Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

7 Haziran 2008 Cumartesi

Manolya ağacı...

Çocukluktan kalan imgeler...
Ne tuhaf bir manolya ağacı bu sabah beni geçmişe götürüp, gözlerimin dolmasına sebep oldu.
Hassas dönemimimde de değilim sebep ne olabilir dicekken yaşlanıyorum galiba o yüzden hüzünlenip gözlerim doluyor her halde diye cevapladım kendimi...

İki katlı 50'li yıllarda yapılmış Samsun'un en nezih semtinde 2 katlı bahçe içinde bir evin çakıl taşlarla kaplanmış desenli arka bahçesinin orta yerinde kocaman bir manolya ağacı...

Annem çok hassastır demişti...
Çiçeğe dokunduğunda kapanır...
Nasıl yani... görmek istiyorum...
İstiyordum ama kocaman ağacın tepesine çıkıp çiçeklerine dokunmak imkansızdı...
Kuzenlerle bahçede ne zaman oyun oynasak bir şekilde başım yukarda hayran hayran, acaba nasıl canlılığını yitiriyor diye bakardım ağaca... Sonra çakıl taşlarının üzerinde koşturmaya devam.

Ne güzel bir bahçeydi...
Aile olduğunuz ya da aile olduğunuzu hissettiren...
Her şeye rağmen çocukluğun verdiği saflıkla, bilmemezlikle neşe ve mutluluk içinde kurulan ve oynanan oyunlar...
Kavga etsekte, küssekte bahçeye yeniden çıktığımızda sil baştan başlardı herşey...

Çocukluk anılarımda meğersem 'o' manolya ağacının izi büyükmüş...
Teşvikiye'de bir arka bahçede bildiğim, anılarımda yer eden manaolya ağacının güzelliği ve haşmetiyle boy ölçüşemeyecek bir müsfettesi beni masum olduğum, büyümeme ve hayatın gerçeklerini yaşayıp öğrenmeme ramak kalmış senelere götürdü...

11 yaşım yetişkinlerin dünyasına adım attığım yaş.
Yaşıtlarım gülerken oynarken ben, henüz bir çok eşimin ve dostumun bile tanışmadığı acılarla, gerçeklerle tanıştım.

Manolya ağacının etrafında ki bahçe bir an için çocuk olduğum, unuttuğum anları yaşadığım yer oldu sonraları.
Yeniden çocuk...
Yeniden yetişkinlerin acıtan, kıran hırsları, kindarlıkları, öfkeleriyle tanışmadan önceki masumluk, kırılmamışlık...
Akşam üstünün o kısa ama sonsuzluğa bedel tadında gülmek, eylenmek, koşmak, oynamak...

Nedense onca yaşanmışlığa rağmen bir akşamüstü aklımda...
Ağaca hayran hayran bakıp, bıraktığım yerden oyna koşan görüntüm...

Bahçedeki müşteminat'a korkarak girip saklanbaç oynamamız...
Kurban bayramlarında gözümü kırpmadan kurbanların kesilmesini izlemem sonra tüm cepeyi kaplayan balkonda dedemin nefis 'Arnavut ciğeri'nin hep beraber yenmesi ve ağzıma başka bir gram kurban eti sokmamak adına bahçeye kaçmam...

Sabah sabah Teşvikiye'nin teneke mahallesine bakan bir bahçesinde yamuk yumuk bir manaolya ağacının hissettirdiği mutluluk ve hüzün...

Lanet savurup ıslanan gözlerimi kırpıştırarak kahvemi tazelemeye gittiğimde kendi kendime yaşlanıyorum dedim. Artık kokular, çiçekler, böcekler anıları hatırlatır oldu ve ah ah geçmiş zaman olur kiler demeye başladım...

Yaşlanıyorum...
Ya da içimde bir yerlerde kabaran ve ne olduğunu bilmediğim bir özlem var...
Evet bir şeye bir özlem var...
Neye?
Aşka olmasın?
Sevmeye ve sevilmeye duyduğum özlem...
Aşk zamanım gelmiş...

Hiç yorum yok: