Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

6 Ocak 2014 Pazartesi

Benim Teşvikiye Camim...

İstanbul'un belki de en ünlü camisidir o!
İstanbul'a hiç gelmemiş bile bilir onu...
Ünlülüğü mimarisinden çok ünlülerin son yolculuğuna uğurlandığı cami olmasıdır...
Gözyaşlarına alkışlar karışır bu caminin avlusunda...
Cenaze moda magazinciliği diye bir şey olsa bu camiden moda magazincileri bir an olsun ayrılmaz!

Mevcut caminin bulunduğu yerde ilk cami III. Selim tarafından inşa edilmiştir. Zamanla harab olunca 1854 yılında Abdülmecid tarafından mevcut cami yaptırılmıştır. 

Caminin geniş avlusunda bölgenin adını aldığı Nişantaşlarından biri vardır.

Mahallenin olmazsa olmazıdır.
Adresler bu camiye göre verilir...
Buluşmalar caminin avlusunda yapılır...
Geniş avlusu ölümle yaşamı sarmanlar...

Avlunun 3 bahçe kapısından sadece ikisi kullanıma açıktır. Mahalle sakinleri için avlu kestirme yol olarak kullanılır...

Bahçedeki banklar güzel güneşli günlerde çeşit çeşit insana ev sahipliği yapar...
Namazdan çıkmış dini bütün mahalle sakinleri de, baktıkları çocukları gezdiren ecnebi kadınlarada rastlarsınız banklarda...
Avluda çocuklar ilk adımlarını atarlar...
Bisiklete binmek yasak olsa da mini bebeklerin mini bisikletlerine göz yumulur...
Köpek gezdirmek yasaktır ancak mahallenin sahipsiz köpekleri güneşli güzel bir günde avluya girip kaçamak keyif uykusu uyumayı severler...

Yaşam ve ölüm, inanç ve inançsızlık bir aradadır...
Dini bütünüde geçer bahçeden, dinsizide...
Teşvikiye Cami ayrım yapmadan avlusuyla kucak açar sarmalar çeşit çeşit insanı...

Mahalleliye anlamını sorsanız ilk anda cevap veremezler...
Ancak cami avlusunu kestirme yol olarak kullanan için bile hayatının parçasıdır oysa ki...

Bir tanıdığı ordan uğurlayıp eve dönersiniz...
Sonra göz yaşlarınızı silmiş bir halde hayata bahçesinden geçerek katılırsınız...

Zarif mimarisi, güneşli günlerde içinizi ısıtan sarı rengi, bahçedeki ağaçları, geniş avlusu mahalle belleğinizin önemli bir parçasıdır...

Kışın yaprakları dökülmüş ağaçların asarsından görünen zarif minaresi yüzünüzü gülümsetir...
Sanattır o minare...
Taklit, kaba bir mimarisi yoktur...
O yüzden onu görmek, ona bakmak hoş gelir...

Avlusundaki banklardan birine oturup sigara içmek yada bir telefon konuşması yaparken 2 dakikalığına durmak için bile olsa  caminin bahçesinde ne işim var dedirtmez size...

Yaşamıda ölümüde çok zarif bir şekilde sarmalar...
Acınızın üstüne kaba ve hantal bir gölge olarak düşmez...
Dantel gibi işlenmiş zarif taşları size detek olmaya çalışır...

İçi karamsar değildir...
İbadet etmeyi zafifliğiyle zevke dönüştürür...
Tanrıya ulaşmış, dualarınız kabul olmuş hissiyle çıkarsınız içinden...

O sadece bir cami değildir.
O yaşamdır.
O zerafettir.
Avlusuyla soluklanılandır...
O her mahalleliye farklı anlamlar hissettiren en değerli zarif binadır...
O yaşamla ölümü çok güzel harmanlayan, korkutmayan, kendisine çeken, yaşayan ve yaşatandır.

Uğurlanılanlara rağmen bahçesinden geçip yaşama aktığınız yerdir...

Hiç yorum yok: