Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

23 Haziran 2016 Perşembe

Yasemin kokan portakallar, elle yakalan yıldızlar...

Tadından yenmeyecek bir portakal sonbaharı... 
Portakal sonbaharını yaşayacağınız tek yer 'yeşil ada' yani Kıprıs... 
Savaş sırasında atılan bombalarla yeşilliği azalmış ada... 

2. Sınıf tayni bir mimarlık öğrencisiyim... Kıprıs'ın Güney sınırına yakın Lefke denilen, şehiyle ünlü kasabasında, sahibesiyle ünlü bir evin çatısında, tuvalim ve yağlı boyalarımla portakal bahçelerine tepeden bakan manzaramla... 

Ev sahibem şahibeleriyle ünlü bir kadındı... Neden peruk takardı? Ve o peruk neden korkunçtu? 

Gece eve geç geldiğimde bahçe katındaki dairesinden çıkardı. Akşam serinliğinde portakal bahçelerinin arasında dolaşmayı sever yılanlar tarafından ısırılmadan eve girmekten daha çok ona yakalanmadan eve girmeyi başarı sayardım! Çünkü karanlıkta o korkunç peruğu ve flash yemiş insan gibi parlayan gözleriyle ödümü bokuma karıştırırdı hep! 

Ahaaa Saaaaddet teyeze!!!  Yine eve 2 adım kala altımıza mıçtık! :p

Bu akşam portakal bahçelerine bakan çatı dublexi evim düştü ustuma..

Çatısında kurduğum sanat ortamım...
Boyaları karıştırınca hangi renk ne oluru lise de aldığım özel resim dersinden bilsem de ( lise de heykeltraş olucam ve mimar sinana giricem diye tutturunca ailem beni ciddiye almayıp yalandan 1 aylığına ders aldırtmıştı!!! İşte gör mimar babam hayatta olsa kesin ilkokulda o resim dersleri aldırılmaya başlanırdı!!! :ppp) denemeler yapar boyaları karıştırır soyut resmi katlederdim!!

Elim o zamanlar bozulmamıştı... Milletin çizim ödevlerini yapardım... Bi gecede 4-5 karakalem....

Yıllar içinde o el gitti bi yerlere...

Kıbrıs'ın yaseminleri başkadır...
Eski yazarımız Alev Alatlı bile 'yaseminler başka kokar Kıbrıs'da' demiş ve nefis bi romanda yazmıştır...

Yasemin kokuları eşliğinde o zamana göre uçsuz bucaksız gelen portakal bahçelerine bakarak şövale-mövalemle.... 


Paper Ozy nasıl çıktı diyorlar... Ozy'nin sanat yönü hep vardı... 

Kıbrıs'da yanında çalıştığım hocam; bi mimar 40'da birikimlerinin sonucunda gerçekten üretmeye başlar derdi... Mimarlık ofisim yok olaydı mimaride üretecektim... Olmadığından sevdiğim kağıt-kalem-boya ve kretuvarla paper ozy ortaya çıktı... Hep vardı... Hep içimdeydi... 


Çeşme'de burnuma gelen yaseminlerin kokusu beni Kıprıs'a ordan ilk evimin çatısına götürdü... 



Yağmur yağdığında İstanbul müzik festivalinde sisley'in dağıtıp benim 3-5 tane topladığım yağmurluklarıyla oturur portakal ağaçlarının yapraklarının yağmurdan ıslanma senfonisini dinlerdim... 



Çocukluğumdan beri en sevdiğim kitap 'şeker portalıdır' hayata atıldığım ilk evim de onca portakal ağacının arasına düşmem tesadüfmüdür acaba? 



Yaşıtları arasında olmak yerine çatıda 'sanat' yapan çocuk ve 40larındaki ben... İkimizde aynı kişimiyiz acaba? Beden aynı peki ruh? O masumiyet?



Bu yazıyı yazarken MFÖ'nün yaş 19 şarkısı geliyordu bir yerden kulağıma... 19'un masumluğu 40'ın masumsuzluğu... Masum kalmış olan yerlerimiz olsa da bu yaşta bi ayıp geliyor o yerler... :)))

Ben, çocukluğum, masumluğum, yasemin kokuları ve portakal bahçeleri... Ve soyut sanatım... Bu gece yıldızları avucunuzun içinde hissettiğiniz Lefkede'yim... 

Yaş 19... 
Ne güzel şeysin sen 
Hep yaşın 19 
Gel yanıma sar beni
Bugün var yarın yokuz... 

19'umun hatrına sanata devam... Devam da Kıbrıs'ımın yaseminlerinden de olaydı... ;) 




23 Ağustos 2015 Pazar

Koşa koşa Kos!

Elbet koşa koşa değil... Tekne ile... Yok tekne dince havalısından, özelinden gibi oldu... Bildiğin ferry! Feribot!

Bodrum'dan Kos'a Turgutreis ve Bodrum merkez limanlarından gidiyorsunuz... Daha önce 3 defa günübirlik Kos seferlerimin 2si Turgutreis'ten diğeri Bodrum'dan olmuştu... Turgutreis'ten daha yakın... Ama Bodrum limanından gidince daha bi liman liman, daha bi afilli... Güzelim ahşap teknelere bakıp bir gün çıkmayı hayal ettiğiniz 'Mavi Yolculuk' düşlerine dalarak...

Yaaaa hep söz veriyosun ama gitmiyoruz!!! Ne zaman bu güzelliklerle mavi yolculuk yapıcaaaz yeaaaaaa?!?! Diye sabah sabah cırlayarak 20 küsür senelik arkadaşımın sabah şekeri oluyorum!

Aaaa keyifli de olsam mutlu da olsam yalandan-şakacıktan olay çıkarıp hayatımıza renk katmayı-heyecanlandırmayı çok severim! Ozy Ozborn laf etmeeezzse olmaz! :))

Önce bi Kos'a gidelim... İnş mşl onu da yaparız diyor... Diyor ama 'laayn olm bununla bi başıma seyahate çıkmak pek akıl karı değilmi' bakışlarıyla! Yerim o korkmuş bakışlarııı! 1. raund hayata heyecan katma galibiyeti sevimliliğimle yolculuğumuz başlıyooor! :) 

Adaların hepsinde genellikle aynı sorun var; Merkezde gezecek görecek pek bi yer olmaması... İlla araba kiralayıp bir veya 2 gece konaklamalı bir program şart! 

Kos sevgili doktorlarımızın Hipokrat babalarının doğduğu yer olarak kabul görülen ve şans eseri merkezdeki antik kent kalıntılarıyla günü birlikte keyif veren bir ada... 

Limandan çıkar çıkmaz sizi bir Kauçuk ağacı karşılıyor ve rivayete göre Hipokrat amca o ağacın altında öğrencilerine ders veriyomuş! Son çalışmalarda ağacın Hipo amca kadar yaşlı olmadığı çıkmış ortaya ama ossuuun! Rivayetler her zaman bilimi yener!!! :)  Dakka bir gol bir ilk turist habiti ağacı fotolamak! Ben bu sefer fotolamayıp Hipokrat amcanın ruhuna seslenerek ağacın koca gövdesine dokunup şifa diliyorum... Hastalanmaktan koru beni Hipo'nun ağacııı!

Plan iç bölgeleri keşfetmek... Araba kiralayıp, valizleri bagaja attığımız gibi el-kol özgür dolanmak! 

Her ada aşağı-yukarı benzerlikler gösterir... Limandan çıkarsın gemicisi-uçakçısı-araba kiralayıcısı bi köşede seni bekler... Ama Kos'da öyle değil... Valizini çeke çeke turist kalabalığına ayrı bir renk ve nedense korku da veren Suriyelilerin arasına karışıp kentin içlerine girmen gerekiyor ! 

Bu arada Kos merkez de bisikletlere dikkat etmeniz gerekiyor... Kaldırımlar üzerinde onların yolları! Elimde valiz varken, kaldırım yayalarındır dayılanması yapmayı deniyorum aaaa o nee kendilerini Amsterdam'da sanıyolar! Kimsenin yol verdiği yok! Hep hayata ben mi heyecan katmak için muzurluk yapacağım! Bu sefer Kos'un bisikletlileri heyecan yaşatıyor!

Limanın karşısındaki cafelerin arkasındaki sokaklar biletçi-arabacı dolu... Merkezde park sorunu olduğundan arabanızı getirdiklerinde koştura koştura caddeye çıkmanız, zaten yoğun olan trafiği daha fazla yoğunlaştırmadan arabanıza atlamanız gerekiyor...

Aaay bu Kos çok zahmetli bi ada yeaaa!!!
Bugüne kadar adalarda çok araba kiraladım ama Kos'da ki deneyim ilk oldu! Koskoca 40'lık iki yetişkin araba nasıl kullanılır birifingi aldık! Motorculara dikkat etmemiz konusunda o kadar uyarıldık ki neredeyse korkup boşver abi yeaaa merkezde Bodrum'a baka baka takılalım diyecektim! 

Hiç bir adada adam gibi harita yoktur... Basit harita ile maceraya başlarsınız... Her şeyin  teknolojikleştiği şu günlerde google amcaya sormadan yol bulmak, yanlış sapağa girip macera yaşamak en sevdiğim şeyde yanımdaki Alman şirketinde çalışa çalışa programlı ötesi programlı olmuş kanki de de durum öylemi acep? Amaaan dilse diil... Tatile geldik! relaxlayacak! Türklüğün özüne dönecek! Ne öyle Alman Alman haller! 

Bu adam beni akşam olmadan Kos'un ıssız kumsallarına gömecek yeminlen! :p

Kos Türklerin yaşadığı bir ada... Ve nerden duyup uydurduysam da Zia köyünde yaşıyolar! Walla! :)))

Kankiyi direksiyona atıp sevimli basit haritayı elime alıp ilk durak Zia dedim... Dedim ama, milletin düzden gittiği yere biz tersten çıktık! Şirket yöneticisi adamın diline harita okumayı bilmeeez mimar olarak düştüm ya o kötü oldu! :))) 

Tersten mersten, çok güzel çamlık, kimselerin olmadığı dağ yollarından Bodrum'la flörtleşe flörtleşe Zia'ya geldiğimiz de manzara nefesimizi kesti dee, kanki de Türk köyü olmadığını öğrenince beni kesti! 

Aaaa ne şiddet yanlısı kanki bu yaaa!!! :p
Telefon çekse SOS vericem! :p

Türk köyünün aşağılarda olduğunu öğrenince nefis manzarayı içimize çekip bu sefer doğru yoldan Platani'ye doğru yola koyulduk...

Yol üstünde Asklepieion kalıntılarına da göz ucuyla baktık... Adam işletmeci, acıkmış, kadın saatlerdir yanlış yollarda onu gezdiriyo ve yüzünde mutlu bi gümsemeyle pek arkadaşına yaşattığı sıkıntılarda umrunda değilmiş gibi...  Taşı napiiim diyo doğal olarak! Taş ol emiiii?! :p 

Eski Hollanda Büyük elçimizin önerdiği Arab'ın Yerine dalıyoruz Platani'ye gelir gelmez...

Köşede, bahçe içinde yeşilliği bol serin ve keyifli bir yer... Aksanlı ve aksansız Türkçelerimiz kavuşuyor, sıcaktan su kaynatmış beyinler için önden bir Mythos söylüyor ardından Yunan usulü musakka söylüyoruz... Hani deniz ürünleri yiyecektik diyor...  yicez ama burası yeri değil... Ben seni götürücem... Nereye götüreceksem... Adanın içini çook biliyomuş bir edayla... anaaam bu benden kalamar yapacak walla! 

Karınlar doğuyor, Mythos kana karışıyor ve relaxlama başlıyor...
Haydi yola...
Kefalo's körfezine gitmece... Yol üstündeki plajlarda durmaca, körfez civarında kalacak yer bulmaca...

Ben genellikle adalara gittiğimde otel ayarlamıyorum... altında araban varsa beğendiğin yerde durup konaklamak daha cazip geliyo daaaa, şincik otel bulamazsak, Kıprıs'da öğrenciyken ilk arabam Fiyat Pandaydı aaaa ben onu özledim ondan kiralayalım diye kiralattırdığım tayni arabada yatmak zorunda kalırsak işte o zaman Kefalos körfezinden Bodrum'a kadar yüzmem gerekir ki oy oy! Ciğerlerim yetmez, açık denizde kaybolurum, köpek balıkları yer beni!!! 

Plajlara dik toprak yollardan ulaşıyorsunuz... Nasıl güzel... sade, basit... Tabi yanımda Bodrum sevdalısı bir Bodrumlu olunca her durduğumuz plajda Bodrum'a övgüler... Eeeef! Taaaam vatan güzel, Bodrum'da güzel deeee olm şuraya bak yaaaa... Bırak memleketi! 

Plaj yolları için bir jeep daha mantıklı olur... Ama elde Panda var... Önümüzde mororlar, atvler... Kiralama şirketinin neden çok uyardığı plaj yollarında ortaya çıkıyor... Genci yaşlısı kafası iyi... Atv denen şey ayıkken bile tehlikeliyken bu kafası güzellerin altında daha bi tehlikeli! Bütün seyahat boyunca aman önümüzde olmasınlar, aman arkamızda olmasınlar dedik durduk! 

Bir sürü biçe uğraya uğraya, kıymetli bedenlerimizi suyuna deydirecek biçi Kamari'de bulduk... Hem oteli hem biçi! Küçük bir sahil yerleşkesi... Boydan boya plaj... restoranlar, 2 katlı binalar... Sakinlik, huzur, güneş, ağustos böcekleri ve çılgınca baştan çıkarıcı mavilikte egeeee! 

Burda sadece kalmayalım, ev alıp yaşayalıııım!
Sen benden daha zenginsin, şimdi bi arsa bakalım ben çizim, inşa edelim sonra bekçin mekçin olim...
Yok ikna edemedim! Cimriii !!! :p

akşam üstüne doğru sonunda bedenlerimizi sere serpe kumuna-denizine attığımız Kamari'nin Agios Stefanos plajı öyle huzur ve üstsüz doluydu ki!!! Anaaaam bütün kadınlar açmış! Olm saat 10 yönü, saat 3... Adama cicik beğendiremedik! Eeee beni de en huysuzu bulmasa şaşarım... :))) 

Denizin mavisi, suyun sıcaklığı, balıklar, sakinlik, bir türlü beğendiremediğimiz üstsüz bacılar, Mythos'un buuuuz gibi serinliği... Ben bir nevi huzur ve mutluluk cennetindeyim! Sakız'ın bu kadar keyif veren plajları yok! Kos'u baya baya kıskanmaya ilk o an başladım! Ve kıskançlığım nefiiiiis deniz ürünleri servis eden restoranlarıyla tavan yaptı!!! Olm Sakız'ın yarısı bile olmayan ada gurme ada çıktı!!!!!

Hayatımda yediğim eeeeen leziz beybi kalamarları, böcekleri Kos'da yedim! Ve bilerek değil rastlantı eseri seçip gittiğimiz restoranlarda!!!!

Ulaaan Sakız neden nefis midye yapan yerin yok!!!!

Sahilin dibinde bir otelde kalınca her dakika sahilin tadını çıkartmadan duramıyor insan...
Hele şansımıza ilk gece yan komşu tavernada düğün yemeğine denk gelince, kanlarımızdaki çiproların bize verdiği samimiyetle komşuyuz biz, biz de bi yarım takalım dedik diyerek düğün eğlencesine katıldık kiiiii... Evlenenler bizim yaşlardaymış... Şansımıza çalan parçalar geeeençliğimizden çıkmasın mı ?! Yıllarca düşünsem aklıma gelmeyecek parçalarda kumsalda kayan bir kaç yıldızın altında  dans edip eğlenmek, düğün sahipleriyle ahbap olmak çok keyifliydi...

İlk defa gittiğim bir yerde gün doğumuna uyanmayı çok severim... Kargalar bile uyurken, o kadar alemden sonra nasıl cin gibi kalktığıma şaşarak sahile gittim... Benden başka kimsenin olmadığı kızıl karartı da bütün plaj boyunca yürüyerek günü doğurmak çok keyifliydi... O saatte denizde çok güzeldi de... popom yemedi... Ben ve hayal güçlerim... Tek başına pek bırakılmamamız gerekiyo... :)

Günü doğurup tekrar yatmış ben, hadiiiii gün kaçıyoooo uyan diye vurulan kapıya homurdanarak uyanarak 2. güne başladım! Ben günü çooktan yakaladım, kaçıran sensin, kahve de yok elinde... kahve içmeden sevimli olamam kiiii !!! 
Öyle bi bakış yedim kiiii...Ahaaa dün gece olmadı ama bu sabah doğrayacak beni! :)))

Bugün yol günü! Tepelere çıkıp arka tarafa doğru inicez... Söylenene göre Kochylari bay tarafı rüzgarlı olurmuş... Görüciiiz... Ama önce kahvaltı!
Kahvaltı ama adam tutturdu kahvaltıyı arka sahilde yapalım! Aç ve kahvesiz bi Ozy! O beni değil ben onu doğrayacağım haberi yok! 
Neyse uslu yol arkadaşı olim... Ne kadar uslu olabileceksem kahvesiz... 

Nefis manzara eşliğinde (huysuzluk yapmamamı manzaraya borçluyuz :p) Tepeleri aştık ve Ag. Theologos'a geldik... Tepede, kayaları döven egeye bakan bir restoran... İncin top oynuyor havasında... Yicek bir şey bulamicaz ve ben kankiyi yicem kemiklerini de kayalıklara savurucam herhalde derken servisin olduğu ortaya çıktı... Çaycı kanki çayına ben kahveme kavuştum... Nefis bir omlet ziyafetinden sonra kafalar çalışmaya başlayıp, etrafa alıcı gözle bakınca mekanın Kos'daki en güzel gün batımı izlenen yer olduğunu öğrenip 19.30 civarlarında gelmemiz gerektiği söylenerek yolumuza düştük...

Muhakkak Limnionas gidin diyorum!
Tanrııııım, yemek yapmıyorlar... mucize-aşk yapıyorlar!!!
Bir tarafı tayni bir koya diğer tarafı balıkçı barınağına bakan, açık deniz egenin ihtişamlı köpüklerini görerek hayatınızın en lezzetli deniz ürünlerini yediğiniz Limnionas cafe kaçmaz diyorum! Böylesine lezzetler yapan bir yer için cafe demek! Ooo mödyöö! 

Kos şarapçılıkla uğraşan bir ada... Mythosdan-çiprodan bir türlü fırsat bulup şaraplarını tadamadım... Masamızdaki nefis yemeklere rağmen sağımdaki solumdaki masalardaki şişelerden gözümü alamadım... Alamadım ama tadamadım da...

Adalarda restoranların en büyük eksikliği nefis yemeklerden sonra kestirecek yerlerinin olmaması! Koy şuraya hamak! Azcık uzanalım! Güneşin altında pişmiş tayni arabamızda yapmamız imkansız olduğundan kestirme keyfinden yoksun düştük yine yollara... Pek harita umrumuz olmadı bundan sonra... Her biiç yazısına daldık, çıkalım derken kaybolduk, tayni bir ağaç altına sığınmış keçileri sevdik, güzel gözlü eşeklerle selamlaştık, sarı kızların sütünü çalsak mı diye plan yaptık, arabayı toza buladık, girilmedik tayni yol bırakmadık, havalimanındaki tayni pırpır uçağa selam verip ne sevimli şeysin sen diye sevdik! Bir uçağı sevdik!!! 

Hadi ben mimarlar uçuk-kaçıktıra sığınırım da yönetici adam neye sığınacak! Onu da bozdum 2 günde! :)))

Mayoların hep altınızda olması gerekiyor... Beğendiğiniz yerde durup hoop cup deniz... 
Küçük bir ada olduğundan yol yapmaktan da yorulmuyorsunuz... ha tabi Panda'mı özledim diyip Panda kiralatıp direksiyonuna hiç geçmeme gibi bi terbiyesizlik yaptığımdan ben yorulmamış olabilirim yol yapmaktan da... Kankiyi bilmem... :)))

Gün batımı saatine kadar keşiftir-denizdir ile geçti gün... Vakit gelince gittik Ag. Theologas'a... Yanımda prof makinemi getirmediğim için pişmanlık duyduğum andır!

Kayalıklara çarpıp köpüren ege ve köpükler de yıkanan keçiler... Biraz ilerde tüm heybetiyle kıpkırmızı güneş... 
Titreye titreye  egeye doğru inerken kızıllık, keçilerin köpüklerle yaptığı dans... 
Rüzgar saçlarınızı savurup bedeninize tatlı bir ürperti verirken, karşınızdaki manzaranın güzelliğinden duyduğunuz mutluluk... Nedensiz bir sevinç ve bir sürü şeye şükretme arzusu hissettiğiniz  an...
Güneş egeye kavuştuğunda ortalığı saran kızıllık...
Kızıl karalıkta şerefe kaldırılan uzolar...
Veeee o güzel manzara kadar güzel olan enfes bebek karidesler...

Her güzelliğin bir sonu var!
Dönüş günü...
Aaay adam iş adamıymış... İşleri güçleri varmış! Gıccııık! Oysa Kos'un komşusu tayni adalara gidecektik haniiii...
Mukadderaaat!
Hızlı bir merkez turu...
Bu cami, bu antik kent...
Bi durup gezeydik...
Son gün taş gezeceğin tuttu senin deeee !!! Olm ben gitmeden bi kere daha altın vuruş yapmak istiyorum Nick The Fisherman'a gidicem! 
Azcık gezseydik...
Önce altın vuruşu yapalım gezdircem ben seni...

Nick The Fisherman, pazartesileri kapalı... Aklınızda bulunsun... Bebeğim, hep birlikte dua edelim avro düşsün!
Allahııım altın vuruş bundan daha iyi olmazdı!
Anlatmim şimdi... Gidin yiyin gari... :)

Kos merkez Suriyeli dolu... Güzelim sahilde rengarenk çadırlar... Bir yandan yüreğiniz cızlıyor ama diğer yandan o renkli çadırlarla bilmeden bir güzellikte yaratmışlar... Karışık hisler yaşıyorsunuz... Dandik botlar sahile bağlanmış... Ortada yatan-oturan bir sürü insan... Çok karıştığınız bir yer olmuş merkez...

Sözüm söz diyip antik kent turumu attırıp sevdiğim cafelerden birine götürüyorum kankiyi...
Önünde plaj vardır... Aura. 
Üstsüz kadın cenneti olmuş Kos! tam buuuuz gibi frappelerimizi içip gemiye binmeden 2 kadın kesecekken Türk abiler görüş alanımıza giriyor!!! Para ile görgü bir arada olsun yaaaa nolur yaaa!!! Kusucam yaaa!!!

Memleketimin güzel insanları frappe keyfimizi hızlıca yaptırtıyor bize...

Bodrumdaysanız Kos'a gidin. Ama araba kiralayıp içerdeki huzuru,bakirliği yaşamaya gidin... kafası güzel motorculara ayrı bi dikkat edin...

Sakız'ım büyük, mimari anlamda daha çok cezbedici yeri var desem de Kos gusto ada! Oy oooy... O lezzetleri yemek için senede bir Bodrum şart oldu artık! 

Ege az çapkın değildir... Yürekleri çalar...
Adalarının da kendinden geri kalır tarafı yok...
Gidin ege her şeyiyle çalsın yüreklerinizi... 
Ah ulaaan şimdi bi beybi karides olaydı... ;) 


20 Haziran 2015 Cumartesi

Hepi topu faaaadır deys! ;)

Yarın babalar günü…
Uzun süredir ‘babasız kadınlar’ hakkında kesilen ahkâm yazılarına gıcık oluyorum…
Yazı yazmak için yaptığım araştırma da gördüm ki, dünyadaki kadınların en sayko-psikoları biziz!
Hööö?
Hakkımızda saçma sapan şehir efsaneleri dolanmakta!

Her kadın arızadır, her kadının güven sorunları vardır, her kadın anlaşılmazdır...
Erkekler Marstan, kadınlar Venüsten, sanki biz babasızlar ise uzaydaki bi kara delikten gelmişiz!!!

Bir yakınını kaybetmek çok acı bir şeydir… Zamanla acıya-kayba alışırsın ancak yeri doldurulamayacak özlemlere karşı 21.yyda bile tıp çaresiz…

Yaşadığım acı tecrübelerle söyleyebilirim ki kaybı yaşadığın yaş ve çevresel faktörler önemlidir.
Küçük bir çocuğun özlemleriyle koskocaman bir yetişkinin kayıp özlemi aynı olamaz.
Hepimizin  kabuğu yaşadıklarımızla şekil alıyor…
Herkes poposunu şaplağı yiyerek doğuyor, sonrasın da kimi şaplak yemeden yaşıyor kimi ölene kadar...
Empati önemli bir meziyettir...
Yaşamadan bilinmez doğru bir önermedir...
Kişiliğimizi-huyumuzu suyumuzu yaşadıklarımız şekillendirir. Yüzeysel gözlemlerle, hikayeleri bilmeden etiketlemeyi çok seviyoruz…

Kadın veya erkek bir genelleme yapılmasına karşıyım ancak nedense toplumda babasız erkeklerden daha çok babasız kadınlar hakkında şehir efsaneleri var!

Gülermisin ağlarmısın yoksa harbiden sayko-psikoya bağlarmısın bilmem! ;)

Hangi ciddi bilim kuruluşu bu araştırmayı yaptı bilmiyorum ama bence Nobellikler! Okul çağında bayılan-burnu kanayan kız çocukları babasızmış!

Hayatım boyunca hiç bayılmadım ve sadece belirli yüksekliklerde kanayan burnumla acaba babam ölmedi ve Elvis ile bir adada ooh miisss gibin bir hayat mı yaşıyor leeem?! Olabilir… Du bakim mezarı açıp…

-Babasız kadınlar olarak erkekleşme eğilimindeymişiz! Olm ben de adamların poposuna niye bu kadar pandik atmayı seviyorum diyodum!

Babalı veya babasız yüzyılımızda her ne kadar ülkemiz de olmasa da kadın ve erkek eşit! Çalışıp ev geçindirmek, güçlü olmak, ampulünden, lastik değiştirmeye kadar bir takım işleri yapabiliyo olmak günümüz kadınları için normal! Sadece babasız kadınlar değil tüm kadınlar erkekleşiyor!

- Otoriteyi bilmez ve sevmezmişiz! Heee kadın dediğin mahluk erkeksiz hiç bişeyi idare edemez! Leeem babası ölmüş her kız çocuğu bilir ki annesi babasından daha otoriter bi yönetim kurar evde! Gestapo askerlerini bu annelerle eğitir!!!

-Başarılarımıza sevinemez üzülürmüşüz… Çünkü paylaşacak bir babamız yokmuş! Bu şehir efsanesini yazan kimsesizlerle karıştırdı galiba! Sahil baba dolu yavrum… Tekne bağlanmamış bi tanesine git paylaş sevincini… Ya da internette baba satan bi firma vardır, alalım evlerimizin baş köşelerine koyalım, sevincimizi paylaşacağımız bir babamız yook ühüüü olup internet ortamında bizlere laf edenlere laf vermeyelim babasız sisterlarııım !

-Güven sorunu yaşarmışız… Olabilir herkesten birazcık fazla yaşıyo olabiliriz… Bu deneyimlediğimiz tecrübeler sonucunda olmuştur. Ölmeden evvel babamın bana söylediği son söz ‘kızım 4 duvara bile güvenme’ olmuştur. Peki ben babamın sözünü dinledim miii yooo… 35’den sonra kendi deneyimlerimle laaayn babamı dinlim ben bari olmuşumdur! : )  

Babalı kadınlar herkese güveniyo galiba! Taksiciye niye bu yoldan gittin diye soran babasız kız hakkında destan yazmış bir sözlük yazarı var ki, adamı bulsam dolandıra dolandıra... Babalı veya babasız elin herifine gecenin bi vakti %100 niye güvenim leeem?! İstanbul'da taksiye binipte güvensizlik yaşayan bi bizleriz galiba... Taksici camiaaası biz babasız kadınlardan yaşadıklarınıza özür billah! 

En koptuğum efsaneler ise aşk hayatımızla ilgili olanlar. Bunların en top yazısını birkaç sene önce Reha Muhtar yazdı.  Sayko-psiko etiketimize uygun bir şekilde adamın ümüğünü sıkıp acı var mı acı diye sorasım gelir yazıyı her hatırladım da!

İlişkilerimizde şefkat ararmışız… Babalı kadınlar aramıyo demek ki! Bize mahsus bi özellik wow!

Baba özlemimizle büyük-yaşlı adamlarla sevgili olur ya da evlenirmişiz… Şimdi bu araştırmayı yapana da Nobel verilmeli!!! Ulan hiç mi yok babalı kadın yaşlı adamla evlenmiş?!

Buruş-buruş pörsük herifleri baba özlemi adı altında niye bize kakalıyosunuz leeem!!!
32 senedir babasızım en yaşlı sevgilim benden 2 yaş büyüktü!!! Ben de var bi anomali! Burnumda kanamıyo, yaşlı sevgili de yapmıyorum… Kesin benim baba Elvis ile miiis gibin cillop alemlerde!

Reha babanın yazısı öyle saçma sapanki… Yazının noktasından ve virgülünden bile şahane geyik çıkıyor!

Bizleri koruyup kollayan, güçlü, çıtır olmayan, nazlayan, arada babamıza duyduğumuz öfkemizi kusacağımız bir adam istermişiz! Seçtiğimiz adamlar genellikle kaba-sert tipler olurmuş!

Demiyo ki ben hoşgörüsüz, anlayışsız sert bi adamın kısmetime beni kabullenen kadınlar hep babasızdı, ilerde de sevgilisiz kalmamak için babasız kadın böyle adam ister diye yazdım!!!

Şimdi nedendir bilmem ama var kadın kısmısının genlerinde bi aaaaay sivri sinekten bile koru beni dürtüsü…
Babalı kadının genlerinde yok mu koruyucu erkek isterem ben dürtüsü?
Güçlü erkek yerine güçsüz mü istiyorlar?
Acizmiyiz lem biz?!?!
Madem öyle Süperman’i istiyom abiiiii !!! Güçlü olacaksa en güçlüsü olsun olm! Ofisin mutfağına bakınca Mr. Muscle olsa da olur… :pppp

Herkes bi yerden atıyo-tutuyo bizim için…
Yazılanları okusanız babasızlıktan değil efsanelerdeki akıl almaz yaftalardan sayko-psiko olursunuz…

Huzurla kimseyle yatamazlar efsanesi var ki tüm geyiklerim kifayetsiz kalıp kaçıp gittiler! Verdiğim tepki sadece Höödööö?! Olabildi! : )))

Hassasiyetlerimiz, özlemlerimiz ve belki de travmalarımız olabilir… Tramvaylarımız bile… Ama şehir efsanelerindeki gibi sayko-psiko kadınlar değiliz…
Korkularımız, kalp kırıklıklarımız, yaşıtlarımızdan önce hayata erken atılmanın yorgunluğu, erken olgunlaşıp yaşayamadığımız çocukluğumuzu kazık kadarken yaşama halleri, babalı kızların deneyimlediği ‘prensesliği’ yaşayamama veya az yaşama gibi durumlarımız olabilir… Ama Reha babanın dediği gibi patlayıp öldürme, insanların canını acıtma, adamları mutsuz etme, hınç-öfke ve kıskançlık dolu bir kalple yaşamıyoruz!

İstisnalar kaideyi bozmaz…
Ne babalı kızlar biliyorum anaaam bizlere yapıştırılan yaftalardan daha sayko-psikolar!

Şincik canlar yarın, ne kadar yaşlı-başlı adam varsa yazıyoruz… sevgilileri-kocaları şefkat gösteaaaaar bana diye deli ediyoruz, güçsüz adamları terk ediyoruz, güçlülere yöneliyoruz ama Superman benim rica edicem erkeğime sarkmayın, başka güçlülere seyirtin, orda burada bayılan-burnu kanayan kız çocuklarına azarı çekiyoruz bizi ifşa ediyosunuz diye, adamlar sıkıca bizi sarıp sarmalasınlar diye kollarına bacaklarına capon yapıştırıcı sürüyoruz… Balondur-pelür oyuncaktır aldırıyoruz, yapmıyolarsa da Reha babanın patlayıp öldüren kadınlarına dönüşüyoruz ok?

En eeen sevdiğim ve bir şekilde feyste meysete önüme gelen efsaneye yaptığım geyikle yazımı bitiriyorum efem;

Babasız kadınlar çoook güzel severmiş! Hödö sebep?
Babasız kadınlara yapıştırdığınız etiketlerden, beklentilerinizden gınna geldi artık! Bir gün sizinde ananız-babanız ölecek bizden olacaksınız cicim! Ve küçük bi sır size, geç yaşta kayıp yaşayanlar erken yaşlarda yaşayanlardan daha çok etkilenip travmatik oluyorlar… Ha haaaaa!!! Biz buradayız yarattığınız efsanelere çevirdiğimiz geyiklere bekleriz…

Babasız kadınlar çok güzel sevmeeeez, çok güzel .ikerler !
Ooooops! Anaaaam walla hak ediyolar ama yaaa!  ; )))

Hepi father deeeys canlar!

İlk defa babasız babalar günü yaşayacaklara; Alt tarafı bi gün be kızım! 18 altının ağlaması-zırlaması normaldir sonrasını Reha babaya yolluyos… :ppp ;))) 

9 Ekim 2014 Perşembe

Gezginci geldiii hanııııııım...


Yüzümde bir gülümseme bedenimde mümkün olan her şeyi görmeye çalışmanın tatlı yorgunluğuyla uyandığımda neşeliydim...
Gün geceye dönerken neşe yerini hüzne bıraktı...
Bir gezginin anlayabileceği bir kalp sızısı...


Teknolojik telefonum ülkemin saatini bana yaşatırken kol saatim döneli 24 saat olmamış ülkenin zamanını bana göstermekle kalmıyor, gülümseten anıları da hatırlatıyor...

Bir gezgin gitmeyi sever...
Dönmeyi sevmez...
Bir gezgin için gitmek kolaydır ama dönmek zordur.
Biz gitmeyi severiz. Gidip görmeyi, keşfetmeyi, deneyimlemeyi…
Farklı coğrafyaları, kültürleri, insanları, havayı, suyu, toprağı…
Tanrının yarattığı her yeri  büyük bir aşkla-özlemle görmek isteriz…
Bir gezgin hep gitmek ister, hep öğrenmek ister, hep deneyimlemek ister, keşfetmek ister, görmek ister…
İstediklerinin hepsini gerçek kılmayı başarmış olsa da dönmek istemez! :)
Bir gezgin sıradan bir turistten farklıdır... 

Coğrafyasıyla, insanlarıyla, kültürüyle son derece etkileyici bir yerden geldikten sonra mutluluk ve hüzün gezginin yüreğinde koşmaca oynarlar…
Gezginlik güzel ama zor zanaattır…

Gündeki neşe gecemde yok...
Kol saatimi ülkeme ayarlamalıyım...
Valizi boşaltmak gidilen yerin ruhta ve kalpte bıraktığı izlerine göre zor olur...
Bazen günlerce boşaltmak istemezsiniz...
Bazen çabuk ve keskin bir acı olsun diye hemen! 

Çok önceleri ayak basmam gereken bir yerden taze döndüm...
Yeni bir ülkeden gelmedim sadece yeni bir 'kıtadan' da döndüm...

Kara kıta Afrika'nın kırmızı topraklı ülkesi Fas'tan...

Bir gezgin olarak Afrika'ya adım atmak çok istiyordum...
Bir mimar olarak Fas'ı görmek...

Gezgin ve mimar benlerim 'sevdalı' döndüler...
5 günlük bir seyahatin yetmeyeceği ama koşulların şimdilerde ona yettiği bir ucundan acık Afrika'dan taze döndüm...

Yeni bir ülke, yeni bir kıta...
Gezgin yanım pek bir mutlu, azda olsa başarmış hissediyor...
Mimar yanım masanın başına geçip tasarım yapmak istiyor, üretmek istiyor...
Yazar tarafım 5 güne 5bin yazı çıkaracak kadar coşku dolu...

Kuzey Afrika'nın Afrika ülkeler birliğine üye olmayan (bir türlü neden diye sorucam sorucam diyip soramadım) ülkesi Fas beni tahminimin ötesinde etkiledi...

Masal gibi bir kıta!
Henüz kıtanın ucunun ucunu görmüş olsam da!!!

Daha önce hiç mi kırmızı toprak görmedim?
Hiç mi kerpiç ev görmedim?
Afrika'nın bu ülkesinde 5 günde 'görebildiklerimi' evet hiç görmedim!

Kırmızı toprağın üstünde 'yeşil' zümrüt yeşili gibi parlıyor...
Basit bir kerpiç duvarda bile sanat var...
Bin bir gece masallarının kanlı-canlısı…
Köşeden bir sihirli lamba çıkacak ve ben ovup Alaattin’e dileklerimi sıralayacağım…
Bir an orta çağ bir an sonra 21.yy… 
Bir taraf şehir diğer taraf çöl…
Uçsuz bucaksız kırmızı topraklar, kerpiç binalar, kaktüs bahçeleri, Argan Ağaçları…
Develer ve keçiler…
Berberiler ve Araplar…
Aynı din farklı mezhep…
Aynı dünya farklı kıta…
Duyduğun, okuduğun, duymadığın, okumadığın; ilk defa gördüğün kültürler…
Yüzyıllardır değişmeden yapılanlar…
Değişim…
Büyücüler, 21.yy teknolojileri…
Şimdi ve geçmiş…
Mistisizm…
Masal mı gerçek mi?
Her şeyin arka planında sonsuzluğa uzanan kırmızı toprak… Ve heybetli karlı başlı Atlas dağları...
Bulunduğun yere göre beyaz köpüklü dalgaların güzelliğiyle sarhoş olduğun kum ve  tuzun bedenini yaladığı okyanus!

Ben Fas'a sevdalandım...
Ben doyamadım...
Tadı damağımda, deneyimleyeceği, göreceği, tadacağı çok şey varken dönmek zorunda olan bir gezginin özlem ve hüzünlerini yaşayan bir gezginim...

Durmadan gezen biri için gitmek için koşul yaratmak, cebi doldurmak zordur ama  gidilen yer ruhta iz bırakan bir yerse dönmek gitmek için verilen uğraşlardan çok daha zor olur…

Ruhu ve kalbi etkileyen yerlerden dönünce hemen hayata atılmak zor oluyor... Kavuşmak için can attığınız şeylere kavuşmuş olmanın sevinci bile biraz buruk oluyor...

Ancak bir gezginin anlayabileceği tuhaf bir sevinç ve hüzün karışımı...

Her yeni  coğrafya, farklı kültür ve insanlar bazen kelimelere dökmekte zorlandığınız tecrübeler, zenginlikler ve aydınlanmalar yaşatır size…

Ne kadar anlatsanız da, ne kadar fotoğraflayıp paylaşsanız da bir türlü anlatamadığınız, anlatmanın ve tarifin zor olduğu gidilip görülmesi, deneyimlenmesi gereken ‘şeyler’ olur. 

Fas'ta öyle bir ülke...
Ne kadar etkilenmiş olsam da 5 güne 5bin yazı çıkaracak coşkuya sahip olsam da 'anlatmakta' zorlanacağım şeyler olacak...

Tahminimden de keyifli bir seyahat oldu...
İlgim, merakım kamçılandı...
Bakmam-görmem-önceliklerim değişti...
Bir tür aydınlanma yaşadım... Kara kıtanın kırmızı topraklı ülkesi ben fark etmeden beni aydınlattı! 

Gün geceye döndü...
Odamdan gözüken tayni boğaz manzarası dolunayla aydınlanırken ben hüzünlü bir gülümsemeyle pencereden gözlerimin önündekileri değil, gözlerimi kapamadan da görebildiğim  geldiğim müthiş ülkenin coğrafyasını görüyorum...

İstanbul ışıl ışıl...
Dolunay nefis...
Tayni boğaz manzaram daha da nefis...
Ancak benim gözlerimde sonsuza uzanan kırmızı topraklar var...
Argan ağaçları ve kaktüsler var...
Benim gözlerimde benimle benzeşen ve ayrışan bir kültürün tadı damağımda kalan izleri var...
Benim gözlerimde hüzün var...
Benim gözlerim de yaş var...

Cuba'ya duyduğum sevdayı Afrika'ya duyacağımı tahmin etmezdim!
Ben yine uzak bir diyara sevdalandım...
Ben yine bir ülkeye ama bu sefer ek olarak bir kıtaya da sevdalandım!

Hüznüme eşlik etmesi için bir kadeh şarap aldım yanıma...
Birazdan  pencereyi açacağım ve baharat, tuz ve kum kokusunu duymaya çalışacağım…
Hüzünlü bir şekilde şehrin ışıklarına bakıp pencereyi kapatıp, dönmenin acısını yaşayan her gezginin sızlayan kalbi ve ama aynı zamanda da ucundan acık olsa da yeni bir yer görmüş olmanın mutluluğu ile hayaller kurarak uykuya gideceğim…

Gezginlik zor zanaattır...
Hele gittiğiniz yere sevdalandınız mı, ve o yer ha diyince gidemeyeceğiniz bir yerse, Mecnunun gezgin versiyonunu yazar durursunuz...

Gitmeleri sever dönmeleri sevmeyiz...
Yeni coğrafyalar, kültürler ve insanlar tanımayı severiz...
Bizi gidip görmeler kadar hiç bir şey mutlu edemez...
Dönmenin hüznü gezginliğin kitabında vardır...

Gözlerimde kırmızı topraklar, kulaklarımda tam tam sesleri, burnumda baharat ve tuz kokusu, gözlerimde mutluluk ve hüzün elimde geldiğim toprakların kırmızı şarabı...

Gezginlik zooor zanaattır...
Yürekten gider yürekten döneriz...

Yakında gezginozyozborn'da Fas'ı okuyacaksınız... 5bin yazı çıkar mı bilmem ama yazacak çooook  şey var... :)

Gitmeleri seviyorum, dönmeleri değil... :( 

PS: Gezginler için psikolojik destek veren bir yer olmalı… İçindeki doyamama duygusunu, gitmenin mutluluğu ama dönmenin hüznünü ve  bir daha gidip görebilecekmiyim korkularını bastıracak, hesap kitap yapıp doluya koysan olmuyor boşa koysan hiç olmuyor oraya gidemedikten sonra ben bu parayı neden kazanmak için yırtınıyorum sorunsallarına destek verecek falan filan… :)

10 Eylül 2014 Çarşamba

Babalarıma

Bugün tam 31 sene oldu...
Ooow uzun zaman... çok uzun zaman...
Modalar değişti, arabalar değişti, artık uzaktan kumandası fişe takılan videolar yok... 
Hiç bir şey bıraktığın gibi değil...
Sadece giderken ruhlarımızda ve yüreklerimizde açtığın yara aynı...
Aslında o da aynı değil...
Özlemin de aynı değil...
Eskiden sana duyduğum özlemle şimdikisi farklı...
Gidişinin ruhumda kopardığı fırtınalarda farklı...
Zaman herşeyin ilacı denir...
İlacı değil, yaşarken ihtiyaçlar, özlemler, beklentiler değişiyor değiştikçe de gidişinin tarifi olmayan hissi şekil değiştiriyor...

Bu yaz, amcam çok hastalandı... Biraz ölümle c-eeleştik...
Çeşme acil serviste sıra beklerken koluma yapışıp gözlerini berktirip nefes alamaz duruma gelip, ben can hıraş acili yardım ediiiin yardııım edin ne duruyosunuz diye bir birine kattarken fark ettim ki, babam o! 

Bu yaz bir kaç defa ona 'baba' dedim.
Sonra pardon dedim...
Yıllardır ona daddy diye seslenirim... Ama kendi ana dilimde, gerçek anlamıyla bu yaza kadar hiç öyle seslenmemiştim ona...
Daddy demek farklıydı baba demek farklıydı... Onu hem mutlu edebilir hem de yüklediği sorumlulukla ağır gelebilirdi... Ve öz babama da ihanet etmek olabilirdi...
Karışık yani... Anlamanız zor... O yüzden pardonlar...

11 yaşıma kadar herşeyimde yanımdaydın...
Bezlerimi değiştirdin, sensizliğe dayanamıyorum, ateşlenip yataklara düşüyorum diye inşaatlarını bırakıp zamanın 'ulaşım' yokluklarında yanıma koşup durdun... 
Okumayı-yazmayı seninle öğrendim...
Senin rapidolarını kıra kıra mimar olmaya karar verdim...

En ihtiyaç duyacağım yaşlarda gitmek zorunda kaldın...
Ve en deli çağlarımı o devraldı!
Sen varken de hep o vardı aslında...
Ankara'da tedavi görürken her haftasonu benim için Samsun'a gelir, pazarları Oskar'a gider tandır yerdik! 
Baba özlemimi bastırmak için, bekarlığı seçmiş bir adam yeğeni için yol yapardı!
Seni görmeye Ankara'ya geldiğimde ilaçların etkisinde bilinçsizce yattarken, babasının onu tanımamasını anlamayan ve huysuzluklar yapan yeğenini bir günde 3 defa Vakko'ya götürüp bu yaşımda yaşayamadığım alışveriş deneyimlerini yaşatan oydu...

İlk aşkımdan ayrıldığımda aşk acımla evi terk edip (ne terk etme Çiftlik caddesinde 4 tur atmaca evi terk etme oluyodu o zamanlar) sokaklara düşüp beni arayan oydu...

Ergenlik öfkelerimi, meslek ve okul seçim krizlerimi hep o yaşadı...
Üniversiteye teslim ederken sarılıp gözleri dolan oydu...

Başarılarımı ve başarısızlıklarımı, deliliklerimi, kredi kartı borçlarımı, harçlıksız kalıp aç kalmalarımı gideren hep oydu...

Bana dünyayı sunan da oydu...
İlk okul 2'de hayatıma Van Gogh'u sokan oydu...
12 yaşımda Aya İrini'de ki ilk klasik müzik dinletime götüren de oydu...
Nazım'la tanıştıran da oydu...
Dünya sineması-tiyatro-ressamlar...

Rakıyı içmeyi de öğreten oydu!
Öyle tek araba kullanarak araba kullanma öğrenilmez diyip şantiyedeki bütün arabaları kullandırtıp araba kullanmayı da öğreten oydu... Bi otomatik öğretmedi... Hep düz düz... :)

Son inşaat işimizde daha kesit almayı yeni öğrenen bebe mimarlık öğrencisiyken beni masanın başına geçiren de oydu...

Mezuniyet projemde manyak bi arazi seçtiğim için bana sabırla yol hesabı yapıp, yol yapmayı da öğreten oydu. O yüzdendir otobanlarda bok atmam mühendislerine...

Bu yaz gel-gitli bir yazdı...
Eli ellerimde kimi zaman cansıza yakın durdu...
Ve ben hep bildiğim ama ilk defa kıyısına gelip gözlerimle gördüğüm şeyden çok ürktüm; Onu yitirdiğimde 2. defa baba kaybı yaşayacaktım...

Çeşme dar geldi bu yaz...
Deli rüzgarları ruhumun fırtınaları yanında üfürük gibi kaldı...
Korkularım sardı sarmaladı beni...

Ve o baba yarım değil babam oldum.

Bugün 31 sene oldu...
Seni unutmadım... 
Bana daha hayattayken onu verdin...
Seni sevdiğim kadar onu da çok sevmelerimi hiç bir zaman kıskanmadın...
Elinde ayakkabıları merdivenlerden sessizce kaçardı ben arkasından 'Pıtkacııım, pıtkaacııım' diye ağlardım...
Hiç bir zaman amcama duyduğum sevgiden yüksünmedin...
Sen kızarsın diye ona gidip söylediğim şeylere sadece şımartıyorsunuz diye tepki verirdin...

Şımarmadım...
Şımartılmadım...

Ölmeden 15 gün önce sen, amcam, babanem ve ben oturuyoduk ve ben senden çok amcamı seviyorum demiştim...

Hep tedavi için İngiltere'de yada Ankaradaydın...
Her koşulda yanımda olan oydu ve sana duyduğum özlem ister istemez sana karşı öfkeye dönüyordu...

O gün seni kırdım di mi?
Aslında seni daha çok seviyordum biliyordun dimi?... Seviyorum...
Bunu söylememe gerek yok...
Yok ama 31 sene sonra yeniden 'baba' diyebilmek güzel...
Küsme bana...

Sensizliğe alıştım...
Sadece çok aşık olup, aşkından yara alınca sana sarıyorum...
Küçük çocukların babama söylicem babanı dövcek tribi gibi bişeye giriyorum galiba... :)

Çok aşık olmazsam sorun yak yani Yavuzcum... ;) 

Geçen sene hayata bir kayıp deneyimi yaşamayla geldiğimi Çiftlikköy'de dolunaya karşı rakı içerken 'aydınlanarak' anlamıştım...
Beni doğurur doğurmaz ölümlerden dönen annem ya da sen...
Kaderimde çocukken bu deneyimi yaşamak varmış... Bunu anlamam neden 30 sene sürdü bilmiyorum ama gidişinle barışığım artık...

Mezarının etrafındaki bi sürü bebek mezarlarını seni görmeye geldiğimde hala kıskanırmıyım bilemiyorum... O orda gelişen ruh durumuyla alkalı... :))

Heey herşeyi birden kabullenemem! :)
Azcık kapris hakkım olsun...

Biraz karışık bi yazı oldu...
Bi af dileme yazısı belki de...
Amcayı 'baba' olarak gördüğüm için darılmandan korkma yazısı...

Sen mi o mu?
İkinizden de vaz geçemem... Ama olur da gelsen sımsıkı sarılır ve bırakmam seni... 

Heeey bi ara bi zahmet rüyalarıma gir! Senelerdir girmiyorsun... Belki de girmediğinden arada 'arıza' kadın moduna bağlıyorum... Bi özlem gidersek geçecek belki arızalar... ;)

31 sene önce bugün hayatımın en boktan pazarıydı!
31 sene sonra bugün bir sürü koşuşturmalı telaşeli bi iş günü...

Yaş ilerleyince acılara tahammül daha zorlaşıyor...
Küçüklerin dirayeti yok büyüklerde...
Acı da olsa tatlı da olsa ağaç yaşken eğiliyor...
11 yaşındaki küçük kız çocuğunun ketumluğunu, sabrını çok arıyorum bazen...
Sahi o benmiymişim diyorum...
Benmişim...
E ee o zaman... 
;)