Bugün tam 31 sene oldu...
Ooow uzun zaman... çok uzun zaman...
Modalar değişti, arabalar değişti, artık uzaktan kumandası fişe takılan videolar yok...
Hiç bir şey bıraktığın gibi değil...
Sadece giderken ruhlarımızda ve yüreklerimizde açtığın yara aynı...
Aslında o da aynı değil...
Özlemin de aynı değil...
Eskiden sana duyduğum özlemle şimdikisi farklı...
Gidişinin ruhumda kopardığı fırtınalarda farklı...
Zaman herşeyin ilacı denir...
İlacı değil, yaşarken ihtiyaçlar, özlemler, beklentiler değişiyor değiştikçe de gidişinin tarifi olmayan hissi şekil değiştiriyor...
Bu yaz, amcam çok hastalandı... Biraz ölümle c-eeleştik...
Çeşme acil serviste sıra beklerken koluma yapışıp gözlerini berktirip nefes alamaz duruma gelip, ben can hıraş acili yardım ediiiin yardııım edin ne duruyosunuz diye bir birine kattarken fark ettim ki, babam o!
Bu yaz bir kaç defa ona 'baba' dedim.
Sonra pardon dedim...
Yıllardır ona daddy diye seslenirim... Ama kendi ana dilimde, gerçek anlamıyla bu yaza kadar hiç öyle seslenmemiştim ona...
Daddy demek farklıydı baba demek farklıydı... Onu hem mutlu edebilir hem de yüklediği sorumlulukla ağır gelebilirdi... Ve öz babama da ihanet etmek olabilirdi...
Karışık yani... Anlamanız zor... O yüzden pardonlar...
11 yaşıma kadar herşeyimde yanımdaydın...
Bezlerimi değiştirdin, sensizliğe dayanamıyorum, ateşlenip yataklara düşüyorum diye inşaatlarını bırakıp zamanın 'ulaşım' yokluklarında yanıma koşup durdun...
Okumayı-yazmayı seninle öğrendim...
Senin rapidolarını kıra kıra mimar olmaya karar verdim...
En ihtiyaç duyacağım yaşlarda gitmek zorunda kaldın...
Ve en deli çağlarımı o devraldı!
Sen varken de hep o vardı aslında...
Ankara'da tedavi görürken her haftasonu benim için Samsun'a gelir, pazarları Oskar'a gider tandır yerdik!
Baba özlemimi bastırmak için, bekarlığı seçmiş bir adam yeğeni için yol yapardı!
Seni görmeye Ankara'ya geldiğimde ilaçların etkisinde bilinçsizce yattarken, babasının onu tanımamasını anlamayan ve huysuzluklar yapan yeğenini bir günde 3 defa Vakko'ya götürüp bu yaşımda yaşayamadığım alışveriş deneyimlerini yaşatan oydu...
İlk aşkımdan ayrıldığımda aşk acımla evi terk edip (ne terk etme Çiftlik caddesinde 4 tur atmaca evi terk etme oluyodu o zamanlar) sokaklara düşüp beni arayan oydu...
Ergenlik öfkelerimi, meslek ve okul seçim krizlerimi hep o yaşadı...
Üniversiteye teslim ederken sarılıp gözleri dolan oydu...
Başarılarımı ve başarısızlıklarımı, deliliklerimi, kredi kartı borçlarımı, harçlıksız kalıp aç kalmalarımı gideren hep oydu...
Bana dünyayı sunan da oydu...
İlk okul 2'de hayatıma Van Gogh'u sokan oydu...
12 yaşımda Aya İrini'de ki ilk klasik müzik dinletime götüren de oydu...
Nazım'la tanıştıran da oydu...
Dünya sineması-tiyatro-ressamlar...
Rakıyı içmeyi de öğreten oydu!
Öyle tek araba kullanarak araba kullanma öğrenilmez diyip şantiyedeki bütün arabaları kullandırtıp araba kullanmayı da öğreten oydu... Bi otomatik öğretmedi... Hep düz düz... :)
Son inşaat işimizde daha kesit almayı yeni öğrenen bebe mimarlık öğrencisiyken beni masanın başına geçiren de oydu...
Mezuniyet projemde manyak bi arazi seçtiğim için bana sabırla yol hesabı yapıp, yol yapmayı da öğreten oydu. O yüzdendir otobanlarda bok atmam mühendislerine...
Bu yaz gel-gitli bir yazdı...
Eli ellerimde kimi zaman cansıza yakın durdu...
Ve ben hep bildiğim ama ilk defa kıyısına gelip gözlerimle gördüğüm şeyden çok ürktüm; Onu yitirdiğimde 2. defa baba kaybı yaşayacaktım...
Çeşme dar geldi bu yaz...
Deli rüzgarları ruhumun fırtınaları yanında üfürük gibi kaldı...
Korkularım sardı sarmaladı beni...
Ve o baba yarım değil babam oldum.
Bugün 31 sene oldu...
Seni unutmadım...
Bana daha hayattayken onu verdin...
Seni sevdiğim kadar onu da çok sevmelerimi hiç bir zaman kıskanmadın...
Elinde ayakkabıları merdivenlerden sessizce kaçardı ben arkasından 'Pıtkacııım, pıtkaacııım' diye ağlardım...
Hiç bir zaman amcama duyduğum sevgiden yüksünmedin...
Sen kızarsın diye ona gidip söylediğim şeylere sadece şımartıyorsunuz diye tepki verirdin...
Şımarmadım...
Şımartılmadım...
Ölmeden 15 gün önce sen, amcam, babanem ve ben oturuyoduk ve ben senden çok amcamı seviyorum demiştim...
Hep tedavi için İngiltere'de yada Ankaradaydın...
Her koşulda yanımda olan oydu ve sana duyduğum özlem ister istemez sana karşı öfkeye dönüyordu...
O gün seni kırdım di mi?
Aslında seni daha çok seviyordum biliyordun dimi?... Seviyorum...
Bunu söylememe gerek yok...
Yok ama 31 sene sonra yeniden 'baba' diyebilmek güzel...
Küsme bana...
Sensizliğe alıştım...
Sadece çok aşık olup, aşkından yara alınca sana sarıyorum...
Küçük çocukların babama söylicem babanı dövcek tribi gibi bişeye giriyorum galiba... :)
Çok aşık olmazsam sorun yak yani Yavuzcum... ;)
Geçen sene hayata bir kayıp deneyimi yaşamayla geldiğimi Çiftlikköy'de dolunaya karşı rakı içerken 'aydınlanarak' anlamıştım...
Beni doğurur doğurmaz ölümlerden dönen annem ya da sen...
Kaderimde çocukken bu deneyimi yaşamak varmış... Bunu anlamam neden 30 sene sürdü bilmiyorum ama gidişinle barışığım artık...
Mezarının etrafındaki bi sürü bebek mezarlarını seni görmeye geldiğimde hala kıskanırmıyım bilemiyorum... O orda gelişen ruh durumuyla alkalı... :))
Heey herşeyi birden kabullenemem! :)
Azcık kapris hakkım olsun...
Biraz karışık bi yazı oldu...
Bi af dileme yazısı belki de...
Amcayı 'baba' olarak gördüğüm için darılmandan korkma yazısı...
Sen mi o mu?
İkinizden de vaz geçemem... Ama olur da gelsen sımsıkı sarılır ve bırakmam seni...
Heeey bi ara bi zahmet rüyalarıma gir! Senelerdir girmiyorsun... Belki de girmediğinden arada 'arıza' kadın moduna bağlıyorum... Bi özlem gidersek geçecek belki arızalar... ;)
31 sene önce bugün hayatımın en boktan pazarıydı!
31 sene sonra bugün bir sürü koşuşturmalı telaşeli bi iş günü...
Yaş ilerleyince acılara tahammül daha zorlaşıyor...
Küçüklerin dirayeti yok büyüklerde...
Acı da olsa tatlı da olsa ağaç yaşken eğiliyor...
11 yaşındaki küçük kız çocuğunun ketumluğunu, sabrını çok arıyorum bazen...
Sahi o benmiymişim diyorum...
Benmişim...
E ee o zaman...
;)