıııııl oluyorum kendi kendime...
Kitapların içindeki tarih bilgilerinden geçirdiğim süreçleri okumak mümkün...
Mutluyken alınmışlar...
Öğrenicem açlığındayken alınmışlar...
Cicim aylarında alınmışlar...
Terk edilmişken alınmışlar...
Aşka ve erkeklere olan inanç yitmişken alınmışlar...
Ufak bir umut kırıntısı görününce alınmışlar...
Boşluk içinde yüzerken öylesine ilgi duyulup öğrenim, pop kültürden eksik kalmim diye alınmışlar...

O my good !!!
Kendi kendime şaşkoloz oluyorum...
Erkekler ne ister? Ne bilim elinin körünü ister herhalde... Sevginin bilmem kaç dili, kadınlar venüstense erkekler zuzaydan, erkekleri kullanıp, bunla yetinmeyip köle etme sanatı, aşka şeytan karıştıranlar, aşka büyü yapanlar, en damarından terk edilen aşıklar için kaleme alınmış aşk şiirleri...
???
Hepsini okumuşmuyum?
Eh... çoğu yarım kalmış... allahtan... hoş okuduklarımda aklımda kalmadığına göre hepsini okumuş olsamda tehlikeli bir biçimde etkilenme yüzdem az olacakmış !!!

Oha filan oluyorum...
İnsanın yaşadıkları nasıl beğenilerini, arayışlarını değiştiriyor... Okumasına bile etki ediyor...
Şimdi hayatta elime almayacağım kitaplarımla geçmişi gülümseyerek düşünerek paketleme yapıyorum...
Ey gidi ey günler derken, spor kitapları arasında kadınlar için taocu sevişme kitabını buluyorum...
!!!
Plates ve aerobic kitapları arasında... Sebep? kitabın içindeki çizimleri karın eritici hareketlerden mi sanmışım yoksa sevişme eylemini spor olarak mı ele alıyorum ben?
Çözemeyip durumu kitabın içine bakıyorum ve kankamın 10 küsür sene önce doğum günü hedeyem olarak verdiğine dair muzur bir not görüyorum...

Bilmemek değil öğrenmemek ayıptır diyor... Gençken insan teknik meknik önemsemiyor, içgüdüsel dalıyor konuya ama sen şimdiden ileriye yatırım yap !

35'ime 5 gün kala, hala ileriye yatırım yapma şansım vardır herhalde oluyorum... Yatırım matırım olmasada güzel geyik yapılır bu kitaptan...

Ne okuyosun bu sıralar?
Walla geç olsun güç olmasın demişler, geç meç taocu sevişmenin kadın tekniklerini hatipliyorum...
Nasıl bişi...
Walla ilginç, teknikler süper atraksiyonluda, teknikleri uygularken bide adamlar heba olmasa...
!!!

Kütüphanem ve ben... bence çok karışık bi şahsiyetim... Her konudan, her daldan en az 2 kitap var...
İnşaat mühendislerinin mimarlar hakkında dedikleri özel kütüphaneme bakıncada söylenebilir:
Mimarlar herşeyi bildiklerini sanırlar ama hiç bi bok bilmezler !!!
Eee kardeşim bizim meslek herşeyi öğrenemesekte bilmeyi gerektiren bi meslek napalım yani...

İzninizle ben 2 teknik daha kapim, belkim beyaz atlı prensim taocu sevişmenin erkek versiyonunu okumuş mokumuş olabilir...
Eee anca beraber kanca beraber oramızı buramızı kıriciiiz...
Çok eğlenceli olacak çooook...
Hastanede tek sedye üzerinde düğüm olmuş haldeyken dr soracak nasıl bu hale geldiniz?
Şimdi doktorcuuum, aşkım azcık çek ayağını ağzımdan, pozisyonun başından itibaren anlatim ben...

:p

15 Kasım 2007 Perşembe

Ortaya karışık…Ama biraz çok karışık…

İnsanlar sevdikleri rahatsızlanınca, hem de o sevdikleri biraz yaşlı olunca neden hep olumsuzu düşünürler…
Bir acaba dillerde dolanır…

Hastanın sağlık geçmişini bir kenara koy, geçireceği ameliyat basitte olsa her ameliyatta risk vardır kabulüm… Birde buna sağlık geçmişi eklenince elbet paniklemek normaldir ama…
Hasta hasta yatağında gücünü bırakmadığını sergileyen tavırlar sergilerken, sen seveni olarak en kötüsünü düşünürken o nasıl kendine inanıp başarsın?

Çok küçük yaşlarımda şunu öğrendim. Durum ne olursa olsun inancını ve umudunu yitirme… Başaracağım diye inan…

Hepimizin bir gün öleceğini bilmemize rağmen, aşağı yukarı kendisine bir tarih biçilmiş ve buna rağmen normal olarak yaşamaya devam etmiş bir adamın kızıyım ben.

Şimdi geçmişe bakıp düşündüğümde, hayatının en verimli en mutlu zamanlarında, kızın henüz 3 yaşındayken bir gün yıkanırken fark ettiğin bezeyle doktora gidiyorsun ve doktorlar sana çok nadiren rastlanan bir kanser hastası olduğunu söylüyorlar. Sene 70’ler, tıp gelişmemiş… Hastalığınla ilgili yapılan tedaviler test aşamasında henüz…

Ameliyattan başka çaren yok ve oluyorsun… Sana sormadan bir ömür biçiyorlar. Budur kardeşim diyorlar… Ömrün 5 sene… Yaşa… Yaşa ama tedavi göreceksin, acılar çekeceksin… Sonuç onca acıya ızdıraba rağmen bişey değişmeyecek…

Babam nasıl kabullenip yaşadı acaba? Ne o ne biz psikolojik bir yardım almadık… Onca acıya, rahatsızlığa rağmen yaşamına devam etti… İçinde kim bilir ne fırtınalar koptu… Nelere kahretti, nelere sövdü… Hepimizin sahiplikleri kiralık ama onun ki düşününce daha bir acıtan kiralıktı… Karısıyla gelecek planları yaparken, kızının 18 yaşına geldiğinde yapacağı hayallerini dinlerken, çizdiği projeler hayat bulurken… Yaşamının kiralık olduğunu bilerek, her saniye bunu hissederek mi yaşadı acaba?

Bilemiyorum… Bildiğim, gözlemlediğim ve hatırladığım kadarıyla inancını hiç yitirmedi. Son ana kadar savaşmaktan vaz geçmedi. Acılar içinde kıvranırken, kızı dondurma istiyor diye yataktan kalkıp arabasına atlayıp gecenin bir vakti dondurma almaya gidecek kadar güçlüydü. Her şeye rağmen hayatın içindeydi.

Bu satırları yazarken babamın son tedavi yolculuğuna çıkışı ve portmanto önünde ki vedalaşmamız geliyor gözümün önüne… Hep ölüme gittiğini bilerek vedalaştığını düşünürdüm. Bana öyle gelirdi. Ama bunca sene sonra onun 15 gün sonra Londra’dan dönüp kızını elinden tutup ortaokula başlatacağı inancına sahip olduğunu düşünüyorum.

Pes etmemişti...

Hayat hepimize bir rol biçiyor… Farklı farklı oyunlarda rol alıyoruz… Ailemde yaşadığım deneyimlerle, her ne olursa olsun son dakikaya kadar inancın ve umudun yitirilmemesi gerektiğini öğrendim.

Can canlarım panik içinde…
Onlara kızamıyorum, teselli edemiyorum, rahatlatamıyorum… Biricik babaları hasta… İster istemez akıllarına olumsuz düşünceler üşüşüyor…

Ama onlar inançlı ve umutlu olmazsa, babaları nasıl inançlı ve güçlü olup, başaracak?
İstemek ve inanmak yolun yarısı değimlidir?

Ben babacıklarının her şeye rağmen sağlığına kavuşacağına inanıyorum.
Her ne olursa olsun inanmak ve güçlü olmak gerekiyor.
Bazen kendi kendine inanmazken yanındakilerin sana olan inancı senide kendine inanmaya zorlar.

Aynı ameliyatı bizde yaşadık ailemde. Evet, bizde geçmiş sağlık hikâyesi risk oluşturmuyordu. Odluda bitti maşallah kıvamında atlattık. Ama atlatamasaydık… Hiç böyle düşünmedik. Çünkü ameliyat olan şahsiyet 88 yaşında hepimize taş çıkaracak turpluktaydı…

Turp gibi olsun veya olmasın insan ister istemez getiriyor aklına kötü şeyler.
Can canım dün gece yüreğimi cız ettirdi…
Ya her şey yolunda gitmezse diyerek gözleri sulanınca…

Dilimin ucuna gelenleri diyemedim ona…
Her şey iyi olacak desem, doktor değilim ki… Üzülme, ağlama desem olmaz ki…
Ya ameliyattan çıkamazsa diyor…
Yutkunuyorum ve;
Dedemden sonra anneme dediklerimi can canlarıma da söylemek istiyorum ama birisinin yüzüne kötüye karşılık konuşmak öyle zor ki. Kaybetmeyi anlatmak ve kaybetme tesellisini yapmak…
Dilimin ucuna gelenleri söylemektense, yazmak daha kolay geliyor:

Her ne olursa olsun, birlikte uzun bir zaman geçirdiniz. Benim gibi yok kalmayacaksınız. Özlemleriniz, keşkeleriniz, bilinmezleriniz yok benim gibi. Evet, yaşarken birbirini incitmek, kırmak, söyleyeceklerini söylememek veya söylenmemesi gerekenleri söylemiş olmak pişmanlığınız olacak. Olmamalı… Yaşarken isteme sekte yapıyoruz yapmamamız gerekenleri…

Acısıyla tatlısıyla, pişmanlıklarıyla, iyisiyle, kötüsüyle birlikte bunca seneyi yaşadınız. Birbirinizi tanıdınız. Sizi meslek sahibi gördü, evlendiğinizi gördü… İçinizde benim ki gibi zaman zaman anlamsızca birden depreşen koca bir özlem, yok kalmışlık hissiniz olmayacak… Özlem olacak ama benim gibi tadı damağında kalan bir tadın özlemi olmayacak… İnsanın sevdiklerini yaşı ne olursa olsun kaybetmesi çok zor. Bencilce, her ne halde olsun ama hayatta olsun diyorsunuz… İnsan hiçbir zaman sevdiğine doyamıyor… 100 yaşında da olsa kaybetmek istemiyorsunuz…

Çekeceğine ölsün demek sözde kolay ama yürek buna izin vermiyor…
İnsan ne olursa olsun sevdiklerini yitirmek istemiyor. Devamlı gidip görmese de, dokunmasa da, konuşmasa da kanlı canlı olmasını istiyor.

Hani bir köy var uzakta gitmesek de görmesek de bizim köyümüz hesabı, istiyor sevdiğini…

Yönetmen ne kadar rol biçti bize bilemiyoruz… Çıkıyor sahneye oynuyoruz…
Her şey bizim için…
Durum ne olursa olsun, inancın, umudun yitirilmemesi gerekiyor.
Savaşmak gerekiyor.
Her şeyin iyi ve güzel olacağına inanılırsa öyle olacağına inanıyorum ben…

Perşembe akşamı sağlığa ve yeni huzurlu, mutlu günlere canlarla kadeh kaldıracağımı biliyorum. O gece dileğim, herkes için sağlık olacak…

13 Kasım 2007 Salı

Balık etli kadınlar zeki oluyormuş !!!

Ah şu bilim insanları... lüzümsuz şeyleri araştırıyorlar diye laf ettiklerim bu seferde lüzumsuz ama vücut itibariyle bana uyan bişeyi inceleyip araştırmışlar...

Balık etli hatunların kalça ve bellerinde bulunan yağcıklar, balıklarda bulunan Omega 3 le aynı yağ zenginliğine sahipmiş !!!

Yani, balık yiyince alınan Omega 3 nasıl zekilik, cinlik ve yağ asitleri sebebiyle cilde güzellik veriyorsa, balık etli kadınların doğasında Omega 3 olduğundan zekiliğin haricinde, hıım hııım yağlı balık lezzetinde oluyorlarmış !!!

Yaniiii, zekiyiiiim ve lezizim !!!
Zayıflamak mı? Manyakmıyım zekamı ve lezzetimi kaybediiiim?

Erkek milletinin '0' beden takıntısıda çözmüş oluyoruz böylece... Zayıf kadın Omega 3 süz kadın yani zeki olmayan kadın... Erkek için kadının sarışını ve az zekisi makbul olduğuna göre...

Yesem yesem ne yesem?
Vücudumdaki omega3 zenginliğini arttırsam ve zekama zeka katsam?

:ppppp
:))))))))))))

12 Kasım 2007 Pazartesi

Garip bi günlük 3

Perşembeden beri akan burnum sebebiyle yatakta, sadece sol gözümün ve burnumun akmasından ötürü, vücudumun Türk solunun durumuna ağladığına karar verdiğim halimle eve hapsolmuş, sahneye çıkar kıvamda giyinmiş, sabah sabah ohaa makyaj yapmış hatunların yaptıkları sabah programlarını zaplasada kurtulamayıp izlemiş, onları izledikçe hamile kıvamında bulantım var benim diyerek öğürmüş, ve sahneden önce sete uğramış bu hatunların 'kadına şiddete hayır' kampanyalarına inat bu kadınları dövmek için planlar yapmış, ooh ev hapsi bitti, dönmeden hallice de olsa sesim, iyim modunda haftaya başlamış olan bendeniz, ne olsada yazacağım diyerek klavyemin başındayım:

Öğle yemeğinde arka masadakiler facebook sayesinde birbirlerini bulmalarını tüm restauranta duyuruyorlar...
Tanrım nasıl bir icatsın sen !!!
Yıllardır birbirini arayan ama bulamayan, insanları kavuşturan...
Pöööh !!!
Aylardır nikimle takılmanın rahatlığı içindeki ben gerçek adımı kullanıma sokmayla başıma ne dertler almış durumdayım...
Bilmem hangi okuldan, kurstan, nereden insanlar listemde...
Hiç kimseyi bulmak için çaba bile sarf etmiyor olmam bir anormallik mi acaba?
Eski sevgililer, anaokulu arkadaşları, gezi arkadaşları...
Kimseyi arayıp bulmak cazip gelmiyor... Arayan bulur beni, mevlasınıda...

Yaşam ritmim normale inmek üzere...
Senelerdir süren stres bitti...
Evlendim !!!
Herkeze tavsiyem odur, evlenin... evlenmesinede, ah o yerleşme faslı...
Koli arayıp bulmaca, doldurmaca, listelemece yapmaca, atılacakların atılması... Çalışma odam çöp evden farksızmıymış neymiş !!! Mimar kitaplığı öyle olur... Her dergi, fotoğraf, taş ilham kaynağı olarak depolanır, bir yerden bir yere taşınana kadar bekler... sonra olması gereken olur çöpü boylar...

Evlenmemin sevincini kursağımda bırakan can dostlarımın babalarının rahatsızlığı şu saatlerde benide onlar gibi kedi kıvamında kıvrandırmakta...
Herşeyin başı sağlık ve huzur... bide evlenmek tabiki... Eeee maymun şeyini görmüş veya görmemiş hesabı... Senelerdir beklenen çocuğa sahip olmuş buldumcuk aileler kıvamındayım...

Birde dostların derdi olmasaydı... Yüreğim o zaman daha bi huzurlu ritmine dönecekti...
Neyse...
Ev hapsinden, yataktan kurtulmak, sağlığa kavuşmak bide evlenmek güzelmiş beee !!!

29 Ekim 2007 Pazartesi

Meleklerin diyarından....

Ne zamandır beni çağırıyor...
Her seferinde tamam geleceğim diyorum... sonra alıyorum başımı ya londra ya paris yada daha önce gitmediğim bir avrupa ya da balkan ülkesi başkentine gidiyorum...

Perşembe akşamı saat 20 sularında onu aradım:
29 ekimde müsaitsen geleceğim dedim...
Bekle bekle tık yok...
Tam bal kabağı olmama saniyeler kala telefonum çaldı: müsaitim gel...

Uçağa atladım ve geldim karadenizime... Ona... O ki beni herkesten iyi tanıyan... Birbirimizi olduğumuz gibi kabul eden... İyi ve kötü hastalıkta ve sağlıkta kabul eden, üniversite arkadaşı, arkadaş ne kelime dostuyuz... 7 sene önce onun koca memleketine oğlu 6 aylıkken gelmişim... 7 sene boyunca o sadece İstanbul'a geldikçe görüşmüşüm onunla...
Her sene, her konuştuğumuzda gel der bana... Ama bana ecnebi diyarlar cazip gelir...Perşembe akşamı hayat ağır gelmiş bana... gitme duygum tavanda... gideceğim gelmiş... Her halimle konuşşamda konuşmasamda kabullenecek o ve ötekisi... Ötekisi şu anda ikimizi kabullenecek halde değil... Ben onu ramışım... geleceğim diye oda gel demiş... durulurmu...

Geliyorum dedim...
Gel dedi... Müsaitim...
Namussuz... atladım uçağa geldim... 7 yaşında hayatta çocuuk sevmeyen benim sevdiğim tek çocuk oğluyla karşıladı beni... Melek... hemde ne melek... velete dokundukça arınıyorum... sevdiğim tek çocuk... sebep ? bilmem... en az ağlayan gürültü yapan çocuk belkide...

Öyle kederli öyle karışık geldim ki karadenizin bu şirin şehrine... Utanarak çekinerek... senelerce arkadaşını ziyaret etme... kaçacağın gel ve kaç... O yadırgamaz ama belki kocası diyerekten...
Ama öyle olmadı...

Geçmişe gittik, ben dışardan kendime baktım... ehlendim, kaderlendim, sonra ana döndüm... güldük eğlendik...
Oğlu Ozy diyip sarılıp öptükçe beni ben meleklerin seviyesine erdim...
Sabahın köründe kedi misali başımın üstüne kıvrılıp uyandırmasını, beni öpüp sevmesini saçlarımı çekiştirrip sana masaj yapıyorum demesini...
O küçük melek tarafından yaşadığım tadı nasıl anlatırım tarif ederim bilemiyorum...

Asıl annesinin tek kelime etmeden benim hayatıma ettiklerini...
1 sene sonra 2. birisinden duymak sen kendi değerini bilmiyorsunu... Nasıl hoşuma gitti ondan onu duymak... İnsanız... bilsekte kendimizi duymak bilmek öğrenmek istiyoruz başkalarının gözünde nasılızı...
Onun gözünde ben oooo oooyum... Nasıl bir keyif bu anlatamam... Benim her halimi bilen kadının bana olan inancı...

Dede memleketi olmasada doğduğum memleket ve toprakları özlemişim... Karadenizin dalgasını, yağmurunu, havasını bilmeyen beilemz anlayamaz beni...
Balığını lezzeti yok hiç bir şeyde...
Havası kafasına göredir karadenizin...
Denizi hele... O dalgaların güzelliğini, o gri mavilği bilmeyene anlatmak ordur bence...
Dede memleketim olmasada memleketim işte bu topraklar...
Yeni sahil yolu ise, lisede pisi pisine trafik kazasında ölen sarışın kız arkadaşımı anımsattı bana... ruhu şad olsun... olmasınada... yeni yol bana bu memlekete her ne olursa olsun pişman olmadan hizmet etmeyide anımsattı... Edeyim etrmesinede... benim derdim başka be milletten...


Herşeyi geçtim... sabahın 2 si... Dostum ötesi insanın evindeyim... yedi i,çtim, yundum yıkandım, güldüm eğlendim anladım ki ben zamanında bilmeden yapmışım iyi dostlar canlar...
Varmıdır derdini diyemeden, derman aramadan kapı çalıp her halimle ben size geldim diyecek ve kabullenecek...

Ne yazdığımıda bilmiyorumda namussuz içirtti bana şarap koleksiyonundan 6 şişe... hepsi farklı kav kırmızı... damrlardaki kan arttı yaradı ama parmak uçlarından dökülen allah kerim...

Sadece özetle şu: Ben çok şanslı bir insanım... ne olursa olsun çalacağım ve gideceğim bir kapım var...
Üniversite yıllarımız bu gece çok anıldı... geçmiş geçmiştir ama bilmeden güzel temeller atmışım... ah bide eniştenin dediği gibi zayıfçık kalsaymışım ya...

Ase ve Nazo sevgiyle kalın... Ayık kafa daha biş güzel yazı yazarım size...
:)

Yine neyi anladım

24 Ekim 2007 Çarşamba

Garip bi günlük 2

Saat 11, odama dalıyor ve hadi diyor...
Ne hadisi?
Yürüyüşe diyor...
???
Şehitler için...
Ama işim var diyorum...
Binada kimse kalmayacak diyor, hadi...
Yan komşularımla plan yapıyoruz, Nişantaşına kadar yürür, sonra açık havada nefis bir öğlen maması ziyafeti çekeriz...
Yürüyoruz...
Şehitlerin adı dillerde...
Kahrolsun sloganları atılmakta...
Anlamıyorum, ilk defa şehit vermiyoruz ki... Yıllardır var olan bir acı, dert bu bizim için, peki niye şimdi millet ellerinde bayraklarla sokaklarda...
Arkadaşım sayıdan dolayı diyor...
Bu zamana kadar kaç 12 kaç 13 ölmedimi diyorum...
???
...

Teşvikiye Caminin bahçesindeki ağaçların gölgesinde keyifle oturuyoruz...
Hayat herşeye rağmen devam ediyor...
Bu güzel havayı bırakıp ofise dönmek gibi bir niyetim yok diyip kızları yolluyorum...
Akşam ki doğum günü partisi için muzur hediyemin hazırlıklarıyla uğraşmak için yola koyuluyorum...
...

Bu bağların kırmızısından istiyorum diyorum...

Malesef diyor...Peki ne renk var başka?

Başka renk yok. Bu bağcıklardan İspanya'da satılıyor, Türkiye'ye gelmiyor diyor...
Nasıl? Adamın bağcığı kopunca ayakkabıyı çöpe mi atıyor yani diyorum...
Gülüyor...
Gülmeeee, bana bu bağcıklardan lazım diyorum... Bulamazsam hediyemin hiç bir anlamı kalmayacak ! Hoş zaten anlamsız bir hediye olacak ama o bağcıklar olmadan daha bi anlamsızlaşacak !!! Ben şu ayakkabının üstündeki yeşili istiyorum diyorum...
Yok veremeyiz...
Ama ben istiyorum !!!
!!!
İçerden benim satıcım sesleniyor:
Geçen sezondan kalma krem rengi var, bu olur mu?
Hani yoktu? Napalım olacak olmasına da bu küçük dilmi?
Diiil.
İyi bir de 90 cmlik normal bağcık alayım, boş kutu alayım...
Kutu yok...
Nasıl yok? Aaaaa çıkarın içinden bir ayakkabı verin, ben size evden boş kutu getiririm yarın...
Şey gak guk...
Aaaaa... en kıymetli müşterinizim, bak bi daha buranın değil, İstiklaldeki mağazanın müşterisi olurum diyorum...
Ben varya ben desem mi acaba?
Peki...
Of... Altarafı boş bir camper kutusuna bağcık koyup güzelce paketleyip, ayakkabı almış hissi verip muzur hedeye yapacağım...
Deli ettiler beniii...
Hııııır...
Borcum?
Yok, sizden almayalım...
Aferin... Bi daha ayakkabı almaya geldiğimde de böyle diyin...
...

Akşam, doğum günü çocuğu için yapılan leziz mezeleri yemek üzere aç bilaç saatin gelmesini bekliyoruz...
Partiden çok yemek yemeğe gelmiş insan profili ağırlıkta sankim...
Karnım aç...
Etraf eş-dost dolu...
Ama son 1.5 haftadır kimseye kimselere ait olmak istemiyorum...
Bara geçip bar kadını olmak istiyorum...
Kendimle olup, kendi kendime takılıp eğlenmek...
Yanıma gelip soruyorlar, birşey mi var?
Yok anam nolsun, kısır üstüne bira içince zaten kocamaaan olan göbem daha bi kocamanlaştı... Takılıyorum işte burda kendi kendime...
Aaa gel yanımıza...

İstemiyoruuuuuuuuuum diye bağırmak istiyorum...
Hiç bir gruba ait olmak istemiyorum...
Şurda güzel güzel, bulgur üstüne demlenip eğlenmek niyetim...

Yanıma geliyor:
Sen komplike bir kadınsın diyor...
Hödöööö dicem de ayıp kaçacak...
Beni tekliğimden ötürü, tavrımdan ötürü tebrik ediyor...
Ne demem gerekiyor bilmiyorum... Way oluyorum sadece ben neymişim be...

1 haftadır normal yaşamının dışında hareket eden misafir Almanımız geliyor yanıma...
Alkole tövbe etmiş...
Eeee alışık olmayan bünyeyle çevreye uyucam diye içersen rakıları...
Süprizli bir kadınsın diyor bana...
Dayanamayıp Hödööööööööööööööö diyorum...
Allahtan leb demeden leblebicilerden olduğundan çeviri yapmama gerek kalmıyor...
Rockçusun diyor, klasik müzik dinliyorsun, serseri ve ladysin diyor...
???
Way anam way ben neymişim yaaaa...
Gülüyorum... O da gülüyor ama galiba bişeyler dememi bekliyor...
Nedim ki... 35 yaşına ay kala çıtır kadın kandırıkçıkları yapılan ve bu sebeple ben çıtırım siz kendinize bakın diyerekten eşe-dosta ukelalık yapacak bir kadınım !!!

Doğum gününden uzama zamanı gelmiş durumda...
Yarın spor günüm...
Bir üçüncü adamı daha çekemem sen varya senle başlayan cümleleriyle...
Doğum günü çocuğu muzur hedeyeme ben onu hazırlarken ki kadar eğlenmedi galibam ama olsun... Tabi tebligat koymayı unuttum ben o yüzden...

...

Eve yürürken yokuş aşağı güzel bir rüzgar saçlarımı ve içimi savuruyor...
Doğum günü çocuğunu ve kadeşini düşünüyorum...
Sonra bizimkilerin kardeşlikleri geliyor aklıma...
Hangisi iyi acaba diyorum, tek olmak mı sırtını her an dayayabildiğin ama dayarkende hırlaştığın bi kan bağlı mı olmak...
Bilmiyorum...
Bildiğim bu aralar kalabalıklarda yanlız olmak istediğim...

23 Ekim 2007 Salı

Curves

Spora başlayacağım diyorum
Nerede diyor...
Gazeteci aşkım yüzünden gittiğim ama onu bi kerecik bilem göremediğim ama çok sevdiğim Taksim meydanına kuş bakışı baktığım yere galiba diyorum...
Boşver orayı diyor...
Sebep? diyorum...
Benim hatunun doğum kilolarından kurtulduğu bir yer var, oraya git süper biryer diyor. Sırf hatunlar için tasarlanmış aletlerle kısa sürede zayıflayıp, sıkılaşıyorsun...
Yemiiiin et diyorum...
Ederim diyor...
Ve bana yolluyor sayfasının linkini...

Ben ve arkadaşlarım, ben ve ofiste onlarla yaptığım msn muhabbeti...
Evli barklı, yakın zamanda baba olmuş arkadaşım sayesinde ufkum genişliyor... İnternette araştırıyorum, karısını soru yağmuruna tutup deli ediyorum... Denemeden arkadaşlarımı gaza getiriyorum...

Süpermiş kızıııım, 30 dakika sürüyomuş, alaetler kadınlara göre tasarlanmış mış, şu an kampanyada varmışmış !!!
Tamam başlayalım...
Başlayalımda, yoga nolucak...
Yaw hafta 3 gün 30 dakika kurvcük yaparız, bi günde ooooom !
İyi hadi...

Hadi o zaman diyip, deneme yanılma tahtası olarak, öncü kuvvet olarak bendeniz düştüm yollara...
Eşofmanlar giyildi, ölçümler yapıldı, boyum uzamış yağ oranım azalmış çıktı ölçümlerde !!!
Baharda yapılan ölçümlerde memleketim AB'ye giremicekti neredeyse yağ oranım yüzünden !!! Anlamadım nasıl azaldı yağ oranım...

Her neyse, bi pet bi alet, bi pet bi alet 30 dakika boyunca tempolu biçimde hop bin hop in bir çalışma sonrası spor yaparken hiç sayılabilecek şekilde terleyen ben su içinde kaldım !!!
Nasıl yani bu ter benim mi oldum...
Benimmiş...

Kendimi aktif dinamik heyecanlı ve sıkı hissediyorum... !!!
Psikolojik misikolojik önemli olan nasıl hissettiğin dimi abi ?

Curves denilen yeni trend alettli ve ayakta cimnastik karışımı bir şey... Metobolizmayı hızlandırıyor ve gerçekten çalışması gereken kasları çalıştırıyorsunuz...

Benim gibi üşengeç, tekrardan sıkılan, spora hem vakit ayırmak isteyen hemde ayırmamak isteyenler, hemde 6 hafta gibi kısa bir sürede fit olup zayıflamak isteyenler için süpeeer diyorum !!!

Bu kış Curvesle kurvlerimi yağdan kurtarıp, biz sevgili mimarların kırk yılda bir kullandıkları curve cetveli gibin kıvrık ve fıstık bişi olmayı planlamaktayım...
Cetvel demişken harbiden nerede acep curvüüüm?

Gidildi, görüldü, test edilip onaylandı kıslaaaaar, sadece kadınlara özel, eğlenceli... tavsiye olunur !
(Bu yazıdan sonra bana ücret indirimi yaparlar mı acep? :p )
Eheeee !
:)

21 Ekim 2007 Pazar

Garip bi günlük 1 (Kiremitçiye gönderme)

Öğlen birde, bir sürü ölen varla uyandım...
Nasıl yani?
Televizyonlarda detay yoktu...
Ölenler var ama bahsedilmiyor...
Eski ata topraklarından taşınmış Fransız peynirleriyle bir kahvaltı ziyafeti çekiyorum kendime...
Bu gün referendum günü, F1'de sezonun son yarış günü...

Pijama eşofmanalrımla 'HAYIR'ı basmaya gidiyorum...
Hükümet başka olsa Evetçi olacaktım... ama şu an Cumhurbaşkanımızı görevi sınırlıda olsa biz seçmeyelim mantığındayım...
Ne ironi...
Hem de çok... Hükümet yüzünden savunduklarının tersini uygulama...
Ölen askerler yüreğimi acıtıyor...
Acıyor...

Saat 7.30 sezonun son yarışı başlamak üzere...
Uzun zamandır ilk defa bu kadar heyecanlı bir yarış... 3 pilotun son dakikaya kadar bilinmeyen şampiyonluk heyecanları...
Görünmez ışıklar yanıp sönüyor ve Brezilya yarışı başlıyor...
Tırnaklarımı kemiriyorum...
İlk iki biz çıkıyoruz harika... yarışın sonu böyle gelsin dilekleriyle alttan geçen açıklamaların ve yanda beliren oylma sonuçlarıyla heyecanlı bir yarış izliyoruz...
Takımım yarış öncesi planladığı taktikleri güya çaktırmadan gerçekleştiriyor...
Devir faklı bir devir artık F1'de...

Takımım şampiyon oluyor... Mutluyum takımım şampiyon, amma velakin Massam ikinci...
Olsun mutluyum yinede...

Güzel, keyifli ama karışık hislerle dolu bir pazar...
Havada yağmur kokusu...
Işığı sönen ocaklarda göz yaşı, acı...
Tarif edilemez ve paylaşılamaz...

Buruk bir mutluluktayım...
İçki yasağına rağmen kahve fincanında alkol böyle yapıyor her hal...
Nolucak memleketin hali derdi sardı akşam akşam...
Peh... !

Üzgünüm...

16 Ekim 2007 Salı

yemek tarifi ;)

Tek kişilik ölçekte yemek yapmaya alışık olanlar...
Yok mudur sizce?
Bence çok onlardan...
Tek başına yaşayan umutları hayalleri, gelecek inaçları olan kaç yaşında olurlarsa olsunlar genç olanlar...

Bu yazı makarnaya yağı sonradan koyduğunu söyleyen arkadaşım yüzünden yazılıyor...
Hep en fazla iki kişilik ölçüye alışık ve pek iyi yemek yapamayan ve yemek diyince az pişmiş bol kanlı bonfile ve düdüklüde 2 dkcık haşlanmış patates, bürüksel lahanası ve brokoliyi yemek sayan bana makarnaya sonradan yağ koymak tuhaf geldi...
Aaaaolmaz ! makarnayı atınca koyacaksın yosa yapışır dedim...
O yapışmaz dedi...
Hoşhep tek kişilik yapıyorum, uzun zamandır ilk defa 3 kişilik yapıcam !!!

Peki ben en son ne zaman mutfağa girdim?
Yok canımarada giriyor şöyle bir bonfilemi kızgın teflon tavanın üstünde gezdiriyorum o ayrı... hani gerçekten...
???

Erkeğin kalbinden geçen yol mideden geeçrmiş !!!
Bence kadın erkek fark etmiyor aşkın yolu mideden geçiyor...
Şöyle güzel hıım hım bilezzet sevdiğinin, hoşlandığının elinden çıkmış... nasıl etkilenmezsin?
Etkilenmezsen ayusun demektir...

Şu an bana ikisüper hatun mantar soslu makarna hazırlıyorlar... Hoş bana değil bize ama ben yardım etmek yerine laptop başındayım !!! :)))

Peki bu kadar mutfak özürlü bir hatun olarak şarap şişesini yarılamış olarak geçmişime baktığımda neler görüyorum...

Aşkı için peynirli puaça yapmayı öğrenmiş, kabak dolması yapmış, sodalı yalancı yufkadan su böreği yapmış, fırınının hatası yüzünden yarı pişmiş lazanyalar yapan bir hatun görüyorum...
Ha bide pandispanya yapıp, ev kreması hazırlayıp mevsimine göre ortasını muzla,çilekle ve üstünü rende çaklıtla doldurmuş bi hatun görüyorum...

Eee daha ne olsun dicemde... pirinç pilavı lapa olan ama iki kişilik bulgur pilavı hııım hıııım olan birisiyim...

Ama gel gör yemek yapmak benim için eziyet !!!
Yapmak yerine yemek hııım hıım keyif...

Etraf tek kişilik yemek yapmaya alışıklarla dolu...
Hazır pizayı siizn için dolaptan çıkarıp fırına koyup size servis edilmeside hoş...
Aaaacanım şimdiye, olana şükretmeyen hiç bişeyi bulamaz...

Yemek yapmayı özlemedim... ama benim için hazırlanmış bişi mideme indirmeyi özledim...
Romantik olduğumukim söyledi?
Ben sadece şehirlerin, mekanların romantikliğine takar, incelerim...

Makarna hazır, iş sonrası günün yorgunluğunu ve stresini atan 3 working kadınız ve çok eğlenceliyiz...

Bon a petit !
:)

Neden?

İnsanlar sabah sabah neden radyoda futbol programı dinlerler?
Sabahın köründe bütün taksiciler futbol yorumu dinliyor...
Yataktan kalkar kalkmaz gözlerindeki çapakları silmeden adamlar telefonun başına geçiyor ve başlıyorlar ahkam kesmeye..
Neden?
Sıcacık yatağından ve varsa koynundan yeni çıktığın bir dilberden ayrılalı 1 saat olmadan neden futbol yorumu?
Anlamıyorum...
Bütün gece boyunca yatakta kendi pozisyonlarından çok takımının, oyuncusunun, teknik direktörünün pozisyonunu düşünen kafa patlatan adamlar, uyanır uyanmaz alaaaalah telefooon nerde, kaçtı numara aricam yorumlayacağım demekte herhalde...
Abim, bi kahve için, bi güne adapte olun...
Sabah sabah 11 tane kıllı ve çirkin bacaklı adamın çim üstünde çimmsesinin yorumu yapılırmı ya...
O kadar Formula hastasıyım, yarışa gitmiyosam sabah sabah kimse benden yorum duyamaz...
Manyakmısınız, psikopatmısınız, hastamısınız...

Şu taksilere bir el atılması gerekmekte...
Londramın taksileri gibi kibar, nazik, efendi, bangır bangır müzük ve sohbet yayını olmayan, adamı dolandırmayan...

Sabah sabah yorumlar dinledim hiç bişi anlamadım... Bunca zamandır ilk defa bi hatun yayına bağlandı, hatunun futbol bilgisi konuşma tarzı yüzünden silindi gitti... Okullarda konuşma eğitimi verilmeli ! Öyle ağzın içinde gevelemeler, yutmalar, uzatmalar... cık cık !

Hastamısınız leeeen... kadınlı erkekli sabahın 9'da yorum canavarı oluyosunuz !!!

Ben bunca zamandır taksilerden dinlediğim kadarıyla şu sonuca vardım: Memleketteki takımların başındaki adamlarda iş yok, sokakta kısmet, şans, çevre yetersizliği vs. yüzünden teknik direktör olamamış bi sürü adam var abi...
Memleket direktör cenneti beyaw !

Şişşş bu arada gassarayım, cimbomum ne halde?

15 Ekim 2007 Pazartesi

İthale geeel ithaleeeeee...

Bütün otobüs adamı dinliyoruz... İçimizden söylensekte sayesinde genel kültürümüz artıyor...
Buğday ihaleleri kaç dolardan yapılmaya başlanıyor...
Buğday fiyatının dünyadaki düşüşü...
Makarnacı firmanın adama verdiği fiyat...
Vay anam vay... adamı bi kazıklamışlar bi kazıklamışlar...
Bilmem nerelerden adam buğday getirtiyormuş !!!

Biz abi tarim memleketi dilmiyiz?
Biizm ovalarımız, yayalalarımız, dağımız tepemiz, suyumuz tuzumuz mu kurudu da bilmem nereden neler ithal ediyoruz?
Tamam 70 milyonluk ha babam de babam doyması zor bir rakamız da, Konya ovasına neler oldu?
Tabi ilk öğretimden sonra coğrafya bilgisi hak getire, doğru düzgün ekonomi haberleride okumayınca böyle sorunsallarımın olması normal...
Ulan Macaristan'dan mısır ithal ediyomuşuz !!!
Çocukluğumda yazlığın bahçesi mısır doluydu...
Herkes evinin arka bahçesine veya balkonuna 2 tane ekse gerek yok elalemden bilmem ne ihracatına...
Ben anlamamak !

Noluyor abi, nereye gidiyoruz...
Artık savaşlar topla tüfekle değil ekonomiyle yapılıyor onu biliyoruz da, ihraç etmek varken neden ithal ediyoruz herşeyi?

Memleket işgal halindeyken en büyük sıkıntı şeker yüüznden yaşanmış...
Koca Osmanlı üretmemiş şeker, İngiltere'den, bide Kırım civarından biyerden gelirmiş şeker... dört biryan sarılınca kalmış millet şekersiz...
Çocukken babamın çayı kuru üzümle içerdik anısı küçüçük pamuk kalbimi nasıl cızlatmıştı şimdi bile hatırlarım...
Cumhuriyet ilk kurulduğunda heryere şeker fabrikası açılmış deli gibi... Birdaha bişi olursa kıtlık çekilmesi, vatran kendi yağında kavrulsun diye...

Peki şimdi?
Mısır bilmem nereden...
Buğday bilmem nereden...
Isınma derseniz... Yandık anasını satayım, üretmediğimiz bir gazla hem ısınıyor hem yemek pişiriyor hemde ulaşıyoruz...
Şimdi bi savaş çıksa, bi kıtlık olsa, babaannemin, babamın çektikleri ne kalır ki...
Beyaz ekmeği memuruna yediren, halkına mısır ekmeğini yediren devlet şimdilerde, parmakalrınızı yiyin, tırnak kenarınızdaki etler hıım daha besleyicidir diyecek !!!
Globalleşme... hem iyi hem kötü...
Anlamamaktayım benim ovalarımda ne üretiliyor acep?
Hamsi mevsimi yaklaşmışken sorarım, bu sene karadeniz hamsisimi yicez yoksa hangi deniz memleketinin denizinden çıkmışını mı?

Ey memleketim, dünya 10 milyonluk nüfusuyla kalkınmış ülkelerle doluyken sen gencecik tazecik kanlı canlı, eğitimli, vatanı için bişiler yapmaya çalışan 70 milyonluk koca nüfusunu çöpe atmaktasın ya !

Ossun, insanda, beyinde ihraç ederiz...
Kaç dolardan başlıyodur ihale acep?

11 Ekim 2007 Perşembe

Aşkın ızdırabı partisiiiii

'Izdırabın en büyüğünü çeken, çektiren...aşk şarabını içen, içtiren...sevip sevilmeyen, sevilip sevmeyen...kalp kıran, kalbi kırılan...terk eden, terk edilen...ve bir diğer deyişle, aşktan ağzı yanıp karşı cinsi üfleyerek yiyen herkesi bekliyoruz!!!'

Dün akşam ki parti böyleydi...
Bir arkadaşım; hiç böyle bir partiye daha önce katılmamıştım dedi...
Bizde...

Çeken, çektiren...
Aşk bu, ızdırapsız olur mu?
Zavallı bülbül...

Dün akşam eğlenmek için katıldım partiye...
Izdırap çekenlere gülmek için...
Ahaaa aaaa ha haaaaa... diye işaret parmağımızla gösterip eğlenmekti amaç...
Herkes geyikteydi...
Acı varmı acı?
Izdırap varmı ızdırap?
Arada aşkı dellenende oldu doğal olarak alkol, tütün ve müzik üçlemesinden...

Aşkın ızdırabı partisi...
Ulan böyle parti olur mu?
Oluyomuş...

Bülbül geyiği yaparken ben, bir arkadaşım seviştikten sonra aramak istiyosam o aşktır dedi...
Aşk herkese göre farklı bir kavram... Hissedilen, yaşanan...

Aşkın ızdırabı partisi...
Izdırapsız aşk olmaz... Izdırap çekilmediyse şayet gerçekten aşık olunmamış o zaman derim ben...
Aşk her yaşta güzel ve yaşanan...
Gençken olur geyiğine katılmıyorum ben !

Dün akşam fark ettik ki ızdırabımız yok... Ucundan acık ızdıraplanma vakti gelmiş gelmesinede, insan rahata alışınca vaz geçemiyor işte...

Çeken, çektiren, aşık olan, olmak isteyen...
En manyak memeliyiz !!!
Bak hayvanlar alemine mis gibi...
Bilmem ne tavşanına hastayım ben, erkeğine önce yumruk çakıyo sonra beraber oluyo... Kişilikli bir hareket !
Veririm ama bedeli var... Güm...

Aklı olan ama kullanmayan en manyak memeliler hadi iii bayramlar...
:)))))))

8 Ekim 2007 Pazartesi

Şeker kız Candy der kiiii

Nerde o eski bayramlar?
Tanrım bunu bende mi diyorum...
Ben bayramları sevmem...
Kavuşmaktan çok özlemdir, kayıpların hatırlanmasıdır benim için...
Bi tek ciciler için bide bol bol yenen çikolatalar için severdim... Ha bide kurban bayramlarında canice hayvanların boğazından fışkıran kanları seyretmeyi sevdiğimden...

Şimdilerde her yeni seneye girişle bayram tarihlerine bakıp tatil programı yapıyorum...
Bu sene hangi bayramda nereye gitmeli...
En büyük dert bu!
Gidip büyüklerinin elini öpmekmiş, onları sevindirmekmiş... Geçiniz efeeem...

Yaşlanınca acaba, ziyaretime gelmeyip tatile giden eş dost çocuklarını kınayacakmıyım... Kınarım gibime geliyor... Bana gelmediler ! Çocukken ben az onlara bakmamıştım !!!
Bakmak mı?
Cumartesi günü az kalsın bir tanesini boğazlıyordum beni zor eylediler...
Hem boğazlayıp sonrada ilgi alaka beklemek ! bu ancak benden beklenilecek bir davranış !!!

Nerde o eski bayramlar...
Nerde?
Eskiden nefis çikolatalar alınırdı eve... şimdi ya marketten ya da yurt dışı dönüşü free shoptan alınanlar yeniliyor...
Ne kimseye gidiliyor nede uzun uzun konuşuluyor...

Anneanneciğim ben Paristeyim, bak haşırt diye telefon bana giriyo, öpücük vermek için aramıştım, aile hikayemizi, eşi dostu ve senin kinayelerini dinlemek için değil...
Annaneeee... Hadi baaaaay !!!
Ve küt !

Bu kadar...
Hiç sevmem el öpmeyi, öptürtmeyi, uzun ve ağdalı konuşmaları, kinayeleri...
Yani sonuçta deliye her gün bayram nasıl olsa... Ha şeker olmuş ha kurban ne fark eder...

Çocukken ailenin en küçüğü benimkiler olduğundan sabah sabah dökülürdük yollara ve her seferindede bizim elimizi öpmeye ne zaman gelecekler, biz gitmiceeez diye mızırdım.
Babamda büyüğünce derdi...
Büyüdük büyümesine de el öptürecek adam yok sülalede...
Bana harçlıkta veren...
Artık vermiyorlar... Ne banaaaal...

Eski anılar geliyor aklıma...
Babanemin her bayram öncesi yaptığı muhacir tatlısı, oturtma...
Üşenmez açardı... ve yine üşenmez benim için erişte yapardı...

Anneannem iki dirhem bir çekirdek giyinir, sofrayı hazırlar nefis zeytinyağlı dolmalarını elimle mideme indirmeme kızardı...
Dedem eve gelen misafirleri güldürür, misafirlerden sıkılıncada onunla yürüyüşlere çıkardık...

Herşey iyiydi hoştu ama hep bir hüzün hep bir burukluk vardı benim için...
Şimdi kayıplarımı hatırlayınca daha büyük daha farklı bir burukluk kaplıyor içimi...

Yaşadığımız anın tadını bilerek, keyfini çıkararak yaşamak gerekiyor ki sonradan geriye pişmanlıklarla, ah keşkelerle bakmayalım diye...

Evet herkese bol tatlı, bol şekerli günler diliyorum...
Küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öpüyorum ve lütfen aşağıda vereceğim hesap numarasına büyükler bayram harçlıklarımı yatırsınlar... Ve mümkünse 100 Avrodan az olmasın ! :pppp

;)
İyi bayramlar efem... Deliye hergün ya neyse... eheee...

5 Ekim 2007 Cuma

geceden

Evli, çocuklu
Dul ve boşanmış
Bekar ve arızalı
Uzun ve kısa
Güzel ve çirkin...

Havada tütün ve alkol kokusu...
Kulakta kimdir nedir bilinmeyen müzik
Ağızda tütün ve alkol...

Yalan gecelerden biri daha...
Çok doğal, olduğu gibi görünen
Oysa ki saatler süren makyajın altına ne takıntılar, ne arızalar, ne acılar, ne kompkeksler, ne açlıklar, ne öfkeler... saklanmış !!!

Bir huzur almaya geldik...
Yalaaaaaaaaaaan...
Eğlenmeye geldik...
Yalaaaaaaaaaaaaan...
Yatmaya geldik....
Ha bu doğru amma velakin kadını erkeği ilk görüşte, dokunuşta yüreğinin derinliklerinin görünmesini istemekte...
Seks amaç gibi gözükse de asıl amaç bir dokunuşla onca acının, ızdırabın, öfkenin dindirilmesi, sevgiye, saflığa kavuşulmak istenmesi...

Cool kadın modunda geçiyorum cam önüne...
Bağdaş kuruyorum...
Bazılarının erkek kadın dediği türden kibritimle sigaramı yakıyorum... dumanımla oynarken buuuz gibi şişem elimde...
Kendi alemimdeyim...
Mutluyum şu anki tekliğimle...

Ama...
Kocaman adamlar görüyorum
Tazecik kızlar
Kocaman kadınlar...

Dalgadan dalgaya atlayan...
Denizde zevklide.. ya hayatta!
Şişemden yudum alıyorum...
Korkutamadılar ve çeviremediler yolumdan diyorum...
Yol derken?
Yol işte...
İnaçlarımı kıramadılar...
Burda beni böylesine ben yapan, sevdiren, saygı duyuran hatta ukelalıkla özenilen biri yapan...
Kendimleyim...

Barmenim oturuşumdan dolayı yoga mı yapıyorsun diyor...
Gülümsüyorum...
Seviyorum bildik yerlerde tek başına buyruk... takmaz ve umursamaz olmayı...

Yanıma iki çıtır hatun geliyor, boya sarışını, file çoraplı...
Ben erkeksi, serseri ama ben ben !
Gururlu... özgür...
Ben işte olduğum gibi...

Yanıma geliyor, konuşuyor...
Saçlarımı savurup kahkahayı patlatıyorum...
Sigaramdan yudumluyor, dumanımı üfürüyor, boğazımdan buz gibi alkolümü yolluyorum...

Ben benim...
Tüm korkularım, tüm arızalarımla...
Hatta "loser"lığımla...

Adam kadının yanına gidiyor...
Yakın zamanki oyuncağı o...
Evde mi karısı? sanmam...
Bana ne?

Bon jovi çalıyor...
Bağdaş kurmak bi süre sonra eziyet oluyor...

Cebit'e git bitlen !

Yer Türkiyenin ve İstanbul'un en büyük fuar alanı
Fuar: Bilişim fuarı
Yani: Teknoloji...

Hadi gidiyoruz dediler...
Patron yok, sabahtan işimi yapmışım ve iş asmayı benden çok sevenin alnını karışlarımlarım...
Sonuç: Delimiyiz?
Evet...
Yola düştük...
Gittik ve girdik teknoloji fuarına...
Şimdi ayıp kaçacak ama fuar, fuar alanı bize girmiş...

Ne?
Tüyap güya büyük bir fuar alanı... Bizim gururumuz... Ben tercihen semtimdeki teneke mahallesiyle gurur duymayı tercih ederim. Daha bi egzantrik !
Ek üstüne ek...
Cafeler berbat...
Salonlardaki havalandırma sanki sınıf ayrımı var burada diye düşündürüyor...
Park deseniz, millet yolara park etmiş... Otoparklar dolu... Kapasiteye uygun değil alt yapı...

Ne o teknoloji fuarı... Milletim, vatanım, vatandaşım teknolojiyle tanışacak, kavuşacak !!!
İçim cızlamakta...
Hatta kafamı duvarlara çarpmak istemekteyim...
Hay bize teknoloji getirenin...
Bizim teknoloji neyimize...

İlk defa umutlarla gittim... Göreceğim yeni olanı, değeceğim teknolojiye... Pasif kullanıcıda olsam trend takip eder olmasamda bilen mabında... E mimarım yenilik nedir bilmeli uygulanmasada...

Telefon şebeke firmalarında dansçılar dans etmekte !!!
Görüntülü telefon hizmetleri sizin burun kıllarınızı karşınızdakine göstermekte...
Yazılım, bilgisayar deseniz ben bi sürü standına oyun aracı koymuş bilgisayar dergisi gördüm !!! ve hatta ???

Şebekem, cep telefonundan evi izleme aygıtı getirtmiş... 3000 YTL fiyatı. Sapıkmıyım ben? benim işime değil ama paronayak patronumun işine yarar da bu arada ekrandaki ben güzel yaw... Kendimi izlemeye doyamıyorum... manyakmıyım acep?

Şöyle bir dolanayım diyorum... Peh...
Bir traş bıçağı firmasının standı var !!!!
!!!
???
Ayna ve lavabo koymuşlar adamlar televizyonda robot kadınla reklamı yapılan ürünle traş oluyorlar !!!

Burası teknoloji fuarı değil mi?
O nooooooooo !!!
Kıprıslıların değimiyle bi sürü kara sakal Türk erkeğüüü traş olmakta karşımda...

Başım dönüyor, midem bulanıyor...
Pasif kullanıcıyım diye bena hödö hödö yapan exim geliyor aklıma... Hay diyorum ben böle teknoloji fuarınında, liseli çıtırlarında, eşontiyon manyağınında dibine kibrit suyu...

Teknoloji neyime... Pasifim ulaaaaaaaaan !!!

3 Ekim 2007 Çarşamba

Gökdelen kadınları

Gökdelenler bölgesinde çalışıyosan, sabah sabah gördüğün manzaralarıda yadırgamamalısın...
Öyle de...
Abim, bu kadınlar kaçta kalkıp düğün dernek moduna geçiyorlar?
Hepiciği ful makyajlı, saçlar yapılı, taranmış...
Üste başta bir örnek kılık kıyafet...

Aloooo ben uyanalı yarım saat olmuş...
Şurda mis gibi kahve öncesi çayla altlık yapıyoruz...
Siz?

Benden iş kadını olmaz !
Olurda, öğleden sonra filan olur...
Sabahın köründe kimse bana iki dirhem bir çekirdek olmayı yaptırtamaz...
Yapsamda bir yerden sakil durur...
Mesela kesin şiş olan gözlerimle rimel, ammada pörtlek gözleri varmış dedirttirir millete...

Sabah sabah servislerden inen bir sürü yapılı kadın...
Ayyy sabah sabah aç karnına onca kadının parfümü, saç spreyi kokusu serviste ne biçim ağır bir koku yaratıyordur...
Zavallım erkekler, boyunlarına astıkları kravatlarını servislerinden ooh oksijen diyerek dışarı atladıktan sonra, çekiştirerek düzeltiyorlar...

Sabah sabah iki dirhem bir çekirdek olmak !!!
Kabak çekirdeğinin alası olsa çitlemem be ben bu saatte...

Pizzalarımı mideme yuvarlarken yan gözle kılık kıyafet sorgulamasına devam ediyorum...
Klimalı ofislerde hemde sonbahar gelmişse elbise veya etek altına siyah ince çorap giymek olabilirde... Hava çoraplık değil ki dahaaa !!!
Belkide öyledir... Bu kokoş hanımların çalıştıkları şirketlerde vardır belki bir giyim kuşam kararnamesi...

Ne saçmadır o kararnamelerde...
Yok kolsuz giyilmeyecek, burnu açık ayakkabı hayatta olmaz, prezantabl olmak şart !!!
Haaa... Prezervatif mi olmak şart !!!
Çüüş artık daha neler...

Hiç sevmem kurallara uymayı...
Tüm ilköğretim hayatım boyunca saçlar örülecek kararı yüüznden yazın uzatmaya başladığım tayni tayni saçlarımın örülememesi yüzünden kafamda milyonlarca tokayla az karizmayı, cazibeyi yakıp yıkmadık !!! Her sene başındaki azim, ortalarda kalmadığından saçlarım kırpılıp dururdu !!!
Lise bitti, cazibem ortaya çıktı...
Sonuç...
Oooo atı alan çoktan Üsküdar'a geçmişti...
Ah ah... benim lise aşklarım...

Konuyu iyice dağıttığıma göre, kahvaltı keyfine son verip ofise geçip kahve keyfi yapma zamanım gelmiş demektir...

Ayağımda loaferlarım, sırtımda akademik kariyer yapmaya karar verip sonra vaz geçince elimde patlayan takımımın ceketi, popomda skinny jean, üzerimde beyaz bir atlet... saçlar geçiniiiz, yüzümü yıkamak için ne ile tutturduysam hala tepemde öyleler... Çantam? Bence hiç konusunu bile etmeyeyim...

Bende süper bir işkadınıyım canııım...
Kahvaltıyı başka yerde etsem yada muhit değiştirsem bunlar sabah sabah benim asabımı bozmasalar...
Yada erkek olsam... oh miss gibi... Ama o zamanda traş olmam...
Töbe töbe...

2 Ekim 2007 Salı

Kültür başkentinden bildiriyorum...

Her zaman ki yaptığımı yapıyorum, taksiye biniyorum gideceğim yeri söylüyorum..
Ve hergün taksici, İstanbul'un merkezi sayılan yerdeki o kocaman binayı bilmediğini söylüyor... Bende başlıyorum içimden söylene söylene tarife...

İstanbul'da taksicisin ve bilmen gereken hiç birşeyi bilmiyorsun !!!
Dünyanın diğer metropolündeki taksiciler önce eğitilip sonrada bizim üniversite sınavlarımızdan daha beterini geçip yollara düşerken, bizimkiler bodozlama direksiyonun başına geçiyorlar...

Yolları, adresleri bilmiyorlar
Küstahlar
Kabalar
Bangır bangır müzik veya futbol yorumları dinliyorlar
Fatura diyince yüzüne bön bön bakıyorlar
Kurallara uymuyorlar
Müşteri seçiyorlar...

Yokmudur iyileri, vardır elbet ama bir elin parmaklarını geçmez...
İstanbul'un taksicileri şehrin en büyük sorunlarından aslında... Herkes bunu farkında ama bu sorunu düzeltmek adına kimsenin elini kıpırdattığı yok !

Dün akşam adresimi bilen taksici beni cidden şoke etti...
Biliyosunuz yani?
Hanfendi (ablada değil hanımefendi... ben bunu öperim) bilmemek ayıp olur...

Dün elime 2010'da İstanbul'un kültür başkenti olmasından ötürü bir proje tutuşturuldu... Sanırsam çok kültürlüyüm o bakımdan görev bana şittirildi...
Dünden beri üretiyoruz kültürümüzün el verdiği ölçülerde bişeyler...
Bu sabah itibariyle dün ürettiklerimin hepsini çöpe atıp radikal önerilerde bulunma kararı aldım...

Orda burda şu etkinlikti, gaktı guktu boş şeyler...
Valilik emriyle kaymakamlıkların ilçe belediyelerine uygulatacağı toplu halk eğitimleri... 2010'a kadar eğitilenler karımızdır...

Önce ulaşım araçlarını kullananlar sonra hizmet sektöründe çalışanlar sonra yavaş yavaş diğerleri...

Kültür; Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, (ekin, eski dilde hars) : Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü.
Sosyolojik olarak, bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü o toplumun kültürüdür deniliyor...

Ben toplumsal gelişme sürecimiz içerisinde ilerlemekten çok gerilediğimizi gözlemleyip, düşündüğümden yaşı, eğitimi ne olursa olsun herkezi yeniden eğitmek taraftarıyım... Kentli olma kültürü mesela bizim kültürümüzde olmayan birşey... Geçer göçer ruhumuz genetik olarak yaşam sürmekte, çadırlarda sülale boyu yaşamış olsakta toplu yaşamayı beceremiyoruz mesela bu çok ilginç... Geçmişten gelen değerlerimizin korunması ise, taş taştır abi... Aynı etnik kimlikten kalan birşey değilse, topraklarımız üzerinde olmasına ve bu yüzyıla bizimle gelebilmiş ve bizim parçamız olmasına rağmen görmezden geliyoruz sahip olduğumuz değerleri...

Kültürsüz kültürlülerin şehri kültür başkenti seçildi yaa...
Yok böyle komedi...
Bu komedi de ufakta olsa benimde rolüm var... Onu bunu edelim, orda burda yapalım yerine halkın eğitimini şimdilik bir kenara koyup 2010'da memleketi ziyaret edeceklerin yüzü suyu hürmetine taksicilerimizi eğitsek diyorum...

Ben kültürü başka yönüyle ele almak istiyorum, olmas mı?

1 Ekim 2007 Pazartesi

Mimarlar günüüüüüüüm kutlu olsun... Deliye hergün bayram ya olsuun :)

Ekim ayının ilk pazartesi dünya mimarlık günü olarak kutlanılmakta !
Şayet mimarlık yapıyorsanız bu gün daha bir başka ehemniyet ifade etmekte...

Sevgili odamız bir hafta boyunca bir sürü etkinlik tertip edecek... Tertip ettikleri etkinliklere ya öğrenciler ya patron mimar (ki ülkemizde mimar olunmuşsa bi de patronsanız amaan bana ne durumları söz konusudur) ya da başı boş işsiz kaldırım mimarları katılabilecek...
Saat 14'te yapılan etkinliğe hangi çalışan mimar katılabilir size sorarım?

Sömürücü zihniyette ki özel şirketlerde çalışanlar ı-ıh... ancak kamu personeli olan, işçi kadrosu eh ama memur kadrosu sorunsuz gidebilir...
Peki peki beeen?
Benim cevap çok açık seçik ve net: Ben köleyim, benim patoronda firavun... İnşa etmem gereken çoook piramit var onçüüüün... Aslında şu an buraya msn'deki ters taklalar atıp kahkaha atan çocuk efekti koymak istiyorum... Ama onun yerine bolca parantez yapiciiiim :)))))))))))))))

Bu seneki temalar çok ilginç... Bir üçüncü dünya memleketi olaraktan böyle konuların seminerini yapıp, uygulanmasını ummak nasıl bir saflık, iyimserliktir ya...
Neyse...
Dünyadaki diğer mimarlardan ne eksiğimiz var canım diyerekten, geyiğime başlıyorum
(Acaba diyorum, bu kadar geyik bi mimar olmamdan ötürü geyik evi tasarımlarında mı uzmanlaşsam ben? evet yeniden ters takla atarak gülen çocuk efekti getiriyoruz gözlerimizin önüne... aferin... hayal gücünüzü çalıştırıyosunuz :ppppppppp)

Mimarlar Birliği (UIA) ve Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Örgütü tarafından bu yıl için açıklanan temalar günümüzün yakıcı sorunlarını dile getirmemizi, irdelememizi öneriyor. Bu bağlamda Uluslararası Mimarlar Birliği, mimarların, ekolojik planlama-tasarım-yapım anlayışının yapı ve kentlerin sağlıklaştırılması için araç olarak kullanılması, bu yolla karbondioksit emisyonunun indirilmesi için dayarlılığı artırmaya (Sıfır Emisyonlu Mimarlığa) çağırıyor.

!!!
Buyur gurbaaaan?

Sera etkisi yaratan zararlı gaz emisyonlarının % 50’si, inşaat ve ulaşım sektörleri tarafından oluşturulması karamsarlığa düşmemizin haklı nedenleri arasındadır. Uluslararası Mimarlar Birliği, bu yılki Mimarlık Günü etkinliklerinde, mimarların, ekolojik tehlike yaratan konulara eğilmelerini ve bu alandaki yaklaşım ve değerlendirmelerin giderek ön plana çıkartılmasını dilemektedir.

Mimarlık, yaşanılır kentler ve sağlıklı yaşam çevreleri yaratan bir meslek olarak, bu sorunları dikkate almakta, endişe duymakta ve çözüm üretmeye çalışmaktadır. Bizden sonraki nesillere gezegenimizin geleceği ve iklimini tehlikeye atmayacak ve dönüşü olmayan noktalara getirmeyecek yapılaşmış ve kentsel çevrelerin bırakılması , mesleğimizin kaçınamayacağı bir sorumluluktur.

Abi ben bu son parağrafa hasta oluyorum işte !!! Mesleğiniz ne veya mimarlık üzerine bi ahkam kesermisiniz denildiğinde herkezin yaptığı geyik bu !
İnsan yaşamını yönlendiren, etkileyen bir mesleğin mensubu olaraktan... Ülkemdeki mimarlık sorunları başında yabancı mimar sorunu, kaç göç, doğal kaynaklarımızın hebası vs. gelmektedir...

Hadi leen demek istiyorum !
Biraz evvel geri kazanılabilir atıklar için, kartondan yapılmış eski atık kutumu alıp odama plastik bir tane koymuş zihniyetler varken ben, bu güne kadar sadece tayni bir tasarımı inşa edilmiş bir mimar olaraktan ben mi oturup düşüneceğim sıfır emisyonlu mimarlığı...

Buna gelene kadar... ooooo... oooo diyorum.
Dünyanın görüp görebileceği en büyük deprem felaketini bekleyen İstanbullu bir mimar olarak, şu anki denetimsizliğe göz yuman, hala daha dandini malzemeyle bina yapan, para için imza çakan mesleğimi kirletenlerin poposuna egzos takıp daha bi eylemci gerçekçi sıfır emisyonlu mimarlık yapmış olurum ve oluruz der, tüm meslektaşlarımın gününü kutlar, hala daha dandini yerde kutlama yapıp, tüm mimarları üst üste istiflemekten zevk alan bizleri kokteylden çok alkol savaşından çıkmış hale getiren odamıda sevgiyle öperim !!!

Mimar dediğin estetikçidir, fonksiyoncudur... yani hiç değilse azcık aklı çalışandır be !!!