Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

4 Ekim 2012 Perşembe

Ünye

Dün öğleden sonra annemle afacanların saldırısına uğrayıp birbirimizle didişmeye başlayınca hadi dedik evden çıkalım bir yerlere gidelim... 
Gidelim ama nereye? Eskiden Çarşamba'ya tren vardı... Trene atlayıp Çarşamba'ya mı, yoksa dolmuşa binip nefis pide yemeğe Bafra'ya mı... 
İkisini de boş verip komşu il Ordu'nun ilçesi olan Ünye'ye gitmeye karar verdik... 
Hem doğa güzelliği hem pide hem de nereden baksak gitmeyeli 20 seneden fazla olmuş bir yer... 

Samsun'dan Ünye'ye minibuscıklar gidiyor... Adam başı 9 kaat! 1 saatlik mesafeyi 1.5 saatte yolcu indire-bindire aldıklarından evde basmış olan afacanların daha heybetlileriyle bir seyahat yapıyorsunuz ama varınca 'Uuuy iyiki gelmişiiiz daaaa!' oluyorsunuz...

Karadenizli 'da'yı çok kullanır... Ruslardan bize gelmiş derler ama ben pek inanmam... Adamların eveti bizde lafların sonuna gelen bize has özel bi ek mi olmuş yaniiii??? 

Bu soruyu Türkolog tiiizeme sormam lazım... Lazım daaaa benim imlasız yazılarım için çoook fırçalıyo beni o yüzden cıkıııs!!! ;))) 

Aklımıza esen vakit ve varışımız biraz geçkin olunca 15'den 18'e kadar Ünye'de kaldık... 18'den sonra Samsun'a araba yokmuş... Ordu arabalarını beklemek gerekiyormuş... Riske ne gerek var... yeter bize 2-2.5 saat! 

Ünye sevdalımızdır bizlerin... Karadenizlilerin göz bebeklerindendir...
Çocukken Ünye'nin çamlık bölgesine pikniğe ve denize girmeye giderdik... O zaman çift gidiş geliş yolda yok... Ooow ne tantana ile gidilirdi! 

Bizim zamanımızda Lise okul gezileri de Ünye'ye yapılırdı...Aşıklar meyşikler, platonikler allaaaah ne keyifti... Ne güzeldi o otobüs yolculukları... 

Şimdilerde yok eskiden Süzer firması vardı... Oğulları bizim okuldaydı... Ertekin otobüsleri ayarlardı... Alllaaaah... Ulan koca şirketi batırdılar ya!!! 

Bir sürü unutulmuş hatıra üşüşerek değişime şaşa şaşa yolculuk yaptık...

Terme, Çarşamba... hepsi nasıl değişmiş! Hele Çarşamba! Ulan kendiniz şehir olmuşsunuz zaten, oturun yerinizde Samsun'a yerleşip daha beter bozmasanıza!!!! 

Ünye suyu meşhurdur! Susamamış olsam da alıyorum bir tane... Eskiden cam şişelerde su verilirdi otobüslerde... Hatırladınız mı? Şimdilerde yeniden cama dönme telaşındayız keşke hiiiiiç değişmeseymiş... :)





Güzel Ünye'nin tarihi M.Ö. 1500lere kadar uzanıyor... Güneşin denizden doğup denizden battığı Ünye kimlere kimlere ev sahipliği yapmamış ki... İyonlara, Kaşkalara, Hititlilere, Pontuslara, Romalılara, Selçuklulara ve Osmanlılara... 
Adı Latince ve eski Yunanca da  üzüm-şarap anlamına geliyormuş... Karadenizde şarapçılık olmuş mu ki? Adının geldiği anlam ilginç geldi... Bunu araştırmalı... Ben hiç Ünye'nin yaylalarına çıkmadım ancak Ünyeli'ler sabah denize girip yarım saatte yaylalara ulaşabileceğiniz tek yerleşim yeri biziz diyorlar... 5 tane kalesi var Ünye'nin! Bunca zaman sadece denizinden faydalanıp detaylıca gezmemek hata olmuş... Seneye adam akıllı bir Karadeniz turu yapmak istiyorum o zaman incik cıncık kalesinden-yaylasına her yerini gezmek için bana gülümseten anılar vermiş Ünye'ye söz veriyorum...

Kısa süreliğine gelince adam gibi gezilemiyor, geldiğimiz minibuscığın muavini meydandaki dolmuşlara binin Çakırtepe'ye çıkın diyor... Söz dinleyip dolmuşlara gidiyoruz...

Efendice genç bir şoför bize kocaman sıcak bir gülümseme veriyor... Hemen yanına oturuyoruz... Sohbet sever annem başlıyor muhabbete! 

Çakırtepe'ye çıkarken köy-kent arası yerleşkelerin içinden geçerken bahçelerdeki karalahanaları görüyorum... 
Canım nasıl karalahana dolması ve çorbası istiyor!
Uff diyorum bulsak da yesek-içsek!
Arka koltukta oturan hanım, gideceğiniz yerde bulamazsınız anca çarşıda bulursunuz diyor...
Vaktimiz yok diyoruz gidemeyiz Çarşı'ya...
Evim az ilerde diyor, buyrun gelin bana hemen size çorbasını yapayım diyor!!!

Anne-kızız tamam korkulacak-tedirgin olunacak bir halimiz yok ama hiç tanımadığın İstanbul'dan gezmeye geldik diyen insan da evine çağrılır mı?

Burda çağrılır!
Burası Anadolu... Burası Karadeniz... Bir ara yazacağım Kuşadası'nın (domuzlara hakaret olacak ama) domuzcuk insanından yok burada!!!!

Hanım inerken tekrarlıyor, buyrun gelin... Sağ olun diyoruz söz diğer gelişimizde... Bize adını ve adresini veriyor iniyor!!!

Çakırtepe dolmuşunda mahallelerden geçerken sohbetimiz devam ediyor...
Şoför İstanbul'dan geldiğimizi duyduğundan beri pek bi mutlu... İstanbul'da yaşıyormuş gazi olana dek!
Gazi mi?
Nasıl genç!!!
Gazi olunca geldik buraya diyor... Özledim 10 sene yaşadım Beşiktaş'da diyor...
Bizi kapısına kadar Atakale restoranına götürüyor... En iyisi burasıdır diyor...

Sahipleri bildiğin tepeyi almışlar! Artık almışlar mı, kiralamışlar mı bilmem ama diktikleri bianaya bakılırsa baya bi süre kalıcılar buraçta! Nasıl nefis bir manzarası var! Karadenizim benim sonbaharım geldide geçiyor ben esmek ve yağmak istiyorum mızmızlığında olduğundan güneşi kapamış bulutların arasına... Yazın püfür püfür esintisi serinletici olan terasta oturabilmek için şal istiyoruz... Kışın inler ve cinler bile duramaz o terasta!!!

Ünye'yi kartal yuvası gibi gören nefis bir manzara! Çimento fabrikası ve çimento için dağı oymaları olmasa Ünye onca çarpık yapılaşmaya rağmen hala fıstık denilebilinir... Ama gel gör nefis Rum evlerini, Osmanlı Konaklarını yıkıp mimarın elinden çıktıysa meslektaşlarıma tükürim dicem çarpıklıkta-iğrençlikte apartmanlar dikmişler!!! 

Neyse efem çirkinlikleri bir kenara bırakıp güzelliklere geçiyoruz... Elbet kapalı kıymalı... Arkadaşlarım erkek olsam adımı 'Hamurabi' koymaktan bahsetmeye başladılar artık! Neee pide cennetinde pideye doyuyorum... İstanbul'da Samsun pidesi olduğunu iddia edenlerin hiç birisi adam gibi pide yapamıyorlar! Orda ağzıma sürmüyorum sadece Karadeniz'den Karadeniz'eeeee ;)

Annecikle manzaranın keyfini çıkarta çıkarta pidelerimizi yiyor ve aşağı inmek için dolmuşlara doğru yürüyoruz...

Güleç yüzlü orta yaşlı bir şoföre denk geliyoruz bu sefer...  Klasik nereli muhabbeti yapılıyor ve Onlarında İstanbul'dan geldiklerini öğreniyoruz... 
Neden döndünüz diyoruz...
Oğlum şehit olunca döndük diyor...
...
Evlatlarını memlekete gömüp geri dönerek oğullarını yalnız bırakmak istemeyen bir aile...

İlk defa bir şehit babasıyla tanışıyorum...
19 yaşındaydı oğlum diyor... Hatay'da çatışmada şehit oldu...
19 yaş!!!
19 yaş nedir ki! hayatın başlangıcı! Tazecik bir gül tomurcuğu! Bülbülün bile henüz aşık olmaya kıyamayacağı bir tazelik...
Ne dense boş...
Evlat acısı gibi acı var mı?
Nasıl can, nasıl güleç yüzlü bir adam... Annemin sözleri onu çok mutlu ediyor... Bize misafirim olun diyor...

Ah memleketim, canım Karadenizim sen ne cansın, sen ne misafir perversin! 

İneceğimiz yere geliyoruz... Söylenecek tüm sözler çaresizlik hissettiriyor... Can gittikten sonra ne desen boş... 
Tekrar sabır diliyoruz ve bu güleç yüzlü yüreği evlat acısıyla yanan babanın işlerinin rast gitmesini diliyoruz içlerimizden...

Ünye sahilinde yürümeden olur mu? İskelede tur atmadan! Olmaz elbet... İskelede turlayıp banklara oturduğumuzda bir baba kız görüyoruz... Kız çekirdekleri yiyip yere atıyor! Annem hayatta dayanamaz yere çekirdek kabuğu atılmasına! Bize yaklaştıklarında hooop annem aslan burcunun hiper çevikliğiyle kıza 'senin gibi güzel bir kıza yakışıyor mu çekirdekleri yere atmak' diyor... Güzel yeşil gözlerini ve başını mahçup mahçup indiriyor kız... Tekrar başını kaldırdığında mahçup gülümsemesine al al yanakları eşlik ediyor... 

Yavaşça bize yaklaşıyorlar, köylü karadeniz şivesiyle babası haklısın aplam diyor anneme... 
Ve başlıyor muhabbetimiz...
Baba inşaat işçisi... Kızını iyi yer olsun diye İstanbul'a gelin vermiş ama anlaşamamış kız... Kızı bırakıp gitmiş damat 'alıcam' diye... Boşanma davası açmışlar ama İstanbul'da! Bu gece dava için İstanbul'a gideceklermiş!

Ah İstanbul, her gün kaç tane otobüs geliyor Haremine, Esenlerine... Ve ne hikayelerle dolu içleri...

Sonbarımı istiyorum diye mızmızlanan Karadeniz semalarında hiddetli bir şimşek çakıyor! 
Ne olduğunu anlayamadan iri iri ılık damlalar düşmeye başlıyor... Karadeniz yağmurunu özlemiş altında keyif çatmak isteyen ben yolculuk öncesi sırılsıklam olmamak için sevinç sefası yapamadan annemle baba-kızı aldığımız gibi sahildeki çay bahçesine giriyoruz...

Ön dişleri çürük içinde, ama gülünce o karartıların silindiği 'güzel insan' güzelliğinde ki baba çay ısmarlamak istiyor bize... 
Olmaz diyoruz çaylar bizden...
Kızını ortaokuldan sonra okutmadığını duyan annem, yağmur durunca çayımla sigara içmek için dışarı çıktığım sürede babayı ikna etmiş!!!

Okutacaksın bu kızı diyor! 
Kızın gözler pırıl pırıl... Ben okumak istedim ama... 
Aması yok artık diye annem babayı azarlıyor... 
Telefonunu almış! Takip edeceğim bu işi diyor!
Kıza dönüyor, köyde boşandın diye laf edenler olursa takma onları diyor... 
Küçük yerde boşanmak! Evet ya... Evet!!! Biz şehir kadınlarının pek bilmediği mahalle ve aile baskısı!!! 

Sözler veriliyor... Nasihatlar ediliyor...
Gülünce yüzünde güller açan baba fındık bahçesinden fındık yollamak istiyor bize! 
Çayıda ben ısmarlayamadım zaten... Fındığı mı kabul edin...

Allahım... herkes de bir şeyler yapma telaşı!
Kuşadası'nın adres sorunca bi dövmediği kalan insanları huuuu!!! 

İstanbul'da yaşamayı iyi sanan... Topraklarında kazanç olmadığı için  Para için, mutluluk için gelen onca insan... Öyle acı ki... 

1 günlüğüne mahkeme için gelen baba-kıza yüreğimiz çok cız-bız oldu... Kalkarken kız, uzun zamandır görmediğim hareketi yaptı... Bir çok kişi için basitlik, görgüsüzlük ... Hatta eğitimsizlik...! Ama öyle değildi... Bozulmamışlığın, saflığın, iyi niyetin, naifliğin simgesiydi benim için... Garson kaldırmaya gelmeden evvel fotoğrafını çektim... Küçük saf bir Karadeniz köylü kızı İstanbul'a gelin gelmiş, 1 sene yaşamış ve doğduğu topraklara valizine eşyalarının haricinde umutlarını,  hayallerini ve yüreğini de koyarak geri dönmüştü 'kendisi' olarak... Mücadele edeceği bir sürü şey vardı...

İnsanlara deyince ne hikayeler öğreniyor insan... Şükretmeyi bilmek  gerekiyor ve elden bir şeyler geliyorsa yapmalı herkes diye düşünüyor...

Otobüsümüz geliyor ve biniyoruz... Bizi alıp garajlara gidiyor... Oy oy oy... O çuvallar, o koliler ne??? 
Şoförümüz açıklıyor; Hepsi İstanbul yolcusu diye! Kışlıklarını alıp geliyorlarmış! İstanbul kışlık erzağın geliyor rahat ol! :) Bir Karadenizin, bir Doğunun yükü bitmez diyor şoför! Git Ege'ye böyle yük bulamazsın! Otobüslerde fazla bagaj parası olmaması ne güzel!!! Walla ben olsam muavinin yerinde alırdım! Yazık bunca şeyi yükleyip indirecek! Otobüs bunca ağırlıkla nasıl yol alacak? Havada ve karada yüklere anlayış başka... 

Dönüşte Orhan babanın ezgileriyle dönüyoruz Samsun'a!
Annem başımız şişti diyor...
Evet diyorum ama senelerdir böyle bir deneyim yaşamıyorduk... Yıllar sonra arabesk dinliyoruz yaaa!
Gülüyoruz...
Ne hayatlara şahit olduk, neler dinledik... Keyif verse de gerçeklikleri size yaşatan yer Ünye... 

Böyle bir günün sonunda, savaş haberleri ise tuz-biber oldu...
Efendim Orhan babanın dediği gibi yazıyı bitirmek uygundur: Batsın bu dünya!

1 yorum:

belgincebelgince dedi ki...

Sevgili Ozlem'cigim, çok sevdim Ünye yazını. Sizinle birlikte geziyormusum gibi okudum. Ben de çok sevmiştim Unye'yi. Sadan ablamı ve seni öpüyorum . Daha nice gezilerinize.