Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

30 Aralık 2008 Salı

008

Geçti...
Ne çabuk ve nasıl geçti?
İlk başı pek bi heyecanlı değildi...
Sıradandı...
İkinci yarı itibariyle piiuuuw piiiuw...

Biraz aşk yılı oldu 008...
Biraz mı? Tamamiyle öyle oldu...
Bir leş ve kanlı canlı bir tane aşkla yılı kapatıyorum !

Son zamanların en bi güzel geçen yılı oldu 008!

Kuzunun çiçeğini kaptıktan sonra aşk hayatım hareketlendi.
Keramet nikahta değil çiçekteymiş !!! :)

008, ilklerin yeni başlangıçların yılı oldu.
Evlendim, evimi döşeme keyfini çıkararak tasarladım da tasarladım, az gezdim ama bol aşık oldum..., biricik arabamı ellere verdim verirken nasıl sıkı pazarlakçıymışım onu öğrendim, bu sene de padokta F1'i izleyemedim ama olsun Ferrari'nin partisinde Massa'mı elledim yinede... Ciddi bir sağlık sorununun kenarından döndüm. Hiç ummadığım kadar sevildiğimi gördüm, aşkın yaş kaç olursa olsun kapıyı çaldığını gördüm... Rüzgarın kızı olarak uçarken durulmayı deneyebileceğimi hatta evliliğin 'e'sini bile düşünmezken düşünebildiğimi gördüm... Henüz ebemi görmedim ama :)))

İkinci yarı hayatımın unutulmazları arasına girdi.
Benden yeni bir ben doğdu.
Hala deli, hala aklına eseni ederim ama düşünme yetimi yeniden buldum ! :)

Her yeni sene için yenilikler dilenir... Kararlar alınır... Ama aynı tas aynı hamam devam edilir... Ama gelen bu yeni senede istesemde istemesemde yenilikler olacak hayatımda...

İlk defa rüzgarın kızı kendisi esmiyor, başka bir rüzgara kendisini bırakıyor...
Büyük bir yenilik !!!

009 bana sorumluluk, kararlar, sağlık, mutluluk, sabır, huzur, yeni bir yaşam başlangıcı, ömür boyu sürecek bir aşk ve sevgi getiriyor...

Uzun zaman sonra ilk defa yeni yıla girerken bilinmezliklerim-belirsizliklerim yok.
Umudum, inancım, mutluluğum ve sağlığım hiç olmadığı kadar fazla...

Güzellikler beni bekliyor...
Umarım sizleri de bekliyordur...

Yeni yıl güzellikleriye gelsin...

15 Aralık 2008 Pazartesi

sabırsız yeni nesil

2o'lerinde...
İyi sayılan üniversitelerin birinden taze mezun...
Bir süreliğine odamı paylaştım onunla...
Sosyolog, kafa çalışıyor, araştırıyor-soruyor, masterını yapıyor...

Herşey buraya kadar normal...
Ama değil...
Okulda öğretilenle-umulan gerçek hayatta bir çıkmayınca yapamadı...
Çalışma hayatına başlayalı 4 ay oldu olmadı ben pes ediyorum dedi.

Karşıma alıp hiç sevmesemde-yapamasamda olgun ve dolgun bir çalışan olarak ona deneyimlerimi anlattım.
Hepimize zor geldi dedim.
Okulda öğretilenlerle-kurulan hayallerle bir olmuyor gerçek dünya.
Azcık sabretmen lazım dedim.
Görüp görmemezden gelmen lazım dedim.
Normalde yüzüne bile tükürmeyeceğin insanlara canım cicim yapmak zorundasın-gülümsemelisin dedim.

İş dünyası böyle...
Kendi işin değilse seçici olma şansın yok.
Üstündedi ne derse o!
Sevsen de sevmesende... paraya ihtiyacın olsa da olmasa da dayanmalısın...
6. ayın sonunda alışmaya başlayacaksın 1 senenin sonunda onlarla birlikte ama onlardan ayrı kendi doğrularını koruyarak var olmaya başardığını göreceksin sabret...

I-ıh yapamadı...
Depresyon belirtileri gösterdi, panik atak oldu olmadı... Yapamadı bu gün veda etti.

Yeni nesil daha mı dayanıksız ne?
6 senedir yaşadıklarımdan örnek verirken ulan manyakmıyım bende istifayı basmalıymışım diye düşündüm...

İlk işe başladığım gün dakka bir gol bir öyle bir yoğunluğa sokulmuştum ki...
Tuvaletin nerde olduğunu 2. gün, binada yemekhane olduğunu ise 15. günümün sonunda öğrenebilmiştim.

Bilmediğim, azda olsa ucundan kıyıısndan geçmiş olduğum işler, cici bici bici cici halkla ilişkiler, üretme, tasarlama, kafa patlatma, bilmemek ayıp değil öğrenmemenin ayıp olduğu lafının tersinin doğru olduğu...

Aaaa nasıl yani bilmezsiiiiin?
Bilmiyorum leen işte ! Ben mimarım ! Bana yüklediğin bu abuk işlerin eğitimini almadım ki ben !!! diyemediğin... Yuttuğun, sustuğun, sabır sabır dediğin, her akşam yarın istifa edicem ben diyip ertesi gün sorumluluğuna canla-başla devam ettiğin koca ilk seneler...

Stresten sedef oldum...
Uykularım bozuldu...
Abuk işler yapmaktan mesleğimden soğudum...
Patronlardan nefret ettim...
Pinokyo olmayı öğrendim...
En sonunda amaaan beee dünyayı ben mi kurtarıcam demeyi öğrendim...

Ama küçük kız yapamadı...
Burda ki rahatı, kolaylığı zor bulur başka yerde... anlatamadım.
Bunca sene sonra yeni bir işe girsem onun yaşadıklarının benzerini yaşayacağımı anlatamadım.
Herkes korkar, beceriksiz, başarısız, bilmiyorum sanar, herkesin bir alışma süresi vardır dediysem de yapamadı...

Pes etti gitti...
Bu krizde, bu işsizlikte hele bu memlekette eğitimini aldığı mesleğin imkansızlığında zor işi...
Ama dinletemedik !

Yeni nesil çok sabırsız...
Ki ben sabırsız ötesi bir mahluk olmama rağmen ben bile sebat edip başardıysam... oooo o da... Gelde anlat işte...

27 Kasım 2008 Perşembe

Evlilik isteyen ve istemeyen...

Yıllar önce başımızın etini yedi...
Tanrım öyle harika birşey ki... Muhakkak ama muhakkak deneyin...
Zamanı geldiğinde deneriz dedik...

Zaman geçti, zamanımız bir türlü gelmedi... Geldi de zamanı kaçtı gitti...

Muhakkak deneyin diyen kadın gitti yerine muhakkak denemeyin diyen kadın geldi !!!

Ben evlilikten kaçıyorum sen evlilik istiyorsun diye başımın etini yemeye başladı...
Evlenince adamların değişmesi konumuz oldu...
Bir aileye tahammul ederken iki aileye tahammül etme sınırları konuşuldu...

Neden evlenmek istiyorsun dedi...
Evlenmek istemiyorum aslında...
İstediğim sevdiğim adamla ömrümü geçirmek. Onunla uyumak, onunla uyanmak, onunla aynı çatı altında olmak, birlikte gülmek, ağlamak, gezmek tozmak, evi dağıtmak-toplamak, sevmek ve sevilmek arzum.
Ama gel gör aileler sebebiyle bu ancak ikimizinde inanmadığı ve birbirimize karşı hiç birşeyi değiştirmeyecek imzayla mümkün.

Korkmuyormuyum korkuyorum...
Kendi aileme karşı sorumluluklarımı yerine göre tam yerine göre hiç yerine göre yarımyamalak yapan beni anlayan kabullenen ailemin haricinde anlamayıp kabullenmeyip birşeyler bekleyecek yeni bir aile...

Sadece iki kişi olmayacağın tüm teyzeler, halalar, dayılar, amcalar, babalar, analar ordusu...
Yapmazsan olmaz davranışlar.
Gidilmesi gereken yemekler, aranması gereken günler, ilgilenilmesi gereken konular...
Anlaşmalar-anlaşmazlıklar...

İki kişinin arzusundan çok ailelerin arzu savaşına dönen arzu-istek beklentileri...

İstenilen sadece sevdiğinle olmak.
Ama mobilyası, beyaz eşyası, geçmiş-gelecek, parası-pulu oof ki oooof...

İki kişi anlaşmış sevmiş birbirini...
Ailelerin illa sevip anlaşması şart mı?
Çocuğuna verdiğini illa karşı taraf daha fazla vermeli mi?

Bir süre sonra onca ütülü gömleğe rağmen ütü sırasını bekleyeni istemek mi evlilik?
Birlikte yapmak yerine istemek mi?
Aynı anda kendin olup hemde biz olmak mümkün değil mi?

Evlenmeyi isteme nedenlerim ona palavra gibi geliyor...
Gülüyor...
Artık monotonlaşan-birlikte olma nedenlerini unuttukları hayatının bir benzerini yaşamak isteyişim ona tuhaf geliyor...

Gülümsüyorum...
Evliler bekarlara-bekarlar evlilere hep gıpta ile bakmaz mı?
Bazen arzu ettiklerine ulaşmak için acı çekmen gerekir...
İstemesende imza, sorumluluk, sıradan sıkıcı yapılası şeyler yapmak zorundasın...
Yok öyle oda olsun buda olsun hep benim istediğim gibi olsun diye hayat.

Ya bu deve güdülecek ya bu diyardan gidilecek....
Yoksa olmayacak...
İki kişi sevdiğiyle kalacak...
Birlikte yaşamak- yaşlanmak arzusu bir sürü sebep-sepetle arzu edilen gibi olmayacak mı?

Bilmem...
Benim evlilik fikrim farklı sanırsam... Bende ki niyet sevgi üstüne, birlikte yaşlanma-uyuma-uyanma üzerine...

Bilemedim...
Mukadderaaaaaat !

26 Kasım 2008 Çarşamba

İki sarışın kadın röpörtajı

Ortanın üstü sarışın ve bakımlı kadın, genç sarışın kadınla röpörtaj yapıyor:
Kadının işi iç giyim. Annesinden çok etkilenmiş...
Eee o zamanın zamenesinde kadın dediğin jartiyerli, kombinezonlu filan...
Annesi çekmecelerde miiis gibi lavantalarla saklarmış rengarenk iç giyimlerini- geceliklerini...

Şimdilerde bizler gidiyoruz Migros'a Vernel'in bilumum çeşit kokulu dolap içi zımbırtısını alıyoruz... Miss gibi kokudan çok amaç güve müve...

Neyse, İki sarışına geri dönelim...
Orta yaşlı sarışın diyor ki bir kadının en az 50 çift iç çamaşırı olmalı !!!
Hödööööö !!!Gurban kim ölmüş ki biz bulalım... (bu laf nasıldı hatırlayamadım neyseeee)

50 tane iç çamaşırııııı !!!Hepside rengareeeeenk olacakmış ! Dantelli mantelli hemide...
50 tane...Bilmem sayı bana fazla geldi...

Bir zamanlar üniversite yıllarımda çamaşır makinem yok diye yıkamak yerine kullan at mantığını güttüğüm ve pazardan 'ver ordan iyilerinden, olgunlarından 1 kilo don' dönemlerimde bile eeelliiii elimin tersiiiii olmadı !!! Hele allı dallı güllü dantelalı ipek mipek hak getire...

Orta yaşlı sarışın kadın devam ediyor:
Bir kadının en az 10-15 tane ruh haline göre giyeceği ipek sabahlığı olmalı !!!
Hı hıı...Tabüüü canım bende sabahları işe giderken annem yüzünden balkonda yaptığım kahve-sigara keyfime renk katacak bişey eksik diyodum buymuuuuş !!! Ruh halime göre ipek sabahlık !!!

Ulan karganın şeyini şey etmediği saatte işe gitme telaşında ki çalışan kadının nesine o kadar ipek sabahlık ???
Haftasonunda hafta sonunaaaa dicemde, zeeeengin olmayanın evinde her gün gelen temizlikçi de yok ki...
Çalışan ve evli barklı kadın için haftasonu çamaşır demek, temizlik demek, çocuğunu baleye, spora vs götürme demek...
Ne ara ruh haline göre ipek don-sütyen-sabahlık üçlemesiyle kahvaltı sofrasından elinde gazeteleriyle salona geçip kahve keyfi yapacak???

Orta yaşlı kadın devam ediyor... Ah diyor ipek sabahlıkların altına terlik getiriyorum yurtdışından almıyorlar. Ne giyolar altına merak ediyorum?

Orta yaşlı kadının mağazasının vitrininde gördüğüm, genellikle Türk filmlerinde vamp kadınların ayağında olan tüylü terlikler meğersem ipek sabahlık altına giyilen terliklermiiiiiş !!!
Waay way waaaaay... öğrenmenin yaşı yokmuş be anam !:p

Kadın giyin diyor... giyin... Kendinizi iyi hissetmek için dantelli giyin, renkli giyin... İllede romaaaaaan osssun misali ipek giyin diyor !!!

Giyinek giyinmesinede, bunca senedir doktorlar pamuklu giyin, hatta kızgın ütüyle ütüleyin çamaşırlarınızı demezler mi?

Pamuk olmayan kızgın ütüyle nasıl ütülenir?
İpek ne kadar sağlıklıdır?

Amaan sanki sağlık hep umrumuzda ya...

Orta yaşlı kadın üzülüyorum diyor, gömleklerin içinden güzelim danteller-renkler gözükse ne güzel olur diyor. Kadınlarımız öğrenemedi iç giyimi...

Güzel aplam, burası Türkiyaaa, bizde biliyok beyaz gömlek altına renklisinden en cilvelisinden giyinmeyi, hafifçe bir düğmeyi açmayı ancaaaak, bizim memleketin adamları okumuşda olsaaa okumamışta aç olduğundan olmaaaz diyip yapmıyoruz etmiyoruz.

Hala tecavüz için tecavüzcüden çok tecavüz edilenin suçlu görüldüğü, hak etmiştir zilli, kuyruk sallamazsa olmaz mantığı güdülürken... Zararsız bir düğme açmak bu toplumda her zaman makul karşılanacak birşey değil ki... O yüzden gösteremiyoruz...

Orta yaşlı kadın giyinin diyor... 50 iç çamaşırı 10-15 sabahlık...
İyi güzelde aplam, tükkan senin tükkanın. Bizim tükkanımız yok ! Ayy pamuklu bunlar dediklerin bile kaç para biliyon mu? Senin tuzun kuru... Bizimde senin ki gibi mağazamız olsa... Oh misss her gün yeni bir takımla güne başlarız...

Ah ah... Kasap et derdin de kuzu can derdin de...
Kimsenin kimsenin halinden - derdinden anladığı yok !!!

Giyinek be aplam... Seni mi kırcaz... Olmuşuz ottuuzaltııııı giyinek ipek pijamalar, sabahlıklar, dantelli mantelli rengareeenk donlar sütyenler...

Önümüzde ay maaşı alır almaz, kaç elliiii 60 dane iç çamaşırı ve bi sürüüüü ipek gecelik-pijama ve sabahlık aliciiiim...
Haaa doğum günüm vesilesiyle bişi alacaksanız lütfeeeen ipeeeek sabahlık ossssun 6x6=ottuuuzaltı ruhuma uygun osssuuuuuun !!!
Geyikim geyik.cooooom :))

20 Kasım 2008 Perşembe

Arşiment Ozy'nin keşfi...

Hiç çevrenizdeki dostlarınıza, arkadaşlarınıza yabancı olduğunuz bir dönem oldu mu?
Onca yaşanmışlığa, onca güzelliğe rağmen birden zuzaylı olduğunuz veya oldukları?
Yaşam durmadan yeni şeyler öğretiyor. Öğretmesede bir gün bazı şeyleri fark ediyorsunuz.

Sizin henüz emeklemeye başladığınız yollarda, yürümüş, koşmuş, düşmüş, fnish'i çoktan görmüş insanlarla bazen ne kadar uzak, ayrık düşüyorsunuz...Onlar için iş bitmiştir... Aşılmıştır.

Sizin dert dedikleriniz onlar için dert değildir. Oturup konuşmak istersiniz ama birden sohbet farklılaşır. Sizinde bildiğiniz ama bir takım sebeplerden uygulayamadığınız cevapları sanki çok kolaymış gibi söylerler...Her zaman tecrübeli dostlar-arkadaşlar iyi olmuyor galiba...

Bazen sizin gibi emekleyenlerle olmak daha iyi.
Gün görmüş geçirmişliğin bilmişliği-ukalalığı bazen istemeden can acıtıyor-canınızı sıkıyor. Ve birden bir gün arşiment gibi, bulduuum buldum oluyorsunuz...
Ununu eleyip, eleğini asmışlardan her zaman hayır gelmiyor!

Yaşı yaşına- huyu huyuna- alışkanlıkları alışkanlıklarına- yaşamışlıkları yaşamışlıklarına eş ve değeri bulmak gerekiyor galiba...

Heeey çok bilmişler, yaşayıp görmüşler bir zamanlar sizde emekliyordunuz...
Ama hatırlamak zor geliyor dimi?...

Her halde... Yoksa bu kadar basit olamaz herşey...

Galiba ruhumu zuzaylılar ele geçirdi...
Amaaan bi sürede zuzayda dolanayım nolceek, macera maceradır, tecrübe tecrübedir.
Bir yerlerde varmıdır bilmişlik, ukalalık kursu acaba?Yoksada mukadderaaaaat ! :)))))

17 Kasım 2008 Pazartesi

Elveda duman yarim...

Veda etmeye çalışıyorum...
Ama öyle zor ki...
Onu özleyeceğim...
Hemde ne özleme...
Buram buram burnumda tütecek...
Gözlerimi açtığımda bazen sayıklayacağım...
Gün içinde mecnun gibi dolanacağım...
Gecelerde onunla sevişemeyeceğim...
En büyük aşkım, tutkum...

Bedenim onun özlemiyle kıvranacak...
Acı, özlem, aşk...
Kavuşabilinir ama kavuşulamaz olacak...
Ha diyince elimi uzatsam yanımda olacak...
Nefesim olacak, kokum olacak...
Bedenimi hazla saran olacak...
Beni tek başıma veya herkesin içinde sarıp sarmalayan aşkım artık sarmalayamayacak...

Veda etmeliyim...
Olmuyor...
Yürümüyor artık...
Yürüyor yürümesine de...
Bizim sevgimiz birbirimize zarar verir olma riskinde artık...
Ne aşktı!

Londra'da başlamıştı...
91 senesinde...17 senelik aşk!!!
Dilek olay...

Dostum, sevgilim, arkadaşım, yoldaşım, keyfim...
İstemeye istemeye...
Özleye özleye...
Asiliğimin, beni onsuz düşünememenizin simgesi...
Kahvemin, can sıkıntımın, eğlencemin, üzüntümün, keyfimin yoldaşı...
İyi seksin keyfi...

Aşkımız bitmesede, onu sevsemde, her türlü zorluğa rağmen onu terk etmeyip ilişkiye devam etmeye çalışsamda...
Olmuyor artık...
Oluyor ama olmuyor...

Artık tek tük görüşüyoruz...
Başka çare yok...
Bir süre sonra tekler hiçe inecek...
Onu uzaktan göreceğim...
Seyredeceğim...
Kokusunu duyup içime çekip birlikte geçirdiğimiz günleri yad edeceğim...

Hırçınlığım, özlemim olacak onsuzluk...
Onsuz daha uzun yaşayacağım belki ama sevgi bitmeden biten ilişkiler acıtır ya... yara kapanmaz ve kanarya...
Bir süre dolanacağım öyle aşık aşık...

Sonra hayat devam ediyor diyip başka bir aşka yelken açacağım...
Onun hazzını vermese de, onun kadar tatlı ve keyifli olmasada...
Artık ağzımda yarısından kırılmış bir kürdan veya kibrit çöpüyle Red Kit misali dolanacağım...

Veda etmek zor...
Keşke zarar verici olmasaydı ilişkimiz...
Keşke seni terk etmek zorunda kalmasaydım...

Beni kim sarıp sarmalayacak mavi beyaz dumanıyla...
Kim arkadaşım olacak, kim dert ortağım senin gibi?
Artık kürdanlarım olacak...
Asi ozy ozbornluk sensiz devam edecek... Ağızda çevrilen kürdanlarla...

Elveda aşkım...
Seni hep sevdim ve sevmeyede devam edeceğim...
Biraz daha zararsız bir aşık olsaydın keşke...
Keşke...
Elveda aşkım...
:(

14 Kasım 2008 Cuma

6x6=36*

6x6=36 olmama günler kaldı...
Hayat ne çabuk aktı...
Kendimi ne 30'lu nede 20'li hissediyorum.
Ben hala benim.
Hala eski deli dolu Ozy.
Her gün yeni ilgi alanları keşfeden, içi içine sığmayan, aceleci, tez canlı, bunca çalışma yılına rağmen sabahları hala erken kalkamayan, bazen tembel bazen üşengeç, tutkulu, aşk olmadan, istemeden hiç birşeyi yapmayan... İnişli çıkışlı belki birlikte oldukları için zor-yorucu ama hala çocuk saflığında, iyi niyetinde...

Az çok olgunlaştım.
Eskisi gibi uçarı olmasam da hafiften bir ağırlık var.
Ama yinede yaşımı duyunca kimse inanamıyor. Hem fiziğim göstermiyor hem de zekam !!! :)))))

Geldik buyaşa...
Naptık bu yaşa kadar?
En çok olmak istediğimiz şeyi olduk: Mimar olduk. Ama çok arzulasam da yapmıyorum/yapamıyorum mesleğimi...
Köreldiğime, yeteneğimi gösteremediğime, üretemediğime üzülüyorum.
Oysa ki ben, ben varya ben...
Mukadderat!!!

Bu yaşa kadar serseri mayındım.
Gönlüm hovardaydı...
Gezdim tozdum, eğlendim... Yapmadım uzun soluklu planlar. Gelecek yarın uyandığımda olan ve olacaklardı... Yoktu ötesi... Daha fazlasını düşünmeye takmaya deymezdi... En düşünülecek şey önümüzdeki sezon için ihtiyaç duyulan veya duyulacak şeylerdi...

Ama gün geldi tüm hayatı 'U' dönüşü kıvamında hemde el freni çekili u dönüşü kıvamında değiştirmeye yeltelendirecek bir adam çıktı.

Siktiiiiiiiiiiiiiiiiiir !!!
Bunca senenin özgürlüğü, tekliği, düşünülmemiş plansız planlılığı, kalp heyecanı, aşk-meşk, sağlık, yaşlılık, umutla uyuma-uyanma...

Bünye sonunda arzu ettiğine kavuştuğundan mutlu ama bunca zamanın serseri mayınlığının düzene girmesinin teklemesinden şaşkın oldu.

Sonunda yarın 'yarın' değildi. Uyuyup uyanılan ertesi gün yani...
Tekim ben herşeyi tek başına halletmeliyim-yanlızım ben değildim.
Birlikte gülecek, birlikte ağlayacak iki ayrı kalbin aynı hissedip tek kalp olarak atacağı bir mucize vardı.

36'ya aylar kala...
Yanlızlık, tek başınalık, yarınsızlık, umutsuzluk, sevgisizlik, yuvasızlık, başına buyrukluk dünden bu günden doğru olan bilinen herşeyin silinip gideceği...

36 olmama günler kala artık gelecek hayalim var. Bu güne kadar kurmadığım, bilmediğim hayaller, arzular, istekler usuma üşüşmekte...

Kariyer, sağlık, aşk, arkadaşlık-dostluk her şey ama herşey hayatımdaki farklı bir renge bürünüyor. Hiç çıkmayı düşünmediğim ve çıkacağımı sanmadığım bir üst level'da oynuyorum artık.

Otuuuuzaltı... Söyleyince, yazınca çok geliyor göze, kulağa... Çok çok...
Ama öyle değil...
Hayat 30'dan sonra başlıyor...
Benimkisi ise yeni başlıyor...

Yeni yepizyeni, taze mis kokulu yazılacak çok sayfası olan yeni bir defter...
Doldurulacak çok güzel anılar, yaşanmışlıklar ve yarınlar beni bekliyor...

İlk defa yeni yaşımı heyecenla bekliyorum. Çocukluğumdaki o büyüme arzusu gibi... 18'e az kaldı heyecanı gibi...
Yeni yaşım yeni bir yaşam getiriyor bana...
Hiç ummadığım, düşünmediğim, korkup kaçtığım, saklandığım bir güzellik...

36'ya aylar kala bir adam beni, benliğimi değiştiriyor...
Hayalsiz, yarınsız, umutsuz, plansızken, umutluyum, planlıyım, yarınlıyım...
Ve hiç olmadığım kadar güzel, akıllı, olgun ve kadınım... Ama yine ben muzur Ozy Ozbornum...

Yeni yaşım ve yeni hayatım hoşgeldiniz...
Sizi sevgiyle, merekla heyecanla kollarını açmış bekliyorum...

*Bana yeniden yaşama sevinci veren, hayatıma başka bambaşka renkler katan, başka pencerelerinde olduğunu gösteren sevdiğim adama...

7 Ekim 2008 Salı

Uzun güzel ve sağlıklı yaşam...

Hayat ne tuhaf...
Riski, tehlikeyi biliyorsun ama amaaan sende diyorsun...
Sonra bir şekilde kıyısına geliyorsun...
Öyle sarp bir uçurum ki...Ha düştün ha düşeceksin...
Aklın karışıyor, miden bulanıyor,başın dönüyor...
Onca kalabalıkta birden tek başına oluyorsun...
Hiç korkmadığın kadar korkuyorsun, hiç olmadığın kadar çaresizce hissediyorsun...
El verenler, elinden tutmaya çalışanlar bir anda sisin arkasında kalıyor...
Kararıyor etraf...
Birtek sen ve uçurumun...
Kahkahan soluyor...
Gözlerin titriyor, yaşlarla doluyor ve göremiyorsun net...
Panik, panik, panik...
Daha yaşam uzun aslında...
Daha yaşanacak çok şey var...
Umut var, aşk var, sevgi var, seks var, para var...
Oooo daha yaşanacak ne çok şey var...Ve sen kendini sağlıklı hissediyorsun aslında...
Eeee peki bu salak nediyor sana?
Tıpmış, tekniklermiş...
Koyyim ...'na diyorsun...
Koyyim !
Herşeye...
Sadece ben var...
Sadece benim mutluluğum ve sağlığım var...
Uçurumun ucundayım ama, düşmeme daha ooooo çok var...
Hem düşeceğimi kim söyledi...
İçimdeki hınzır belki ne var buralarda diye bakmak istemiştir...
Bence de bakmak istemiştir...
Hıh şöyle kocaman gülümseme yerleştir yüzüne...
At kahkahanı...Yaşam uzun...
Ve çok güzel...
Güzel ve sağlıklı...

22 Eylül 2008 Pazartesi

Basından...

Sarışın geeeenç kızımız demiş ki: Erkeği kandırmayı bilirim demiş !!!
Kandırmak dediği evlenmeye ikna etmek !!!
Helal walla!

Kaç yaşındayım hala kendi fikrime göre bi erkek nasıl kullanılır-itinayla ikna edilir klavuzum, fikrim yooook ! Okulda da öğretmediler, evde de... :(
Erkek nasıl aşık edilir, nasıl bensiz yapamaz hale getirilir, nasıl köle edilir, naasıl gösterilip verilmeeeez ve bunların sonunda aşık köle olmuş bi şekilde itinayla boynuna boyunduruluk taklılır wallah billah hiiiç mi hiiç fikrim yok !!!

Erkek nasıl itinayla deli edilir, saçı olsa da olmasa da yoldurulur fikrim var ama !
Amma velakin bu fikir bi işe yaramamakta anladığım kadarıyla... Tanrıııım ne kadar zekiii bir kadınım !!!

Başka sarışın orta yaşlı eski artiz yeni köşe yazarı ablamız ise ''Erkeğe şiddete son'' başlıklı nefis bir yazı yazmış, sarışın çıtıra cevaben:

Kendi haline bırakırsanız, evlenmeye yanaşmıyor hınzır!
Kadınsa adeta doğuştan hazır.
Sadece hazır olmak da değil. Öyle olsa oturur bekler. Fazladan istekli de. Ki karşı tarafı kandırmak için mesai harcıyor.
Bu ne demek?Evlilik denen şeyin kadına sunduğu cazip bir durum var ortada. Fakat erkeği bucak bucak kaçıran aynı zamanda...
E, akıllı erkek başına gelecekleri biliyor.
Hatta şöyle söyleyeyim, bazı büyük şehirlerde "Erkeğe şiddete son" kampanyası düzenlense yeridir.
Evlilik de şart değil... "Hayat arkadaşı" olunması yeterli.
Yahut son deyişle "manita" olunması... Sonuç aynıdır. Kösem Sultan.

Wallahi billahi erkeğe şiddete son !
Nedir bu garibanların hatun milletinden çektikleri... Minnacık tayni tayni bebekken başlar evcilik oyunlarında göze kestirilen veletin yalancıktanda olsa 'kocası' edilmesi durumu !

Zordur erkeğin işi... Sevse bi türlü sevmese bi türlü...
İki kap sıcak yemek için, bulaşık, ütü için istemeye istemeye kanmak zorunda kalması zordur...
Eee anaların hatası vardır bu işte !!!
Erkek adam yapmaz etmez diye hayatta kalma şartlarını öğretmezsen sonra kurda kuşa yem olur... Kandırıverirler biricik oğlunuuuuuuu...

Hayatı birlikte geçirmek nerdeeee, kandırıp yem etme nerde...
En gıcık olduğum şeydir, hayatı kurtarmak adına yapılan evlilikler... Sınıf atlmaymış, marka çaput almaymış...
Bir insanın parası için ona boyun eğmek, kölesi olmak... cık cıık...
Hiç anlayamam...

Evlilik toplumda yer elde etmek, giyinmek-kuşanmak, önüne iki tas sıcak yemek gelsin diye yapılacak birşey değil bence.

Birisini sevmek ama gerçekten ömrünün sonuna kadar her haliyle sevebilmek, birlikte her zorluğu, güzelliği yaşayabilmek için yapılan birşey olmalı.

Yaş ilerleyip buruştukça, adamın bağırsakları ortada yaşamak sırf imkanlar için yapılmış bir evlilikte nasıl dayanılmaz nasıl katlanılmaz olur... Normal sevgi birlikteliğinde bile ızdırap bir durumken bile bu...

Anlamıyorum...
Kandırmayı bilmiyorum... Kandırmayı bilmediğim gibi kandırılamıyorum da!
Doğuştan hazır bir durumum malesef yoook !
Gelmişim kaç yaşına, ister kız, ister domates kurusu oliiim umrumda değil evlenememek, bir adamı kandırmayı başaramamak !!!

Bir ömür yanlız geçmeeeez... Can yoldaşı şarttır. Ama can yoldaşlığı toplumdan, isimden, paradan puldan geçmez bende...
Sevgiden geçer, tutkudan geçer, sıkılmamaktan geçer, herşeyi paylaşmaktan geçer, dert etmemekten geçer, her koşulda yan yana olmaktan geçer...

Yaw bende mi bi anormallik var acep? Millet kandırma telaşında beeeen...
Doğuştan özürlü doğmuşum !
Hazır ve nazır hormonlarım eksik benim !!!

Gitsem çıtır sarışın kızımızdan ders alsam, şu elimde ki şahane Ege'liyi elimden kaçırmadan kandırıp altın kafese soksam... Sokayım sokmasına da bülbül hikayesi gibi olmasın, bülbülü altın kafese sokmuşlaaaaar yurdum demiş... :)))))))))))))

Kandırıklar dünyasında kandırıksız aşkıma sevgileeeer, saygılaaaaar...
:)))
Şinciik aklıma geldi, buketi kızımıza yolliiiiiiiim... :)))))

15 Eylül 2008 Pazartesi

Hayat beni neden yoruyorsun...

Normalde kendisini hiç dinlemem...
Ama bu sefer bir şarkısının sözleri durumuma uygun düştü...
Nerde çalınıyor, durup kulak kabartmaya başlıyorum ve en derininden iç geçirmeye...

Hayat beni neden yoruyorsun, madem çok günah, oyunu sen bozuyorsun.
sebebi çook....
Evet, Serdar Ortaç'ın 'şeytan' şarkısı...

Ben kim Serdar Ortaç dinlemek kimken...

Hayat beni yoruyor...
Bunca zaman sonra sarsmadan, tereyağından kıl çeker misali olması gerekirken...
Acı ve mutluluk iç içe girmiş durumda...

Benim aşkımın yanında, pembe diziler, arabesk filmler halt etmiş vaziyette...

Can üzülür buna taş değil, çekilecek gibi aşk değil...

Aşk her daim çekilir, istenirde yanında bilmem ne bankasının en bi en büyük bonusundan daha çok bonusla geldiğinde bi dur olunur...

Bu kadar çok bonus bankanınki gibi harcanacak, kullanılacak bir bonus olmadığından, bonuslarımız küçücük aşkla çarpan yüreklerimize fazla gelmekte...

Hayatmı bunu yapıyor, yoksa bilmeden yaptığımız istekler mi, seçimler mi bilemiyorum...

Aşk güzel şey...
Sabaha yeniden umutla uyanmak...
Kalbin yeniden atması...
İçinin içine sığmaması...
Heyecan, mutluluk, gözyaşı...
Işıldamak...

Herşey herşey çok güzel...
Birisi için önemli olduğunu bilmek, merak edilmek, yeniden hiç sevilmemiş gibi sevilmek, gözlerde kendini görmek, aklında hep onun olması...
Geleceğe, hayata umutla bakmak...
Benden bize geçmek...

Yeniden susamak, yeniden nefes almak, yeniden bakmak ve görmek...

Ama ah, kahpe hayat beni neden yoruyorsun?
Yormadan, sarsmadan, üzmeden olmazmıydı? Olamazmıydı?

Eeee o zaman aşk olmazdı hele tutkulusundan hiiiç olmazdı !!!

Küçük kalbim aşkım için çarpıyor...
Hayat beni yoruyor ama aşkım için yoruyor...

19 Ağustos 2008 Salı

Yaz geçer yine gelir...

Yaz geçer yine gelir…
Murathan Mungan’ın bir şiiriymiş…
Doğru yazlar geliyor ve geçiyor… Kıştan sonra hep yaz geliyor… Küresel ısınma sebebiyle biraz farklıda olsa artık, hep yaz yine geliyor… Bir iki derecelik değişimler sebebiyle gelmeyeceği güne kadar…
Ne o karamsarmıyım?
Bu kadar basit ama etkili bir şiir cümlesinin düşündürdüklerindeyim…
Yazın geçip yine gelmesi gibi birçok şey hayatımızda bu kadar basitlikte geçiyor ve yine geliyor…
Yaz geldi…
Yaşıyorum…
Geçmesine az kaldı…

Truman Capote’un satırlarındaki gibi ‘onu bekleyen yazı, önüne serilen ve o ilk özgür, kaba saba, yalın fırça darbelerini vuracağı, boş bir tuvale çeviren, keyifli, şen bir heyecan…’ yazımı yaşıyorum.

Alaylı bir gülümsemem var…
Kaç yaşında kaç özgür yaz geçirmiş bir kadınım… Ama bu yazın farklı geleceğini düşünüyordum…
Öylede oldu…
Yazım geçecek ve yine gelecek…
Kim bilir ben ne yapıyor olacağım?
Mutlu, mutsuz, geçer göçer, aşık, aşksız…
Hangimiz bilebiliyor ki?

Önümüzdeki tuvallerimiz fırça darbelerimizi hoyratça savurmamızı bekliyor…
Hoyratça mı? Belki bazılarımız softça, fırçanın tuvale değip değmediği belli olmayan dokunuşlar yapacaksınız… Ama nedense ben hoyratça… Neden soft değil de hoyratça?
Önümdeki tuvalde karalamalar var…
Asıl halini aldığında görünmeyecek altta kalan çalışmalar…

Büyük ressamların eserlerinin altındaki gerçekleri öğrenmeyi severmisiniz?, merak edermisiniz ben ederim…

Avrupa’da bir müzede olmak istedim şimdi… Kendinden geçmiş bir esere bakarken… Goya’nın çıplak Mayası geldi aklıma… Bende tombul olduğumdan mıdır acaba? Ne güzel bir tablodur o! Ne renkler vardı tam hatırlayamıyorum… krem, beyaz uçuk mavi ve su yeşili geliyor aklıma… Emin değilim ama emin olduğum şey heybeti… Ne güzel bir büyüklüktedir Maya… Ne güzel bir kadındır… Utanmadan çekinmeden yağlarının, kadınsı kıvrımlarının sergilenmesi ve edebi yete ermesi Goya’nın fırçasında…

Nerden nereye atladım…

Önümde Maya’nın ki kadar büyük bir tuval yok…
Önümde normal boyutlarda bir tuval var…
İmgemde kırmızılar, siyahlar azcık beyaz var…Hoyratça atılmış darbelerle yapılmış iç içe girmiş renkler…

Yaz geçer, yine gelir…
Kim bilir nasıl gelir…
Ama bilinen bir şey varsa o da; her gün güneşin doğduğudur…
Görmek, yaşamak, beklemek sizin tercihiniz…
Yaz geçecek…
Yine gelecek…
Gelecek…

8 Ağustos 2008 Cuma

Gün doğuyor... (deneme)

Bir ada...
Ada da bir tepe...
Küçük bir taş ev...
Duvarlarından, pencerelerinden ve kapısından rüzgarın sesi duyulmakta...
Rüzgar sadece dışarda esmemekte...
Odanın içinde...
Yatağa kıvrılıp yatmış kadının yüreğinde esmekte...
Kadının yüreğindeki dışardakinden daha fazla esmekte...
Fırtınalar kopmakta kalbinde bedeninde...

Dışardaki rüzgara karışan içindeki fırtına arada hıçkırıklarıyla daha bir keskinleşmekte...
Hıçkırırken vücudu sarsılmakta...
Boğazından kopan hıçkırıklar boağazını parçalamakta...
Gözünde yaş kalmamasına rağmen ağlamakta...

Gözleri, kalbi, bedeni, boğazı her yanı acımakta...
Gözlerini yumsa ve herşeyi unutsa...
Tüm arzusu bu aslında...
Uyandığında beyni, anıları, hatıraları yaşadığı tatlar kalmasa...
Gözünün feri çekilmiş bir halde öylece gözünü bir noktaya ikip yaşasa...
Mutluluğu-mutsuzluğu bilmeden...
Hiç birşeyi bilmeden-yapmadan...

Hıçkırıklarıyla arsılan bedenini hafifçe gıcırdayan yataktan doğrultup şarap şişesine uzatıyor elini...
Bu kaçıncı kimbilir?
Artık güzel mi kötümü tadı umrunda değil...
Tek arzusu uyuşmak...
Unutmak, hatırlamamak...

Nefes alıyor ama alamıyor...
Ağzına dolan göz yaşlarının arasında ılık ılık şarap boğazından aşağıya akıyor...
Bir hıçkırık dalgası geliyor...
Boğazı açıyor...
Ağzındakini boğulmamak için tükürmek istiyor ama yutuyor...
Bir inleme kopuyor boğazından...
Bir göz yaşı seli daha geliyor...
Elini eski komidine uzatıyor sigarasını alıyor...
Yanan kibriti söndürmek yerine ateşin parmakalrının ucuna doğru gelmesini izliyor büyülenmiş gözlerle...
Ah tanrım neden çıldıramıyorum? Keşke şu an çıldırsam... Mantığım gitse yok olsa...
Kibriti aceleyle sallayıp taş zemine atıyor...

Dağnık bir yatak...
Yerde sigara kutuları, şarap şişeleri...
Saçları pis...
Gözleri açılamayacak kadar şiş...
Yüreği özlem ve acı dolu...
Kırgın, güvensiz, umutsuz, ürkek, mutsuz...
Şarabından bir yudum daha alıyor...
Penceresinden denizin üzerinden doğan güneşe bakıyor...
Küçük bir umut kırıntısı kıpırdıyor yüreğinde...
Yüzü beyninin bir anlık unuttuğu acılarla mutlulukla aydınlanıyor...

Gün doğuyor...

5 Ağustos 2008 Salı

Paket

Hayat seçimlerimiz ve bizden beklenilenleri yapmakmıdır?
Bilemiyorum...
Zaman zaman kendi seçimlerimizi bile hayata geçirmekte, yaşamakta teklerken başkalarının bizden beklediklerini yapmak?
Yanlış başladım aslında... Sorumluluk almak ve almamak asıl başlık.
Benken biz olmak...
Tekken çoğul olmak...
Sevmiyorken sevmek...
Yapmıyorken yapmak...
Herşeyden çok onun yüzünün gülmesi, mutlu olması arzusu...

Kaderimizi biz belirliyoruz...
Farkında olduğumuz yada olmadığımız seçimlerimizle yönlendiriyoruz hayatımızı...
Hiç birşey armut piş ağzıma düş şeklinde gelmiyor önümüze...
Ha evet, geliyor bazen... Çocuklarını hala bebek gibi gören ailelerce herşey pişip öne konuyor, çiğnemeye hazır !

Ne istediğini bilmek her zaman kolay değil.
İstediğin şeyin yanında gelenlerde var...
Mukadderat !!!
Deodorant alırken yanındaki kampanya paketi sevindirirken aynı şey bir insanı hayatınına soktuğunda olmuyor !!!
Olamıyor...
Gel-gitler yaşıyorsun...
Yapabilirmiyim?-olabilirmi?

İstediğin ne?
Ömrünü nasıl ve ne şekilde geçirmek istiyorsun?
Senin arzuların-isteklerin mi yoksa seni canlarından çok seven insanların mı istekleri-arzuları...

Sorumluluksuz bir hayat malesef yok!
Hele vicdanlı bir yaratıksanııııııız... O takmaz, o sorumluksuz halinizin altında ne yanardağ patlamaları olur... Yaşayan bilir ancak !!!

Bir insanı kaşı ve gözü için mi sevmek yoksa kusurlarıyla kusursuz olan haliyle mi?

Hepimiz tekiz, bireyiz güya...
Ama öyle değiliz...
Ailelerimiz, arkadaşlarımız, huylarımız, suylarımız, gakımız gukumuzla çok ama çoook kalabalığız.
Evet dışardan tekiz...
Ama arkamızda, içimizde bir ordu var.

Birini sevmek herşeyiyle kabullenmektir.
Öyle şununu beğenmiyorum, şuyunu sevmiyorum, yüzde bilmem kaç seviyorum mantığıyla olmaz sevgi...
Huyuyla suyuyla, gıcıklıklarıyla, sevimlilikleriyle seversin !
Seversin işte !
Nasıl ailen deli etsede atıp satamadığındır sevdiğinde öyle olmalıdır !!!

Huylar-sular, yetiştirilişler, alışkanlıklar farklıda olsa bir yerde buluşmak-kavuşmak gerekir.
Olmaz öyle benim dediğim, benim istediğim mantığı !
Aşkta-sevgide höt höt düz mantık yoktur!
Esnek olmak gerekir...
Özveride bulunmak gerekir...
Amaan neyse boşver demek gerekir...
Yanımdaya beraberiz ya...
Varsın %100 olmasın o her neyse...

Sevdiğinin sevdiğini sevmeye çalışmalısın... sevmesende denemelisin... Olmuyorsa en azından denemiş olursun...

Yaptığın şeyden hırlasanda onu mutlu edeceğini bildiğinden yaparsın... Bilirsin o da sana aynı koşullarda yapacak, davranacak...

Önemli olan beraber nefes almaksa...
Beraber uyanmaksa...
Aynı zenginliği, aynı yokluğu yaşamaksa...
Birlikte gülmek, ağlamaksa...
Zor ve yapılamaz diye birşey olmamalı...

Belki arzu ettiği gibi yapamayacaksın ama o denediğini bilecek...
Sen onun denediğini bileceksin...

Sorumluksuz bir hayat varmı?
Nasıl bir ömür istiyorsun?
Bridget Jones'un yaşlanınca wahşi köpekler tarafından yenme hayalini mi?
Her günün, hayatlarımızdaki insanların, ailellerin, rüzgarın, güneşin, sıcağın, soğuğun, karın, yağmurun... getirdikleriyle başka bambaşka tatlarda dolu, dolu dolu yaşanmış, tekliğin olmadığı bizliğin olduğu bir hayat mı?

Her zaman arzu ettiğin gibi seni sevecek birisini bulma şansın varmı?
Gözlerinde kendini gördüğün?
Senin için içi titreyen, seninde onun için?

Sorumluluk dediğin nedir ki?
Sevdiğin insanı daha çok sevgiyle sarmak, daha çok mutlu etmek, yüzündeki gülümsemeyi arttırmak, onu daha çok arahat ettirmek değilmidir?

Sevmek ve sevilmek istiyorum...
Öyleyse sevgiliyle gelen ek paketide kabul ediyorum !
:)

25 Temmuz 2008 Cuma

Toz bezi...

İşsiz güçsüz bir Cuma günü öğleden sonrasını keyifli bir hale getirmek için öle maması tatili için dışarı çıktığımda kendime Penguen aldım.

Semra Can'ın Böyleyken Böyle köşesi bu yazıyı yazma sebebim oldu.
Köşenin konusu; Toz bezi...
Kapının arkasında babanemin uzun donu olan... la başlayan kareler beni aldı da görürdü...

Türk milleti olarak temizlik için marketlerde bu işler için satılan bezleri kullanmaya yeni yeni alışıyoruz.
Eskiden yoktu öyle özel yok statiklisi statiksizi, toz kovarı, su emeri bezler...
Çocukluğumdan hatırladığım genellikle arabalar için kullanılan kenarları kırmızı iple dönülmüş sarı bezler ve genellikle bulaşıkları kurulamak için kullanılan beyaz üzerine kareli bezler vardı...

Sevgili annem süper bir temizlik ve düzen meraklısı olmadığından bizim evde toz genellikle onun gönlünün istediği zamanlarda alınırdı... Hala daha öyle ya... Ve alınırkende bezler kullanılmayan çarşaf, atlet ve gömleklerden seçilirdi.

Genellikle çok kızgın olduğu zamanlarda temizlik olayına girer, babama, babaneme kızgınlığını caaaaaaaaart, caaaaaart diye zevkle parçaladığı çarşaflardan çıkarırdı...

Hiç unutmam o görüntüleri...
Hışımla gider, atmaya kıyılamayan belki bir gün bişi için kullanılır diye saklanan yığından gözüne kestirdiği bir parçayı alır, güzelce caaaaaartlatır, arada söylenir, kapının kenarında onu gülerek izleyen kızına önce kedi gözleriyle dehşet bir bakış atar sonra kızıyla birlikte duruma kahkahalar atarak gülerdi..

Seneler sonra evden ayrılıp üniversiteli olup, yurtta kalmasına kıyamadıkları biricik kızlarına ev açtıklarında kızları hayatta sadece elektrik süpürgesi kullanmış kırk yılda birde toz almış bir elbebek gül bebek olduğundan evinin ilk boku çıktığında ev sahibine koşup temiiiizliiiiiiik diye çığırmıştı !!!

Doğal olarak ev sahibi kendi kadınını gönderdi... Gönderirken de bilimum bez !
Zamanla gelen harçlıkla yaşamak artııııııı 15 günde bir kadın getirtmek çok yaşanılası bir durum olmayınca kız ne var ki leeeen ben yaparım bu işi dedi. Hem her seferinde kadına bu atılcaaaak, bu atılmayacaaaak, bu kesinlikleeeeeeee atılmayacak diye talimat verip kadının bildiğini okumasından bıkmıştıda !!!

Başladı temizliğe... Anneannesi tıp literatürüne geçecek bir temizlik hastasıydı...
Her sabah halılar silinirdi... Halının tüylerine dikkat edilecek, kesinlikle bez kovanın içine sokulmayıp her seferinde lavabonun altına sokulup yıkanacak... vs., vs... !!!

Ciyaaaaaaaaak !!!

Genlerde varmış ki, ilk deneyimden sonra süper bir temizlik virtözü oldum !
Oldum ama evin içinde kırmızı bir don gezinmekte...
Allahım yarabbim bu don nerden gelmedir acep?
Aile erkeklerim renkli giyinmezler...
Sevgilimin desem, henüz don çıkarıp evimde bırakma levılınada geçmemişiz?
Töbeee töbeeee...
Koccamaaaan kırmızı bişi !!!
Neyse diyip tıkmıştım temizlik t-shirtlerinin, eski nevresimlerin, atletlerinin yanına...

Evimin çöp ev olarak imha edileceği zamanlarda sevgili annem beni ziyarete gelmeyi alışkanlık haline getireceğini bilmediğim ilk yıllarda, bir gün 2 gecelik sabahlamanın ardından ev prroje ve maket artığı yığınıyken, günlerce uyumak üzere (ama imkansız) yatağıma yatmış ağzımdan salyalar akıtıp hoor hoor diye uykunun tatlı, kalkılamaz, mantık bırakmayan zevkli kollarına kendimi bırakmışken kapı çalmaya başladı, o yetmezmiş gibi camıma taş yağmaya ve Ozzzzzzzzzzzziiiiiiii diye tanıdık bir ses bağırmaya...

Hödöööö noluyo diye yataktan fırladığımda biricik elektrikli sobama sol ayağımı sokup (allahtan yanmıyordu) bütün öğrencilik yıllarımı çırık pırık bir sobayla geçirmeme neden olacak hamleyi yapıp dağnıklığa, pisliğe birazda kırık alet edevat parçası ekleyerek kapıyı açtığımda annemin yüzü görülmeye değerdi !
Annem şoke olmuştu !!!

Ozy bu ne haaaaaaal????
Anne teslimim vardı. Uykusuz ve yorgunuuuuuuum... Bırak uyim. Yarın sketch ödevi için tüm okul bilmem nereye gidiceeeeez... Dinlenmem ve yarın ki canlı perfonsıma göre ders geçmem gerek ! Zııııııııııız...

Sevgili anamı sabahın köründe evimde bir sürü dağınık ve karıştırmaması gereken ama karıştıracağı şeylerle bırakıp kös kös ders geçmeye gittim.
Akşam eve döndüğümde annem kendini aşmıştı ! Evim parıl parıl parlıyordu. Hatta Kıprıslılar'ın temizlikten sonra söylediği gibi 'buuuuz gibi' olmuştu, olmasına ama annem hem burcunun hemde gözlerinin vahşiliğine bürünmek üzereydi... Fırtınadan önceki sessilik hakimdi !!!

Ozy dedi...
Aha sıçtık. Hazır ol... Sakin ol... Sen süper yalancısın! Yüzün gözün kesinlikle kızarmayacak...
Evet annecim?
Bu bu ne?
Ne ne anneciiiim?
Bu kırmızı doooon neeeeeeee?
Glup!
Aylar öncesinden ne ve kime ait olduğunu keşfedemediğim don burnumun ucunda sallanıyordu...
Nerden bulmuştu onu? Ben onu ooooo unutup gitmiştim!
Derin bir nefes alıp önce bi ohhh dedim... Çünkü sevgilimle ilgili bir takım şeyleri bulup bana kan kusturacakken o ev sahibimin kocasının olduğunu umduğum(yooo damatlarının değildir umarım) donunu merak ediyordu !!!
Açıklamak biraz zor oldu. Gerçeği söylesemde gerçek yalan gibi-şaka gibi olduğundan ve kızının büyüyüp aaaa akıllara ziyan sevgilim dediği veletle aynı evde bi kahve bile içme fikrine ateş ve barut misali baktığından bana inanmakla inanmamak arasında çok gidip geldi...

Sonrasında çoook güldük...

Herşeyi toz bezi yapma adetimiz bir anneyle kızın arasını bozuyordu az kalsın !!!

Zamanla temizlik manyağı olan ben modern bezlere yöneldim. En sevdiğim reyon temizlik ürünleri reyonu oldu. Yok elektronik aletler için ayrı yok ahşaplar için ayrı bi sürü güzel bezim varken, okul bitip ana ocağına dönünce, ana dırdırı çekilmez oldu... Çula çabuta para harcıyosun, ne lüzümsuz şeyler alıyosun diye diye bende artık anamın gençliğinde ki gibi başladım caaaaart caaaaart oooh bu patronum içiiin, caaaaart bu sinyal vermeden dönen adam için kıvamında eskileri yırtıp kullanmaya...

Yaa... Keşke diyorum babanemin paçalılarından birini hatıra diye saklasaymışım... toz bezi niyetine...
Karikatür öyle başlıyodu ya...

:)))))))))

Caaaaaaaaaaaaaaaaart... !!!

24 Temmuz 2008 Perşembe

Have you ever really loved...

Have You Ever Really Loved A Woman?
Really?
Çok sevdiğin bir gün birisine söylemek veya kendine söylenmesini istediğin bir şarkının, hiç ummadığın bir şekilde gelişen olaylarla sana söylenmesi...

Hayat sürprizlerle dolu...
Olmaz dediğin oluyor, olur dediğin olmuyor...
When Harry met Sally kıvamında bir aşka yelken açmış durumdayım...

Korkularım var...
Mutluluklarım var...
Sorularım var...
Cevaplarım var...
Bilinmezliklerim var...
Bilinenlerim var...

O kadar aşk, sevgi gak guk bu yürekten içeri giremez kolay kolay derken, yollar, denizler, dağlar aşar moddayım...

Bir kadının sevdiğine 45 dk'da kavuşabileceği, teknolojinin her türlü irtibat imkanını sağladığı şu yüzyılda, inançlarımı yitirdiğim, korkularımla giydirdiğim bedenim, kalbim, aklım şaşkın...

To realy love a woman
To understand her, you gotta know her deep inside
Hear every thought, see every dream
And give her wings when she wants to fly
Then when you find yourself lying helpless in her arms
You know you really love a woman...

Bu gün gözlerim her zamankinden farklı parlıyor, bakıyor...
Herkese inancınızı kaybetmeyin, etrafınıza iyice bakın ve zamanı geldiğinde olur diyorum...

Oluyor...
Bazı şeyler için zaman gerekiyor...
Doğru zaman
Doğru yer...
Yaşanmışlıklar, istekler, beklentiler...
Bazen tanrım ne kadar geç dediğiniz şey aslında doğru zamanınız oluyor...

Hiç olmadığım kadar benim...
Hiç olmadığım kadar dünya umrumda değil...
Mutluyum...
Sorularım var...
Cevaplarım var...
Bilinenlerim ve bilinmeyenlerim var...
Bildiğim en çok bildiğim; peşinden gitmek aşkın...
Yaşamak...
Sonu ne olur diye düşünmeden...
Söylenmesini istediğim şarkı söyleniyor...
Atmak istediğim kahkahayı atıyorum...
Bir sigara içimlik zamanda özlüyor ve özleniyorum...
Yüzümde kocamaaaan ama kocaman bir hıım hııım gülümseme...

Evet evet ucundan acık aşığım ! (hı-hı... acık :))) )

8 Temmuz 2008 Salı

Kıl-tüy durumlar !

Kadınmısın derdin var !
Hele havalar ısınmaya başlayıp, yaz gelince... İyice derdin var !!!

Neden bu kadar uğraşmak zorundayız?
Neden bu kadar masraf yapmak zorundayız?
Neden bu kadar acı, eziyet ve zaman kaybı yaşamak zorundayız?
Nedeeeeeeeeeeeeen?

Limonu ikiye böleceksin, yarım limonu iyice sıkacaksın, içini çıkarıp şeker için ölçü kabı yapacaksın.
Yaw şu güzelim şeyi sıcak sıcak vücuduma sürmesekte yesek olmamı?
Olmaaaaaz...
Ama ama...

Iyyk !
Ergenliğe adım atıp her ay regl olmaya henüz alışamadığın dönemde bir de kıl-tüy derdin başlar.
Almasak?
Aaaaa olmaz... ne öyle pis pis !
Pis mi?
Sarı sarı tüy işte... Neresi pis? Babamın ki pis dilde benim ki niye pis?
Pis işte !
Pis ?

Gel buraya...
Ilık olduğu iddia edilen ama sıcak olan ev yapımı nefiiiiiis tatlı bacaklara yapıştırılır ve şaaaaak diye çekilir !
Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa...
Aaaaa ne var bu kadar bağıracak !
Acıdı yaaaaaaaaa...

Ya acıdı... Ve hep acıyacak !
Hatun kısmısının neredeyse ölene kadar süreceği işkence 12-13 yaşlarında başlar...
O yaşlarda amaaan etek gicem, aman sevgilimle buluşcam gibi hayati önem taşıyan durumlar yoktur...
Yaş ilerledikçe aaaay tek tüy kalmış, aaayyy çıkmışlar panikleri daha çok yaşanır ve kadınların normal hayatlarının bir parçası olur kıl-tüy yolunması yemek-içmek gibi...

Toplumdan topluma değişir bu durum elbet.
Tazecik bi ergenken iken Avrupalı büyük hemcinslerimizi görüp niye Türküüüüm yaaaa bak kadına uzatmış, hatta örmüş benim ne günahım var diye söylenip hafif tranvatik bi durumda yaşadığımızı söyleyebilirim.

Aaaa bizim toplumumuzda erkeklerimiz çok temizdir, hep yıkanırlar, hep mis gibi kokarlar, koltuk altları tertemizdir ya o bakımdan kadınımızında erkeklerimizden aşağı kalır bi tarafı olmaması gerekmektedir !!!!

Puuuuuuuuuaaaaaaaaa !!!

Eziyettir kadın olmak !
Tavuk gibi tütsülenmek gerekir !
Bacağıydı, kıçıydı, başıydı, kaşıydı...
Doğuştan var olan tüyler mide bulandırır kadında !
Ama erkekte tüm vücut tüylede kaplı olsa da, orangutan da olsa o erkektir, mide bulandırmaz, bulandırmadığı gibi erkekliğinde simgesidir !

Bu yüzden son moda erkek reklamlarında tüysüz ecnebi erkeklere aaaay erkekmi bu? tüyü yok hıh diye tepki veren bizim kadınlarımızdır sadece !!!

Erkek dediğin kıllı olceeek, tüylü olceek !
Kadın?
Höööööt ! Tüyün 't'sine sahip olmiceeeeek !!!

Oldu canıııım da, teknoloji o kadar ilerledi bi seferde bu durumu çözen bişi bulunamadı ! Kışın ayda bir yazın neredeyse 1.5 haftada bir Aloooooooooooo ağda randevusuuuuuuuu aciiiiiil çook acil modundayız !

El değdiğinde kaymak gibin olceeek !
Dilini sürdüğünde dil dondurma üzerinde geziyomuş gibi kayceeeek !
Tabi canım tabiiiii !!!

Limonlusu, soğuğu, sıcağı, sir'i, lazer epilasyonu, kıremlisi, jiletlisi, aletlisi...
Her yiğidin bir yoğurt yeme şekli olduğu gibi her hatununda kendine göre bir sitili var !

Havalar ısınmaya başladımıııııııı allaaaaaaah...
Bacaklar fora oldumu, gözler eller hep üzerlerinde...
Ayyyyy elime geliyooooo...
Ama çok kısalaaaar... Ağda olmaz, yaz günü lazer epilasyon olmaz, alette yok ama evdeki erkeğin jileti vaaaar !
Evde erkek yoksa traş bıçağı üreticilerinin banyo ve kadın ürünleri var !!!

Ulan bi kerede bi erkek telaşlansa...
Kolsuz giyemiyoruuuum, tüylerim çıkmaya başladı dese !!!
Olmaz dimi !!!

Hıım kıl-tüy fetişisti erkekleri ıyyklasakta bazen bizim niye kol altı tüyü seven erkeğimiz yok dediğimizde olmuyor değil !
Ama her zaman diiiil... Arada !!!

Adam spontan gel dese-gelse kıl-tüy derdinden panik oluruz !
Ertesi gün ani bi cici kıyafetlik bi durum olsa gecemiz kabus gibi geçer !
Ha dince tatile gidemeyiz, yüzemeyiz, mağazanın soyunma kabininde bile rahatça soyunamayız !

Aaa kışın paraya kıyıp lazer epilasyon yaptırmış hemcinslerimizi hasetle keseriz ! İçten içe gıcık oluruz !

Kadınsan derdin var !
Manikürün var...
Pedikürün var...
Kaşın var, gözün var...
Kılın var, tüyün var !
1.5 haftada bir ince işin var !

Ulan kendimizden çok erkek için yaptığımız işlerde erkeklere 'ay kadın işi' diye söylenmez de !!!
Sebeeeeeep?
Sanki ne yaptırdığını bilmiyor!
Anlamayacak !

Sanki doğuştan manikürlü-pedikürlü ve tüysüzsün !!!
Nereye?
Ağdayaaaaaaaa !!!
Hah şöyleeeeeeeee...

Hııııır !
Kışın özgürlüğü yazın işkencesiiiiii !
Kadın olmanın dayanılmaz acısı, eziyeti, masfafı, derdi, tasası !

Tavuk gibi tütsülenmek hem de bu sıcakta?
Bu sıcakta kıl-tüy sebebiyle etek-şort giyinememek...
Ah ah...

Bir elinde cımbız öbür elinde ayna...
Umrunda mı dünya...

Nasıl olsun ayoooool?
Onca alınası kıl-tüy varken?
:p

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Cuma gecesi end'i

Gece yarısı aynanın önünde bastırılmış göz yaşı krizimin geçmesini beklerken düşünüyorum:
Nolucak halimiz?
Adamlarda da aynı dert kadınlarda aynı dert !

Hapşuuuuuuuuuuuuu...
Tanrım sağım solum yüzüm gözüm yaş ve sümük içinde !!!

Lanet gözyaşlarımı bastırmak yerine bedenim her normal insanın yapacağı şeyi neden yapmıyor?

Neden böğüre böğüre ağlamak yerine 'alerjik nezle' adı altında istediği gün ve saatte bana bu işkenceyi çektirtiyoooor ?
Tanrım neydi günahıııııım?
!!!

Hapşuuuuuuuuuu...

Birlikte olacak kız yok diyor. Var da adam akıllı bir ilişkiye girilecek yok !
Aaaa benim derdimin aynısı !
Gecenin sonunda bana dönüyor ve 'Hadi gidelim kukumu ye' dedi diyor.
Hödööööö???
Gidip kumru yiyelim demiş olmasın diyorum.
Gülüyoruz !
Millet deliye biz akıllıya hasretiz amma velakin nedendir bilinmez tüm manyaklar bizi bulmakta !
Ne biçim adamsın leeeyn diyorum... Hatun ye demiş yememişsin.
Ozy diyor anladın ne demek istediğimi-derdimi yapma !
Yapmim dicemde muzurluk yapılmayacak gibi değilki !!!

Karışığım çok !
Bir adam sebebiyle...
Boşveeeeer dedim demesine de...
Kendimi beyefendi sayesinde azıcık salak hissetmekteyim !
Beyefendinin mi yoksa kendi hatamdanmıdır nedir bilmiyorum hissettiğim bu salaklık halinden hııır vaziyetteyim.

Akıllıya hasretken yine deliye çattık diye dolanırken...
Londra'lı alman adlı bir ingiliz çekim hattıma düşüyor...
Hoş o düşecek bir şeyler ararken benim geyik muhabbetimde takılıp kalıyor...
Adam mimar olduğumu duyunca daha önceki ecnebi ereklerde tekerrür eden bu şahıstada oluyor veeeeee intelicııııınt arkitekt womııııın oluyorum birden !
Yaw bu gavurlar neden mimar kadınlara böle tepki veriyo bi anlayabilsem !!!
Yerli malı yurdun malılar tepki vermediği gibi tepiyolarda !!! Ama bu ecnebiler... Domatis güzeli de ossan, IQ'nun sadece Q'sunada sahip ossan seni dünya güzeli intelicıııııııııınt ilan edip baş tacı yapmak için uğraşıyorlar !!!
Çözemedim !
Mukadderaaaaaaaaat !

Gönlün istediği 1 alahın verdiği 2 !
Ama gönlün istediği değil !!!
Hoş bu gönül ne istiyo o da pek belli de değil yaaaaa...

Hapşırık krizlerimin arasında gözüm bir ara aynaya takılıyor...
Bunca salya sümüğe rağmen aynadaki görüntümden hoşnut kalıyorum.

Bir yerlerde ama nerede?

Kendimi kendi ellerimle içine soktuğum bir kapanda hissediyorum.
Seneler öncesinin o bildik tuhaf-bunalımlı hali...
İşsizken içinde bulunduğum o durumun kokusu burnumda...

Hapşuuuuuuuuuu...
Bu kadar sıvıyı nasıl üretiyorum ve bunca sıvı arasında nasıl oluyoda bilmem ne zamanının kokusunu duyabiliyorum !!!
İntelicıııııııınt değil inkıridıbıııııııııııııııl bi hatunum o kesin !!!

Yüzümü gözümü bilmem kaçıncı defa silerken, sabret diyorum...
İyi ve güzel şeylere az kaldı...
Bulacaklar seni !

Başlicam şu sikrıt mikrıt zırvalarına !!!
Kendini kandırmaktan öte bişey değil !
Ben kocaman İstanbul'da adam yok derken avuç içi İzmirde'de kadın yok diyor işte adam !

Napsak gidip okutup üfletsek mi kendimizi?
Kocaman olmuş göbeeem bi işe yarar yazdırırız bişiler...
Belki o zaman tünelin ışığı net görülür?

Ne istediğini bilen adam istiyorum !
Şu an ilişki istemiyorum ama ilişki düşündüğüm zaman seni düşünürüm ve sen risk al diyen benden daha manyak daha çatlak bi adamı istemiyorum !

Hayatı paylaşmak istiyorum!
Gülmek istiyorum
Gezmek istiyorum
Birlikte ağlamak, birlikte sıkılmak istiyorum ! birlikte sıkılmanın 'i'li halinide istiyorum !!!
!!!

Hıııııır !!!
Hapşuuuuuuuuuuuuu...
Ebeniiiiiiiii !!!

Verdiğim kadar değer görmek istiyorum !
Önemli olmak istiyorum !
Özlenmek istiyorum !
Gözlerde kendimi görmek istiyorum !
Gülme krizine girecek kadar gıdıklanmak istiyorum !
Kaşınmak istiyorum !

Seni istemiyorum !!!

Arkadaşımada dakka bir gol bir ebemi ye demeyen istiyorum !

Karışığım...
Senelik izne çıkıp bedeni tuzlu suya bandırıp elektürüüükten arındırmak gerek teeeez zamanda !

Bekarlık sultanlıktı di mi?

Haaaaaaaaapşuuuuuuuuuuuuuu !!!
Ağlayacaksan adam gibi ağla leeeeyn !!!

Gecenin bi yarısı elimde cam sil aynaya yapışan sıvılarımı siliyorum...

Burnumu, sıvılarımı, sultanlığı, bekarlığı, erkeklerin topunu...

Neeeeeeeeeeeeeext !
Önce Bakırköye gidiyossun akıllı kağıdını alıyossun sonra,
Savcılığa gidiyossun temiz kağıdı alıyossuuuun...
Adidas raporunuda alıyosuuuuun
Sonra Qmatikten sıra nömarası alıyossuuuun
Ve sonra sabırla neeeeeeeeext denmesini bekliyosuuuuuun !
Bu arada 6 adet vesikalık, kimlik fotokobisi, iş yeri,maaş ve mal varlığı bilgilerin, eş dost referansı...
:pppppppp

Fııs fıııs...
Güzel bi cuma gecesi end'i...
Bir elimde cam sil öbür elimde sümüklü selpak !
Mukadderat !

3 Temmuz 2008 Perşembe

Kalpsiz, kalpsiz, kalpsiz...

Sabah gözümü açar açmaz başlıyor...
Allahtan günlerdir böyle şiddetli değildi diyorum...
Yüzümü yıkamak için banyoya gittiğimde öyle bir çoğalıyor ki...
Genzimden çıkan hapşırıklar bir hıçkırığa benziyor adeta...
Alerjik nezlem coşmuş durumda !
Luise Hay'in kitabındaki tanımı geliyor aklıma:
Bastırılmış göz yaşı !

Klozetin kapağını kapamış, üstüne oturmuş ve neredeyse yarım saattir genzimden hıçkırık çıkara çıkara hapşıran ben aslında çok mutluyum.

Seneler sonra üçümüz bir araya geldik.
Ben ikisinin arsında çok gidip geldim...
Bilmem kaç sene sonraki ilk buluşmamıza öyle heyecanlı uçtum ki...
Gören-soran olsa beni yarime kavuşmaya gidiyorum sanırdı...

İki yay, biri yükselenden yay 3 üniversite arkadaşı...
Birbirimizi günahlarımızla-sevaplarımızla kabullenmiş birbirini çok seven, zaman zaman aramızdaki bağın, arkadaşlığın ve sevginin anlaşılamadığı, eleştirildiği, ufakta olsa hayatımızdaki insanlarca problem edildiği hiç bir şeye değiştirilemeyecek bir dostluk !

Çok az insanın hayatında böyle bir dostluk vardır.
Bıraktığın yerden başlayabilmek...
Birbirini dinlemek...
Doğruda olsa yanlışta olsa düşüncelerini, yaptıklarını anlattığın ve arkanda olan insanlar...

Çok şanslıyız şanslı olmasına da hayat bizi başka şehirlere savurdu...
Biri İzmir'de, biri Ordu'da biri İstanbul'da...
2 kız ve 1 erkek.

Leb demeden leblebi olduğumuz...
Güldüğümüz...
Dinlediğimiz...
Ağladığımız...
En acımasızca eleştirip yoluna saldığımız ve ne olursa olsun kabul ettiğimiz...

Bizi tarif etmek pek zor.
Bizim gibi bir şey yaşanmamışsa anlamak ve kabul etmekte pek zor.
O yüzden hayatımızdaki insanlara kızmadan, orta yolu bulmaya çalışarak onları incitmeden her şeye rağmen sürdürdük bu dostluğu ve sürdüreceğiz de!!!

Seneler sonra buluşan insanlarda genellikle stres oluşur.
Aman fiziğim nasıl, aman işim, aman eşim diye...
Bunların hiç birini yaşamadan sadece birbirine kavuşmanın heyecanıyla uçtum.
Kilo alsamda, uyuşturucu bağımlısı olsamda, cüzzamlıda olsam, başarısızda olsam bizim için önemli olan içimizdi. Birbirimiz için duyduğumuz değer, önemsemeydi...
Yok saçın kısa, göben var, işin iyi veya kötü değil...
Sadece 'biz'

Bu nasıl güzel bir histir...
Sizi gerçek olan bilen, güvendiğiniz, önemli ve değerli olduğunuz ve çok sevildiğiniz insanlarla beraber omanız !
Siz sizsinizdir.
Rol yapmaya, yalandan bir maske takmaya gerek duymadan...
Korkularınızla...
Umutlarınızla...
Düş kırıklıklarınızla...
Sizi sizden iyi tanıyan...
Ne zaman susadığınızı, sigara içmek istediğinizi, yüzünüzün neden düştüğünü bilen, anlayan...

Bu nasıl bir güçtür...
Birbirinize verdiğiniz enerjiyle dünyayı sallarım ben heeeyt dedirten...
Kendinize olan güveninizi, inancınızı artıran...
Sevildiğinizi ve önemli olduğunuzu iliklerinize kadar hissettiren...
Ne keyiftir...
Ne eylencedir...

Ama ne acıdır ha diyince o omuzlara baş koyamamanız...
Telefonlarla, sesle dokunabildiğiniz kadar dokunmak, paylaşa bildiğiniz kadar paylaşmak, gülmek, ağlamak, dinlemek...

Yan yana olsaydık keşke...
Hayatlarımız daha iyi daha güzel, daha enerjik, daha keyifli olmazmıydı?
Olurdu !

Ağzımıza bir kaşık bal çalındı...
Bıraktığımız yerden aynı şekilde devam ettik yine...
Keyif aldık...
Dinledik...
Gözlemledik...
Uyardık...
Akıl aldık-verdik...
Biz biz olduğumuzu gördük...
Kendi içimize çekilip onların gözleriyle kendimizi gördük...

Doyamadık...
Yeterince konuşamadık...
Dinleyemedik...
Tanıştığımız yaşlara dönüp azıtamadık...

Bize zaman yetmez ki...

İçimde mutlulukla burukluk bir harman olmuş dönüyor...
Yüüzmdeki gülen ifadenin tersi içimde bir hüzün...
Doyamadım...
Öyle özlemişim ki bizi...
Ah bir arada olabilsek keşke !
Aynı şehirde...
Kavga etsek, gülsek, ağlasak, deli olsak !

Biz ve hayatlarımızdakiler hep bir arada olsak...

Geçmişi ve şimdiyi çok yad ettim...
Hayatımdaki en büyük başarım ikinizsiniz...
Sizinle dost olmayı başardım.
Ve hala daha hayatlarınızdayım...

Genzimden hıçkırık şeklinde çıkan bastırılmış göz yaşı hapşırıklarımdan sırıl sıklam olmuş yüzüme bakıyorum aynada...
Dünyanın en mutlusu ve hüzünlüsü benim...
Şimdiden sizi çoook ama çok özledim...

Keşke hep yan yana olabilsek...
Ben sudan çıkmış balık gibi hissetmesem kendimi...
Güvende, keyifli, başarmaya inançlı olsam hep...
Bir uçak mesafesinde değilde, yürüme mesafesinde olsanız...

Sizi çok seviyorum.
Kendimide seviyorum :)

26 Haziran 2008 Perşembe

Bilir-bilmez...

İçte yarı bir boşluk hissi...
Ne yapacağını bilemez, kararsız bir hal...

Öylesine bi durma arzusu...
Püfür püfür esen rüzgar bedeni yalarken, deniz kenarında olma arzusu...
Denizle göğün maviliğinin bir birine karışması
Kıyıya vuran dalgaların sesi...
Rüzgarla birbiriyle sevişen ağaç dallarının hışırtısı...
Rüzgardan uçuşan kum taneciklerinin yağlı bedene yapışması...

Özlemler bunlar...

Hayata geçirmek için kıpırdanmak lazım lazım olmasına da...
Bu beden, bu ruh, özlemini duyup hayalini kurduğu kıyı nerde bilmemekte...

Gitmekle kalmak arasında...
Ne istediğini bilmekle bilmemek arasında...

Çoktan tatile çıkmış olması gerekirken ilk defa durmakta...
Denize, kuma, güneşe ihtiyacı var bilmekte ama...
Bilememekte nereye...

Bildiği değişim zamanının geldiği...
Monotonlaşan, kabuklaşan, ağırlık yapan herşeyden sıyrılması gerektiği...
Taze, fresh, nefis, yeni, sıfır adımlar, tatlar, başlangıçlar, arzular, istekler, dilekler, beklentiler...
Yeni, yeniden...

Hamama gidip göbek taşının üstüne serilip keselenmek, yeni taze bir cilde sahip olmak gibi...
Kirlerin, eski derinin soyulup atılması gibi...
Sonrasının verdiği prüzsüzlük, güzellik, tazelik gibi...

Yenilenmek gerekte...
Alışkanlıklardan, bilinenden vaz geçmek, korkusuzca yeniye ileriye adım atmak uyuşuk adımlarla olmuyor işte...

Hadi, hazırız diyen bir enerji yok henüz içte...
Ama olmalı...

İçte yarı bir boşluk hali...
Olura bırakıp yaşamak bilinci tüm hücrelerce bilinsede...
Yinede elle tutulan, kesin bir karar, davranış aramakta, istemekte mantık...

Olura bırakıp yaşamak, hem yapılması gerekeni bildiğiniz hemde bilmediklerinizi çağrıştırıyor...
Normal yaşam sürerken olura bırakıp yaşıyoruz da, olura bırakma kararı alındığında ı-ıh !

İçte yarı bir boşluk...
Ne istediğini bilir-bilmez bir hal...
Mutluyla-mutsuz arası...
Keyifliyle-keyifsiz arası...
Kararlıyla-kararsız arası...

Yak bi cigara... çek içine...
Hayatta dumanın kıvrılıp akması gibi akıyor...
Bırak oluruna...
Hareket etmeni sağlayacak enerji gelecek, dolacak için nasıl olsa...

20 Haziran 2008 Cuma

Pes Cavus

Yaklaşık 2 ay önce başladı...
Sabahları üzerlerine basmakta zorluk çekmeye başladım...
Hızlı gece hayatımdanmıydı yoksa son zamanlarda vücudumun görüp görebileceği en yüksek kiloya sahip olmamdanmıydı neydi sebep bilemiyordum.
Bildiğim uyanır uyanmaz hooop dedik hopdedix kıvamında yataktan kalkamamamdı !

Sabahları kendi kendime espri yapıyordum 'Kilon fazla... poponu, göbeeni taşıyamıyor ayakların!'
Sonra hay huya devam...
Arada aklıma takılsada ayaklarım, hemen düşünce bulutlarını dağıtıyordum...
Yok bişeeey !
Nasıl yok leeen, ayaklarının üzerine basamıyorsun, sanki bileklerin kırılacakmış gibi hissediyorsun, paytak paytak yürüyorsun ve düşmemek için komidinine tutunuyorsun !
Yok bişeeeeey !

Yok bişey tabi...
Delikanlı hatunum ben ne zaman yiğitliğime bok sürdüm ve sürdürttüm?

Ben sürmek istemedim ama vücudum geçen hafta sonu yaşadığım kırık kalp sendromu üzerine yelkenlerimi suya indirmemi fırsat bilerek, 'ahanda fırsat bu fırsattır yoksa dinlemeyecek bu beni' diyip 3 gündür yapmadığı ağrı ve eziyeti bırakmadı !!!

Ben bu vücuda ne kadar sabırlı bir hatun olduğumu öğretemedim !
Günlük hayatımdaki mızmızlıklar, zırlamalar söz konusu bir rahatsızlık olunca olmaaaaz !
Olduğu an en son raddeye gelmişim demektir !

Basamıyorum, yürürken ayaklarımın üstü acıyor, bileklerim sanki cam inceliğinde...
Ayaklarım uyuşuyor, şişiyor !

Aaaa tanrım sigaradan dolaşımı bozdum, iki ayağımında sinirleri cofladı herhalde diyerek için için felaket senaryoları yazarken, internetin o müthiş bilgi denizinde neden yüzmüyosun oldum.

Şincik boyun fıtığı olan bi şahsiyet olduğumdan ve boyun fıtığım benim yanlış doktorlara gitmem sebebiyle 2 sene sonra teşhis edilebildiğinden artık hangi belirtinin hangi doktoru ilgilendirdiğini doktora-hastaneye gitmeden önce bilinmesi gerektiğini biliyorum !

Burası Türkiyaaaaa !
Hastada olsan pastadaaaa, şikayetinin, belirtilerinin kimi alakadar ettiğini bilmezseeeeeen...

Neyse... şüphelerimi sıraladım:
a-siyatikim
b-sigaradan iki ayağımında sinirleri cofladı
c-kilom fazla geliyo
d-doğduğum günden beri yüzü koyun yatmaktan anotomim bozuldu
e-mukadderat !!!

Başaladım hepsinin belirtilerini araştırmaya...
O dil, bu diiil, bu hiiiiç değil derken, neden 'ayak sorunları' diye aramıyorum oldum.
Aradım ve en çok diyabetle alakalı ayak problemlerinin olduğunu öğrendim.
Çok şükür, maşallah diyabet sorunum yoktuda neydi anasını satayım derdim?
Nöroloğamı gitmem gerekiyordu, ortopediste mi yoksa direk kalp ve damar uzmanına mı?

Yasabır çeke çeke azimle araştırırken derdimin dermanını bulduuuuuum.
'Pes Cavus!'
Hödöööö?

Şöyle efendim, bendenizin ayak parmakları değil ama ayağının anatomisi pek bi afillidir. Ayağımın altı oyuk oyuktur. Bende bir köprücük vardır ki Rahmetli Sinan görse esinlenip tüm köprülerini benden gelen ilhamla yeniden inşa eder yani...

Yok ayaol ne ükelalığı, ne megolomanyaklığı... I-ıh ! Çekemiyosanız ben napiiiiim? :p

Rahmetli ayakkabı ustası Hayrettin amcacığım ben tazecik bi 15'likken anacığıma 'Kızının ayakları çok güzeeeel, bilek kemiği çıkık, köprüsü yüksek' diyip bendenizi o yaşlarda fetişist manyaklara nanik yapma arzusuyla doldurmuştu!

Bir ayakkabı tasarımcısından, üreticisinden böyle bir iltifat almak... Hele 15'lik ergen psikoloji içindeyken... Düşünün efendim... :p

Neyse...
O güzel görünüm veren köprücükler aslında ciddi sorun yaratan hasatalıklara sebebiyet verirlermiş.

Ve verdilerde !
Pes cavus ağrılarına çözüm bulamayan hastalar beyin tomografisinden tutun da kemik ölçümlerine kadar bir çok tetkiki yaptırıyorlarmış. Eğer hastanın şansı yaver gider ve iyi bir ortopedi uzmanına denk gelirse doğru teşhis konuyormuş.

İyiki oturup araştırmışım... Yoksa belimdeki kas spazmı probleminden ayaklarımdaki sinirlerde sıkışma oluyor diyerek nöroloğuma gidecektim !!! Anlamsız bir sürü tomografi, masraf...

Çukur taban, kemik gelişimi tamamlanır tamamlanmaz kendini gösteriyormuş. Nası yani 35'lik koca hatun yeni mi tamamaldım kemik gelişimi mi? Töbe töbeeee...

Düz bir alana bastığımızda ayak tabanımızla zemin arasında 1 ile 5 derece arasında boşluk kalırmış. 1 ve 2’yi ‘orta dereceli’, 4 ve 5’i ise ‘tehlikeli’ buluyor uzmanlar. Pes cavus çocukluk ve gençlik döneminde rahatsız etmiyormuş. Çünkü enerji, hareketlilik ve fit vücut, ağrıların hissedilmemesine sebep oluyormuş. Gençlikten olgunluğa doğru tırmandığınız bir dönemde ağrılar nüksetmeye başlıyormuş. Tanrım artık olgun bir kadınım yaniiiiiiii !!!
Ağrılar önce hafif ve kaldırılabilir, zamanla da çekilmez oluyormuş… Şekil 1 A'da görüldüğü üzre...

Gençlik yıllarında arkın gerginliği yeterince hissedilmiyomuş. Zamanla kilo artıyor, vücut yükü sadece ayaktaki iki noktaya binmeye başlıyormuş. Bu da acı, nasır ve topuk ağrılarının artmasına sebep oluyormuş.

Eeee bendeniz bu sene rekor kırarak müthiş bir kilo aldım. Sadece gardrobum değil ayaklarımda isyan etmeye başladı !

60 kiloluk birisinin ayaklarında 120 kiloluk basınç olurmuş...
Eee 63'lük bana maşallah demek gerekiyor...
Tü tüüüüüü...


Tez zamanda zayıflamam gerekiyor. Tabanlarıma şahsıma özel tabanlık yaptırmam gerekmekte. Topuklu ayakkabı yasak. Çok düz giyinmekte. Anneanne topuğu giyinecekmişim !!!
Hala geçmezse sıkıntım, sağ ayağım ufak bir ameliyat geçirecek !!!

Ooooooooooo noooooooooooo !!!

Zayıflayacağım.
Eskisi gibi düzenli spor yapacağım...
Bir süre taban kullanacağım, sonra geçecek !

Güzel ayaklarıma nazar değdii...
Hüü Hüüüüü...
Pazartesi rejim başlıyor...
Rejimden önce sıkı bir dağıtmaca fena olmaz hani...

Her şeyin başı sağlık...
Birazcık daha paytak ördek yürücem...
Napalım?
Hep tavşana benzetilirdim, bu seferde ördek olalım...
Değişiklik iyidir...

Tüm Pes Cavuslara geçmiş ossun diyorum.
Çekmeyen bilemeeeeeez...
Ya...
Mukadderat !
:p
;)

12 Haziran 2008 Perşembe

Yaşlı fare renkli Nebiş...

Üçüncümdü.
İçlerinde ki en pahallısıydı...
En bi en dört dörtlük olandı...
Ve en ilgi yoksunu olandı...

Çok güzeldi...
Efsanenin izleri taşıyan son seriden di...

Sene 2000. İhtiyacım var... Onsuz olmuyor...
Napsak ne etsek derken annem atla gel diyor, alalım.
Gerçek miiiii?
Gerçek !
İyi pekide bu güne kadarkiler hep geçici olduğundan gerçekte ne istiyorum diye hiç düşünmemişim ki...
Başlıyorum aranıp taranmaya...
Ne almalı ne etmeli...
Limitim ne? Ne kadar uçup kaçabilirim? Türkiye'ye dönmek niyetindeyim o zaman ne olmalı?

Eximin dağıtıp hevesimi kursağımda bıraktığı 205 GTI artık üretilmemekte...
Onun yerine 307 düşünsem, benzin parasından batarım...
106 desem, çok ufak tefek be anacığıııım... Çıtır arabası gibi hemde duyduk ki vites problemi yaşatıyormuş bir süre sonra...

Ufff ne istiyorum ben, ne almalıyım? Audi? Nefiiiiis ama...Olmaz belki kocaman bi mimar olunca...

Ne derken, efsaneye duyduğum aşkı hatırlıyorum...
Kırmızı... Ev sahibimin taptığım arabası...
Tamam diyorum buldum aradığımı.
Spor, efsane, uçuyor kaçıyor, biraz poposu tombik ama çizgiler şık, estetik... Hemde Alaman.
Atladım uçağa indim, girdim woswosa...
Giri ossun, çelik jantlı osssun illede roman ossun diyerek aldım onu...
Senmisin o rengi isteyen !!!
Renk için beklerken bide kış bastırmasın mı Avrupa'ya...
Gemi seyahati yaparak süzüle süzüle geldi...
Pek bi güzel geldi Nebahat!
Plakası sebebiyle Nebiş adını aldı.

Nebiş, senelerce sol direksiyon sallamış benim ilk sürüşte sağa sıfırlayıp kulaklarından birini coflatıp ilk cana geleceğine mala gelsin nazar çıksın eylemime mahsur kaldı.

Ah canım vah canım kulağı gitti derken, memleket hırsız kaynadığından çok cana geleceğine mala gelsin vukuatlarına mahsur kaldı.

Diğerleri gibi evimin otoparkında güvenle durmadı.
Her pazar diğerlerine yaptığım elcağızlarımla yıkama-temizleme, pastalayıp cilalama görmedi bilmedi.
Renginin azizliğinbe uğrayıp aylarca 'nassa kir göstermiyo' denilip yıkanmadı !
Memlekette otopark sorunu olduğundan keşfedemedi şehri...
Az kullanıldı, bakılmak istendi ama bakılamadı...

Çok sevildi ama...
Sahibi ilk defa onda sigara içmedi!

Nebiş gitmek zorunda kaldı...
Yol yapmıyordu...
Günden güne yapılmayan bakımlarından dolayı olduğundan daha yaşlı görünmeye başlamıştı.
Her ne olursa olsun benim olan benimdir, gitmesekte görmesekte, kullanmasakta o bizimdir mantığına sahibinin ne aklı ne kalbi daha fazla izin verdi...

Güzel nazlı kızım çok uzaklara gitti.
Tamam bende hak ettiği değeri ve ilgiyi vermedim ama ya o uzak yerlerde daha kötü muamele görürse?

Düşünmek boş.
Mal canın yongasıdır da, o kadar da değil...

Yaşlı fare renkli Nebişim özleyeceğim seni be !
Onca zaman durdun seni kullanmamak için o kadar direndim şimdi canım seni çekmekte...
Eeee Möööörfi kanunu değilde nedir bu?

Özlüyorum onu...
Kullanmadığım için, yeterince ilgilenmediğim için pişmanım be Nebahatım !
Bilesin ki zamanında uzvumdun. Beni hiç yarı yolda bırakmadın. Havam oldun, civam oldun. Anılarımda güzel oldun.

7 Haziran 2008 Cumartesi

Manolya ağacı...

Çocukluktan kalan imgeler...
Ne tuhaf bir manolya ağacı bu sabah beni geçmişe götürüp, gözlerimin dolmasına sebep oldu.
Hassas dönemimimde de değilim sebep ne olabilir dicekken yaşlanıyorum galiba o yüzden hüzünlenip gözlerim doluyor her halde diye cevapladım kendimi...

İki katlı 50'li yıllarda yapılmış Samsun'un en nezih semtinde 2 katlı bahçe içinde bir evin çakıl taşlarla kaplanmış desenli arka bahçesinin orta yerinde kocaman bir manolya ağacı...

Annem çok hassastır demişti...
Çiçeğe dokunduğunda kapanır...
Nasıl yani... görmek istiyorum...
İstiyordum ama kocaman ağacın tepesine çıkıp çiçeklerine dokunmak imkansızdı...
Kuzenlerle bahçede ne zaman oyun oynasak bir şekilde başım yukarda hayran hayran, acaba nasıl canlılığını yitiriyor diye bakardım ağaca... Sonra çakıl taşlarının üzerinde koşturmaya devam.

Ne güzel bir bahçeydi...
Aile olduğunuz ya da aile olduğunuzu hissettiren...
Her şeye rağmen çocukluğun verdiği saflıkla, bilmemezlikle neşe ve mutluluk içinde kurulan ve oynanan oyunlar...
Kavga etsekte, küssekte bahçeye yeniden çıktığımızda sil baştan başlardı herşey...

Çocukluk anılarımda meğersem 'o' manolya ağacının izi büyükmüş...
Teşvikiye'de bir arka bahçede bildiğim, anılarımda yer eden manaolya ağacının güzelliği ve haşmetiyle boy ölçüşemeyecek bir müsfettesi beni masum olduğum, büyümeme ve hayatın gerçeklerini yaşayıp öğrenmeme ramak kalmış senelere götürdü...

11 yaşım yetişkinlerin dünyasına adım attığım yaş.
Yaşıtlarım gülerken oynarken ben, henüz bir çok eşimin ve dostumun bile tanışmadığı acılarla, gerçeklerle tanıştım.

Manolya ağacının etrafında ki bahçe bir an için çocuk olduğum, unuttuğum anları yaşadığım yer oldu sonraları.
Yeniden çocuk...
Yeniden yetişkinlerin acıtan, kıran hırsları, kindarlıkları, öfkeleriyle tanışmadan önceki masumluk, kırılmamışlık...
Akşam üstünün o kısa ama sonsuzluğa bedel tadında gülmek, eylenmek, koşmak, oynamak...

Nedense onca yaşanmışlığa rağmen bir akşamüstü aklımda...
Ağaca hayran hayran bakıp, bıraktığım yerden oyna koşan görüntüm...

Bahçedeki müşteminat'a korkarak girip saklanbaç oynamamız...
Kurban bayramlarında gözümü kırpmadan kurbanların kesilmesini izlemem sonra tüm cepeyi kaplayan balkonda dedemin nefis 'Arnavut ciğeri'nin hep beraber yenmesi ve ağzıma başka bir gram kurban eti sokmamak adına bahçeye kaçmam...

Sabah sabah Teşvikiye'nin teneke mahallesine bakan bir bahçesinde yamuk yumuk bir manaolya ağacının hissettirdiği mutluluk ve hüzün...

Lanet savurup ıslanan gözlerimi kırpıştırarak kahvemi tazelemeye gittiğimde kendi kendime yaşlanıyorum dedim. Artık kokular, çiçekler, böcekler anıları hatırlatır oldu ve ah ah geçmiş zaman olur kiler demeye başladım...

Yaşlanıyorum...
Ya da içimde bir yerlerde kabaran ve ne olduğunu bilmediğim bir özlem var...
Evet bir şeye bir özlem var...
Neye?
Aşka olmasın?
Sevmeye ve sevilmeye duyduğum özlem...
Aşk zamanım gelmiş...

4 Haziran 2008 Çarşamba

Günlüğümden...

Arabanın satılması gerekmekte...
İnternete ilan verdim...
Vermez olaydım...
Bu işler için hazır kart kullanmak en doğru çözüm olurmuş !
Arayan arayana...
Geçen hafta Cuma günü telefonum bilmem ne telefonunu geçti...

Alooo ilan için aramuşdum...
Özellikleri neydüü?

Tekrar tekrar anlat !
Yaw okumanız yazmanız yok mu kardeşiiiiiiiiiiim ???
Pazarlık yok diyodu ilanda !
Ozy'yaaa...
Ne Ozy'si? Ozy hanım canııııııım!!!
Pardon Ozy hanım...
Ama çok istiyorsunuz...
Çok muuuuuuuuuuuu?
Hayatım boyunca hatun kısmısının adının alım-satım, tamir, alet edavat konularında geçmesine tepki göstermiş ben sanki 40 küsür yıllık satıcı edasıyla;

8 yaşında olabilir, ama bu kilometrede bulmanıza imkan yok. 'Kız' gibi hatta neredeyse kız-oğlan kız bir araba satıyorum !!! diyorum.
Hödööööööö !!!
Kız gibi miiiii?
Tamam arabamın plakası sebebiyle adı kız adı ama yani bunca senelik feminist söylemlerine arabayı satmak uğruna aykırı düşmek oluyo mu yaaaaa?

Oluyo tabiiii !
Bu km'de bul dediğim fiyattan aşağıya vericem !

Kısmet bulmak içinde mi internette ilan versem acaba?
Sahibinden, kahve-kestane saçlı, açık olmayan kahverenkli gözlüüü, 35'de toplam sevgili sayımız nedeniyle 10 km'de !!!! :ppppppppppppp Yunanlı Armatör kısmetlerinin... :)))))))

Çatır çatır pazarlık yapıyorum adamlarla...
Koşullarımı dan daaan sıralıyorum...

Peşin...
Satışta aynı gün olacak ama trafikten düşürene kadar anahtarı vermiyeceğim.
Parayı bankaya yatırıp teminat çeki alacaksınız, niye mi? Paranız sahte mi değil mi anlaşılsın diye ! Sonra satış !

Süperim beeeeeee !!!
Ama sonuç: Baktım istediğim fiyata araba leblebi gibi gidiyor fiyatı azcık artırdım... Alıcılarım azaldı...
Mukadderat !
Her körün mü her şaşının mı artık neyse bir alıcısı vardır hesabı bekliyoruz efeeeeeem !

Bayaaaandan satlık vaaaaar !

26 Mayıs 2008 Pazartesi

Diplomatın yaramaz kızı ve azgın tekke İstanbul kadınları... ;)

Sabah sabah yine konuşkan ve ilginç taksici bulmayı başardım...
Öndeki arabanın yol açık olmasına rağmen yokuştan yavaş yavaş inmesi üzerine muhabbet başlıyor...
Gün içinde nelere şahit oluyoruz diyor, trafikte ayrı, yolcularla ayrı bir sürü ilginç olay yaşıyoruz...
Adam sarı-kızıl karışımı hafif karadeniz aksanlı, ses tonu güzel İstanbul taksicilerinde rastlanılması zor kibarlık ve naziklikte bir adam...
Gülümsüyorum ve yaşadıklarınızı anlatan bir kitap yazın diyorum...
Gülüyor... evet haklısınız diyor ve başlıyor anlatmaya...
En ilginç olay telefon olayıdır diyor...
Ne yalanlara ne aldatmalara şahit oluyoruz... Bazende anlatamadıkları şeyleri bize anlatıp rahatlıyorlar, psikolog yapıyorlar bizi diyor...
Ve başlıyor bir aldatma hikayesi anlatmaya...

Şok şık bir çift bindi bir gün diyor. Sevgililer belli. Nazik nazik öpüşüyorlar arada... Bayanın telefonu çalıyor ve konuşmaya başlıyor:
Evet bitanem... şimdi kuaföre girmek üzereyim... Biliyorsun işim uzun sürüyor hayatım, geç kalabilirim herzamanki gibi merak etme...
Ne kuaförü diyor... O sırada otele gidiyoruz ! Konuştuğu kişi kocası...

Ve birkaç hikaye daha...
Gayrettepe yokuşunu çıkarken tüm haftasonu 'Türk Diplomatın Kızı'nı okuyarak geçirmiş ben pazartesi sabahı seks ve ilişki ilginçlikleri duymaya davem ediyorum.

Gülümsüyorum kendi kendime...
Cumartesi akşam üstü arkadaşlarıma bu yaşa kadar tek bir erkekle neler kaybetmişiz aah ahhh diye yaptığım geyikler ve sonrasında 19 yaşımdan beri ara ara gidip geldiğim Londra'da nasıl saf ve masum hayat sürmüşüm ben hayıflanmaları, sadakat, arzular, o an için doğru gelip yaptığınız ve sonrasında yüzünüzü ekşiterek hatırladığınız zararlı veya zararsız davranışlarınız, birini-birilerini kırıp incitebilme yetiniz, ilişkiden beklentiniz ve şu an size iyi gelecek şeyin gerçekte ne olduğu düşünceleri...

Haftasonu değişik bir tür sorgulamayla geçti... Nedenler ve niçinler daha bir aydınlandı... Aşksız seksi yaşayabilenler başka gezegenden, illa aşkla seksi birlikte isteyenler başka gezegenden diye ayrıldı... Manyaklık, tutku ve çılgınlık sınırları gözden geçirildi... Hayranlıktan çok üzüntü duyuldu kitap bittikten sonra... Çocuklukta yaşananların yetişkinliği nasıl etkilediği düşüldü ve kitap kurgu yada gerçek bazı yerlerde dile getirilenlerden ötürü takdir gördü...

Ve sonuç bütün bir haftasonu yapmadan yapılmış gibi olunan seks aktivitesinden öög gelmiş bir haldeyken, sabah sabah İstanbul'lu kadınların erkeklerden daha zeki ve detaycı olarak kocalarını aldattıklarını ve arada paylaşma arzuları dayanılmaz hale geldiğinde hiç tanımadıkları birdaha da karşılaşmayacaklarını var sayarak taksi şöförüne içlerini boşaltmalarını dinledim.

Yeter!
Seks, aldatma ve iktidar yorgunuyum !
İnsanları bir zamanlar içinde bulundukları koşullara göre değerlendirmek gerek diyorum.
Bir erkeğin yaptığını bir kadın yaptığında yargılamak ikiyüzlülük oluyor bence !
Cinsellik her iki cins içinde geçerli.
Ve kendinizi yargılamaktan vaz geçin. O an o size iyi gelmiştir yada gelecek sanmışsınızdır ve yapmışsınızdır... O geçmişte kalmıştır. Artık siz o değilsinizdir. Kimsenin kimseyi bilmeden etmeden yargılamaya hakkı olmadığını düşünüyorum.
Bu dünyaya yaşamak için geldik. Toplumunkinden çok kendi doğrularımızın ve yanlışlarımızın önemli olduğunu ah bi anlasak topluca ereceğiz ama...
Mukadderat !

Eee Evin ananın lafı yiyin gayriyiiii;
Sevişin gaaayriiiii... yapıyorum...

Ve evişin sevişiiiiin diyorum !

:p

23 Mayıs 2008 Cuma

Sigara yasağı

Herkeste aynı terane...
Yasak iyi oldu.
Bok iyi oldu !
Bu sayede bırakırız artık.
Madem bırakıcan niye başladın?, zamanla değil sıkıyosa birden bırak !

Ben tiryakiyim.
Seviyorum sigara içmeyi...
Masamda keyifle bir yandan kahvemi yudumlarken diğer yandan tüttürerek iş yapmayı...
Keyif için, keder için, seks için, yemek sonrası hazım için... İçiyoruz...
Ve canımız içmek istediği sürede içeceğiz...
Tamam zararlı ama günümüzde sigaradan daha zararlı bir çok şey günlük yaşantımızın içinde değil mi?
Cep telefonları
Radyasyon aldığımız bilgisayarlar
Hormonlu sebzeler
Egzoz dumanları...
Hele çocukluğu Karadenizde geçmiş bir şahsiyet olarak bendeniz Çernobil yağmurlarında ıslanmış risk gurubunda sayılabileceklerdenim...
Eeee?
Bunca şeyde bi tek neden sigara yasaklanıyor?
Güneş ışığı zararlı cilt kanseri olursunuz diye o akdar kişi poposunu yırtıyor ama yinede malak gibi, yağlı güreşe çıkacak gibi yağlanıp yatmıyormuyuz?
Güneşlenmekte yasak olsun !
Cep telefonlarıda yasak olsun !
Günde 2 satten fazla bilgisayar kullanmakta yasak olsun !
Alerji yapan, kanserojen olan hormonlu sebze üretmekte yasak olsun !
Gübrelerdeki zararlı karışımlarda yasak olsun !
Aklınıza gelen tüm zarar veren her şey yassak hemşerim olsun !!!

Hem sigarayı üret, hem sattırt hemde yasak de !
Oldu iki gözüm şeker parem varmı başka arzun?

Milletin içip, iyi oldu iyi oldu bu yasak söylemlerine gıcığım.
Ulan madem iyi ne diye içmeye devam ediyosun şu zıkkımı?
Cevap yok... Bu sayede bırakırım diyor kem küm diyerek.

Özgürlükler...
Ah başımıza ne geliyorsa özgürlük ahkamlarından geliyor.
Benim özgürlüğüm senin özgürlüğünü engellediğinde...

10 küsür seneden beri içiyorum.
Bu güne bugün sigara içmeyen hiç bir kimseyi kasıtlı olarak rahatsız etmedim.
İçmeyenin yanına oturmadım, uzağa oturdum, içilmeyen yerlerde saygı gösterdim.
Madem özgürlüklerimiz var, madem insan olarak eşit özgürlük haklarımız var eee o zaman bu çifte sıtandart olmuyor mu?

Tüm dünya genelinde yasanla hala üretilen bir şeyi yasaklamak nasıl bir mantık !
Mekanları ayırın, sadece sigara içenler için mekanlar olsun.
İçmeyen kadar içeninde hakkı var yaşamı tatmaya, keyif almaya...
Güzel bir yemek ve şarap yanında keyifle tüttüremedikten sonra ne diye gideyim ben bir restauranta?
Uzun bir uçuş öncesi gerginliğimi atmak için neden kahvemin yanında bir tane içemeyim uçağa binmeden?

Sağlığa ve çevreye zararlı o yüzden olmaz!
Ha bi sigara zararlı !

Madem insan hakları gak kuku var, bilmemnesi var biride çıkıp; kardeşim biz içenlerinde hakkı var demiyor.
Şöyle ... bir avukat olsa bi savunsak haklarımızı !
Elalem ülkesinde belirlenmiş yerlerde ot tütürsün biz sigara tüttüremeyelim !!!

Memleketin her yerinde eşit uygulanacağını sanmıyorum ben bu yasağın.
Doğudaki ağaya ceza kesmeye kalkan memur, beldeki silahın çekilmesiyle mort olur !
Ağa'nın poki üstüne pok olmaaaz, yerine ağaya büle ceza kesilir repliği dillere dolanır.

Evet çok içmek iyi değil.
Günde 5'i hatta 3'ü geçmemek gerekmekte...
Amma velakin, yaptırımlarla, kendi isteğiniz dışında yasalarla bıraktırılmaya çalışılmak hiç hoş değil.

Yasak olana duyulan ilgi konu herne olursa olsun artar...
Keşke, gönül isterdi ki, mekanalrın dışına atılmadan bize ayrılan bölümlerde kimseye zarar vermeden özgürlüklerimizi yaşayabilelim.

Benim gibi tiryaki olan avukatımda benim gibi sigara savunucularından.
En büyük derdimiz havalimanları...
Yakacağız bir tane dedi... Nasıl olsa 62 kağıt.
Bundan sonra kefen parası biriktirenler gibi bizde ceza parası biriktireceğiz o zaman dedim.

Açık hava konserlerinde bile içilemiyor yaaa !!!
Çekirdeğini çitleyip yere atanlar, hormonlu üreticiler, cep telefonu vericileri her yerde !

Kahvemi alıp yine dışarı çıkma zamanı...
İçicem ulaaan !
Benim gibi gözü kararlar bulup dünya genelinde voltranı oluşturup insan haklarına başvurmak istiyorum !!!
Sigaraya karşılık cep telefonu vericilerinide yasaklayın... Yasaklayamazsınız dimiiiii?
Onun kanseriyle sigaranın ki aynı değil herhalde !

İçiceeem leyn!

20 Mayıs 2008 Salı

Hala yaseminler tütüyormu?

4 günlük tatil fırsatı bir çalışan için kaçırılmayacak bir fırsat.
Eeee birde Nişantaşında yaşayan biri olarak çoktan rengimin değişmesi gerekmekte...
Birde gel-git bir alem içerisinde olan bünyem azcık uzaklaşırsa buraçlardan daha iyi olur düşünceleriyle gençliğimi geçirdiğim, okuyup meslek sahibi olduğum memlekete yollandım 19 Mayıs tatili için...

Güzel Kıprıs'ım... Kurak Kıprıs'ım...
Her zaman ki bozkırlığıyla karşıladı bizleri...
Hava rüzgarlı ama sıcak, deniz soğuk ama şifalık...

Gezgin Türkler'in hepsi kumar için gelmiş...
Birtek annemle ben birde küçük çocuklar deniz, güneş derdindeyiz...
10 sene Kıprıs'ta yaşamış biri olarak kumardan ve kumarhanelerden ööğ gelmiş bendeniz kapıdan parmağımın ucunu bile sokmamaktayım artık.
Eskiden öğrenci açlığıyla gece 12'den sonra verilen yemekler için çok sık giderdim. Paran bitmiş veya proje çiziyorsun sabahlıyorsun, karnın aç... Midene bir sıcak çorba girsin, adam gibi et ye balık ye... Birde canın içmek istiyor alkol bedava... Nasıl olsa 3-5 tanıdık oynayan görürsün...

Hala varmı bilmiyorum ama polis baskınından önce zil çalar ve tüm Kıprıslılar ve ZZ'ler (öğrenciler) kaçışırdı... Süper bir eğlenceydi...

Ah geçmiş...
Ah anılar...
İnsan vaz geçemiyor... Yad etmeden geçemiyor...

Dome'un deniz havuzunda rengarek balıklarla yüzmek, akşam limanda oturmak, Kıprısça konuşmak, yasemin toplamak...

Bu sefer adam canımı çok acıttı.
Eski günler çok üşüştü o güzelim akılcığıma...
Lefkoşa'da çalıştığım miamarlık ofisim, arabam, evim, sevgililerim, dostalrım, gırgırlar şamatalar...
Nerden nereye geldik, ne olmak isterken ne olduk düşünceleri...
Umutları kırılmış, gerçekleştirilememiş hayalleri olan küçük kızın hayaleti kovaladı durdu 3 gün boyunca beni...

Canım hiç dönmek istemedi...
Mavi fayanslı banyolu evi...
Kırmızı halılı salonumu, akşam üstü ofis çıkışı Dome gidip yanıp yüzüp döndüğüm evimin serinliğini, mutfağımın taş zemininin ayaklarımda bıraktığı serinliği ve aidiyet duygusunu...
Çalışma odamın çiizmlerim, gazete-dergi küpürleriyle kaplı duvarlarını...
Kocaman yatak odamdaki tek kişilik yatağımı...
Özgürlüğümü...
İnançlarımı...
Umutlarımı...
Mesleğimi...

Herşeyi ama herşeyi çok özledim...
Çok canım acıdı...

Kişilerden çok yaşam tarzımı özledim.
Sevgililerden çok geçirilen vaktin şamatasını, hayatı paylaşma, yaşama şeklimizi...

Kıprıs çok değişmiş durumda...
Kumarhanelerde oyanmayanlara yemek-alkol yok artık.
Çirkin bir yapılaşma var.
Bu bayra bu bayram bizim değil diyorlar...
Ben Kıbrıs'ı seviyorum... İnsanlarından çok.

Doyamadım canımı acıtan, yasemin kokan adamın bedenime verdiği sıcaklığına...
Eylülde uzun bir gidiş yapmak niyetindeyim.
Yazmak için.
Fotoğraflamak için...
Köşe bucak dolaşıp değişen her şeyi görüp, geçmişle kıyaslayıp yeniye alışmak için...

Hala yaseminler tütüyor...
Buram buram...
Misssss...

Denizin tuzu, renkleri bedene hayat veriyor, güneşi kemikleri ısıtıyor...
Ama Kıbrıs eski Kıbrıs değil artık.
Benim Kıbrıs'ım başka Kıbrıs...

12 Mayıs 2008 Pazartesi

4. F1 keyfi...

Perşembe sabahı her zamanki yaptığım şeyleri yapmak için masama oturmuş, ekranımı açmışken birden içimde bir yanardağ hareketlenmeye başladı...

Ayağa kalktım ve odanın içerisinde bir elim başımı diğer elim boğazımı tutarak dolanmaya başlamışken midem durduk yere içindekileri dışarı çıkarmak için beni dürtmeye başladı...

Ardından başıma bir ağrı girdi...
Yüğreğim deli gibi atmaya başladı...
Midem dönüp durmaya...

Hafta başından beri duyduğum sıkıntı perşembe günü fiziksel olarak kendini dile getirmeye karar vermişti.
Mutsuzdum...
Uzun zamandır monoton monoton gelip gidiyordum...
Ben kimdim ve ne olmak istemekteydim...
Lanet işi artık sevmemekteydim.
Beş senenin bana katkısı cv'de 3 satır ediyordu...

İyi değilim dedim...
Gitmeliyim... Dışarı çıkmalıyım...
Eve, yorganımın altına zor attım kendimi...
Son zamanlarda benden daha sosyal olan annem evden çıkmadan neyin var dedi, kovacaklar seni böyle gelinirmi öğlen olmadan eve...
Depresyon başlangıcındayım galiba...
Akşam Ferrari partin var...
Kusmak istiyorum...Mutsuzuuuuum, depresyondayım, işimi sevmiyoruuuum, partiyede gitmeyeceğim !!!

Bütün bir günü yorgan altında inleyerek geçirdim... Midem madem dışarı çıkmayacak neden dürtüp duruyordu ve başımdaki ağrıda neyin nesiydi?
Partiye gitmek istemiyordum ama gitmem gerekiyordu. Davetiyemle keyif yaşayacak masum insanları yarı yolda bırakamazdım... Depresyon belirtilerimi rafa kaldırdım, duşa girdim ve Massa için geçen seneden daha isteksiz hazırlanmaya başladım.

Parti, sosyetik bir partiydi...
Katılanalrın çoğu mimar ve dekaratörlerdi... Hepsi dergiden fırlamış şekilde giyinen, markasız ve moda olmayan şeyler giyindiyseniz para kazanmayan daha doğrusu mesleki piyasada işe yaramayan görülerek süzüldüğünüz bir partiydi...

Canları cehenneme diyip rengi solmuş siyah jeanimi, bu sene formam olmaktan çıkmış artık bedenime yapışmış sayılan siyah v yaka kazağımı ve ayağımada camperlarımı geçirip, üzerimdeki tek şık şey olan deri ceketimi elime alıp kavalyelerimi beklemye başladım.

O noooo... bir içim su yakışıklığında ve şıklığında iki tane delikanlı ve saçlarını bile taramamaış yüzünde makyajı varmı yok mu belli olmayan ozy...

Ozy depresyondaydı...
Ne pilotlar umrundaydı ne yarış...
Kusmak istiyordu ama midesi bunu hayata geçirmiyordu. Sadece istemesini sağlıyordu...

Parti mekanının otoparkına girdiğimizde, geç kalmış olduğumuz iyice kesinleşti...
Yumuşak, ürkek bir çocuk edasıyla masum masum bakan küçük dev arabanın yanında duruyordu...
Kadife tenli, gözlerine bakınca içine düşüp kaybolmaktan keyif aldığınız küçük adam !
Tanrım bu küçük şeymi beni kendisine tutkun etmişti !
Evet etmişti !
Ferrariyi tutuyordum ama sevmediğim pilotuda sevmiyordum. Kimi için aynı tutkulu coşkuyu hissetmiyordum...
Arabadan indim...
Ve bakışmaya başladık...
Yanına gidebilir, etrafında lüzumsuz kalabalık olmadan onunla baş başa 3 dk. geçirebilirken... Gitmedim...
Sadece baktım...
O da baktı sonra gülümseyerek arabasına bindi...
Ben arkama bakmadan yakışıklılarım arkamda partiye doğru yürüdüm...

Bu ay sevgili dişçim sayesinde göçmüş olduğumdan biletim yoktu.
Arabamdada ogs olmadığından ve kabak lastiklerimden dolayı yola çıkmam iyice tehlikeli ve kendimi ulaştırmam imkansız olduğundan yarışa gitmem imkansızdı.
Ve depresyon başlangıcındaydım.
Hayatımda ilk defa sokarım F1'e diye dolanıyordum !!!

Yakışıklı kavalyelerimden biri Ozy abla yarın ben gitmeyeceğim siz gidin dedi...
Son derece isteksizce tamam dedim.
Kim kalkıp 9'da başlayan antremanlara gidecek !!!
Eski ben İstanbul Park'ta yatıp kalkmayı düşünürdü oysa ki...

Cuma sabahı popomu yataktan kaldırmadığımdan 14'teki antremanlara gidebildik...
Ve ve...
Ozy ozborn, o güzelim sesleri, heyecanı görüp, yaşayıp, duydukça sevinçten, heyecandan bağırdıkça, zıpladıkça sihirli bir el değmiş gibi nasıl iyileşti...
Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa...
Biiiiiiiiiiiiiiiiiiiuuuwwwwwwwwww...
Felippeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee....
Tanrım weber nasıl parçaladı şanzımanı !!! Süper kazaydı oğlum süpeeeer !!!
Eheeeeeeeeeeee...

Cuma akşam üzeri İstanbul Parktan ozy sesi kısılarak döndü...
Ne haber vermeden gitmediği işi umrundaydı nede sebepsiz mide bulantıları...
Ozy'nin yüzüne renk geldi, kanı pompalanmaya başladı, stresi, depresyonu gitti...
Akşam üzeri hele bir arkadaşından gelen telefonla keyfi daha bir eyrine geldi...
Nerdesin?
İstanbul Parkata...
Ben kimse gelmiyor diye bilet almamıştım...
Benimde yok...
O zaman ikimize alıyorum...
Olmaaaaz, param yok ! Yani varda yok !
Aaaaaa... lafımı olur !
Olmaz olur mu? 700 gaymeden söz ediyoruz !
500'lüğünden alırım.

Tanrım, hadi ben manyağımda arkadaşlarım neden benden de manyak !!!

Cumartesi daha heyecanlıydı...
Son anda Massa'nın sıralamalardaki yerini kaybetmesi, Kimi'nin tüm antremanlar boyunca elde ettiği en iyi tur zamanını başaramaması hüzne, acıya ve neredeyse yeniden depresyona döndürecekken son anda yapılan hamlelerle 1.ve 4. sıralar bizim oldu !!!

Pazar güzel geçecekti...
Kimi 4.'lükten sıyrılırdı startta... Massa yerini korurdu...
Massa yerini korudu korumasına da... O beceriksiz Kimi yok muuuuuu !!! Ah ah o yaktı bizi !
Rakip Hamilton, 3. pit stopunu yaparken Kimi onun önüne geçebilecekken, start-fnish düzlüğünde yeterince basamadı ve basamadığı gibi hafifçe kontrolünüde kaybetti. Tam önümüzde pitte olan Hamilton bize sevinç nidaları attırırken, saniyeler içerisinde pitten çıktı ve Kiminin önünde yerini tekrar aldı !

Ondan sonra çok umutlandık ama olmadı...
Olsun sonuçta damalı bayrağı 1 ve 3 olarak gördük.
Ferrarilerim İstanbul geleneklerini perçinlediler.

Felippeeeeeeeeeeeeeeeeee....
Felippeeee...

Fani olanın keyfiyle şarjlandım...Yenilendim... Mutluyum... Depresyonmu? başka bir bahara kaldı...
3 gün boyunca yaşadığım keyif ilaçların ilacı, şifaların şifası oldu !

İstanbul Parktaki 4. yarıştada Ozy Ozborn vardı !
Ve olmayada devam edecek...
Ve paddock diye inlemeyede !
:)

6 Mayıs 2008 Salı

Yaşam-ölüm...

Önümüzdeki hafta salıya, hem cilt bakımı hem lazer...
Çok doluyum birtanem... Seni sonra arayım mı...
Arabakalım...

Nedir abi bu durum... Mayıs gelince bütün kadınlar çığrından çıkıyor ! Güzelleşmek, bakımlı olmak için birbirlerini çiğniyorlar.
Benim derdim de o değil mi?
Yo aslında, son derece saf nedenlerim var... Geçen ay yaptırmadığım cilt bakımımı yaptırmam gerekiyor yoksa, ellerim rahat durmayacak... Gençlik ve spor bayramını kutlamaya deniz kenarına gideceğim için bütün kış boyunca aksata aksata yaptırdığım lazerimi vücudum güneş görmeden son bir seansla eylül'e kadar sonlandırmalıyım.
Ne sevgiliyle randevu ne başka bir olay... benim derdim.

Telefonum çalıyor...
Yarın iptal edilmiş bir randevum var, ancak lazere alabilirim seni...
Napalım olsun... Cilt bakımım deniz sonrasına kalsın...
Bir an önce manikürcümü arayım, randevu alayım... önümüzdeki haftaya tımar etsin beni...

Hayat ne kadar yalan dolan...
Arkadaşımın annesi öleli 1 hafta olmadı henüz...
Hepimiz bir gün öleceğimizi yadsıyarak deli gibi hayatın içinde yüzüyoruz... Yüzmekte değil çırpınıyoruz.
Manikür, pedikür, ağda, kaş... Ay saçımın boyası geldi, kıçımın yağları çıktı !

Yatak odamın penceresinden evlerin ışıklarına bakıyorum.
Birer birer yanıyor ışıklar...
O pencerelerin içinde neler var kimbilir...
Elimde roze şarabım, martıların seslerini dinleyerek yudumlarken gözlerimi pencerelerde gezdiriyorum.
Geçen hafta ölüm haberini aldıktan sonra sevdiklerimi aramam, onları öpüp koklamak için nasıl çaba harcadığım geliyor aklıma...
Daha sık görmeliyim onları diye karar alan ben... 1 hafta olmadan hayatın içinde çark etmek üzereyim...

Herkes bir hay-huyun içinde...
Acılara, mutsuzluklara, dertlere rağmen hayat devam ediyor... Ta ki...
Evet ta ki...

Ölünce ne manikürün, ne kılın tüyün ne popondaki selülitlerin umrunda olacak. Yetiştirildiğimiz inançalara göre tüm derdimiz cennete mi yoksa cehenneme mi postalanacağımız olacak.

Çocukluğumdan beri içimde korku uyandıran ilk gece ki sorgu sual olayıdır.
Melekler gelecek ve defterini açıp soracaklar sana...
Belki babamı küçük yaşta kaybetmenin verdiği, çocukluktan kalan bir korku... Evde okunan dua sırasında hoca yardımcısı ol tanrım dediğinde, çocuklara özel hayal gücüyle nasıl kurguladıysam sorgu sual olayını...

Bilinmeyene yada huzura yada cehenneme her neyseye gidene kadar burda debelenip duracağız anlamsızca.

Ay kaşımı çok inceltti bu sefer !
Adam yasemin kokusu seviyor, yasemin kokmalıyım...
İki kilo fazlam var...
Hangi renk oje sürsem bilemiyoruuuum...
Bu sene şunlar moda, almazsam olmaaaaaz, kredi kartına on yüz bin taksiiiit yapıyolar...
Şekerim bu gün öğlen buluşalım yemek yiyeliiim, müsait dilmiisn eee haftaya o zaman haha...

Hayat akıyor...
İki sene olmasına rağmen annem babasına ağlıyor...
Babaannemden sonra Saray'a gidemiyorum... Yol canımı acıtacakmış gibi geliyor...
Arkadaşım ağlıyor...
Hayat tuhaf bir şekilde devam ediyor...

Önümüzdeki haftaya kadar tırnaklarım kırılmazsa freeenç yaptırayım diyoruuum...
Hafif pembeee gönlüm sende tenimde güzel durur...
Hım?

Kütüphamemde bir söz asılıdır senelerdir; Hipocuğumun;
Sanat sonsuz hayat kısa diye...
Bence, Yaşam sonsuz da hayatlarımız kısa be...diyerek, elimdeki kadehi aramızda olmayanlarakaldırıyorum...Ve fani olanın peşinden hayat denizine atlıyorum.

29 Nisan 2008 Salı

Memleketin KGS-OGS çilesi...

Pazar gününden beri İstanbul köprü çilesi yaşıyor...
Hoş hep yaşıyor ama bu sefer ki farklı bir çile...
II. Köprüde de artık nakit geçerli olmadığından yaşanıyor bu çile...

Ekranlar iki gündür köprüden manzaralarla dolu...
Haber merkezleri trafik çilesi çekenleri, çektiren diye suçluyor birde suçlamakla kalmayıp onlarla alay ediyorlar...

İstanbulluyum. Arabam var.
Ama kullanıyormuyum?
Hayır!
En zor park yeri bulunan, şehrin en pahallı otoparklarına evsahipliği yapan Nişantaşlıyım...
İşe gel, otoparka para öde, eve git, para öde, gezmeye git para öde...
Öde de öde...
Hani bi reklam var son günlerde ekranlarda... paraları savuruyorlar... İstanbul'da arabanın olması demek, o reklam filmindeki gibi paraları savurman demek !

40 yılda bir arabamı kullanıyorum...
Tekirdağ'a büyük amcamı ziyarete gittiğim senede 1 veya 2, Formula 1 için Tuzla'ya giderken ki o zamanda sadece antreman ve sıralama turları günlerinde, yarış günü toplu ulaşım araçlarını tercih ediyorum, İKEA Bayrampaşada açılana kadar senede 2 defa...

Bumudur abi?
Budur !
Bana ne OGS ne KGS lazım !
Karşıya senede 4 defa anca geçen birisi için, ücretli olmasına rağmen her yeri yama içinde olan TEM'de 1 saatlik yol yapmak için nakit ödemek benim işime gelen birşey...

Haberlerde soruyorlar, İstanbullumusunuz?
Evet
OGS'niz veya KGS'niz yok ! Aaaaaaa !!!
Ne Aaaası lan !
Senede 1-2 defa karşıya geçen için devletin lüzumsuzca kart aldırması asıl 'Aaaa...'lık bir durum !

Anadoludan gelen garibanın ne suçu, ne günahı var?
Adamın işi olmuş gelmiş arabasıyla... Dönecek geriye sen ona illa kart diyorsun... Adam soruyor tek seferlik yok mu diye... Yok canım yoook ! Eskiden devletin malı deniz yemeyen domuzdu, şimdi halkın parası deniz yemeyen.... devri olduğundan alacaklar paranı ! İstanbul hatırası diye saklayacaksın kartını...

Ukalalık etmeyi hiç sevmem ama, İngiltere'de de, Amerika'da da otobanda seyahat etmişliğimiz, ücret ödemişliğimiz var. Gişelerde adam yok. Turuncu bir sepete paranı atıyorsun geçiyorsun... Bizim memlekette atmaktan çok çalmak olacağından söz konusu bile olamaz ama, kart-mart yok hiç biryerde !!!

İstanbul'a gelenden illa para alacağım diyorsan, Newyork'un gelenden-çıkandan kestiği vergi benzeri birşeyi uygula. Otobüs-tren fark etmiyor... Bilet ücretine ekliyor vergiyi... Ulan geldik şehrinize, gezdik, para harcadık desende yoooo diyor, bu şehre ayak bastı paranı ve giderkende yediklerini içtiklerini, .... ettiklerinin temizleme parasını alıcam !

Haksızlık, büyük haksızlık !
Anadoludan gelenin suçu ne?
Benim gibi 40 yılda bir karşıya geçenin suçu ne?

Köprülerden, yollardan alınan paralar kime ve nereye gidiyor?
3 lira veriyorum, Tekirdağ'a gidiyorum, yamalardan zig zag çiziyorum ! Ne o yurup tıransit motor... Hadi leeeeyn !

Memleketin her yeri sanki çift gidiş geliş otoban doluda... KGS-OGS her yerde kullanılabilirmiş gibi de...

Onuda geçtim, İstanbullusun ya alacaksın... almazsan nasıl İstanbullusun sen?

Böyle İstanbulluyum ben !!!
Ekranlarda ahkam kesen habercilerden daha bi İstanbulluyum... Atalarımın seceresini çıkartıp burunlarına sokucam !!! Kaç nesil İstanbulluymuşuz... Yaaa ama kartım yok !!!

En güzel çözüm fişlemek !
Tüm araçların kayıtı yokmu?
Ordan burdan geçerken plakayı okusun aletler, sene sonunda da kaç lira borcum varmış diyip ödeyelim...
Trafik borcu nasıl internette çıkıyorsa... Bu da plakadan, ruhsat bilgilerinden girilip bulunsun. Bir kere geçen 1 kere, milyon defa geçen milyon kere ödesin sene sonunda veya ortasında !!!

Birşeyi yaptım oldu mantığıyla yapan ülkem benim...
Azcık daha geniş düşünülse...
İstanbul tarfiğini rahatlatıcam diye, günahsızların günahına girilmese...

Dimi?
Olmaaaaaaz !
Susun böyle...
Ensenize vurup daha neler edecekler !
Ödeyin KGS-OGS...