Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

30 Ocak 2014 Perşembe

4+1=5= Gariplik ! :p

Ne hikmettir çözemedim ama var bi gariplik 41'de...
Bi tek ben abidik gubidik gel-gitler yaşamıyorum...
Bu yaşda olan herkescikler bi abidik!
Bi sıyırma eşiğinde herkes!

Dün akşam sinemaya gittim... Film başlamadan sigara balkonuna çıkıp tüttürim dedim, anaaam yaşımın en sıyrık adamıyla tanıştım!

İyi giyimli-boylu poslu bir adam geldi yanıma...
Bana sorsanız 45!
Adamın biraz çenesi düşük olduğundan eski model ve 41 yaşında olduğunu öğrendim!
Adam acaba kız tavlamak için sigara yerlerini mi kullanıyo diye düşünürken, başladı;

İstanbul çok menfaatçi... Kadın-erkek ilişkileri hep para üzerine...
Bıktım ikiyüzlülükten...
Gideceğim bu şehirden!
Bir kasabaya yerleşeceğim...
Bu yaştan sonra hiç birşey yıkamaz beni... Gördük, neler yaşadık...

Bana ne ulan?

Adam anlatıyo da anlatıyo...
Bizim Müge'nin kız kardeşi Merve İldeniz'i tanıyomuş...
Onun Bodrum'da yıllanlarla yaşamasını takdir ettiğini söylüyo... Erkek milleti şefkat nedir bilmiyomuş, o yüzden kadınlar artık köpek bakıyormuş... Merve'nin yılan bakması ayrıymış...

Bu yaş, bekar olanları daha bi sarsıyo galiba...
Hiç sevgilisi olmayanlar ya da ilişkisinin bitimi bu yaşlara gelenler kadın-erkek ilişkileri konusunda bi sıyırıyo...
Kariyerde boktan gidiyosa, tatmin etmiyorsa bi doğaya gitme hali, bi herşeye herkese bok atma hali oluyor...
Evli-barklı olanlar çocuk, eş, taksitler vsden sıyırıyo...

Bu yaş bi durup geriye bakma, ileriyi göremeyip tırtma yaşı!

Walla geriyede baksam ileriyede baksam kimseye bok atacak durumum yok!
Kendi tercihlerimin sonuçlarını yaşıyorum...
Bende de arada bi gel-git durumu oluyo ama bu durum yanlızlıktan sıkılmamla alakalı!
Bi başının etini yicem adamım olsa, 41'e 41 kere koyarım! :p :)

Çok şükür millet kadar sıyırık değilim...
Doğaya dönmek-terk etmek fikirlerim yok...
Senenin 4 ayı Çeşme'de yaşıyoruz zati! O yüzden gitme-gelme, bırakma-terk etme durumları normal hayat tarzım son 4 senedir... :ppp :)))

Yaşıtlarımda bir özlem, pişmanlık, bir kapana sıkışmış hali...
Açık alanda hapisane voltası durumları...
40 değil 41 bi tuhaf yapıyor insanları...
42 böyle olmayacak eminim...
Belkide kırklı sayılara alışılacak o zaman...
Var bi bok var bu sayıda...
Sayıcılar çözsün işin sırrını...

Dün gece bir karar aldım, bir daha 40'lı yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim tanımadığım kadın veya erkeklerle gündüz veya gece fark etmez bi yerde tek başıma kalmaaam! 

Laaan adam bi sigara içimlik sürede, gel City's in balkonundan aşşağıya atlayalım dedirtecekti nerdeyse! :ppp

Biz 72 ve 73'lülerde var bişi... Yıldızların konumu mu başka bişiyimi etkilemiş bu mahsülleri... Bilemedim ama var bişi... 

Leeem, yoksam Çernobil'in etkisi olmasın? :p

28 Ocak 2014 Salı

Flört seçmeleri...

Flört alemlerine resmi olarak dönüş yaptım...
Artık bi sevgilinin olma zamanı gelmişti...
Amaaaa, 2008'den bu yana flört alemlerinin çook değiştiğini gözlemleyince bekarlık sultanlıktır looo oldum!
Wallahi oldum, billahi oldum!!!

Teknoloji denilen zımbırtıyla millet kafayı yemiş!
Herkescikler bir oyuncu, bi sanal, bi yazmacı...
Herkes herkese oyun oynuyor...
Taktik üstüne taktik geliştiriyor...

Tiyatro kitapları basan bi yayın evimizin olması vallahi iyi bişeymiş...
Oyun oynamaktan kendisini Brodway yıldızı sanan adamlarla baş etmek için, doğaçlama teknikleri kitabımızı hatip ettim wallahi!

Taktik konusu ise hala çalıştığım bişey!
Futboldan anlamayan bi kadın olarak, 3-5-2, 4-4-3 yapmayı beceremiyorum!
Ofsayt ne 40 defa öğrenmiş 40 defa unutmuş bi kadın olarak taktik işi zoor, çook zoor...

Galiba milletin sandığı kadar zeki bi kadın değilim!
Amaan okumuşum, mimar olmuşum... Bu yaşa kadar yetmiş zekam, bu yaştan sonra sevgili yapmaya yetmiyosa yetmiyooo canım! Diplomayı alacak zeka sevgili edecek zekadan daha kıymetli değilmi? (züğürtmüyüm neyim acep :p) 

Adamlarla buluştuğumda hangi oyunun seçmesine geldiniz kardeş diye sormamak için zor tutuyorum kendimi...
Ben Şekspir amcadan Hırçın Kız'dan bi tiraaad şey edicem siz?
Hııım yine Issız Adam...

Aaay o kadar çok Issız Adam oynayan var ki!!!
Allahıııım kadın kısmısı değil erkek kısmısı çook aşk acısı yaşamış!
Hemcinslerim ve ben aşktan, sevgiden bi mok anlamıyos!
Hep adamlar anlıyo!
Gerçek sevgiyi bulup kaybeden hep erkekler olmuş!
Ne duygusuz şeyiz biz!

Sosyal medyada aktif bir kadın olarak, flörtlerin ve ilişkilerinde sosyal medyada başlayıp-gelişip-bitmesini doğal bulmalıyım dimi?
Ama hayır!
Çok ödlekçe, salakça geliyor...
İlişkinin bittiğini 'anaaam WhatsApp'dan engellemiş beni yada Face'den silmiş'le öğrenmek hiç hoş değil... Kadını erkeği bırak insanlığa sığmıyor!

21.yy'da hala insani şeyler beklemem beni eski moda yapıyorsa kardeşiiiiim ben 20.yyda doğduuuum demek istiyorum! 

O kadar çok sosyal medya zımbırtısı varki...
Adamları-kadınları takip etmek için hepiciğine üye olup sabahtan akşama akıllı telefonlarımızı parmaklamak gerekiyor!

Aaaay yok!
Uğraşamam!
Oyun oynayamam, taktik yapamam!
Bu yaştan sonra oyun oynicam tek yer olur...!

Tamam kız erkeğe naz yapar, erkek duygularını belirtmemek için bilmem ne yapar... 
Yaparda işin boku çıkmış artık!
O kadar oyun, taktik yapacaksam giderim oyunculuk eğitimi alır sahneye çıkarım!
Zamanında Şahika Tekand sahneye yakıştığımı söylemişti... Alırım eğitimi çıkarım sahne, oynarım oyunumu...

Ama karşı cinsle ı-ıh!
Yaşıtım adamların beceriksiz Issız Adam oyunları öyle komikki...
41 yaşında bir kadın olarak yirmi sonu, otuz başı adamlar yaşıtım adamlardan daha aklı başında, daha olgun diyorum... 
Ama maalesef eeellimden önce küçük adam düşünmüyorum! :p

Heeey ya sahneye çıkın ya play station oynayın!
Flört sever ben, flörtten de, sevgilim ossundan da vaz geçtim abi!
Bi geldiler bana...
Ben bi 3-5-2 bi öğrensem çakacam hepsinin poposuna taktikli tekmeyi de...
Neyse, şimdilik yürüüün gidin ense traşınızı görekle...
:p

9 Ocak 2014 Perşembe

Siirtin Sırrı Sır olmasın...

Dün akşam Başka Sinema'nın Belgesel gecesiydi...
İnan Temelkuran'ın kadın güreşçilerimizi konu aldığı Siirt'in Sırrı'nı izledim...

Bu ülkede kadın olmak zordu...
Ama sporcu olmanın, hele doğuda bir şehirde, mayoyla yapılan, ata sporumuzun bir kadın tarafından yapılmaya çalışılmasını izlemek...

Çok farklı duyguları peşi sıra yaşatan bu belgeseli izlemenizi tavsiye ederim.

Metropol hayatımızda, parasını ödesekte gitmediğimiz lüküs ötesi spor salonlarımızda arada endam eden biz metropol kadınları ve yokluktan kurtulmak, kendini ıspatlamak için spora koşan, spor yapabilmek için ne savaşlar veren küçük kızlarımız...

Çok etkileyiciydi...
Ben mimarlık öğrencilerine burs veriyorum...
İmkanım olsa, milli takıma giren kızlarımıza da yardımcı olmak istedim dün gece...

Ailelerini, kendilerini kurtarma savaşlarının yanında, bayrağı göğe çektirme, İstiklal Marşımızı okutma savaşlarınıda izlemek çok ilginçti...

Bir şekilde izleyin filmi...
Ve bizi geliştirecek gelecek kuşak kadınlarımız olan bu genç kızlara el atmanın bir yolunu bulalım...

Heeey, son moda spor ayakkabıları, caf caflı eşofmanlarla lüks spor salonlarında fit olmak için 2 gr ter döken hemcinslerim gelin imkanlarımızın birazını uluslararası müsabakalarda bizi temsil etmek için çabalayan bu kızlara verelim...

İl spor müdürlüklerine gidelim ve birşey yapalım! 

8 Ocak 2014 Çarşamba

İğne-iplik...*

Elimde bir terzi hikayesi var...
Yayına hazırlarken çocukluğumun olmazsa olmazları terzileri düşünmeden edemedim...

Bizim zamanımızda hazır giyim çok gelimemişti...
Mudo'nun açılması ergenliğime denk gelir...
Vaaay Mudo açıldığında ne mutlu olmuştuk... Ankara'ya gitmek alışveriş etmek pek bi in pek bi moda bişeydi...

Pantalonlar-kazaklar mağazalardan alınırdı alınmasına ama, aile geleneğimiz özel terzilerin elinden çıkma ceketler-mantolar-etekler olmadan da olmazdı...

Kendimi bildim bileli ceket giymeyi çok sevmişimdir...
Model model, kumaş kumaş hep özel dikim ceketlerimle endam edip durdum üniversiteye kadar... 

Ben bir yerlere gittim, onlar yaşlandı, öldüler...
Ara ara ceket aşkım için yine terzi yolu tutsam da pek başarılı olanlarıyla buluşamadığımdan özel dikim sporundan-abiyesine ceket sevdam askıya alındı...

Çocukluğumdan gençliğime kapısında sıraya girilen terzilerle büyüdüm...
Biz hiç sıraya girmezdik... Anneannem sayesinde hoop beklemeden müşteri olurduk.
O tayyörlerin-döpiyeslerin kadınıydı...
Terzilerin baş müşterisi oydu...
Baş müşterinin çocukları ve torunları olarak ayrıcalığımızı yaşardık...

Çok severdim çocukken terzilerin atölyelerini...
Top top kumaşlar...
Kocaman ahşap cetveller...
Yeni ama bakmaktan eskimiş  orjinal moda dergileri ve yerlerde kırpık kırpık kumaşlar...

Annemin veya benim prova saatimi beklerken oynayacak çok şey bulurdum o atölyelerde...

Onlar sıradan terziler değillerdi...
Tasrımcılardı...
Sen eline alıp bu model diye tepişsen de sana gideni kibarca söyleyip 2 dk da senin için eşi olmayan bir şey tasarlarlar, ölçülerini alıp, biçmeye başlarlardı...

Anneannemin İzmir'li bir terzi hikayesi vardır... İzmir'in en ünlü terzisidir bey...
Anneannem ince uzun fıstık bi yavru...
Terzi anneannemi görünce masaya çıkartıp, işte bu işte bu çalışmak istediğim vücut bu diye haykırmaya başlamış...
Müşteriler anneanneme hasetle bakarken anneannem, zayıflığının utancıyla ben beni kilolu göstereceğiniz kıyafetler yapmanızı istiyorum demiş...
O zaman zayıflık ayıp bişi... :)
Adam yıkılmış... 
Manken gibi yavru kilolu görünmek istiyor!
Orta yolu bulmuşlar bir şekilde ve yıllarca anneannem herkesi hayran bırakan şıklığını-zarifliğini o beyin diktikleriyle sürdürmüş...

Dostu terziler...
Mutlulukların-dertlerin paylaşıldığı...
Belki biraz sırdaş, belki biraz psikologlardı...

Giydiğiniz şeyde el emeği yoktu sadece dostluğunda izi vardı...
Gün boyu bir sürü insana değen, dinleyen, diken, sizi en güzel yapmaya uğraşan o emektarlar artık hayatımızda yoklar...

Varsalar da eskisi kadar değil...
Hayal gücü geniş bir çocuk için ne zenginlikti, ne eğlenceydi o atölyeler...
Koskoca kadın oldum hala severim o atöyleleri...
Bir sürü kumaş, bir sürü kesilmiş-biçilmiş parça...
Bana dağınık-karmaşık gelen kaosun düzeni...
Çok severim eskide olsa moda mecmuası karıştırmayı...
Hele çook eski yılların dergilerine bakmak çok hoşuma gider...

Özledim, mezura ile ölçülmeyi, küçük bir kalemle küçük bir kağıda ölçülerimin not düşülmesini...
Özledim üstünde iğneler duran bir kumaşı giymeye çalışırken hafif hafif batan iğnelerin tatlı sızısını...
Özledim üstüme göre, el emeği-dostluk ve sohbetle dikilmiş değdiğimde içimi ısıtan kumaşı...
Özledim masadan sabunu ve büyük makası alıp parçalarla oynamayı...
Özledim kumaş parçası elde, düğme ve astar aramayı...
Özledim, dostları...

*Sevgili Hasan amca özledim senin kruvaze ceketlerini, herkesin bakıp bakıp durduğu mantolarını...
Bir prova süresinde hayal gücüme renk ve çeşitlilik katan atölyeni...
Nur içinde yat...
Ve bana senin gibi muhteşem ceketler diken bir terzi adı yolla meleklerle! Ceket aşkım kabardı bu yazıyı yazarken! :)

6 Ocak 2014 Pazartesi

Benim Teşvikiye Camim...

İstanbul'un belki de en ünlü camisidir o!
İstanbul'a hiç gelmemiş bile bilir onu...
Ünlülüğü mimarisinden çok ünlülerin son yolculuğuna uğurlandığı cami olmasıdır...
Gözyaşlarına alkışlar karışır bu caminin avlusunda...
Cenaze moda magazinciliği diye bir şey olsa bu camiden moda magazincileri bir an olsun ayrılmaz!

Mevcut caminin bulunduğu yerde ilk cami III. Selim tarafından inşa edilmiştir. Zamanla harab olunca 1854 yılında Abdülmecid tarafından mevcut cami yaptırılmıştır. 

Caminin geniş avlusunda bölgenin adını aldığı Nişantaşlarından biri vardır.

Mahallenin olmazsa olmazıdır.
Adresler bu camiye göre verilir...
Buluşmalar caminin avlusunda yapılır...
Geniş avlusu ölümle yaşamı sarmanlar...

Avlunun 3 bahçe kapısından sadece ikisi kullanıma açıktır. Mahalle sakinleri için avlu kestirme yol olarak kullanılır...

Bahçedeki banklar güzel güneşli günlerde çeşit çeşit insana ev sahipliği yapar...
Namazdan çıkmış dini bütün mahalle sakinleri de, baktıkları çocukları gezdiren ecnebi kadınlarada rastlarsınız banklarda...
Avluda çocuklar ilk adımlarını atarlar...
Bisiklete binmek yasak olsa da mini bebeklerin mini bisikletlerine göz yumulur...
Köpek gezdirmek yasaktır ancak mahallenin sahipsiz köpekleri güneşli güzel bir günde avluya girip kaçamak keyif uykusu uyumayı severler...

Yaşam ve ölüm, inanç ve inançsızlık bir aradadır...
Dini bütünüde geçer bahçeden, dinsizide...
Teşvikiye Cami ayrım yapmadan avlusuyla kucak açar sarmalar çeşit çeşit insanı...

Mahalleliye anlamını sorsanız ilk anda cevap veremezler...
Ancak cami avlusunu kestirme yol olarak kullanan için bile hayatının parçasıdır oysa ki...

Bir tanıdığı ordan uğurlayıp eve dönersiniz...
Sonra göz yaşlarınızı silmiş bir halde hayata bahçesinden geçerek katılırsınız...

Zarif mimarisi, güneşli günlerde içinizi ısıtan sarı rengi, bahçedeki ağaçları, geniş avlusu mahalle belleğinizin önemli bir parçasıdır...

Kışın yaprakları dökülmüş ağaçların asarsından görünen zarif minaresi yüzünüzü gülümsetir...
Sanattır o minare...
Taklit, kaba bir mimarisi yoktur...
O yüzden onu görmek, ona bakmak hoş gelir...

Avlusundaki banklardan birine oturup sigara içmek yada bir telefon konuşması yaparken 2 dakikalığına durmak için bile olsa  caminin bahçesinde ne işim var dedirtmez size...

Yaşamıda ölümüde çok zarif bir şekilde sarmalar...
Acınızın üstüne kaba ve hantal bir gölge olarak düşmez...
Dantel gibi işlenmiş zarif taşları size detek olmaya çalışır...

İçi karamsar değildir...
İbadet etmeyi zafifliğiyle zevke dönüştürür...
Tanrıya ulaşmış, dualarınız kabul olmuş hissiyle çıkarsınız içinden...

O sadece bir cami değildir.
O yaşamdır.
O zerafettir.
Avlusuyla soluklanılandır...
O her mahalleliye farklı anlamlar hissettiren en değerli zarif binadır...
O yaşamla ölümü çok güzel harmanlayan, korkutmayan, kendisine çeken, yaşayan ve yaşatandır.

Uğurlanılanlara rağmen bahçesinden geçip yaşama aktığınız yerdir...