Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

9 Ekim 2012 Salı

Cam kırıkları

Nefes alıp verirken titrersin...
Dışarı çıkan nefesin canını acıtır... 
Dışarı verdiğin nefes sanki cam kırıklarını üflemek gibidir...

Yavaş yavaş önce ciğerlerini, sonra nefes borunu keser...
Acıdan kurtulmak için verdiğin nefesin şiddetiyle cam kırıkları etrafa saçılır...
İçinden nefesinle çıkan cam kırıklarının acısından, dışarıya üflediklerinin savrularak tekrar sana battığını fark etmezsin...

Küçük keskin cam tanecikleri, içinden çıkmanın sıcaklığıyla tenine usul usul saplanırlar...
Küçük parlak pırlantalar gibi etine battıkları yerde parıldarlar...
İçindeki acıdan etindekini fark etmezsin...



İçindeki durum dışından daha beterdir...İçindeki kesikleri tedaviye çalışan cerrahlar artan kanamadan çaresizlerdir...


Gözlerin bakar, yüzün güler...
Gülen gözlerin ağlıyordur aslında...
İçindeki derin kesiklerden gözlerinde gülmekten ağlamanın değil acının kanlı göz yaşları vardır...
Usul usul ılık ılık kan ağlarsın...
Arada ufak pırlanta ışıltısında cam kırıkları kanlı göz yaşlarından aşağıya süzülür... 
Her gözünü kırpmanda, her baktığında camdan pırlanta tanesi gözlerinden aşağıya kanlarla birlikte süzülür...
Kimse görmez o kanları...

Sen yaşarsın...
Gülersin... Eğlenirsin...Gezersin...

Her nefeste cam kırıkları saçılır etrafa...
Nefes almak ama vermek istemezsin...
Ama almak ve vermek zorundasındır...

İçinde artan kanamadan endişeli doktorlar ellerinde acil müdahale ekipmanlarıyla bekleşirler...
Kanamayı durdurmak zordur artık...
Tamponlar yetersiz kalır...
Aort zorlar onları...
Kesik içinde bir kalp... 
Tanrıyla yarışan en başarılı cerrahın bile korkup kaçtığı...

Kanayan bir kalp...
Sıcak...
Atan...
Ama kanayan... Durmadan kesilen ve kanayan...
Her yeri cam kesiği dolu bir kalp...
İçindeki doktorlar en iyileri de olsa... Her yerinden cam kırıklarının usul usul fışkıran kanına yetişemeyen...

Cam kırıkları tüm etine batık parıl parıl parlarken...
İçindeki doktorlar pes bayrağını çekmiş, monitörden ölüm saatini okumayı beklerken sen hayata devam ederken gözlerinden kanlı göz yaşları boşalırken, her nefes verişinde için parça parça olup kırılgan bir camdan heykele dönüşürken...


Hayat devam ederken...

Kapıyı kapatıp kendi kendine kaldığında...
Tuzla buz olursun...
Büyük bir şangırtıyla etrafa saçılırsın...
Her yer cam tanesi...
Her yer sen...
Monitörün tek düze ölümünü ilan eden sesini bekleyen doktorların kaçan ayak seslerini duyarak her yere savrulmuş sen paramparça her yerde... 

Tuzla buz olmak...
Küçücük cam tanelerine ayrılmak...
Sen olmak...
Ama bir sürü küçük, keskin cam tanesi olmak...

Saçıldığın yerde öylesine durmak...
Yarın olduğunda yeniden toplanmak... Yeniden sen olmak... 
Yeniden gülmek, yeniden yaşamak, yeniden bütün olmak, sonra yeniden dağılmak, küçücük parçalara ayrılmak... 
Ama yeniden birleşip bütün olmak...
....
Onca küçük tane eksiksiz tekrar nasıl bir araya gelir? 

Hiç yorum yok: