Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

25 Ağustos 2013 Pazar

Ah o giden babalar yok mu... *

Dün akşam Alaçatı'da güzel bir eventin ortasında küçük bir kız çocuğunun göz yaşları yüreğimi dağladı...

Aslında bu yazıyı günü geldiğinde yazacaktım... Ancak dün geceki küçük kız ve bir kaç gece önce 'o haa laan yıllardır bilmeme rağmen şimdi anladım' aydınlanmamın etkisiyle bu gün yazıyorum bu yazıyı... 

Yanlarında çalışan elemanın küçük bir kızı var ve babası yok...
Annesinin patronunun kızıyla olan aşkı, babasız küçük kızı çok etkiliyor...
Dün gece yatmaya giderken annesinin patronunun onunla yaşıt sayılabilecek kızını öpüp koklaması, kucağına alıp oturtması babasız kızı çok üzdü ve duygularını saklayamayarak bizden gizlediğini zannederek onlara çaktırmadan bakarken göz yaşları yanaklarından aşağıya süzüldü...

Hepimiz çok etkilendik ve aman kızın yanında dikkatli olun dedik...
Aldığımız cevaplar benim kanımı dondurdu!
Zaten haftaya gidecek...
Napayım kızımı öpmeyeyim mi...
Kızıma onun yanında davranışlarımıza dikkat edelim diyemem...

Masadaki herkes benden bir kaç yaş büyüktü ve hiç biri anne-baba kaybı yaşamamıştı...
Henüz 10 yaşında bile olmayan babasız küçük kızın kaybını, çektiği acıyı ve özlemi deneyimlemiş kimse yoktu ben hariç !

Ateş düştüğü yeri yakıyordu...
Kimsenin gerçek anlamda 'empati' yaptığı yoktu...
Bir başkasını üzmemek adına davranışlarına dikkat etmek istemiyorlardı...
Arada ona da ilgi göstermek akıllarına gelmiyordu !!!

Küçük kız zamanla kaybına alışacaktı, güçlenecekti, onun yanında insanların davranışlarına dikkat etmeleri gerekmeyecekti ancak henüz ne acısı ne de yaşı o olgunluğa erişmiş değildi...

Eksikti, yoktu, yarımdı, özlemi, çektiği acı yaşının taşıyabileceğinden fazlaydı...Duygularını kontrol edebileceği bir yaşta değildi...

18 gün sonra babasının 30.ölüm yıl dönümü olan kırklarının başındaki koca kadın benim bile hala dünmüş gibi kalbim acırken 9 yaşındaki küçük kızınki kim bilir nasıl acıyordu?

Masadakiler acımayla-üzülme arası duygular yaşadılar...
Baba zorda olsa dikkatli olmaya çalışırım onunla da ilgilenirim diye geveledi...

Bizler bize 'acınılmasından' hoşlanmayız... Acınacak bir durumumuz yoktur! Hepiniz zamanı geldiğinde bunu deneyimleyeceksiniz...
Ancak küçük bir çocuktan daha çok acı çekip, duygularınızı yaşınızı-başınızı-işinize-gücünüzü, ailenizi bahane edip yaşayamayacaksınız... 

Koskoca insanlar olarak tarifi boş acınızla-boşluğunuzla nasıl baş edeceğinizi bilemeden dolanacaksınız...

Tecrübelerime göre yaş ilerleyince ölümü/kaybı yaşamak daha zor oluyor... Hele bilmem kaç yaşına kadar hiç kayıp deneyiminiz olmamışsa işte o zaman koskocaman yetişkinler olarak bir çocuktan daha çok acınacak halde oluyorsunuz !!! 

Küçük bir çocukken salya sümük aaüüüğğğ annemi/babamı istiyorum diye ağlamak daha kolay ! Bunu 50'de 60'da hatta benim yaşlarımda bile yapmak zor... :)

Ben babamın bir gün öleceğini bilerek çocukluğumu geçirdim...
Babam kanserdi...
İngiltere'de tedavi görüyordu... çoğunlukla 3 ay orada yaşıyordu...
Çocukluğum hep özlemle geçti... 
Tedavisini olup geldiğinde, kavuştuğumuzda bile bir gün geri dönmemek üzere gideceğini bilerek ona sarılıyordum...

Ölüm ne bilmiyordum ama bir gün geleceğini biliyordum...

Ortaokula başlamadan 15 gün önce bir pazar sabahı, kurban bayramından önce geldi ölüm...
Ankara'da tedavi için İngiltere'ye uçacağı günün sabahında...
11 Eylül 1983 tarihinde öğleden sonra 3 civarlarına kadar durum benden saklandı... Cenaze özel çinko bir tabutla Ankara'dan getirilip morga götürüldüğü saatlerde bana haber verildi...

Hazırlıklıydım... 
Bir gün ölecekti...
Demek ki o gün gelmişti...
Benden bekleneni yapmadım... feryat figan salya sümük ağlamadım... Önce anneme sarıldım sonra aşağıya babaneme inip amcama sarıldım... Amcam bana sarıldığında hıçkırıklardan sarsılıyordu... 
Gözlerimden yaşlar çok sakince iniyordu...
Hıçkırıkları arasında zar zor bana 'güçlü çocuk ol' dedi... 
Çocuk... güçlü çokuk...
Oysa o gün benim çocukluğum bitti... 11 yaşında bir anda yetişkinliğe erdim...
Amcama peki dedim ve sakince beni babama götür dedim...
Ve çocukluğum babamla birlikte mezara girdi... 
Erkenden yetişkin olmak durumunda kaldım... Küçük yaşta kayıp yaşayan çocuklar erkenden yetişkin olur... 
30'dan sonra ne olduysa oldu çocukluğum mezardan çıktı ve deli dolu bu çılgın kadın oldum! :)

Çok bilmiş teyzeler yüzünden üniversiteye kadar hep babamın öldüğünü sakladım...
Aaaaay yazık yetiiiiim...
Ah acıma meraklısı, karşısındakini nasıl etkiler diye düşünmeden konuşan ve davranan insanlarımız !!!
Teyzeler bana yetim metim dedikçe sanki fakirmişim, olmadık yere yırtık pırtık yamalı kıyafetlerle gitmişim gibi tuhaf bir utanca kapılıyordum...
Anneme eşi sorulduğunda kaş-göz işareti yapıyordum! Söylemeee babamın öldüğünü söylemeeee !!! Yaşıyo de! Millete ne!!! 
Çoook uzun süre annemle en büyük kavgamız babamın öldüğünü söylememesi üzerine oldu ! 
Hala daha benim yanımda çekinir eşinin öldüğünü söylemeye... Yan gözle bana bakar, Özlem kızacak şimdi ama diye girer söze...

Yok artık kızmıyorum...
Acınılası, utanılası bir şey olmadığını biliyorum babasızlığın!
Ama yaşamamış sizler bilmiyosunuz işte !!! 
Travmaları bizlere yaşatan sizlersiniz !
Annesiz veya babasız yok sizden bi farkımız...
Evet özlemlerimiz var, yaşayamadığımız bazı şeyler var ama acınacak değiliz !!! 

Babamın yaklaşan 30. ölüm yıl dönümü beni çok etkiliyordu...
Geçen akşam annem-ben ve sevdiğimiz ortak dostlarımızla annemin benim doğumumdan sonra yaşadıklarını konuşurken birden bir aydınlanma yaşadım!

Ben doğduktan kısa bir süre sonra annem menenjit oluyor... 6 aylıkken annemden ayrılıyorum ve annem çok uzun süre koma vari bir hayat sürüyor hastanede... Kimse kurtulacağını düşünmüyor ve kurtulsa bile menenjitten dolayı hasar kalır diyorlar...

Bir mucize oluyor ve ölecek diye beklenen annem hiç bir hasar kalmadan sağlığına kavuşuyor...

Mutlu mesut yaşarken ben 3 yaşındayken babama meme kanseri teşhisi konuluyor...

Annem ölümden dönüyor ama babam dönemiyor...
Ben  ebeveyn kaybı yaşama kaderiyle dünyaya gelmişim!
40 yaşında Çiftlikköyde nefis bir rakı-balık masasında senelerdir bildiğim ama anlamadığım şeyi anladım!!!

Biraz geç oldu bunu çakmam ama olsun... En azından bundan sonraki hayatımı kurtardım! :p

Ben bir şekilde kayıp deneyimi yaşama kaderiyle gelmişim dünyaya... Babam olmasaydı annem olacakmış...

Bunu anlayınca bir kabullenme huzuru yaşadım... Ve babamın 30. ölüm yıl dönümü eskisi kadar beni üzmemeye başladı!

Bu deneyim kaderiyle dünyaya gelmek şansmıdır şansızlıkmıdır bilmem ama bu anlama durumuyla gelen kabulleniş ruhumu sakinleştirdi, acım hafifledi... :)

Hayatta her şeye alışılıyo... varlığa da yokluğa da sıcağa da soğuğa da...
Ama hiç alışılamayacak bir şey var o da bir daha birisinin küçük kızı olamamak...
40 yaşında koca kadınım dün akşamki o küçük kız gibi bende babamın kucağına oturmayı özlüyorum... Bu özlem hep olacak... Zaman zaman babalar ve kızlarını kıskanacağım... Hatta babamın mezarının etrafı hep bebek ve çocuk mezarı... Mezarlığa gittiğimde zaman zaman o sabileri bile kıskanmaya devam edeceğim... Ne kadar olgun da, güçlüde olsam ne kadar yetişkinde olsam o özlem hep yakacak yüreğimi...

Dün akşam o küçük kızın ardından bakarken yolun başındasın küçük kız dedim...  Öğreneceksin üzülmeyle acımayı karıştıran insanların dangalaklığına tahammül etmeyi, özlemlerle, yok kalmakla yaşamayı... her şeye alışacaksın ama bir tek yetim olmaya alışamayacaksın... 
*Bu yazı 30 sene sonra kabulleniş, yeniden bir veda ve içi boşaltma yazısıdır...