Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

26 Mayıs 2008 Pazartesi

Diplomatın yaramaz kızı ve azgın tekke İstanbul kadınları... ;)

Sabah sabah yine konuşkan ve ilginç taksici bulmayı başardım...
Öndeki arabanın yol açık olmasına rağmen yokuştan yavaş yavaş inmesi üzerine muhabbet başlıyor...
Gün içinde nelere şahit oluyoruz diyor, trafikte ayrı, yolcularla ayrı bir sürü ilginç olay yaşıyoruz...
Adam sarı-kızıl karışımı hafif karadeniz aksanlı, ses tonu güzel İstanbul taksicilerinde rastlanılması zor kibarlık ve naziklikte bir adam...
Gülümsüyorum ve yaşadıklarınızı anlatan bir kitap yazın diyorum...
Gülüyor... evet haklısınız diyor ve başlıyor anlatmaya...
En ilginç olay telefon olayıdır diyor...
Ne yalanlara ne aldatmalara şahit oluyoruz... Bazende anlatamadıkları şeyleri bize anlatıp rahatlıyorlar, psikolog yapıyorlar bizi diyor...
Ve başlıyor bir aldatma hikayesi anlatmaya...

Şok şık bir çift bindi bir gün diyor. Sevgililer belli. Nazik nazik öpüşüyorlar arada... Bayanın telefonu çalıyor ve konuşmaya başlıyor:
Evet bitanem... şimdi kuaföre girmek üzereyim... Biliyorsun işim uzun sürüyor hayatım, geç kalabilirim herzamanki gibi merak etme...
Ne kuaförü diyor... O sırada otele gidiyoruz ! Konuştuğu kişi kocası...

Ve birkaç hikaye daha...
Gayrettepe yokuşunu çıkarken tüm haftasonu 'Türk Diplomatın Kızı'nı okuyarak geçirmiş ben pazartesi sabahı seks ve ilişki ilginçlikleri duymaya davem ediyorum.

Gülümsüyorum kendi kendime...
Cumartesi akşam üstü arkadaşlarıma bu yaşa kadar tek bir erkekle neler kaybetmişiz aah ahhh diye yaptığım geyikler ve sonrasında 19 yaşımdan beri ara ara gidip geldiğim Londra'da nasıl saf ve masum hayat sürmüşüm ben hayıflanmaları, sadakat, arzular, o an için doğru gelip yaptığınız ve sonrasında yüzünüzü ekşiterek hatırladığınız zararlı veya zararsız davranışlarınız, birini-birilerini kırıp incitebilme yetiniz, ilişkiden beklentiniz ve şu an size iyi gelecek şeyin gerçekte ne olduğu düşünceleri...

Haftasonu değişik bir tür sorgulamayla geçti... Nedenler ve niçinler daha bir aydınlandı... Aşksız seksi yaşayabilenler başka gezegenden, illa aşkla seksi birlikte isteyenler başka gezegenden diye ayrıldı... Manyaklık, tutku ve çılgınlık sınırları gözden geçirildi... Hayranlıktan çok üzüntü duyuldu kitap bittikten sonra... Çocuklukta yaşananların yetişkinliği nasıl etkilediği düşüldü ve kitap kurgu yada gerçek bazı yerlerde dile getirilenlerden ötürü takdir gördü...

Ve sonuç bütün bir haftasonu yapmadan yapılmış gibi olunan seks aktivitesinden öög gelmiş bir haldeyken, sabah sabah İstanbul'lu kadınların erkeklerden daha zeki ve detaycı olarak kocalarını aldattıklarını ve arada paylaşma arzuları dayanılmaz hale geldiğinde hiç tanımadıkları birdaha da karşılaşmayacaklarını var sayarak taksi şöförüne içlerini boşaltmalarını dinledim.

Yeter!
Seks, aldatma ve iktidar yorgunuyum !
İnsanları bir zamanlar içinde bulundukları koşullara göre değerlendirmek gerek diyorum.
Bir erkeğin yaptığını bir kadın yaptığında yargılamak ikiyüzlülük oluyor bence !
Cinsellik her iki cins içinde geçerli.
Ve kendinizi yargılamaktan vaz geçin. O an o size iyi gelmiştir yada gelecek sanmışsınızdır ve yapmışsınızdır... O geçmişte kalmıştır. Artık siz o değilsinizdir. Kimsenin kimseyi bilmeden etmeden yargılamaya hakkı olmadığını düşünüyorum.
Bu dünyaya yaşamak için geldik. Toplumunkinden çok kendi doğrularımızın ve yanlışlarımızın önemli olduğunu ah bi anlasak topluca ereceğiz ama...
Mukadderat !

Eee Evin ananın lafı yiyin gayriyiiii;
Sevişin gaaayriiiii... yapıyorum...

Ve evişin sevişiiiiin diyorum !

:p

23 Mayıs 2008 Cuma

Sigara yasağı

Herkeste aynı terane...
Yasak iyi oldu.
Bok iyi oldu !
Bu sayede bırakırız artık.
Madem bırakıcan niye başladın?, zamanla değil sıkıyosa birden bırak !

Ben tiryakiyim.
Seviyorum sigara içmeyi...
Masamda keyifle bir yandan kahvemi yudumlarken diğer yandan tüttürerek iş yapmayı...
Keyif için, keder için, seks için, yemek sonrası hazım için... İçiyoruz...
Ve canımız içmek istediği sürede içeceğiz...
Tamam zararlı ama günümüzde sigaradan daha zararlı bir çok şey günlük yaşantımızın içinde değil mi?
Cep telefonları
Radyasyon aldığımız bilgisayarlar
Hormonlu sebzeler
Egzoz dumanları...
Hele çocukluğu Karadenizde geçmiş bir şahsiyet olarak bendeniz Çernobil yağmurlarında ıslanmış risk gurubunda sayılabileceklerdenim...
Eeee?
Bunca şeyde bi tek neden sigara yasaklanıyor?
Güneş ışığı zararlı cilt kanseri olursunuz diye o akdar kişi poposunu yırtıyor ama yinede malak gibi, yağlı güreşe çıkacak gibi yağlanıp yatmıyormuyuz?
Güneşlenmekte yasak olsun !
Cep telefonlarıda yasak olsun !
Günde 2 satten fazla bilgisayar kullanmakta yasak olsun !
Alerji yapan, kanserojen olan hormonlu sebze üretmekte yasak olsun !
Gübrelerdeki zararlı karışımlarda yasak olsun !
Aklınıza gelen tüm zarar veren her şey yassak hemşerim olsun !!!

Hem sigarayı üret, hem sattırt hemde yasak de !
Oldu iki gözüm şeker parem varmı başka arzun?

Milletin içip, iyi oldu iyi oldu bu yasak söylemlerine gıcığım.
Ulan madem iyi ne diye içmeye devam ediyosun şu zıkkımı?
Cevap yok... Bu sayede bırakırım diyor kem küm diyerek.

Özgürlükler...
Ah başımıza ne geliyorsa özgürlük ahkamlarından geliyor.
Benim özgürlüğüm senin özgürlüğünü engellediğinde...

10 küsür seneden beri içiyorum.
Bu güne bugün sigara içmeyen hiç bir kimseyi kasıtlı olarak rahatsız etmedim.
İçmeyenin yanına oturmadım, uzağa oturdum, içilmeyen yerlerde saygı gösterdim.
Madem özgürlüklerimiz var, madem insan olarak eşit özgürlük haklarımız var eee o zaman bu çifte sıtandart olmuyor mu?

Tüm dünya genelinde yasanla hala üretilen bir şeyi yasaklamak nasıl bir mantık !
Mekanları ayırın, sadece sigara içenler için mekanlar olsun.
İçmeyen kadar içeninde hakkı var yaşamı tatmaya, keyif almaya...
Güzel bir yemek ve şarap yanında keyifle tüttüremedikten sonra ne diye gideyim ben bir restauranta?
Uzun bir uçuş öncesi gerginliğimi atmak için neden kahvemin yanında bir tane içemeyim uçağa binmeden?

Sağlığa ve çevreye zararlı o yüzden olmaz!
Ha bi sigara zararlı !

Madem insan hakları gak kuku var, bilmemnesi var biride çıkıp; kardeşim biz içenlerinde hakkı var demiyor.
Şöyle ... bir avukat olsa bi savunsak haklarımızı !
Elalem ülkesinde belirlenmiş yerlerde ot tütürsün biz sigara tüttüremeyelim !!!

Memleketin her yerinde eşit uygulanacağını sanmıyorum ben bu yasağın.
Doğudaki ağaya ceza kesmeye kalkan memur, beldeki silahın çekilmesiyle mort olur !
Ağa'nın poki üstüne pok olmaaaz, yerine ağaya büle ceza kesilir repliği dillere dolanır.

Evet çok içmek iyi değil.
Günde 5'i hatta 3'ü geçmemek gerekmekte...
Amma velakin, yaptırımlarla, kendi isteğiniz dışında yasalarla bıraktırılmaya çalışılmak hiç hoş değil.

Yasak olana duyulan ilgi konu herne olursa olsun artar...
Keşke, gönül isterdi ki, mekanalrın dışına atılmadan bize ayrılan bölümlerde kimseye zarar vermeden özgürlüklerimizi yaşayabilelim.

Benim gibi tiryaki olan avukatımda benim gibi sigara savunucularından.
En büyük derdimiz havalimanları...
Yakacağız bir tane dedi... Nasıl olsa 62 kağıt.
Bundan sonra kefen parası biriktirenler gibi bizde ceza parası biriktireceğiz o zaman dedim.

Açık hava konserlerinde bile içilemiyor yaaa !!!
Çekirdeğini çitleyip yere atanlar, hormonlu üreticiler, cep telefonu vericileri her yerde !

Kahvemi alıp yine dışarı çıkma zamanı...
İçicem ulaaan !
Benim gibi gözü kararlar bulup dünya genelinde voltranı oluşturup insan haklarına başvurmak istiyorum !!!
Sigaraya karşılık cep telefonu vericilerinide yasaklayın... Yasaklayamazsınız dimiiiii?
Onun kanseriyle sigaranın ki aynı değil herhalde !

İçiceeem leyn!

20 Mayıs 2008 Salı

Hala yaseminler tütüyormu?

4 günlük tatil fırsatı bir çalışan için kaçırılmayacak bir fırsat.
Eeee birde Nişantaşında yaşayan biri olarak çoktan rengimin değişmesi gerekmekte...
Birde gel-git bir alem içerisinde olan bünyem azcık uzaklaşırsa buraçlardan daha iyi olur düşünceleriyle gençliğimi geçirdiğim, okuyup meslek sahibi olduğum memlekete yollandım 19 Mayıs tatili için...

Güzel Kıprıs'ım... Kurak Kıprıs'ım...
Her zaman ki bozkırlığıyla karşıladı bizleri...
Hava rüzgarlı ama sıcak, deniz soğuk ama şifalık...

Gezgin Türkler'in hepsi kumar için gelmiş...
Birtek annemle ben birde küçük çocuklar deniz, güneş derdindeyiz...
10 sene Kıprıs'ta yaşamış biri olarak kumardan ve kumarhanelerden ööğ gelmiş bendeniz kapıdan parmağımın ucunu bile sokmamaktayım artık.
Eskiden öğrenci açlığıyla gece 12'den sonra verilen yemekler için çok sık giderdim. Paran bitmiş veya proje çiziyorsun sabahlıyorsun, karnın aç... Midene bir sıcak çorba girsin, adam gibi et ye balık ye... Birde canın içmek istiyor alkol bedava... Nasıl olsa 3-5 tanıdık oynayan görürsün...

Hala varmı bilmiyorum ama polis baskınından önce zil çalar ve tüm Kıprıslılar ve ZZ'ler (öğrenciler) kaçışırdı... Süper bir eğlenceydi...

Ah geçmiş...
Ah anılar...
İnsan vaz geçemiyor... Yad etmeden geçemiyor...

Dome'un deniz havuzunda rengarek balıklarla yüzmek, akşam limanda oturmak, Kıprısça konuşmak, yasemin toplamak...

Bu sefer adam canımı çok acıttı.
Eski günler çok üşüştü o güzelim akılcığıma...
Lefkoşa'da çalıştığım miamarlık ofisim, arabam, evim, sevgililerim, dostalrım, gırgırlar şamatalar...
Nerden nereye geldik, ne olmak isterken ne olduk düşünceleri...
Umutları kırılmış, gerçekleştirilememiş hayalleri olan küçük kızın hayaleti kovaladı durdu 3 gün boyunca beni...

Canım hiç dönmek istemedi...
Mavi fayanslı banyolu evi...
Kırmızı halılı salonumu, akşam üstü ofis çıkışı Dome gidip yanıp yüzüp döndüğüm evimin serinliğini, mutfağımın taş zemininin ayaklarımda bıraktığı serinliği ve aidiyet duygusunu...
Çalışma odamın çiizmlerim, gazete-dergi küpürleriyle kaplı duvarlarını...
Kocaman yatak odamdaki tek kişilik yatağımı...
Özgürlüğümü...
İnançlarımı...
Umutlarımı...
Mesleğimi...

Herşeyi ama herşeyi çok özledim...
Çok canım acıdı...

Kişilerden çok yaşam tarzımı özledim.
Sevgililerden çok geçirilen vaktin şamatasını, hayatı paylaşma, yaşama şeklimizi...

Kıprıs çok değişmiş durumda...
Kumarhanelerde oyanmayanlara yemek-alkol yok artık.
Çirkin bir yapılaşma var.
Bu bayra bu bayram bizim değil diyorlar...
Ben Kıbrıs'ı seviyorum... İnsanlarından çok.

Doyamadım canımı acıtan, yasemin kokan adamın bedenime verdiği sıcaklığına...
Eylülde uzun bir gidiş yapmak niyetindeyim.
Yazmak için.
Fotoğraflamak için...
Köşe bucak dolaşıp değişen her şeyi görüp, geçmişle kıyaslayıp yeniye alışmak için...

Hala yaseminler tütüyor...
Buram buram...
Misssss...

Denizin tuzu, renkleri bedene hayat veriyor, güneşi kemikleri ısıtıyor...
Ama Kıbrıs eski Kıbrıs değil artık.
Benim Kıbrıs'ım başka Kıbrıs...

12 Mayıs 2008 Pazartesi

4. F1 keyfi...

Perşembe sabahı her zamanki yaptığım şeyleri yapmak için masama oturmuş, ekranımı açmışken birden içimde bir yanardağ hareketlenmeye başladı...

Ayağa kalktım ve odanın içerisinde bir elim başımı diğer elim boğazımı tutarak dolanmaya başlamışken midem durduk yere içindekileri dışarı çıkarmak için beni dürtmeye başladı...

Ardından başıma bir ağrı girdi...
Yüğreğim deli gibi atmaya başladı...
Midem dönüp durmaya...

Hafta başından beri duyduğum sıkıntı perşembe günü fiziksel olarak kendini dile getirmeye karar vermişti.
Mutsuzdum...
Uzun zamandır monoton monoton gelip gidiyordum...
Ben kimdim ve ne olmak istemekteydim...
Lanet işi artık sevmemekteydim.
Beş senenin bana katkısı cv'de 3 satır ediyordu...

İyi değilim dedim...
Gitmeliyim... Dışarı çıkmalıyım...
Eve, yorganımın altına zor attım kendimi...
Son zamanlarda benden daha sosyal olan annem evden çıkmadan neyin var dedi, kovacaklar seni böyle gelinirmi öğlen olmadan eve...
Depresyon başlangıcındayım galiba...
Akşam Ferrari partin var...
Kusmak istiyorum...Mutsuzuuuuum, depresyondayım, işimi sevmiyoruuuum, partiyede gitmeyeceğim !!!

Bütün bir günü yorgan altında inleyerek geçirdim... Midem madem dışarı çıkmayacak neden dürtüp duruyordu ve başımdaki ağrıda neyin nesiydi?
Partiye gitmek istemiyordum ama gitmem gerekiyordu. Davetiyemle keyif yaşayacak masum insanları yarı yolda bırakamazdım... Depresyon belirtilerimi rafa kaldırdım, duşa girdim ve Massa için geçen seneden daha isteksiz hazırlanmaya başladım.

Parti, sosyetik bir partiydi...
Katılanalrın çoğu mimar ve dekaratörlerdi... Hepsi dergiden fırlamış şekilde giyinen, markasız ve moda olmayan şeyler giyindiyseniz para kazanmayan daha doğrusu mesleki piyasada işe yaramayan görülerek süzüldüğünüz bir partiydi...

Canları cehenneme diyip rengi solmuş siyah jeanimi, bu sene formam olmaktan çıkmış artık bedenime yapışmış sayılan siyah v yaka kazağımı ve ayağımada camperlarımı geçirip, üzerimdeki tek şık şey olan deri ceketimi elime alıp kavalyelerimi beklemye başladım.

O noooo... bir içim su yakışıklığında ve şıklığında iki tane delikanlı ve saçlarını bile taramamaış yüzünde makyajı varmı yok mu belli olmayan ozy...

Ozy depresyondaydı...
Ne pilotlar umrundaydı ne yarış...
Kusmak istiyordu ama midesi bunu hayata geçirmiyordu. Sadece istemesini sağlıyordu...

Parti mekanının otoparkına girdiğimizde, geç kalmış olduğumuz iyice kesinleşti...
Yumuşak, ürkek bir çocuk edasıyla masum masum bakan küçük dev arabanın yanında duruyordu...
Kadife tenli, gözlerine bakınca içine düşüp kaybolmaktan keyif aldığınız küçük adam !
Tanrım bu küçük şeymi beni kendisine tutkun etmişti !
Evet etmişti !
Ferrariyi tutuyordum ama sevmediğim pilotuda sevmiyordum. Kimi için aynı tutkulu coşkuyu hissetmiyordum...
Arabadan indim...
Ve bakışmaya başladık...
Yanına gidebilir, etrafında lüzumsuz kalabalık olmadan onunla baş başa 3 dk. geçirebilirken... Gitmedim...
Sadece baktım...
O da baktı sonra gülümseyerek arabasına bindi...
Ben arkama bakmadan yakışıklılarım arkamda partiye doğru yürüdüm...

Bu ay sevgili dişçim sayesinde göçmüş olduğumdan biletim yoktu.
Arabamdada ogs olmadığından ve kabak lastiklerimden dolayı yola çıkmam iyice tehlikeli ve kendimi ulaştırmam imkansız olduğundan yarışa gitmem imkansızdı.
Ve depresyon başlangıcındaydım.
Hayatımda ilk defa sokarım F1'e diye dolanıyordum !!!

Yakışıklı kavalyelerimden biri Ozy abla yarın ben gitmeyeceğim siz gidin dedi...
Son derece isteksizce tamam dedim.
Kim kalkıp 9'da başlayan antremanlara gidecek !!!
Eski ben İstanbul Park'ta yatıp kalkmayı düşünürdü oysa ki...

Cuma sabahı popomu yataktan kaldırmadığımdan 14'teki antremanlara gidebildik...
Ve ve...
Ozy ozborn, o güzelim sesleri, heyecanı görüp, yaşayıp, duydukça sevinçten, heyecandan bağırdıkça, zıpladıkça sihirli bir el değmiş gibi nasıl iyileşti...
Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa...
Biiiiiiiiiiiiiiiiiiiuuuwwwwwwwwww...
Felippeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee....
Tanrım weber nasıl parçaladı şanzımanı !!! Süper kazaydı oğlum süpeeeer !!!
Eheeeeeeeeeeee...

Cuma akşam üzeri İstanbul Parktan ozy sesi kısılarak döndü...
Ne haber vermeden gitmediği işi umrundaydı nede sebepsiz mide bulantıları...
Ozy'nin yüzüne renk geldi, kanı pompalanmaya başladı, stresi, depresyonu gitti...
Akşam üzeri hele bir arkadaşından gelen telefonla keyfi daha bir eyrine geldi...
Nerdesin?
İstanbul Parkata...
Ben kimse gelmiyor diye bilet almamıştım...
Benimde yok...
O zaman ikimize alıyorum...
Olmaaaaz, param yok ! Yani varda yok !
Aaaaaa... lafımı olur !
Olmaz olur mu? 700 gaymeden söz ediyoruz !
500'lüğünden alırım.

Tanrım, hadi ben manyağımda arkadaşlarım neden benden de manyak !!!

Cumartesi daha heyecanlıydı...
Son anda Massa'nın sıralamalardaki yerini kaybetmesi, Kimi'nin tüm antremanlar boyunca elde ettiği en iyi tur zamanını başaramaması hüzne, acıya ve neredeyse yeniden depresyona döndürecekken son anda yapılan hamlelerle 1.ve 4. sıralar bizim oldu !!!

Pazar güzel geçecekti...
Kimi 4.'lükten sıyrılırdı startta... Massa yerini korurdu...
Massa yerini korudu korumasına da... O beceriksiz Kimi yok muuuuuu !!! Ah ah o yaktı bizi !
Rakip Hamilton, 3. pit stopunu yaparken Kimi onun önüne geçebilecekken, start-fnish düzlüğünde yeterince basamadı ve basamadığı gibi hafifçe kontrolünüde kaybetti. Tam önümüzde pitte olan Hamilton bize sevinç nidaları attırırken, saniyeler içerisinde pitten çıktı ve Kiminin önünde yerini tekrar aldı !

Ondan sonra çok umutlandık ama olmadı...
Olsun sonuçta damalı bayrağı 1 ve 3 olarak gördük.
Ferrarilerim İstanbul geleneklerini perçinlediler.

Felippeeeeeeeeeeeeeeeeee....
Felippeeee...

Fani olanın keyfiyle şarjlandım...Yenilendim... Mutluyum... Depresyonmu? başka bir bahara kaldı...
3 gün boyunca yaşadığım keyif ilaçların ilacı, şifaların şifası oldu !

İstanbul Parktaki 4. yarıştada Ozy Ozborn vardı !
Ve olmayada devam edecek...
Ve paddock diye inlemeyede !
:)

6 Mayıs 2008 Salı

Yaşam-ölüm...

Önümüzdeki hafta salıya, hem cilt bakımı hem lazer...
Çok doluyum birtanem... Seni sonra arayım mı...
Arabakalım...

Nedir abi bu durum... Mayıs gelince bütün kadınlar çığrından çıkıyor ! Güzelleşmek, bakımlı olmak için birbirlerini çiğniyorlar.
Benim derdim de o değil mi?
Yo aslında, son derece saf nedenlerim var... Geçen ay yaptırmadığım cilt bakımımı yaptırmam gerekiyor yoksa, ellerim rahat durmayacak... Gençlik ve spor bayramını kutlamaya deniz kenarına gideceğim için bütün kış boyunca aksata aksata yaptırdığım lazerimi vücudum güneş görmeden son bir seansla eylül'e kadar sonlandırmalıyım.
Ne sevgiliyle randevu ne başka bir olay... benim derdim.

Telefonum çalıyor...
Yarın iptal edilmiş bir randevum var, ancak lazere alabilirim seni...
Napalım olsun... Cilt bakımım deniz sonrasına kalsın...
Bir an önce manikürcümü arayım, randevu alayım... önümüzdeki haftaya tımar etsin beni...

Hayat ne kadar yalan dolan...
Arkadaşımın annesi öleli 1 hafta olmadı henüz...
Hepimiz bir gün öleceğimizi yadsıyarak deli gibi hayatın içinde yüzüyoruz... Yüzmekte değil çırpınıyoruz.
Manikür, pedikür, ağda, kaş... Ay saçımın boyası geldi, kıçımın yağları çıktı !

Yatak odamın penceresinden evlerin ışıklarına bakıyorum.
Birer birer yanıyor ışıklar...
O pencerelerin içinde neler var kimbilir...
Elimde roze şarabım, martıların seslerini dinleyerek yudumlarken gözlerimi pencerelerde gezdiriyorum.
Geçen hafta ölüm haberini aldıktan sonra sevdiklerimi aramam, onları öpüp koklamak için nasıl çaba harcadığım geliyor aklıma...
Daha sık görmeliyim onları diye karar alan ben... 1 hafta olmadan hayatın içinde çark etmek üzereyim...

Herkes bir hay-huyun içinde...
Acılara, mutsuzluklara, dertlere rağmen hayat devam ediyor... Ta ki...
Evet ta ki...

Ölünce ne manikürün, ne kılın tüyün ne popondaki selülitlerin umrunda olacak. Yetiştirildiğimiz inançalara göre tüm derdimiz cennete mi yoksa cehenneme mi postalanacağımız olacak.

Çocukluğumdan beri içimde korku uyandıran ilk gece ki sorgu sual olayıdır.
Melekler gelecek ve defterini açıp soracaklar sana...
Belki babamı küçük yaşta kaybetmenin verdiği, çocukluktan kalan bir korku... Evde okunan dua sırasında hoca yardımcısı ol tanrım dediğinde, çocuklara özel hayal gücüyle nasıl kurguladıysam sorgu sual olayını...

Bilinmeyene yada huzura yada cehenneme her neyseye gidene kadar burda debelenip duracağız anlamsızca.

Ay kaşımı çok inceltti bu sefer !
Adam yasemin kokusu seviyor, yasemin kokmalıyım...
İki kilo fazlam var...
Hangi renk oje sürsem bilemiyoruuuum...
Bu sene şunlar moda, almazsam olmaaaaaz, kredi kartına on yüz bin taksiiiit yapıyolar...
Şekerim bu gün öğlen buluşalım yemek yiyeliiim, müsait dilmiisn eee haftaya o zaman haha...

Hayat akıyor...
İki sene olmasına rağmen annem babasına ağlıyor...
Babaannemden sonra Saray'a gidemiyorum... Yol canımı acıtacakmış gibi geliyor...
Arkadaşım ağlıyor...
Hayat tuhaf bir şekilde devam ediyor...

Önümüzdeki haftaya kadar tırnaklarım kırılmazsa freeenç yaptırayım diyoruuum...
Hafif pembeee gönlüm sende tenimde güzel durur...
Hım?

Kütüphamemde bir söz asılıdır senelerdir; Hipocuğumun;
Sanat sonsuz hayat kısa diye...
Bence, Yaşam sonsuz da hayatlarımız kısa be...diyerek, elimdeki kadehi aramızda olmayanlarakaldırıyorum...Ve fani olanın peşinden hayat denizine atlıyorum.