Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

31 Ekim 2011 Pazartesi

1971 senesinden 6 altın öğüt ;)

Evde sıkıntıyla yarı boş odalarda dolanırken eski dergilerin olduğu bir koli gördüm... Şöyle bir el attım ve 'Aydabir' dergisi elime geldi... Cep dergi... 1971 senesinin Haziran sayısı...


Şöyle bir sayfalarını karıştırırken, tam sayfa; 'Bir erkeği elde etmek için 6 altın nasihat' yazısını görünce durdum... Bakim dedim ben doğmadan önce erkekler nasıl idare ediliyomuş...


Okudum ve... Koptuuuuum !!! Buyrun efem, analarımızın-babalarımızın beyinleri nassı yıkanmış görünüz; 




Sarışın veya esmer olabilir. İster satranç, ister futbol meraklısı, ister Paris'te ister New York'ta yetişmiş olsun (ecnebi dergiden alıntı herhal... ;))) önemli olan husus ilk bakışta yüzünün renginin değişmiş olmasıdır. Sevdiğiniz erkek budur. (Ulan kimsenin yüzünün rengi değişmedi bu güne kadaaar !!!) Ömür boyunca hayatınızı paylaşmak istediğiniz erkek. (Demek hayatımızı paylaşacağımız erkeği anlamak için yüzünün rengi değişiyomu değişmiyomu ona bakıp karar vericiiiz! :p) Bir kadını bir erkekten yalnız ölüm ayırmaz: Kayıtsızlık, ortada görülmeyiş ve aşktan yoksunluk.


Aşağıda size yıllar boyunca her kadından fazlaca sevmiş ve erkeklerini 'muhafaza' edebilmiş kadınların derlediği altı nasihatı sunuyoruz...


(Şimdi efendim bi erkeği muhafaza etmek ne demek? Öncelikle bunu anlamadım... Neyse... İlla muhafaza edeceksek artık teknoloji gelişti bu altın öğütler yerine derin donduruculara koysak moysak...):pppp


1-Onu güldürmesini biliniz!: Bu kuralı hala duyarız... Erkeği güldüren kadın makbuldür diye... Bakın dergi ne diyo; Günlük hayat onları çok yorduğu için ve daima ciddiyete sevkettiği için gülmeye ihtiyaçları vardır. ( 70'li yılların kadınına palyaçoluk dersimi veriyolardı acep:p) Evine gelen bir erkek akşam basınca atmosferin değişmesini ister. (Artık atmosferi ölçe biliyoruz... Kaç atmosfer değişim istiyomuş erkek önce onu öğrenip ona göre...:p) Bütün gün geleceği belli olmayan bir hayatın kayguları (dergi öyle yazmış) ile haşır neşir olan bir erkeğe, okuldan dönen bir öğrenci muamelesi yapılmalıdır. (Hödööö??? Erkekiiiim bu gün sözlün nasıl geçtiiii falan mı diciiiz????) O'nu güldürmek için her çareye başvurunuz...Fıkra, karikatür... Güldürülen bir erkek elde edilmiş bir erkektir!!!


Wooow!!! 
Şincik artık kartlar neyin var... Karı kısmısı okuduğu, çevresindeki komik şeyleri kocayla paylaşmıyoooo... Kaç paraysa eve en komik ya da adamın en sevdiği stand-upçıyı eve getiriyooo!!! :ppp


Güldürülen bi erkek elde edilmişse, adam nerden gıdıklanıyosa gıdıklar bitiririm abi olayı !!! Ne öyle öğrenci muamelesi... Ayyy cannııım işten mi gelmiş miiiş, müdüründen aferin mi kapmışmıııış!!! Yan masa arkadaşın silgini mi aldıııı !!! Ben hemen karısını arar hesap sorarım amanda amaaan, agucuk!!!


Hööö-döööö???


2-Bütün arkadaşlarını kendinize hayran bırakın!: Hayvanların hayatlarını inceleyen ünlü bilgin Remy Chavin şu olayı anlattı: Bir kümese tek başına hükmeden horoz, tavuklardan biri ile hiç ilgileniyordu. Kümese konulan ikinci bir horoz, bu münzevi tavuktan çok hoşlandı.( Wallah şu çiçek-böcük çocuklar zamanında herkesin kafacığı dumanlıymış ve bize sigarayı bile yasaklatan oldularya yuuh yani! Horoz tavuktan hoşlanmış yaaaa!!!) B durum karşısında birinci horoz hışımla ikinci horoza saldırdı. (Bu saldırı hakkında geyike bi başlarsam bitiremem wallah billah...) O günden sonra öksüz muamelesi gören tavuk horozun daha çok iltifatına mazhar olmaya başladı. (Horoz'un iltifatı ne beaaa!!! Onu da geçtim bizler bunları okuyan insanlardan olmayız!!! Bizi leylek getirdiğini söyleyenler, horoz'un bu gün yumurtaların da ne güzelmiş demesine inanırlarda...) Başkaları üzerinde hayranlık uyandıran bir kadını kendi erkeği daima hayranlıkla izler. ( O zamanlar namus cinayetleri pek yoktu sanırsam Türkiye'de. Namus cinayetlerinin sebebi bence ahanda bu Remy-Memi !!! ) Bir erkeğin en çok duymak istediği cümle bir arkadaşının kendisine 'karın nefis bir yaratık' demesidir.
!!! 
(Allam sen kadına gani gani rahmet, adamada hayırlı yatışlar nasip et!) 
Lan hüsso seni garı varya...
Heee...
Neffis bi yarratıık laaaan!
Yarratık derken Ali?
Yanni Allan yatattığı anlamında...
O anlamda yanni...
Sakin ol Hüssooo...Yaniii alian gibin... Neydi laaan uzaylı... o anlamda... Hüssooo...!!!
:pppppp


3-Onun eşsiz olduğunu ilan edin!:Erkekler kadınlarına 'tatlım', 'şefkatlim' (???), 'hakiki kadınım' (Haaaa??? Kimse böyle demedi... uuuuy hep sahte kadınmıydım ben!!!) diye hitap ederler.'Anne' demiyorlarsa, iyi yetişmiş olmalarından ötürüdür. (wallah analarımız-babalarımız ağrızaysa nedeni bu dergiler bence!!!) Çünkü her erkek aslında yatağı ucuna oturup annelerini sevip okşayan bir çocuktur. ( Bu yazıyı yazan k ensestin alasını yaşamadıysa...) Daimi surette onları şevkate boğmak doğru olmamakla beraber, her çareye başvurup erkeğinize 'eşsiz' olduğunu ve ondan başka kimseyi düşünmediğinizi ihsas ediniz. (Her çare derken????) 


4- Erkeğinize  daima ihtiyacınız olduğunu hissettirin!: Devrin kuvvetli ve serbest kadınlarının şefkatle ilgileri yoktur. (Duygu Asena hortlayacak ve okkalı bi haas... çekecek!) Başka bir varlığı, bilhassa bir kadını himaye etme hissi erkeklerin bir içgüdüsüdür. Fakat bir ejderha muhakkak ki himaye edilmez. (Ateşli bi yavruysanız 70'lerde işiniz zormuş galiba... :p) Erkeğinizin bir gün size şu veye bu şekilde 'ben yanında olmasaydım kimbilir ne yapacaktın?' dediği an partiyi kazanmış sayılırsınız. 


(Sana, sana öyle ihtiyacım varki... şu an şu yazıyı yazarken naaazik parmaklarımın klavyeye değişi canımı acıtıyor... Oysa sen burda olsan, senin güçlü ve kuvvetli parmak uçların acımaz, yazı kısa bir sürede parmak uçlarından akar giderdi... oooo güçlü parmak uçlu erkeğim... :ppppp) 


5-Ona korunan bir av olduğunu ihsas ediniz!: Wallah anladıysam arab olim!!! Erkekelr saçma kıskançlıktan hoşlanmadıkları gibi portföylerininde karıştırılmasını istemezler. Buna rağmen kendilerinin bir dereceye kadar kıskanılmasını isterler.Çok eski bir deyim vardır 'Titus kıskançsa, Titus aşıktır'. Bir erkeği sevmek demek, onun için savaş etmeye hazır olmak demektir. Bir başka kadının erkeğinizde gözü olduğunu farkettiğiniz zaman o kadına nazik ve şöyle hitap edebilirsiniz: 'Artık dur demenin zamanı geldi! Maskenizi çıkarınız, çünkü sizi kişiliğinizle artık tanıdım. Sizden daha kuvvetli olduğumu inkar edemezsiniz'. Bu cümle kafi gelecektir. El hareketlerine lüzum bile kalmayacaktır. 


(Kifayetsiz kaldım ve gülüyoruuuuuuum!!! Hanfendi, maskeniz düştü, sizden güçlüyüm... Bayan sumocuyum... O bakımdan kocamdan uzak durun... Bi el hareketimle boynun kırılıverir animallah... yanni... sonra yuvarlak dışında dövüşmekten ihraç edilirim... :pppppp)


6-Hayata bağlanınız!: Hiç bir şey bir erkeği hayatı ancak ucundan tutan bir kadın kadar tiksindirmez. Bir erkek plajda, bir kadını çiğ çiğ yengeç yerken gördüğü zaman hayata bağlılığına hayran olduğu gibi derhal aşık olmuş ve evlenmeye karar vermiştir. ( Abim bu nasıl bi mantıktır...4.maddede güçlü kadını yerden yere vurdu, şimdi yam yam kadına adamı aşık etti, yetmedi evlendirdi!!! Wallah tüm geyik kanalalrım tıkandı sadece ohhaaaa diyebiliyorum!!!) Yatak hayatı hakkında fazla durmayacağız (aaaa niyeee en merak ettiğim fikirleriniz onlardı yuw) Çünkü kitaplar ve filmler bunu fazlası ile izah etmişlerdir. Ancak bu konuda hudutsuz şevk ve güler yüze ihtiyaç olduğunu söylemek isteriz. (Wallahi billahi bu yazıyı karısından memnun olmayan bi adam kaleme almamışsa ne olim !!! Hudutsuz şevk ve güler yüzle amca kendini ele verdiki mukadderaaat!) 


Bir aşkı korumak ve erkeğinizi muhafaza etmek için bu adar basit altı nasihatı yerine getirmekten her halde çekinmeyeceksiniz...


(Walla öncelikle okkalı bi küfür savurup ardından anamı-babamı allah korumuş bu kadar abidik gubidik şey okuyup gubidikleşmemişler diyorum!!! Denemek isteyen varsa buyursun... Erkeğinize ilkokul çocuğu değilde anaokul çocuğu muamelesi yapın derim bence ben... :pppp Ooo maaaay gaaaaaaad!!!)


;)

Baba evinden ;)

İki senedir Samsun'a gelmiyordum...
Evde olmak tuhaf bir duygu...
Hoş annemin her fırsatta her şeyi İstanbul'a taşımasından ötürü 'evlik' hali kalmamış ya...
Son geldiğimden bu yana bir sürü şey atılmış-verilmiş...
Oyuncaklarım ve kitaplarım kalmış...
En son konuşmamızda amaaan iyi durumda olanları ver demiş ben 2 gündür 38 yaşımda olduğumu unutup neredeyse oyun oynayacağım oyuncaklarımla !!!
Yaşlanıyormuyum nedir... Bi değere bi kıymete bindiler ki, annemin attıkları-verdikleri neydi acaba, tüh onları at-ver demeseydim keşke diye hayıflanıyorum çaktırmadan !!!


Samsun çook değişmiş... Dönünce bu konuda yazacağım...
İyi şeylerde olmuş, içine nokta nokta ettikleri şeylerde...


Bu sefer bi anı denizi içinde yüzüyorum ki mukadderaaaat !!!
Oyumu buyumu her şeyi alıp İstanbul'a götürmek istiyorum!!!
Biraz evvel mutfakta çocukken kullandığım biri tavşanlı diğeri kirazlı çay bardaklarımla karşılaştım... Ayyyy ne güzeller alim götürim onları oldum !!!
Manyak tepkiler vermekteyim farkındayım !!!
Sanırsam yarım saat önce oyuncak kolilerimle geçirdiğim vakit sonucunda da 'çocuuuuuk yapmak istiyoruuuum' modunada girdim ki o noooo !!!
2 günden fazla Samsun bana yaramaz... Daha 3 gün var !!! Resmen sıçtık!!!
Yarında babaydı-dedelerdi ziyaretleri var ki ooof ooof duygusal çalkantının-karışıklığın alası yarın bende !!!


Nedendir bilmem bu evden çıkıp gittiğim günden beri umurumda olmayan bir sürü şey bir anda umurumda oldu!!!


Galiba yaşlanıyorum...
Geçmişimden ayrılmak değil sarılmak ve o sayede kök bırakmak gibi  bir duygu içerisindemiyimdir nedir mukadderaaaaat !!!


Puuuuf!
Tek televizyonlu ve digitürksüz bi evde allahtan tayni laptopum ve arı vız vızım çekiyoda internetteyim !!!
Ha bide buraçta bulamam diye valize attığım 2 italyan şarabından birini bu akşam açtım ki alaaa...


İstanbul'da olsam da şu saat, şu dakika evimde olucaktım biliyorum ammaaaa burası evim evim değil artık! Duygusal sınırlarımı teste tabi tutan bi test enstitüsü gibi !!!


Eski odamda, sığamadığım yatağımda, çıtır Ozy'nin hayalelleri ve umutlarıyla bi arada olmak... beaaa... !!!


Yaaw kızım yaaa bi git yaaaa... Bıdı bıdı...
Okuduk mimar olduk işte! İstediğin buydu!!! Ne dırdırlıyoooon!
İtalyanca öğrenmemişmişiz!
Kızım gittik kursa zor geldi! O kadın bu erkek!!! Ne öyle beaaaa!!! Dünya dili ingilizce... Onu biliyoruz yetiyooo! Yetmediğinde vücut dili...(:ppp)
Neee?  Bu kadar idealist, her şeyi öğrenicem manyağı olunurmu beaaa! İtalyanca öğrenemedik ammaaa İtalyan şarabını öğrendik! 
Al iç!
Aaaaa... Onu yapacaktık, bunu edecektik... Suuus... Tamam bi ara Afrikaya gidicez... Sus! 
Üfff ya...

27 Ekim 2011 Perşembe

Lozan Mübadilleri Vakfı Gezisinden Sonra...

Lozan Mübadilleri ile yaptığım gezi beni çok etkiledi...
Hayatta gitmeyeceğim, aklıma gelmeyecek köyler ve kasabaları gezdim-gördüm onlarla...

Bir sürü hikaye...
Bir sürü farklı insan ama ortak bir geçmiş...
Hepimizin aile hikayesinde bir terk ediş, bir veda, bir yok kalma var...

Bu geziye kadar hep bizim taraftan bakmıştım 'mübadeleye'.
Gördüm ki mübadilliğin Türkü-Yunan'ı yok...
Her iki tarafın insanları aynı acıları, üzüntüleri, kaybedişleri, terk edişleri yaşamışlar...

Doğup büyüdüğün yeri kendi rızanla terk etmemek ve devletin sana gösterdiği yerde sevsende-sevmesende yaşamak zorunda olmak...

Ne hikayeler var... Hepsi toplansa nefis bir hayat kitabı olur...
Devletin onlara uygun gördüğü yeri 3 defa değiştirenler mi, kırmızı elmanın peşinden gideceğiz diye tutturanlar mı, suyu takip edenler mi...

Kolaymı karmaya-ekmeye alıştığın toprağı huyunu suyunu bilmediğin bir toprakla değiştirmek...

Kolaymı yemyeşil ormanların içinden bozkıra gelmek...

Kolaymı denizi bilmeden denizle yaşamak...

Hergün denizle yaşarken kendini dağın başında bulmak...

Ne kadar doğru bir gözlemdir ya da genellemedir bilemiyorum ama Türkiye Cumhuriyeti daha doğru bir yerleşim yapmış... Yunan hükümeti sanki daha bi rastgele yerleştirmiş mübadilleri...

Tarbzon'un yeşiline-denizine alışık insan ne arar ovada???
Ya da her gün gözlerini İstanbul'a açıp-kapayan insan ne yapar memleketin ortasında, deresi bile olmayan bir yerde?

Hangi filmdi hatırlamıyorum, Türkiye'den Yunanistan'a göçmüş Rum bir ailenin hikayesiydi... Yaşadıkları kültür çatışmasını anlatıyordu film. Doğudan gelenlerle Batılıların anlaşamamasını...

Yüzyıllarca bu topraklarda birlikte yaşayınca etnik fark gözetmeden alışkanlıklar  birbirinin içine geçiyor...

Annesi önemli veya kötü bir olay olduğunda 'AAAAA' yapıp ağzını kağadığı için Yunanlılar onu yadırgıyorlarmış... Filmin bu sahnesine çok gülmüştüm. Küçük bir ayrıntı nasıl Rum kadını hem bizden, hem onlardan  ayrı yapıyordu...

Gezide birisi bir hikaye anlattı; Bir kaç sene önce Kavala'ya geldiklerinde, yan masadan bir bey konuşmaları duyup laf atmış onlara: 'Bizden ne istediniz be demiş. Bizde gavuruzda bunlar bizden de gavur!'

Var olan aynı dinden ve dildende olsa sonradan geleni kolay kolay kabul etmiyor, bilerek veya bilmeyerek acı çektiriyor...
Her iki tarafın insanlarıda çok acı çekmiş... Yaşananlar anlatıla anlatıla çocuklar, torunlar yaşatıyor o duyguları...

Kaç nesil daha karşılıklı olarak gidip geleceğiz bilmiyorum... 3.ve4. kuşaklardan sonra ataların izini sürme sevdası-arzusu biter mi bilmem...

Ben ailemin hikayesinin tamamını bilmiyorum. Dedem Bulgar zulmünden kaçıp gelirken, sadece malı-mülkü orda bırakmamış anılarınıda bırakıp gelmiş zannedersem... Hiç anlatmamış-paylaşmamış... Elimde bir çok parçası kayıp koca bir puzel var...

Gezide evlerini bulanlar gibi bir şansım olmayacak hiç bir zaman... Olsun en azından kasabayı gittim gördüm. Nasıl bir yermiş, nerede büyümüş biliyoruz... Buda yeter...

2003 senesinde Metin Balay'ın yayınevimizden çıkan 'İnadına Yaşamak-İnadına İnsan' adlı oyun kitabında ailemin hikayesinden esinlenilen bir oyun var... Sevgili Altan abim, (Altan Erkekli) nefis bir şekilde oynamıştı...

Kayıp puzelımın az çok ete-kemiğe bürünmesini sağlamıştı Altan abi...
Her ne kadar çoğunluğu kurguda olsa bana çok keyif verir... Ben doğmadan olan olayları izlemek, öğrenmek, görmek...

Çevrem tiyatrocularla çevrili olunca ben böyle bir şansa nail oldum... Nail olmayanlar da üzülmesinler, anılara sahip çıksınlar, dinlesinler, araştırsınlar, öğrensinler... Ve sonra koşullar uygunsa yollara düşsünler gidip görsünler... DNA'larımız nerenin havasında, suyunda oluşmuş...

Televizyonlarda burun büküp izlemediğimiz reality showlar gibiydi gezimiz... Senelerdir kayıp-ayrı yakınları kavuşturan bir programdaydık sanki...

Çok duygusal bir gezi oldu...
Geçmişine kavuşmanın verdiği mutluluğu yudumlayamadan  turla gelindiği için en fazla yarım saat hatta bazen 20 dakikacık kalıp ayrılmak...

Belkide azı daha makbuldür... Ayrılması zor olur sonra...

Anneme bu deneyimi bana yaşattığı için teşekkür ediyorum. Onun amacı Edessa şelalelerini görmem, benim amacım Kavala'da ahtapot ziyafeti çekmekti... :)

Ama öyle olmadı... Benimle aynı aile geçmişine sahip bir sürü harika insanla tanıştım ve şunu gördüm ki biz kocaman bir aileyiz... Ortak geçmiş, ortak kültür, ortak yaşanmışlıklarımızla...

Türk veya Yunanlı fark etmiyor, mübadilliğin bu yakası karşı yakası yok. Bu Dünya Savaşlarının hediyesi ortak geçmişimiz...

Önemli olan bundan sonra böyle parçalanmaların-ayrılıkların olmamasını sağlayabilmek. Dost ve kardeş olabilmek... Savaş görmüş ailelerin çocukları-torunları olarak 4.,5. ve daha sonraki nesillere iyiliği ve güzelliği aktarmak bence sorumluluğumuz... O kıyının kide, bu kıyının kide, öteki kıyının kide...

Lozan Mübadilleri Derneğine'de teşekkür etmek istiyorum. Bizleri geçmişimizle buluşturtukları için. Ufacık bir köyde olsa, terk edilmiş bir yerde olsa herkesin topraklarını görmelerini sağlayan hassasiyetlerine teşekkür ediyorum...

Bi sonraki gezi Bulgaristan üzerinden Yunanistan olursa çok çoook mutlu olurum diyorum... ;)

Kavala

Seyahatin başından beri sabırsızlıkla Kavala'ya geleceğimiz anı bekliyordum... Kavala çok hoş bir sahil kenti... Yunanistan'da yiyebileceğiniz en bi en nefis balıkların-deniz mahsüllerinin cenneti !!! Böyle olunca tabi sabısızlıkla Kavala'ya varacağımız anı beklemem normal... ;) Kavala'ya varmadan önce koyu görebildiğimiz bir yerde fotoğraf molası verdik. Kent ayaklarımızın altında bir sürü fotoğraf çektik... Çektikte hadiiiii çabuk kalamarları-ahatapotları-midyeleri mideme indirmek için sabırsızlanıyorum yuuuuw !!! diye huzursuzluk yaptım... ;) Yemeyen anlamaz-bilemez neden bu kadar sabırsızlandığımı... :)


Otobüsten iner inmez, yeşil peruklu Yunan amcayla burun buruna geldik... Neden böyle bir peruk takmıştı öğrenemedik ancak bizim grubumuza çok ilgi ve alaka gösterdi :) Çok eğlenceli, şahsına münhasırdı...
Efenim hangisi doğrudur bilmiyorum. Araştırmaya fırsatım olmadı... Muhteşem Yüzyıl dizisine göre İbrahim Paşa Pargalı, grubumuzun ve derneğimizin başkanına göre İbrahim Kavala'lı... Görmüş olduğunuz camiyi İbrahim Paşa yaptırtmış... Uzakta görülen su kemerinide Kanuni... Aralarındaki kargacık-burgacık yapılarda onları ayıran-düşman eden Hürrem olsa gerek diye yorumladım ben... ;)

Şu an cami kilise olarak kullanılıyor... Harab bitap, yıkılmaya - yok olmaya terk edilmesinden iyidir diyorum. Sonuçta yapılış amacı 'allahın evi' olarak yapılması... Yine o amaçla kullanılması güzel... Yeşil peruklu amcada keşfe çıkmış, yakalamışım...;)

Efendim Kavala'ya geldiğiniz zaman görmeniz gereken iki şey var... Yukarıya doğru hafifçe tırmanıp eski Türk evlerinin arasından geçip Ali Paşanın konağının oraya çıkmak... Vaktiniz varsa ordaki cafelerde oturup manzaraya karşı kahve içmek... İkinciside dik ve dolambaçlı yolları göze alıp kaleye çıkmak! Her ikisinide yapmanızı tavsiye ederim. O zaman Osmanlı kimliğini tadabiliyor, Kavala'nın tepeden güzelliğini görüyorsunuz... Bu arada duygulara dikkat... Kava güzelliğiyle kendisini istetiyor... ;)

Yolun başında tanıdık yüzler selamlıyor sizleri ;) 
 Yukarıya çıkarken keyif limanına bakış
Kavalalı Mehmet Ali paşam'ın imarethanesi şimdilerde otel olmuş... Manzarası nasıl nefis... Koca grup gezmek-fotoğraflamak için dalınca tırstı otel yönetimi ;) Bir defa gidip bu otelde kalıcam...   
Paşam yerlerde... 
Ali paşanın heykeli var !!! Tüm Osmanlı izleri silinirken bu heykel??? 



Ali Paşanın evi... Şansımıza açıktı. Her zaman açık olmuyor... Kaç defa Kavala'ya gelmişler bile ilk defa gezebildiler !!!  Fotoğraf çekmek yasak olsada çektik efeeem...

Eski Türk mahallesi... Camiler kilise... 
Kanuni'nin su kemeri...







Kaleyide gördükten sonra aç kurtlar gibi yokuştan aşşağıya ziyafete doğru koşturmaya başladık... O kadar gez, dolaş acıktık... Sahildeki balık restoranlarından birine gittik. Tavsiyem size bu restoranı tercih etmeniz... Yan taraftaki biraz pahacı...


Bu sefer kalamar ve midye deneyimledim... Yunanlıların midye dolması bizimkinden farklı efem... Paellamsı midye dolmaları... Ev yapımı şarap, kalamar ve midye dolma... İtinayla tavsiyem olunur...
Efendim Kavala'ya geldikten sonra bir şey alınmadan gidilmez, Selanik Kurabiyesi... Bademli un kurabiyeleri meşhurdur... Edirne'de bir amca daha güzel yapıyormuş... Bol bademlisini... Bilemiyorum... Kentin içinde kurabiye satan dükkanlar var ancak biz kalabalık olduğumuz için şehir dışındaki fabrikasına gittik...

Bu arada Ortodoks inancına sahip bir çok ülkede görebileceğiniz ama Yunanistan'da neredeyse her köşe başında karşınıza çıkan minik ağıt-şapelleri var. Birisi orda ölmüşse hemen bu küçük şapellerden koyuyorlar... Zaman zaman içlerinde mum yanıyor...

Otobüste arkamızda oturan amca onları yol kenarı mangalları sanıp, ona gerçeği söyleyene kadar bizi çok eğlendirdi... :) Kavaladan ayrılırken şapel fabrikasının önünde geçtik ve fotoğrafladım efem... Bilgisiz kalmayınız diye... :p
4 günlük müthiş bir yol perfonmansı yaptığımız yolculuğumuz Dedeağaç üzerinden Türkiye'ye doğru yola koyulmamızla sonlandı...

Serez


Lozan Mübadilleri Vakfı ile yaptığımız gezinin 4. ve son günündeyiz... Keyifli, duygusal ve yorucu bir gezi oldu... Bu akşam Türkiye'ye döneceğiz... Dönmeden önce Serez ve Kavala'yı gezeceğiz... Kargaların henüz şey etmediği saatlerde uyandığımızdan, otelin balkonundan henüz uyanmamış Serez'in caddelerini fotoğraflıyorum... Ahanda klasik Yunan Kent mimarisi !!! Nereye giderseniz gidin aynı tip konutlar !!! Ülke bütününde konut mimarisi bütünlüğü var diyebiliriz! (:ppp) Kahvaltıdan sonra otobüsümüze binip doğruca gara diyoruz.

Serez garı atalarımız için çok önemli bir yer. Atalarımız ya Selenik limanından ya da Serez garından gelmişler Türkiye'ye... Benim dedem ve kardeşide trenle gelenlerden... Direk Petriç'ten mi trene bindiler yoksa, Serez'e gelip burdan mı bindiler bilemiyorum ama emin olunan bir şey varsa, Türkiye'ye doğru giden trenler burdan gidiyordu... Doğdukları ve büyüdükleri topraklara, anne ve babalarının mezarlarına bu garda veda ettiler... Bir sürü mübadil, Türkiye'den ve Yunanistan'dan bu gardan gittiler, bu gara geldiler...

Bir gar binasının bizleri bu kadar etkileyebileceğini tahmin etmezdik... Hepimiz bu veda noktasında çok duygulandık... Mübadil çocukları-torunları olarak veda edilen garda topluca hatıra fotoğrafı çektirdik. Gezinin son günü olması, anılarda hatıralarda çok duyulmuş garın sonunda hayalden ete-kemiğe bürünmesi herkesi çok etkiledi... Gardan ayrılıp otobüse binmemiz zaman aldı... 

Otobüsümüzde bir aile Serez'liydi... Garın ana giriş kapısının oradaki, söğüt ağacının altından toprak aldılar... Aslında tek onlar değil, bir çok kişi toprak aldı... Veda edilen noktanın burası olması duyguları coşturduğu için zannedersem... Gardan ayrılıp, eski Türk mahallesinin olduğu bölüme gittik...Yol üzerinde bizden kalmış eserleri gördük, fotoğrafladık...  Eski Türk mahallesinde şimdilerde, Kafkas-Rus savaşından kaçan Çerkezler yerleşmişler... Çok olmasada eski mimari dokunun korunabildiği bir kaç ev görebildik... Eski Türk mahallesinden sonra Serez kalesin çıktık... Serez'e kuşbakışı bakıp veda edip Kavala'ya doğru yola koyulduk...

Mehmet Bey camisi 
Serez Kalesinden kuşbakışı Serez...  

Eski Bedesten... Şimdi Arkeoloji müzesi olarak kullanılıyor... Bedestenin bulunduğu bölge yenilenmiş olsada eski şehircilik izlerini taşıyor... 

26 Ekim 2011 Çarşamba

Vodina-Edessa,Notia,Piperia,Polikapri,Yenice-i Vardar.

Vodina Edessa'da kaldığımız otelin hemen yanında Büyük İskender'in heykeli vardı. Koskoca İskender olmuş ''Güccük İskender'' !!!

 Annemin bu seyahate gelmemi istemesinin nedeni Vodina-Edessa Şelaleleriydi! Seyahatin 3. gününde sonunda seyahatimin amacına kavuşmuş olmanın mutluluğundaydım !!! Yolunuz bu taraflara düşerse gidin görün... Yazları daha zevkli olacağı kesin. Soğuk, hafiften yağmur çişeleyen bir havada bide şelalenin ıslaklığı daha beter bııır olmanıza neden oluyor. Yaz günü olsa ohhh serinletsin dersiniz... ;)

Şelale'de keyif yaptıktan sonra Notia köyüne doğru yola çıktık. Mübadillerimizden biri dedesinin evini şans eseri buldu. Muhtarla sohbet ederken, dedem vergi toplarmış diyor. Muhtarda biz vergi toplayan adamın evinde oturuyoruz diyor ve nerden nereye kısmet denilen olay vuku buluyor... Yıllar sonra, bir merhabanın insanları köklerine-anılarına kavuşturması son derece ilginç... Atalarınızın izini sürmeye niyetliyseniz en ufak detayına kadar araştırın ve öğrenin. Bu bilgi ne işime yarayacak diyip umursamadığınız o küçük bilgiler bile ne kadar işe yarıyor tahmin edemezsiniz... Kentlerde atalarınızın yaşadığı evleri bulmak güç ama köy ve kasabalarda hala bir şans var...

Böylesine güzel bir buluşma olurken annem kestane alışverişinde ben, kahve içtiğim kahveden çok beğendiğim kültablasını alma derdindeydim ! Kaç para isterlerse verecektim ama vermediler kültablasını... :(



Köyde dolanırkende, biz hatunların arada kullandığı 'tavuk poposu' deyimini kanlı canlı görünce fotoğraflayamadan edemedim !!! Gerçek tavuk poposu buyrun efeeeem... Son anda pişmekten mi kurtulmuş, nedir çözemedik... :))))

Notia'dan Piperia'ya yola çıktık. Nefis öğle mamamızı orda yedik ve günlerdir sayıkladığım şarapları ordan aldık. Gerçek bir mübadil hikayesine şahit olduk burdada. Otobüsümüzdeki çok sevdiğimiz bir ailenin amcası mübadele sırasında dönmemiş ve burada kalmış... Yunanlı bir hatunla evlenmiş... Türk ve Yunan kuzenlerin buluşması herkesin gözlerini yaşarttı... Benim gözlerimin, yerimiz fazla olmadığından daha çok şarap alamadığım için yaşardığını üzülerek itiraf ediyorum... Atlıp gidicem Yunanistan'a da... Namuzsuz şarap bu bölgede var... Piperia'ya git gel... Uzun iş... :(

Karınlarımız tok, aile buluşmaları yapılmış mutlu bir şekilde Polikapri köyüne doğru yola koyulduk. En eğlenceli köy ziyareti burada oldu. Ailesi Türkiye'ye geldikten 2 sene sonra doğmuş olan Hilmi amca için geldik bu köye.  Daha önceki buluşma gibi belki papazı bulursak evini bulmaya yardım eder dedik ama papazı kimsecikler bulamadı... Ama türkçe bilen mübadil Yunanlılar bizi çok güzel ağırladılar... Çoğunluğu Trabzonlu (eveeet Rum Pontuslular) olan köyde, Tarbzon hurması görmek herkesi çok şaşırttı !!! O kadar içten, o kadar misafirperverdiler ki, şu siyasetçiler olmasa dünya yaşanılası miiis gibin bir yer olacak yuw diye düşünmeden edemedik !

Anacııım gez gez bitmiyooo... Koca ülkenin her köyü, her taşı bir zamanlar Türk olunca bitmiyo bi türlü ziyaret edilecek yerler. Bir sonraki durağımız Yenice-i Vardar oluyor... Gazi Evrenos bey tarafından kurulmuş bir yerleşim yeriymiş burası. Alabildiğine düzlük... Eskiden her yer çayır-çimenmiş... Evrenos bey at yetiştiriyormuş Osmanlı için burada... Evrenos Bey'in türbesi AB yardımıyla restore edilmiş... Kemikleri yanlış hatırlamıyorsam Türkiye'ye getirilmiş... Güzelce restore edilmiş binanın cephesindeki çizim düşündürüyor... Bitmiş gitmiş artık... Tamam gelip ziyaret ediyoruzda kimsenin yeniden eski toprakları ele geçirmeye niyeti yok !!! Bu düşmanlık-kin-dinler savaşı niye??? Sonuçta hepimiz 2 metrelik bi çukuru boylamayacakmıyız, neye inanırsak inanalım?

Mimar olarak elbet rahat durmadım. Yunan usuşü capon mimarisi adını koydum ben bu binaya... Yorum sizlerin efem... Her yerde abidikus mimar vardır diyorum, mukadderaaaaat !!! ;)
Bittimi sandınız? Daha bitmedi... önce Kılkışlı'ya uğrayıp ordan Serez'e yola koyulduk !!! Dedemin kasabası eskiden Serez'e bağlıymış... Dağların arkası dede toprağıydı... Vize derdi yüzünden geçemedik. Bizim vizemiz var bizi götürün diye bi bencillikte yapamayacağımızdan, dağların ardına el salladık bizde...

Serez keyifli bir yer... Otele eşyalarımızı bırakıp dışarıya attık kendimizi. Trafiğe kapalı, cafelerin, tavernaların olduğu sokak harikaydı. Anne-kız gruptan ayrı nefis pizza ve şarap keyfi yapıp otele geri döndük... Ertesi gün gündüz gözüyle Serez'i gezip son durağımız olan Kavala'ya ordan da Türkiye'ye yol aldık...         

Karaferye,Nasliç,Kesriye,Kayalar ve Vodina

Lozan Mübadilleri Derneğiyle 2. gün...
Bir gece önce Selanik tavernalarında tadı damağımızda kalan eğlenceden sonra rahat rahat yataklarımızda uyumak isterken 7.30 kalkış alarmıyla hopluyoruz yataklardan...

İşe gitmek için bile bu kadar erken kalkmayan ben gezilerde şaşırtıcı performanslar sergiliyorum ;)

8.30'da otobüsümüze biniyoruz ve Vardar nehrinden geçerek ilk durağımız Karaferye'ye (Veria) yola koyuluyoruz... Mübadeleden önce bu topraklarda büyük Türk çiftliklerinin olduğunu öğreniyoruz...
Otobüsümüzde Karaferye'li 7 kişi var... Mübadil bir Yunanlı burada yerel rehberlik yapıyor bize... Evlerinin adresini bilenleri, atalarının oturduğu mahallelere götürdü...


Çok fazla Osmanlı'dan kalma eser var. Karaferye'de... Kimi restore edilmiş, kimi bakımsız...

Mübadiller mahallelerini bulmaya gidince annemle ben market alışverişine gittik. En sevdiğim Yunan birası Mythos ve feta peyniri alma telaşına düştük... ;) Animallah evde fetamız biterse nassı kahvaltı yapabiliriz sonra !!! :pppp ;))
Mübadiller mahallelerini gördüler, biz alışverişimizi yaptık ve Nasliç'e doğru yola koyulduk...  Nasliç'ye in-cin top oynuyordu... Herkes Siestaya gitmiş... Ailesi buralı olan 75 yaşında bir amca ve Yunanca rehberliğimizi yapan Lütfü bey birilerini bulmaya gittiler... Bir şekilde papazı buldular ve sohbet ettiler... :)

Nasliç'ten mübadil gelen Türklerin çoğu Türkçe bilmiyormuş. Yunanca konuşuyorlarmış... Bunun nedeni olarak çevrede Türklerin az Yunanlıların çoğunlukta olması yada aslan dedelerimizin Yunanlı hatunlarla evlenmesini gösteriyorlar...

Yaşlı amcamız papazla konuştuğu için mutlu bir şekilde otobüse döndü... Herkes papazla fotoğraf çektirdi... Ben hiç dışarıya çıkmadım. Hava birden soğumuştu, otobüste sıcak sıcak oturup camdan olup biteni izlemek daha cazip geldi... :)

Kastoria'ya gidiyoruz sonrasında... Çok hoş bir yer. Göl kıyısına kurulmuş bu yerleşim yeri Yunanistan'ın kürk ticareti yaptığı yermiş. Rusya'dan bir sürü işadamı gelip bu bölgedeki kürkçülerle iş yapıyorlarmış... Rusya'ya gidip kürk almak isterseniz bi sorun Greek'mi Raaaşan'mı diye ! :p ;)


Vodina'ya gitmeden bir kaç mübadil yerleşkesine daha uğruyoruz... Oralarda benim çok ama çok ilgimi çeken ve hayret içinde izlediğim apartman altı benzinlikleri fotoğrafladım.

Yunanistan'da apartman altı benzinlik çok normal! Karadeniz'de nasıl apartman altı cami varsa onun gibi bişey sanırsam da, kimse balkonlardan yanlışlıkla yanıcı-patlayıcı birşey atar diye korkmuyorlarmıdır? Ya da ne bileyim benzinci patlarsa apartmanımız havaya uçar diye ??? İşte ilginç benzincilerinden bir kaç poz !

Voyvodina'daki otelimize gitmeden önce yol üstünde bir tavernada akşam yemeği yedik... Yunanlıların ev şaraplarına bayılıyorum... Herkes uzo deneyimliyor Yunanistan'a gidince bence şaraplarınıda deneyin... Pişman olmayacaksınız...



Gittiğimiz tavernada müzisyen bir ara flüt'ü burnuyla çaldı !!! Kaçmadı ve fotoğraflandı... ;)

İkinci günde böyle bitti... ;)

25 Ekim 2011 Salı

Dünya Mutfaklarından Etleeer ;)

Tepebaşında, Pera Müzesinin yanında yer alan Istanbul Culinary Institute, bir yemek eğitim ve üretim merkezi. Amaçlarını 'Türkiye’de ve dünyada mutfağımızı tanıtıp geliştirmek, farklı mutfak kültürlerini yemekseverlere aktarmak ve sektöre eğitimli aşçılar yetiştirmek amacıyla pek çok yemek kursu ve sertifika programı sunmak' diye açıklıyorlar...

Bir kaç senedir günlük eğitimlerine katılmak istiyordum... Hatta bir kaç defa rezervasyon bile yaptırdım. Ancak o çıktı-bu çıktı, evdeki cep hesabı o ay tutmadı falan-filan bi türlü gidemedim yani... ;)

Bu sene Çeşme'den çok azimli döndüm... Elimde up uzuuuun yapılacaklar-edilecekler listemle... Bu listede ne yapılıp edilip Culinary'de eğitim almakta vardı...

Her ay akşamları farklı seçeneklerle yaklaşık 3 saat süren çeşitli eğitimler veriyorlar... Kahvaltılık atıştırmalıklar, tavuk yemekleri vs. gibi...

Bir et canavarı olarak bendeniz dünya mutfaklarından et yemeklerine gittim...
Fransız, İtalyan, Hint ve Türk et yemekleri öğreticeklerini öğrenince kaçmaz dedim... Bu sefer iki elin kanda olsada gidecek ve eğitileceksin !!!

Akşam 7'de başlayan kurs, tanışma, hazırlama, pişirme ve yemeyle birlikte 10 civarında bitti...

Hocamız Laçin hanım son derece zarif bir bayandı... Senelerce reklamcılık yapmış sonra HSBC bankasında çalışmış ve yeter artık bu kadar çalışma diyerek emekliye ayrılmış ve hobisini yaşam tarzına çevirmiş... Kendisine bayıldım...

Grubumuzda hatunlar çoğunlukyadı... Sadece 2 tane beyefendi vardı... Erkekleride kendilerini geliştirirken görmek çok güzeldi... ;)

Eğitime gelen 2 bayan hepimizi şoke etti: Türkiye'ye tatile gelmiş 2 Amerikalı hatun, geleli bir gün olmuşken yemek kursuna gelmişler !!! Hiç bir Türk'ün tatile gittiği yerde yemek kursuna katılacağını sanmıyorum!!!

Şans eseri grubumuz birbiriyle çabuk kaynaştı... Ve sonderece keyifli bir gece yaşadık...

Efenim 4 tane ana yemek, hepside et olunca Laçin hanım bu kadar et yedirmeyelim size, bir de yanına pilav yapalım dedi...

Efenim bendeniz pilav yapmayı bilmeyen bir şahsiyetim!!! Yıllar önce denemiştim. İlk yaptığımda harika olmuş, sonraki denemelerimde bir türlü tutturamadığımdan pilav yapmayı denemeyi bırakmış, çok sevdiğim bulgur pilavına yönelmiştim... Pirinç pilavı yapamayan ben nefis ötesi bulgur pilavı yaparım... Bir çok arkadaşım sırf bulgur pilavımı yemeğe gelirlerdi...

Böyle ilginç yetenekli ve yeteneksiz bir hatun olarak, pilavı ben yapmaya talibim dedim. Bana öğretirseniz çok sevinirim...

Birer-ikişer etlerimizi hazırlarken sıra pilava geldi ve Laçin hanımdan öğrendiğim triklerle nefis bir pilav yaptım... Pilav öyle nefis olduki eve götüremedim!!! Bitirdiler pilavımııııı !!!
Et yemekleri kursuna gidip pilav dehası olarak çıkan bir ben varımdır herhalde... ;))))

Efenim mönümüz;
Onglet a l’Echalotte (Kırmızı şarap ve arpacık soğanlı et) – Fransa
Il ragù (Domates sosunda pişirilmiş, doldurulmuş biftekler) – İtalya

Beef vindaloo (Sirke ve baharatlarla marine edilmiş et) – Hindistan

İslim kebabı – Türkiye
Hepsi zor, zahmetli gibi geliyor okuyunca dimi? Yooo hepsi o kadar kolayki... Hele Hint yemeği olan Beef vindaloo !!!

Birbirinden kolay ve leziz 4 et yemeğiyle bundan sonra mutfakta harikalar yaratacağız... Soframızın lezzetine-görselliğine herkes bayılacak...

En yakın zamanda Mısır Çarşısına gidip baharatları tadımlayarak-koklayarak alıp eşe-dosta-sevgiliye nefis ziyafetler vereceğim...  Aaa tabi yanında da nefis pilavım olacak... ;)

Etseverseniz, değişiklik istiyorsanız muhakkak bu kursa katılın...

Bütçeme güvenebilirsem 2 aylık temel yemek kursunada katılmak istiyorum...
Anneyle yaşadığımdan mutfağı arzu ettiğim gibi kullanamıyorum... Hem mutfağı kullanmak hem yeni tadlar öğrenmek hem 3 saat boyunca hiç bir şey düşünmeden meditasyon etkisi yaratan keyfi yaşamak için...  ;)

24 Ekim 2011 Pazartesi

Selanik

 Lozan Mübadilleri Vakfıyla yaptığımız gezinin 1. gününde son durak Selanik oldu.

Hepimiz yorgun-argın olsakta Selanik sahilinde, beyaz kulede verdiğimiz mola tüm yorgunluğumuzu bize unutturdu...

Selanik İkinci Murat'ın 3 günlük kuşatmasından sonra fetedilmiş... Osmanlı fetih kanununa göre önce teslim olmaları istenirmiş... Kendi rızalarıyla teslim olup şehri verirlerse, askerler yağmalamaz ve kimseyi esir almazlarmış... Selanik teslim olmamış... Olmadığı gibi halkın çoğunluğu şehri terk etmiş... Terk etmeyenler esir alınmış...  Esir alınanların kefaletini padişah ödemiş !!! Şehrin nüfusu kaçanlar yüzünden azaldığından, nüfusu çoğaltmak için Osmanlı tebasından yeni yerleşimciler getittirilmiş... Atalarınız şayet Selanikliyse sebebi hikmeti budur. ;) Ekonomiyi canlandırmak için Yahudi nüfus daha fazla iskan edilmiş bu bölgeye...
Selanik Yunan Makedonya'sının başkenti... Önemli bir liman şehri... Selanik benim için İzmir... Sahili kordonu o kadar anımsatıyor ki... Buyrun bakın siz verin kararınızı... Gideceğimiz bir kaç yer olduğundan Selanik Kordonunda dolaşamadık. Şayet giderseniz, apartmanların altındaki cafelerde oturup frappe keyfi yapmanızı tavsiye ederim...   Sabahın       köründen           gece   yarısına kadar Yunanlılar durmaksızın   frappe içiyorlar... Sabahın köründe, sonbaharın ortasında nasıl soğuk kahve içip ayılıyorlar çözemedim... ;) Servis biraz ağırdır... Osmanlıdan kalma nefis adet burda da var... Önce bedava suyunuz geliyor, ardından siparişinizi alıyorlar... Hesap ödemek içinse çırpınmayın... Hesabı bozuk paranız varsa masaya koyun gidin... Kimse almıyor, ellemiyor... Bizde olsa oooo... Yoldan gelen-geçen anında kapar kaçar... Medeniyet dedikleri şey bu mu yoksam? ;) :ppp

Selanik mimarisiylede İzmir'i anımsatıyor... Geniş balkonlar, tenteler, panjurlar... Kaliteli mimari kimliği yok... Eski binaları yıkmışlar apartman yapmışlar... Balkonlardan çiçekler ve çamaşırlar sarkıyor... Başkentleri Atina'da bile durum aynı... Şehircilik kalitesi şu çok böbürlendikleri antikliliklerinden bir şey almamış... ;)


Eskiden Beyaz kulenin olduğu yerde meyhaneler varmış... Atam orda demlenirmiş arkadaşlarıyla... Zaman içinde meyhane kalmamış tabiki... Bir dönem hapisane olarak kullanılmış kule... Kulenin çevresindeki yeşil alanlarda piknik yapıyorlar... Denizin doldurulmasıyla oluşmuş sahil şeridinde insanlar yürüyor, bisiklete biniyorlar... Bisikletçiler bisiklet yolundan yürüyorsanız size çok kızıyorlar benden söylemeside, sahil kenarnada bisiklet yolu yapılırmı yuw??? Nerde yürüyüp, denize bakıp, oturacak insanlar???? :) Kulenin biraz ilerisinde, yeni Selanik'e doğru Büyük İskender heykeli var... Şu an yeni bir çevre düzenlemesi çalışması yapıldığından göremedik...

Sahilden sonra kale çıktık... Selanik ayağınızın altında... Mukkak gidin, görün... Daracık yolları, dip dip dibe eski evleri ve kuş bakışı Selanik'i görün... Ordaki cafelerde greek cofiii keyfi yapın ;)
                                           
 Kuşbakışı Selanik 








Selanik Liman şehri... Mübadil göçlerinin yapıldığı limanda burası... Limanın üstünde gün batarken...






 





 

İyi kötü bizden birşeyler kalmış... AB ve yapılan metro inşaatı sayesinde restore ediliyorlar...
                                                                   
 Ata toprağında gün batımı... Günü kalede batırdıktan sonra otelimize gittik... Ne kadar yorgun olsakta Tavernaya gitmeden olmazdı... Hep beraber tavernaya gidip bir güzel karnımızı doyurduk, kafaları çektik, şarkılar söyleyip eğlendik... Ertesi gün Atatürk evini ziyaret edip uzun yolumuza devam edeceğimizden keyfimiz pek uzun sürmedi ama olsun;)

Bir Türk Selanik'e ya kendi atalarının izini sürmeye gelir ya da Ata'sının evini görmeye... Atatürk'ün doğduğu evi görmeden dönmek elbet olmazdı... Gittik gördük... Ancak ufak bir uyarı, internette ana caddeden değil yan sokaktan adres bilgisi var. Amcamla geldiğimizde evi bulmayı başaramadık. Ve mübadillerle gitmediğimiz, eski İstanbul evlerini anımsatan, büyük ihtimalle geçmişte Türklerin yaşadığı bir mahallede bulduk kendimizi... Nevigatörümüz olmasına rağmen bir türlü doğru adresi bulamıyorduk... Kendi aramızda yaptığımız konuşmaları duyan bir bayan yanımıza gelmiş 'Ben İstanbullu bir Rum'um, ben size yardımcı olayım' diyince çok sevinmiştik... Ailesi Yunanistan'a göçmüş bir Selanikliyle evlenip İstanbul'u terk etmiş... Bizi Atatürk evinin kapısına kadar götürmüştü. Kendisine kahve ısmarlayıp teşekkür etmek istediğimizde ise, gerek yok Türkçe konuştum ya yeter bana demişti... :)

Atamın evinin fotoğraflarıyla Selanik'i bitiriyor, inşallah bir ara geri kalan 3 günü yazacağım  baaay baaay diyorum ;)



Ara sokaktan görünümü 










Ana caddeden görünümü
 Doğduğu oda...











Evin bahçesindeki nar ağacı. Bahçeye bakan apartmanlardan sarkan çamaşırlar irite edici bence... İnsanlara Atamızın evi orası asmayın çamaşırlarınızı demek istiyorum amma...