Bazen sevgili arkadaşlarıma lüzumsuz gelen denemeler yapıyorum...
Ay ne gerek var...
Ay ne lüzumsuuuuz...
Öğrenip ne yapıcaaaan...
Gibi cümleler duyduğumda elime gelen ilk şeyi bazen kafalarına atmak istiyorum !
Size ne laaan? Sizin paranızı mı, sizin zamanınızı mı harcıyorum?
Merak etmişim işte... Gidip öğrenmek, eğitilmek istiyorum... Belki kullanırım belki kullanmam, belki canım çok sıkılıyo can sıkıntımdan gidiyorum, belki kafa boşaltmaya, belki param bok gibi...
Hııııır !!!
Kaç senedir yüz yogasına gitmek istiyoruz bir arkadaşımla... Ama ikimizde woltranı oluşturamıyoruz bi türlü...
Aslında yüz yogasından çok yogayla ilgilenmek istiyorum ama son 2-3 senedir benim yoga için uygun olan günlerim gitmek istediğim yere uygun olmadı... O yüzden yüzmüş-vücutmuş bi hayal şimdilik...
Festiva senelerdir bana eğitimlerini-seminerlerini gönderir... Yeri çok kolay olmasına rağmen haftasonları oraya gitmeye hep üşenmişimdir... Artık kankilerden biri oraya yakın bir yere taşınıyooo, taşınırken bak gelicen dimi diye tuttu evi... Bende tabi tabi demiştim ama... :p :))) Efenim sakın ükelalık olarak algılamayın ama Nişantaşta oturanlar için mahallenin dışında bi yere adım atmak biraz zordur... Mahallemiz neredeyse herşeyin var olduğu güccük bi kasaba kıvamında olunca üşeniyoz işte burnumuzun dibindekine gitmiyoken teee neredekine gitcez diye :pppp
Her neyse bu haftasonu Festivada yüz ve boyun jimnastiği eğitimi varmış... Birbuçuk saatlik bi eğitim olduğunu duyunca 1 ay boyunca yüz yogasına gidip eğitilmekten daha ucuz ve pratik geldi...
Yaşta 38 olunca ve sevgili teyzemin göz kapağının düşmesi sonucu ufak bi estetik operasyon geçirmekten bahsettiği şu günlerde leeeeyn oldum sarkmadan, büzüşmeden tekniği öğrenim yaparım yapmam ama ossun bilgi dağarcıklarıma eklensin... :))))
Kimseyi ikna edemedim !!!
Edememekle kalmayıp bide bi sürü laf işittim !
Büzüşün ve sarkın inşallah maşallah !!! :ppp
Cumartesi günlerim genellikle malak gibi 11'e kadar uyuyarak geçer. Sonra kalk duş al moduma göre çık dışarı, tek başıma veya birileriyle dolan, akşamüstü şayet mimarlarodasında cumartesi buluşmaları toplantısında iyi birşey varsa oraya git şeklinde miskin miskin geçer...
Bu gün miskinlik zincirimi kırdım erken erken güne başlayıp 1.30 saat boyunca eğitilip döndüm...
Ne oldu?
Harika oldu !
1 sosyalleştim, 2 öğlene kadar uyuyup günü ziyan etmedim, 3 çok faydalı bilgiler öğrendim ve yüzümü daha uzun süre genç tutacak sırlar öğrendim !
Naaaaaah anlatırım !!! :)) Kızdırmicaktınız abi !
Feride Hug Tahran Üniversitesi Fizik Mühendisliği Bölümü mezunu yaşına göre taş mı taş bir kadın... Gitmiş Fransa'da yüz jimnastiği eğitimi almış ve Türkiye'ye yerleşmiş biri...
Hatunun yüzü gerdirme ameliyatı yapılmış gibiydi...
Hareketler çok basit... Yapmak zor değil... Ancak insanoğlunun zaman veya tembellik problemi herşeyin başı ve sonu...
20 dk. süren hareketleri sabah yapın diyor... Dinlenmiş ciltte daha iyi sonuçlar elde edersiniz... Her sporda olduğu gibi 6 ayda sonucu görürsünüz diyor... Klasik spor salonu prensipleri, üç günde bir yapın arada kaslarınızı dinlendirin diyor...
Masaj ve jimnastik hareketleri için saf zeytinyağının içine kayısı yağı damlatın ve yüzünüze sürün öyle yapın dedi...
Mısır çarşısından alıyomuş saf zeytinyağını... Ben evdeki komili sızma neyimize yetmez modundayım ya neyse... :pppp
Yüzünü bildiğimiz sütle temizliyormuş... Her derde deva diyor onu kullanın... Kullanalımda anam sütleri ziyan ediyorum diye algılar o biraz zor... :pppp
Hareketleri öğrendiğimiz kısacık zamanda bile kaslarımın çalışıp sanki yüzümün görünmez bir elle çekildiğini hissettim...
Walla yapılamayacak şeyler değil... sabahları 20 dk erken kalkmak ya da 20 dk geç kalmayı göz önüne alarak proğramı yapmak sonsuz gençliğin çözümü olacak... :pppp :)))
Walla biilmem öğrenmek istiyosanız, sıkı yağ çekmeniz lazım...
Amaaan ne lüzümsuz diye her şeye yaklaşılsaydı dünyamız nerde olurdu? Hııııh !
:p
30 Nisan 2011 Cumartesi
29 Nisan 2011 Cuma
Keti&Wiliiiiiii
İçimiz dışımız Kate ve William oldu !!!
Diana evlenirken çocuktum... Memlekette renkli televizyon yoktu... Siyah-beyaz televizyonun karşısına geçip izlediğimizi hatırlıyorum...
Annem bu gün İngiltere'de olmak çok istedi... Bende isterdim aslında... İngiltere'ye sebep ne olursa olsun gitmeye hazır ve nazırım ben... :p
Ama akıl karı değil... O kalabalıkta dur, ucundan acık göriciiim diye debelen !
Millet 2 gün öncesinden kamp kurdu !
Yuh yani...
Nerdeydiniz?
Londra'da...
Nerde kaldınız?
Kamp meraklısı eşten-dosttan toparladığımız kamp malzemeleriyle Buckingham Palace'ın önünde yattık kalktık...
:ppppp
Millet nerde tuvalete gitti, nerde yedi-içti...
Portatif tuvaletler koymuşlardır herhalde...
Londra'da büyük tren istasyonlarının tuvaletlerinde duşlarda var... Oraçlarda mı yıkandılar nedir...
Zenginin malı züğürtün çenesini yorar misali...
Baktık, seyrettik, çan çan yaptık... :))))
Annem evde BBC ve NTV'den ben ofiste internet üzerinden özel wedding tv'den ve BBC'den izledim...
Bu gün iş-miş hak getire...
Yanlız tebrik etmek gerekirki program 1 dk bile sarkmadı... Çok dakiktiler... Onca kişinin gelmesi, yerleşmesi, ordan oraya gelmeleri bravo!
Şu an İngiltere'nin her yeri sarhoş doludur eminim :)
Neye inanırsak inanalım insan bu yüzyılda böylesine bir peri masalı karşısında nötr kalamıyor...
Dünyadaki herkesin meğersem böylesine şaşalı bi düğüne, peri masalı aşkına ihtiyacı varmış...
:))
Ben ofisimde la lalaa modunda düğün dernek kıvamında alemlerdeyken benim prensimde ev taşıma telaşındaydı...
Akşama Kate ile Wili öpüştü hatiii bizde öpüşelim ehi ehiiii geyiklerimin paparasını yicem eminim ! :))))))))))
Aaaaaa ama yanniii bugün hangi dünya işi önemli olabilir kiiiiiiiiiiii ! :ppp
Ne diyelim bi yastıkta kocasınlar... Monarşi ülkedeki boşanmalara ön ayak oldu yıllardır... Biraz eski usül, sonsuza dek mutlu yaşadılaaaaaarı görmeye özlemleri var...
Bu arada 3 Haziran 2012'de Kraliçenin pırlanta jübilesi yapılacakmış... Alın size gitmek için nefis bir neden...
Düğünden daha farklı bir Kraliyet organizasyonu...
Ehe... Şimdiden uçak bileti için hazırlık yapmalıııııııı... :p
Haydin onlar ermiş muradlarına biz çıkalım kerevetine...
:)))))
Diana evlenirken çocuktum... Memlekette renkli televizyon yoktu... Siyah-beyaz televizyonun karşısına geçip izlediğimizi hatırlıyorum...
Annem bu gün İngiltere'de olmak çok istedi... Bende isterdim aslında... İngiltere'ye sebep ne olursa olsun gitmeye hazır ve nazırım ben... :p
Ama akıl karı değil... O kalabalıkta dur, ucundan acık göriciiim diye debelen !
Millet 2 gün öncesinden kamp kurdu !
Yuh yani...
Nerdeydiniz?
Londra'da...
Nerde kaldınız?
Kamp meraklısı eşten-dosttan toparladığımız kamp malzemeleriyle Buckingham Palace'ın önünde yattık kalktık...
:ppppp
Millet nerde tuvalete gitti, nerde yedi-içti...
Portatif tuvaletler koymuşlardır herhalde...
Londra'da büyük tren istasyonlarının tuvaletlerinde duşlarda var... Oraçlarda mı yıkandılar nedir...
Zenginin malı züğürtün çenesini yorar misali...
Baktık, seyrettik, çan çan yaptık... :))))
Annem evde BBC ve NTV'den ben ofiste internet üzerinden özel wedding tv'den ve BBC'den izledim...
Bu gün iş-miş hak getire...
Yanlız tebrik etmek gerekirki program 1 dk bile sarkmadı... Çok dakiktiler... Onca kişinin gelmesi, yerleşmesi, ordan oraya gelmeleri bravo!
Şu an İngiltere'nin her yeri sarhoş doludur eminim :)
Neye inanırsak inanalım insan bu yüzyılda böylesine bir peri masalı karşısında nötr kalamıyor...
Dünyadaki herkesin meğersem böylesine şaşalı bi düğüne, peri masalı aşkına ihtiyacı varmış...
:))
Ben ofisimde la lalaa modunda düğün dernek kıvamında alemlerdeyken benim prensimde ev taşıma telaşındaydı...
Akşama Kate ile Wili öpüştü hatiii bizde öpüşelim ehi ehiiii geyiklerimin paparasını yicem eminim ! :))))))))))
Aaaaaa ama yanniii bugün hangi dünya işi önemli olabilir kiiiiiiiiiiii ! :ppp
Ne diyelim bi yastıkta kocasınlar... Monarşi ülkedeki boşanmalara ön ayak oldu yıllardır... Biraz eski usül, sonsuza dek mutlu yaşadılaaaaaarı görmeye özlemleri var...
Bu arada 3 Haziran 2012'de Kraliçenin pırlanta jübilesi yapılacakmış... Alın size gitmek için nefis bir neden...
Düğünden daha farklı bir Kraliyet organizasyonu...
Ehe... Şimdiden uçak bileti için hazırlık yapmalıııııııı... :p
Haydin onlar ermiş muradlarına biz çıkalım kerevetine...
:)))))
28 Nisan 2011 Perşembe
Ev yıkanır... ;)
Dün bir arkadaşım Facebookuna 'Yıkanabilen bir ev istiyorum' diye yazmış...
Okuyunca geçmişe gittim...
Öğrenci evleri her daim dağnık hatta pis olur... Ancak mimarlık öğrencisiyseniz midterm ve final jürilerinizden önce evleriniz ev olmaktan çıkar... Hatta ahırlar bile daha hijyenik ve düzenli kalır sizin evinizin yanında !!!
Benim evlerim tipik öğrenci evi halini sadece teslim haftalarında alırdı.
Tek başıma yaşadığım ve anneanneden aldığım düzen ve temizlik genlerimden dolayı evime misafirliğe gelen arkadaşlarımı deli eden bir evsahibiydim hep.
Her gün temizlik yapma şansını pek bulamazdım ama 2 günde bir evim kırklanırdı !!!
Bu kadar düzen ve temizlik teslim haftasında yok olurdu...
Uykusuz günler ve geceler başladığında tesliminizden başka bir şey düşünemez halde olurdunuz.
Genellikle tek başına başlayan çalışmalar ilerleyen günlerde ortaklaşmaya dönerdi...
Eve giren çıkan, uyuyan, yaşayan, yaşamayan birbirine karışırdı...
Genellikle benim evimde toplanılırdı... Kütüphanem okulun kütüphanesiyle yarışacak şekildeydi... Maket malzemelerim, kalemlerim ve gerekli ıvır-zıvırlarla ben dostlarım için hayat kurtarandım.
Masa hiç boş kalmazdı. Benim ki bitti mi, senin section'ların mı eksik hooop senin paftana geçerdim... Ben seninkiyle uğraşırken benim eksik kalan bir şeyim varsa ötekisi onu yapardı...
Çizimler halledilince hep son dakkaya kalan maketlere başlanılırdı ki işte o an evler ev olmaktan çıkar, teslimden eve geldiğiniz anda evi bi kibritle havaya uçurmak isterdiniz...
Başınıza şaka gibi olaylar gelirdi...
Hiç unutmuyorum bir sefer masanın altında oturmuş maketimle uğraşırken bir arkadaşımın japon yapıştırıcısını kapağı açık halde masaya bırakması sonucu, hiç birimiz fark etmediğimiz için saatlerce damla damla kafama akan yapıştırıcı sonucu kafamda japon topuyla gezmek zorunda kalmıştım... :))
Bir keresinde de ani bir telaş yüzünden en cici jean'nim kıpkırmızı akrilik boyayla kaplandı !!! Akriliğin çıkma şansı yok ! Eee öğrenci adamım... Kıprıs'ta o tarihlerde Levis-mevis yok. Tatile girip Türkiye'ye dönene kadar sol paçasında kırmızı leke olan bir jean'le dolanmıştım... Eee mimarlık öğrencisi olunca bunlar delidir, ne yapsalar yeridir diye bakıldığından yırtmıştım... :p :)))
Işıklı masa biz öğrencilerin olmazsa olmazıdır... Onca paftayı tek tek çizmek yerine, paftaları cam masaya üst üste koyup alttan ışık vererek hooop copy pastelerdik...
Ooo şimdi tüm okullarda Auto-cad çizimlerine izin veriliyo... Bizde Auto-cad sanki ayrı bi bilgisayar dersiymiş gibi görülürdü. Bilgisayarda çizen öğrenci aşağılanırdı !!! A-aaaa elde çizmeyi bilmiyooo... çok ayıp çok ayıp !!! :)))) Ulan o kadar elle çizdik ne oldu? Mezun olduk her işyeri bilgisayarda çizittirebilen mimar arıyo çıktı !!! Silah icat edildi mertlik bozuldu misali... Artık el yetisi olanın değeri yok, kaç tane çizim proğramı bildiğin önemli... Gidin öğrenin olun sizde mimar yani... Töbe töbeee... :ppp :)))))
Işıklı masaya dönersek, paralara kıyılıp kestirilmiş cam tabla bahtsız bedevi misali genellikle lazım olacağı günlere yakın çatır-çutur bi şekilde kırılırdı !!!
İiiiiktiiir !!!
Genellikle final haftası hepimizin züğürt olduğu döneme gelirdi... Parasız, aç ve uykusuz günlerce emek harcayıp jürinin karşısına çıkardık...
Bir sefer benim için değil ama Levo için ışıklı masa gerekti... 5 kuruş paramız yok ! Arabadaki benzin bizi ancak teslime götürecek kadar... Demokrasilerde çareler tükenmez... Salonun kocaman sürgülü balkon kapılarından birini çıkarmış ve ışıklı masa yapmıştık !!!
Evin halini nasıl tarif etsem... Savaş alanı gibiydi... Sökük balkon kapısı, ortada kağıtlar, boyalar... Para yok sigarada alamıyoruz... Hep evde bu dönemde kullanmak için tütünüm olurdu... Annem onu ilk bulduğunda bir elinde kağıtlar öbür elinde sarma aleti ve tütün Ozzzy otmu içiyosun diye saldırmıştı !!!
Anacım kokla onu, halis muhlis tütün o tütün !!! Parasız zamanlar için o !!! :))))
Yerlerde tütünler, izmaritler o noooo... Bunca çöpün altında halı vardı, iyimidir acaba? :)))))
Levo'nun mezuniyet projesinde yine parasızdık... Şu an başarılı bir içmimar ancak o yıllarda beni ah vah bu çocuk yanlış bi meslek mi seçti acaba diye düşündürürdü... Rektörlük binasıydı proje konusu... Boyama yetisi pek yoktu... Kendi projemi ışık hızında bitirip onun çizimlerine render yaparken açlığa daha fazla dayanamyıp köşedeki tantuniciye gidip gururumu bi kenara bırakıp 2 gün sonra parasını ödeyebileceğimi söyleyip 2 tane 1.5luk tantuni istemiştim... Bakkala yazdırmayı anlarım da tantunici ? :))))))) Ve o gece uyumadan Levo'nun çizimlerini bitirebilmek için hayatımda ilk defa tantuniciden küçük acı biberlerden alıp yemiştim. Kahve değil biberlerin acısı beni o gece ayakta tutmuştu !!! Ertesi gün jürisinde bilmeden hocaları benide eleştirmişlerdi... Eeee olmuştum mimarım ben içmimar deeel !!! :ppp :))))
Yorgunluktan zombiye dönmüş bir halde, en şık giysilerimiz içinde tasarımımızı savunurda savunurduk... Size yol gösterip-yönlendirmiş hocanız bir anda düşman kesilir, onca hocanın, profun, misafirin önünde saldırırdı size... Ulan sen dedin de yaptık !!! Yoksa başka şey yapacaktım ahanda eski eskizlerim diyip maketi kafasına geçirmeyi hayal ederken, güya ilerde müşterilerimizle gireceğimiz tasarım savaşına bizleri hazırlayanlara saygıyla yılmadan umutsuzluğa düşmeden koca bir dönem emek harcadığımız projemizi savunur ve sunardık...
Sonra mı? Evlere gidilir ve 2 gün boyunca kış uykusuna yatan ayucuklar gibi dünyayla iletişimimiz kesik bir halde pisliğin-dağınıklığın içinde uyurduk... Uyandıktan sonra notumuz ne kadar iyi olursa olsun sevinç yaşayamazdık... Türkiye'ye dönmeden evvel evin eve benzetilmesi gerekmekteydi... Allaaah torbalarca çöp, maket artığı, izmarit, küflü tencere, kırılmış bardak-çanak, en lüzumlu olduğu anda kaybolmuş ama şimdi bilmem neyin altından çıkmış 0.1 uçlu rapido !!!
Of ki ooof !!!
Hayatta en iğrendiğim şey küflenmiş makarna tenceresidir !!! Aaaay yazarken bile içim kalktı... Yıkamak yerine tencereyi atardım hep... Allahtan Kıbrıs dandik teflon tencere cennetiydi... :))
Arada başka bölümlerde okuyan arkadaşlar yiyecek getirmeseler halimiz yaman olurdu... Zamana karşı bir mücadele vardı çünkü... Ne makarna için tencereye su koyabilirdik ne de ekmeğin arasına adam gibi peynir koyup yiyebilirdik...
Kahvenin içine kola koyup kafein yüklemesi denemeleri yapardık !!!
Uyumicam hayır uyumicam diye !!! :))))
Masanın etrafı bir sürü içilmiş-yarım kalmış kahve bardakalrıyla dolu olurdu... Kiminin içinde sigara izmariti... Kültablası bulunamamış yada uğraşılmak istenmemiş ! :)
İşte böyle bir teslimden sonra bana bi geldiler... Evin içine nasıl şey etmişsek... Önce halıya ulaşmak için çabaladım, halıyı bulduktan sonra şöyle bi süpürüp kaldırdığım gibi doğruca köşedeki benzinliğe gittim yıkanmaları için... Eve geldim halısız cıps cıplak kalan evimi bi güzel hortumu musluğa taktığım gibi foşur foşur yıkadım ! Evim 1. kattaydı o yüzden suların yarısı balkondan yarısı kapıdan apartmanın girişinide temizleyerek çıktılar... :)
Nasıl dehşet keyif veren bir temizlik deneyimiydi anlatamam !!!
Türkiye'ye sadece sabunu geliyor malesef, Detoll'ün dehşet dezenfektan yüzey temizleme ürünleri vardır... Bi de onla tüm evi dezenfekte etmiştim... Ev günlerce ameliyathane ameliyathane koktu... :)))))
Benim evimde allahtan hiç olmadı ama başka arkadaşlarımın duvarlarıda uykusuz günlerden nasiplerini aldılar... Gecenin bir vakti uykusuzluktan sarhoştan beter kıvama gelmiş bünyeler doğru düzgün cümle kuramaz olurdu... Yanlış söylenen kelimeler veya o an wooow diye nitelendirilen sözler duvarlara yazılırdı :)))) Sonra boya al ve boya...
Güzel günlerdi... Gençlik vardı tabi... Şimdi öyle bir ev görsem kalbime iner herhalde :)))))
Öğrenci evi gibi az eşyalı bir eviniz varsa ve suyu tahliye probleminiz yoksa ev yıkamak araba yıkamak kadar zevkli...
;)
Okuyunca geçmişe gittim...
Öğrenci evleri her daim dağnık hatta pis olur... Ancak mimarlık öğrencisiyseniz midterm ve final jürilerinizden önce evleriniz ev olmaktan çıkar... Hatta ahırlar bile daha hijyenik ve düzenli kalır sizin evinizin yanında !!!
Benim evlerim tipik öğrenci evi halini sadece teslim haftalarında alırdı.
Tek başıma yaşadığım ve anneanneden aldığım düzen ve temizlik genlerimden dolayı evime misafirliğe gelen arkadaşlarımı deli eden bir evsahibiydim hep.
Her gün temizlik yapma şansını pek bulamazdım ama 2 günde bir evim kırklanırdı !!!
Bu kadar düzen ve temizlik teslim haftasında yok olurdu...
Uykusuz günler ve geceler başladığında tesliminizden başka bir şey düşünemez halde olurdunuz.
Genellikle tek başına başlayan çalışmalar ilerleyen günlerde ortaklaşmaya dönerdi...
Eve giren çıkan, uyuyan, yaşayan, yaşamayan birbirine karışırdı...
Genellikle benim evimde toplanılırdı... Kütüphanem okulun kütüphanesiyle yarışacak şekildeydi... Maket malzemelerim, kalemlerim ve gerekli ıvır-zıvırlarla ben dostlarım için hayat kurtarandım.
Masa hiç boş kalmazdı. Benim ki bitti mi, senin section'ların mı eksik hooop senin paftana geçerdim... Ben seninkiyle uğraşırken benim eksik kalan bir şeyim varsa ötekisi onu yapardı...
Çizimler halledilince hep son dakkaya kalan maketlere başlanılırdı ki işte o an evler ev olmaktan çıkar, teslimden eve geldiğiniz anda evi bi kibritle havaya uçurmak isterdiniz...
Başınıza şaka gibi olaylar gelirdi...
Hiç unutmuyorum bir sefer masanın altında oturmuş maketimle uğraşırken bir arkadaşımın japon yapıştırıcısını kapağı açık halde masaya bırakması sonucu, hiç birimiz fark etmediğimiz için saatlerce damla damla kafama akan yapıştırıcı sonucu kafamda japon topuyla gezmek zorunda kalmıştım... :))
Bir keresinde de ani bir telaş yüzünden en cici jean'nim kıpkırmızı akrilik boyayla kaplandı !!! Akriliğin çıkma şansı yok ! Eee öğrenci adamım... Kıprıs'ta o tarihlerde Levis-mevis yok. Tatile girip Türkiye'ye dönene kadar sol paçasında kırmızı leke olan bir jean'le dolanmıştım... Eee mimarlık öğrencisi olunca bunlar delidir, ne yapsalar yeridir diye bakıldığından yırtmıştım... :p :)))
Işıklı masa biz öğrencilerin olmazsa olmazıdır... Onca paftayı tek tek çizmek yerine, paftaları cam masaya üst üste koyup alttan ışık vererek hooop copy pastelerdik...
Ooo şimdi tüm okullarda Auto-cad çizimlerine izin veriliyo... Bizde Auto-cad sanki ayrı bi bilgisayar dersiymiş gibi görülürdü. Bilgisayarda çizen öğrenci aşağılanırdı !!! A-aaaa elde çizmeyi bilmiyooo... çok ayıp çok ayıp !!! :)))) Ulan o kadar elle çizdik ne oldu? Mezun olduk her işyeri bilgisayarda çizittirebilen mimar arıyo çıktı !!! Silah icat edildi mertlik bozuldu misali... Artık el yetisi olanın değeri yok, kaç tane çizim proğramı bildiğin önemli... Gidin öğrenin olun sizde mimar yani... Töbe töbeee... :ppp :)))))
Işıklı masaya dönersek, paralara kıyılıp kestirilmiş cam tabla bahtsız bedevi misali genellikle lazım olacağı günlere yakın çatır-çutur bi şekilde kırılırdı !!!
İiiiiktiiir !!!
Genellikle final haftası hepimizin züğürt olduğu döneme gelirdi... Parasız, aç ve uykusuz günlerce emek harcayıp jürinin karşısına çıkardık...
Bir sefer benim için değil ama Levo için ışıklı masa gerekti... 5 kuruş paramız yok ! Arabadaki benzin bizi ancak teslime götürecek kadar... Demokrasilerde çareler tükenmez... Salonun kocaman sürgülü balkon kapılarından birini çıkarmış ve ışıklı masa yapmıştık !!!
Evin halini nasıl tarif etsem... Savaş alanı gibiydi... Sökük balkon kapısı, ortada kağıtlar, boyalar... Para yok sigarada alamıyoruz... Hep evde bu dönemde kullanmak için tütünüm olurdu... Annem onu ilk bulduğunda bir elinde kağıtlar öbür elinde sarma aleti ve tütün Ozzzy otmu içiyosun diye saldırmıştı !!!
Anacım kokla onu, halis muhlis tütün o tütün !!! Parasız zamanlar için o !!! :))))
Yerlerde tütünler, izmaritler o noooo... Bunca çöpün altında halı vardı, iyimidir acaba? :)))))
Levo'nun mezuniyet projesinde yine parasızdık... Şu an başarılı bir içmimar ancak o yıllarda beni ah vah bu çocuk yanlış bi meslek mi seçti acaba diye düşündürürdü... Rektörlük binasıydı proje konusu... Boyama yetisi pek yoktu... Kendi projemi ışık hızında bitirip onun çizimlerine render yaparken açlığa daha fazla dayanamyıp köşedeki tantuniciye gidip gururumu bi kenara bırakıp 2 gün sonra parasını ödeyebileceğimi söyleyip 2 tane 1.5luk tantuni istemiştim... Bakkala yazdırmayı anlarım da tantunici ? :))))))) Ve o gece uyumadan Levo'nun çizimlerini bitirebilmek için hayatımda ilk defa tantuniciden küçük acı biberlerden alıp yemiştim. Kahve değil biberlerin acısı beni o gece ayakta tutmuştu !!! Ertesi gün jürisinde bilmeden hocaları benide eleştirmişlerdi... Eeee olmuştum mimarım ben içmimar deeel !!! :ppp :))))
Yorgunluktan zombiye dönmüş bir halde, en şık giysilerimiz içinde tasarımımızı savunurda savunurduk... Size yol gösterip-yönlendirmiş hocanız bir anda düşman kesilir, onca hocanın, profun, misafirin önünde saldırırdı size... Ulan sen dedin de yaptık !!! Yoksa başka şey yapacaktım ahanda eski eskizlerim diyip maketi kafasına geçirmeyi hayal ederken, güya ilerde müşterilerimizle gireceğimiz tasarım savaşına bizleri hazırlayanlara saygıyla yılmadan umutsuzluğa düşmeden koca bir dönem emek harcadığımız projemizi savunur ve sunardık...
Sonra mı? Evlere gidilir ve 2 gün boyunca kış uykusuna yatan ayucuklar gibi dünyayla iletişimimiz kesik bir halde pisliğin-dağınıklığın içinde uyurduk... Uyandıktan sonra notumuz ne kadar iyi olursa olsun sevinç yaşayamazdık... Türkiye'ye dönmeden evvel evin eve benzetilmesi gerekmekteydi... Allaaah torbalarca çöp, maket artığı, izmarit, küflü tencere, kırılmış bardak-çanak, en lüzumlu olduğu anda kaybolmuş ama şimdi bilmem neyin altından çıkmış 0.1 uçlu rapido !!!
Of ki ooof !!!
Hayatta en iğrendiğim şey küflenmiş makarna tenceresidir !!! Aaaay yazarken bile içim kalktı... Yıkamak yerine tencereyi atardım hep... Allahtan Kıbrıs dandik teflon tencere cennetiydi... :))
Arada başka bölümlerde okuyan arkadaşlar yiyecek getirmeseler halimiz yaman olurdu... Zamana karşı bir mücadele vardı çünkü... Ne makarna için tencereye su koyabilirdik ne de ekmeğin arasına adam gibi peynir koyup yiyebilirdik...
Kahvenin içine kola koyup kafein yüklemesi denemeleri yapardık !!!
Uyumicam hayır uyumicam diye !!! :))))
Masanın etrafı bir sürü içilmiş-yarım kalmış kahve bardakalrıyla dolu olurdu... Kiminin içinde sigara izmariti... Kültablası bulunamamış yada uğraşılmak istenmemiş ! :)
İşte böyle bir teslimden sonra bana bi geldiler... Evin içine nasıl şey etmişsek... Önce halıya ulaşmak için çabaladım, halıyı bulduktan sonra şöyle bi süpürüp kaldırdığım gibi doğruca köşedeki benzinliğe gittim yıkanmaları için... Eve geldim halısız cıps cıplak kalan evimi bi güzel hortumu musluğa taktığım gibi foşur foşur yıkadım ! Evim 1. kattaydı o yüzden suların yarısı balkondan yarısı kapıdan apartmanın girişinide temizleyerek çıktılar... :)
Nasıl dehşet keyif veren bir temizlik deneyimiydi anlatamam !!!
Türkiye'ye sadece sabunu geliyor malesef, Detoll'ün dehşet dezenfektan yüzey temizleme ürünleri vardır... Bi de onla tüm evi dezenfekte etmiştim... Ev günlerce ameliyathane ameliyathane koktu... :)))))
Benim evimde allahtan hiç olmadı ama başka arkadaşlarımın duvarlarıda uykusuz günlerden nasiplerini aldılar... Gecenin bir vakti uykusuzluktan sarhoştan beter kıvama gelmiş bünyeler doğru düzgün cümle kuramaz olurdu... Yanlış söylenen kelimeler veya o an wooow diye nitelendirilen sözler duvarlara yazılırdı :)))) Sonra boya al ve boya...
Güzel günlerdi... Gençlik vardı tabi... Şimdi öyle bir ev görsem kalbime iner herhalde :)))))
Öğrenci evi gibi az eşyalı bir eviniz varsa ve suyu tahliye probleminiz yoksa ev yıkamak araba yıkamak kadar zevkli...
;)
27 Nisan 2011 Çarşamba
Bahçevancı geldi hanıııııım...
Çeşme'de ki evin bahçesini çiçek bahçesine çevirme kararı verirvermez eylemlerime başladım...
Ama ne eylemler...
Terasın korkuluklarına asılacak saksılar, Tchibo'nun bu haftaki temasında bir sürü teras ıvır-zıvırı, çiçek tohumları, tohum çimlendirme ekipmanları, kazma-kürekler...
Of ki of...
Dünden beri sipariş kargolarım yağıyor...
Sevgili amcam seçtiğim çiçek tohumlarının güzelliği karşısında aferin diyor ama aynı zamanda da bana çimlendirmenin zorluğundan dem vuruyor...
Biliyorum biliyorum, tohumdan bitki üretmek sabır işi... Biz yay burçlarında pek bulunmayan 'sabır'la işim zor ama azmettim !!!
Blogumda yeni bir bölüm açacağım...
İnternette doğru düzgün amatör bahçecilik ile ilgili sayfalar bulamadım...
Yurtdışında harika sayfalar var... Ancak o sayfalarda bahsedilen ürünleri bulmak zor memlekette... Yada bizdeki isimleriyle onların kullandıkları isim varklı olduğundan bildiğiniz bir şeyde olsa yarım saat bu ne ki acaba diye arama tarama yapıyorsunuz...
Kendi bahçecilik deneyimimi kendi tarzımda ilgilenenlere paylaşmayı düşünüyorum...
Efenim, hazır fide alıp dikmek belki daha mantıklı bir uygulama olurdu ancak, sıfırdan üretme fikri daha bi cazip geldiğinden önce tohum arayışına girdim...
Naaazik popomu yerinden kaldırmadan internette tohum ararken, Zengarden diye bir site buldum. İzmirli bu firma, internetteki en mi en aydınlatıcı bilgiye ve bol ürüne sahip bence tek site!
İstemediğiniz kadar tohum çeşidine sahip olan firma aynı zamanda da çok yardımsever...
Şu aralar tohum ekip çimlendirme yapmak için en uygun dönem... Ancak İstanbul'dan Çeşme'ye üretim saksılarımı taşımam zor olacağından firma yetkilileriyle yaptığım yazışmalar sonucunda Mayıs ayı itibariyle ekimini yapıp verim alabileceğim ürünleri seçmemi sağladılar.
Bu bence çok önemli bir anlayış... Adamlar sırf satmak için, para kazanmak için ' heee bacııım o da oluuur bu da oluuuur...' demiyorlar... Size sonuç alabileceğiniz ürünleri tavsiye ediyorlar !!!
Tohumlarla birlikte nasıl çimlendirilip, ekilmelerini anlatan bir kitapçıkta gönderiyorlar... İstediğiniz kadar acemi olun Zengarden sayesinde yılların ustası şeklinde sonuç almanız mümkün...
Kaktüs meraklısı olarak özel kaktüs tohumları ve onlar için olmazsa olmaz özel kaktüs toprağı, viyoller, çimlendirme toprakları sipariş ettim...
Kazmasız-küreksiz bahçivaaan olur mu olmaaaaaz... Çok pro olmayan aletler adım. Roco markasının küçük bahçe aletlerinden aldım. Küçük kürek, çapa, tırmık ve ayrık otu sökücü... Tüm bahçeyi onlarla kazmama imkan yok biliyorum sadece bunları fideleri ekerken ve küçük bölgelerde çalışırken kullanıcağım...
Baba aletler zaten var... Benimkiler şahsıma münhasır bahçecilik evcilik oyunu aletleri... :pppp
Bir an önce Çeşmeye gidip tohumları çimlendirmek için sabırsızlanıyorum...
Her ne kadar Peyzaj mimarı olmasamda bir mimar olarak tasarım yetimle bahçem için tasarımlar çizittiriyorum... Seçtiğim çiçeklerin güneş ihtiyaçlarını dikkate alarak, çimlerimizden de feragat etmeden görsel bir şölen yaratmayı amaçlayarak çizittiriyorum... :)
Bakalım göriciiiiiz... Çizdiğim şeyleri toprağa nasıl aktarıcam... Tek başıma ciddi bir sevüren yaşayacağım !!! Ölç, biç, iple işaretle, kaz, şekil ver... Bordürleri oluşturmak için güzel taşlar bul, taşı... :))))))
Yazicim efendim... Yazın bahçe deneyimimi yaziciiim ve az-çok işe yarar amatör bi sayfa aradığınızda yazılarım naçiiizane yardımcınız olsun diye...
;)
Ama ne eylemler...
Terasın korkuluklarına asılacak saksılar, Tchibo'nun bu haftaki temasında bir sürü teras ıvır-zıvırı, çiçek tohumları, tohum çimlendirme ekipmanları, kazma-kürekler...
Of ki of...
Dünden beri sipariş kargolarım yağıyor...
Sevgili amcam seçtiğim çiçek tohumlarının güzelliği karşısında aferin diyor ama aynı zamanda da bana çimlendirmenin zorluğundan dem vuruyor...
Biliyorum biliyorum, tohumdan bitki üretmek sabır işi... Biz yay burçlarında pek bulunmayan 'sabır'la işim zor ama azmettim !!!
Blogumda yeni bir bölüm açacağım...
İnternette doğru düzgün amatör bahçecilik ile ilgili sayfalar bulamadım...
Yurtdışında harika sayfalar var... Ancak o sayfalarda bahsedilen ürünleri bulmak zor memlekette... Yada bizdeki isimleriyle onların kullandıkları isim varklı olduğundan bildiğiniz bir şeyde olsa yarım saat bu ne ki acaba diye arama tarama yapıyorsunuz...
Kendi bahçecilik deneyimimi kendi tarzımda ilgilenenlere paylaşmayı düşünüyorum...
Efenim, hazır fide alıp dikmek belki daha mantıklı bir uygulama olurdu ancak, sıfırdan üretme fikri daha bi cazip geldiğinden önce tohum arayışına girdim...
Naaazik popomu yerinden kaldırmadan internette tohum ararken, Zengarden diye bir site buldum. İzmirli bu firma, internetteki en mi en aydınlatıcı bilgiye ve bol ürüne sahip bence tek site!
İstemediğiniz kadar tohum çeşidine sahip olan firma aynı zamanda da çok yardımsever...
Şu aralar tohum ekip çimlendirme yapmak için en uygun dönem... Ancak İstanbul'dan Çeşme'ye üretim saksılarımı taşımam zor olacağından firma yetkilileriyle yaptığım yazışmalar sonucunda Mayıs ayı itibariyle ekimini yapıp verim alabileceğim ürünleri seçmemi sağladılar.
Bu bence çok önemli bir anlayış... Adamlar sırf satmak için, para kazanmak için ' heee bacııım o da oluuur bu da oluuuur...' demiyorlar... Size sonuç alabileceğiniz ürünleri tavsiye ediyorlar !!!
Tohumlarla birlikte nasıl çimlendirilip, ekilmelerini anlatan bir kitapçıkta gönderiyorlar... İstediğiniz kadar acemi olun Zengarden sayesinde yılların ustası şeklinde sonuç almanız mümkün...
Kaktüs meraklısı olarak özel kaktüs tohumları ve onlar için olmazsa olmaz özel kaktüs toprağı, viyoller, çimlendirme toprakları sipariş ettim...
Kazmasız-küreksiz bahçivaaan olur mu olmaaaaaz... Çok pro olmayan aletler adım. Roco markasının küçük bahçe aletlerinden aldım. Küçük kürek, çapa, tırmık ve ayrık otu sökücü... Tüm bahçeyi onlarla kazmama imkan yok biliyorum sadece bunları fideleri ekerken ve küçük bölgelerde çalışırken kullanıcağım...
Baba aletler zaten var... Benimkiler şahsıma münhasır bahçecilik evcilik oyunu aletleri... :pppp
Bir an önce Çeşmeye gidip tohumları çimlendirmek için sabırsızlanıyorum...
Her ne kadar Peyzaj mimarı olmasamda bir mimar olarak tasarım yetimle bahçem için tasarımlar çizittiriyorum... Seçtiğim çiçeklerin güneş ihtiyaçlarını dikkate alarak, çimlerimizden de feragat etmeden görsel bir şölen yaratmayı amaçlayarak çizittiriyorum... :)
Bakalım göriciiiiiz... Çizdiğim şeyleri toprağa nasıl aktarıcam... Tek başıma ciddi bir sevüren yaşayacağım !!! Ölç, biç, iple işaretle, kaz, şekil ver... Bordürleri oluşturmak için güzel taşlar bul, taşı... :))))))
Yazicim efendim... Yazın bahçe deneyimimi yaziciiim ve az-çok işe yarar amatör bi sayfa aradığınızda yazılarım naçiiizane yardımcınız olsun diye...
;)
23 Nisan 2011 Cumartesi
Santa Clara: Che
Böylesine yakışıklı, böylesine insan sevgisi olan bir adam...
Santa Clara'da Che'nin mezarında ki müzedeyiz...
Tüm hayatı fotoğraflarla karşımızda...
Çocukluğu, ailesi, devrim öncesi ve sonrası...
Müzeyi gezerken hayatını gözler önüne seren fotoğraflarına bakarken ister istemez aşık oluyorsunuz...
Büyük adam, fikirleri, yaptıkları... Anacak tüm seyahat boyunca bir şekilde hayatta olmamasına rağmen Fidel'den daha fazla hissedilen bir etkisi var... Hayatta olmayan bir adamın karizmasının etkisinde kalıyorsunuz ve fotoğraflarına bakarken birden 'insanlaşıyor' ve siz onu bir 'erkek' olarak görüp ondan etkileniyorsunuz...
Tanrım Che'ye aşık oldum...
Kadınlarını merak ediyorum, nasıl bir aşık olduğunu, onunla oturup sohbet etmenin nasıl bir şey olduğunu... Belkide nasıl öpüştüğünü bile...
Dehşet bir etki... Muhteşem bir karizma... Kadın-erkek fark etmeden kendisine aşık eden bir adam...
Tarifi yok hislerimin...
Ona değmiş insanlar, tanımış insanlar, görmüş insanlar, konuşmuş insanlar ve onunla ölmüş insanlar ne kadar şanslı...
Fotoğraflarındaki bakışları o kadar etkileyici ki...
Büyük bir adam gibi değil...
Afacan bakışlı, durmadan ilginizi isteyen bir oğlan çocuğu/tatlı şımarıklıklar yapan sevgiliniz...
Tanrım çocukluğu ne sevimliymiş...
Ooo bir insan ergenlik döneminde de bu kadar güzel ve yakışıklı olabilir mi?
Aaaa uçakları mı varmış...
Ailesi çok zenginmiş... Arjantin'li zengin bir ailenin iyi eğitimli, gelecek vaat eden yakışıklı oğlu...
Elinde purosuyla çapkın çapkın gülümsüyor...
Yazık çok erken veda etti hayata...
Bir insan nasıl sahip olduklarından vaz geçip başkalarının yardımına koşabilir...
Kendi ülkesi için değil başkalarının ülkesi için...
Bir çıkar beklemeden...
Santa Clara devrimin kazanıldığı yer. Şekerkamışı, tütün ve narenciye gibi tarım ürünleri ve ağır sanayi tesislerine sahip bu kenti Che ele geçirdiğinde Batista her şeyin bittiğini anlıyor ve özel uçağına atladığı gibi Cuba'dan kaçıyor...
Bolivya Dağları'nda öldürülen Che'nin cenazesi yıllar sonra ortaya çıkarılınca, silah arkadaşlarıyla birlikte bu kentte adına yapılan mozoleye gömülüyor...
Muazzam büyüklük ve genişlikteki mozelede Che'nin bence çok ilginç bir heykeli yukardan sizi selamlıyor; sol eli kırık ve askıda bir Che.
Önce müze ziyareti ardından mozoleye giriş yapılıyor... Türk milleti olarak herkes tipik mezarlık beklediğinden benden 'mezarından toprak' isteyenler bile oldu...
Bildik mezar değil... Che'nin mezarı... Çok sade loş bir oda... Yerde 'Eternal' (sonsuz) ateş hem Che hemde devrimde hayatlarını kaybetmişler için yanıyor...
Che ve silah arkadaşlarının kemikleri küçük kutular içinde duvara gömülmüş. Duvar çok hoş bir granitle kaplı... Che'yi silah arkadaşlarından ayıran tek şey onun granitinin üzerine yukardan yansıyan bir yıldız ışığı olması....
İçerde fotoğraf çekmek ve konuşmak yasak. Ancak biz Türkler yine Türklüğümüzü gösterdik ve görevlilerce bir çok defa şşşşşşş diye uyarıldık !
Walla Fidel tüm egosunu bırakıp harika bir şey yaptırtmış... Fidel için yapılacak şeyin bu kadar güzel, estetik ve anlamlı olabileceğini düşünemiyorum...
Son derece etkilenip çıkıyorsunuz mozoleden...
Devrimin kazanıldığı demir yolu anıt parka çevrilmiş... Parka giderken yol üzerinde en insancıl Che heykeli var. İnsan ölçeğinde, üzerinde minnacık çocuklar olan bir heykel... Ona sarılıp poz verirken Che bir kez daha insan oluyor... Ulaşılabilir...
Bambaşka bir etkileyiciliği var... Devrimcilerin gözündeki Che ile benim Che'm biraz hatta biraz değil çoook ama çook zıt kutuplar şeklinde olabilir ama oraya gitmeden, onun izlerini görmeden, koklamadan, hissetmeden anlamanız çok zor demek istediğimi...
Bu kadar önemli ve bu kadar insan...
Aşık döndüm...
Hatıra eşya satan dükkandan aldığım Che fotoğraflarından oluşan takvimden bana ağzında purosuyla muzip muzip bakıyor ve ben hem saçlarını okşayıp hemde saygıyla bakma arası bir dürtüde gidip geliyorum...
Santa Clara'da Che'nin mezarında ki müzedeyiz...
Tüm hayatı fotoğraflarla karşımızda...
Çocukluğu, ailesi, devrim öncesi ve sonrası...
Müzeyi gezerken hayatını gözler önüne seren fotoğraflarına bakarken ister istemez aşık oluyorsunuz...
Büyük adam, fikirleri, yaptıkları... Anacak tüm seyahat boyunca bir şekilde hayatta olmamasına rağmen Fidel'den daha fazla hissedilen bir etkisi var... Hayatta olmayan bir adamın karizmasının etkisinde kalıyorsunuz ve fotoğraflarına bakarken birden 'insanlaşıyor' ve siz onu bir 'erkek' olarak görüp ondan etkileniyorsunuz...
Tanrım Che'ye aşık oldum...
Kadınlarını merak ediyorum, nasıl bir aşık olduğunu, onunla oturup sohbet etmenin nasıl bir şey olduğunu... Belkide nasıl öpüştüğünü bile...
Dehşet bir etki... Muhteşem bir karizma... Kadın-erkek fark etmeden kendisine aşık eden bir adam...
Tarifi yok hislerimin...
Ona değmiş insanlar, tanımış insanlar, görmüş insanlar, konuşmuş insanlar ve onunla ölmüş insanlar ne kadar şanslı...
Fotoğraflarındaki bakışları o kadar etkileyici ki...
Büyük bir adam gibi değil...
Afacan bakışlı, durmadan ilginizi isteyen bir oğlan çocuğu/tatlı şımarıklıklar yapan sevgiliniz...
Tanrım çocukluğu ne sevimliymiş...
Ooo bir insan ergenlik döneminde de bu kadar güzel ve yakışıklı olabilir mi?
Aaaa uçakları mı varmış...
Ailesi çok zenginmiş... Arjantin'li zengin bir ailenin iyi eğitimli, gelecek vaat eden yakışıklı oğlu...
Elinde purosuyla çapkın çapkın gülümsüyor...
Yazık çok erken veda etti hayata...
Bir insan nasıl sahip olduklarından vaz geçip başkalarının yardımına koşabilir...
Kendi ülkesi için değil başkalarının ülkesi için...
Bir çıkar beklemeden...
Santa Clara devrimin kazanıldığı yer. Şekerkamışı, tütün ve narenciye gibi tarım ürünleri ve ağır sanayi tesislerine sahip bu kenti Che ele geçirdiğinde Batista her şeyin bittiğini anlıyor ve özel uçağına atladığı gibi Cuba'dan kaçıyor...
Bolivya Dağları'nda öldürülen Che'nin cenazesi yıllar sonra ortaya çıkarılınca, silah arkadaşlarıyla birlikte bu kentte adına yapılan mozoleye gömülüyor...
Muazzam büyüklük ve genişlikteki mozelede Che'nin bence çok ilginç bir heykeli yukardan sizi selamlıyor; sol eli kırık ve askıda bir Che.
Önce müze ziyareti ardından mozoleye giriş yapılıyor... Türk milleti olarak herkes tipik mezarlık beklediğinden benden 'mezarından toprak' isteyenler bile oldu...
Bildik mezar değil... Che'nin mezarı... Çok sade loş bir oda... Yerde 'Eternal' (sonsuz) ateş hem Che hemde devrimde hayatlarını kaybetmişler için yanıyor...
Che ve silah arkadaşlarının kemikleri küçük kutular içinde duvara gömülmüş. Duvar çok hoş bir granitle kaplı... Che'yi silah arkadaşlarından ayıran tek şey onun granitinin üzerine yukardan yansıyan bir yıldız ışığı olması....
İçerde fotoğraf çekmek ve konuşmak yasak. Ancak biz Türkler yine Türklüğümüzü gösterdik ve görevlilerce bir çok defa şşşşşşş diye uyarıldık !
Walla Fidel tüm egosunu bırakıp harika bir şey yaptırtmış... Fidel için yapılacak şeyin bu kadar güzel, estetik ve anlamlı olabileceğini düşünemiyorum...
Son derece etkilenip çıkıyorsunuz mozoleden...
Devrimin kazanıldığı demir yolu anıt parka çevrilmiş... Parka giderken yol üzerinde en insancıl Che heykeli var. İnsan ölçeğinde, üzerinde minnacık çocuklar olan bir heykel... Ona sarılıp poz verirken Che bir kez daha insan oluyor... Ulaşılabilir...
Bambaşka bir etkileyiciliği var... Devrimcilerin gözündeki Che ile benim Che'm biraz hatta biraz değil çoook ama çook zıt kutuplar şeklinde olabilir ama oraya gitmeden, onun izlerini görmeden, koklamadan, hissetmeden anlamanız çok zor demek istediğimi...
Bu kadar önemli ve bu kadar insan...
Aşık döndüm...
Hatıra eşya satan dükkandan aldığım Che fotoğraflarından oluşan takvimden bana ağzında purosuyla muzip muzip bakıyor ve ben hem saçlarını okşayıp hemde saygıyla bakma arası bir dürtüde gidip geliyorum...
Trinidad
O kadar çiftlik olupta zengin çiftlik ağaları olmaz mı?
Elbette olur... Trinidad Cuba'nın toprak zenginlerinin memleketi...
Diego Velazquez'in kurduğu yedi yerleşimden üçüncüsü masal şehir gibi... Sanki özel imal edilmiş gibi...
UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Trinidad'a mutlaka gidin... Hatta orada bir gece kalın... Sokaklarında dans edin dicemde bizim gibi turla gidince sabahın köründe yola çıkıp doyamadan dönmek zorunda kalıyorsunuz :(
Cuba'nın en zengin ve aristokrat kentinde mimari sizi mest ediyor... İspanyol sömürge mimarisi bir mimar olarak beni çok etkiledi...
Arnavut kaldırımlı sokaklarında geniş cepheli evlerin yerden çatıya kadar yükselen rengarek boyalı demir parmaklıklı pencereleri nereye bakacağınızı şaşırtan bir güzellikte...
Ferforjenin ne kadar harika olabileceğini görüyorsunuz... Dantel bir örtü gibi işlenmiş ferforje nakışlar... Harika...
Evlerin pencere ve kapıları o kadar devasa ki, geçmiş zamanda evlere atla girip çıkıyorlardı her halde diye düşünmeden edemiyorsunuz...
Parabolik içbükey çatılar... 200 yıllık kiremitler... Hepsi elle yapılmış...
Alis Harikalar Diyarının Cuba versiyonu : Trinidad !
Şekerkamışı tarlalarının sahiplerininmiş bu evler... Zenginlik ve köleler...
Bu bölge sadece sömürge dönemi mimari izleri taşıyan evleriyle değil, şekerkamışı tarlalarında çalışan köleleri gözetlemek için yapılmış olan kuleleriylede ünlü...
Kulelerin manzarası harika diyorlar... Göremedik... :( Bu kulelerin en ünlüsü Torre de Manaca-Iznaga'ymış... Şehrin 15 km batısında, 44 metre yükseklikte ve 7 katlıymış...
Trinidad'ın 16 km. ötesinde Playa Ancon plajı plaj tutkunları için harika bir yermiş...
Tur yerine kendi imkanlarınızla gitmek her yeri görmek için daha doğru bir tercih olur... Keşke 1 gece konaklayabilseydik bu bölgede de, okuduğum ve yazdığım şeyleri deneyimleyebilseydim...
Rengarenk meyveli ezme tadında Trinidad... Capcanlı renkli evlerin pencerelerinde cam yok... Şahane ferforje korkulukların ardında ahşap panjurlar var sadece...
Öğlen yemeğimizde bir ailenin evine konuk olduk ve bu şahane evlerin içini görebilme fırsatı yakaladık...
Öğle yemeği mönümüz kızarmış tavuk veya balıktı... Yanında Cuba usulü pilav ve patatesten daha lezzetli haşlanmış şekerkamışı ve kızarmış muzdu...
Şahane evlerin içi nasıl sade şaşarsınız...
Ah biz Türk insancıkları nasıl ıvır-zıvır meraklısıyız... Sade ama işçilikleri harika (Türkiye'de hatta dünyada antika olarak dehşet fiyatlara satılabilecek) bambu koltuklar, duvarda ayna ve muhakkak burun kıvıracağımız bir televizyon...
Hepsi bu...
Bambu sandalyelerin bazıları salıncaklı sandalye... Nasıl rahatlar... Otur sallana salllana pencereden dışarı bak, huzuru yaşa...
Biz Türk insanının şöyle kaykılarak oturayım, yarı yatar vaziyette televizyonumu izleyeyim, naaazik popom yumuş yumuş mindere değsin olayı yok !!!
Eldekini korumuşlar, gıkları çıkmadan yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyorlar...
Sade ve fonksiyonel o kadar !!!
Tuvaletlerini kullandığımızda hepimiz banyo malzemelerine üzüldük... Neredeyse 1 haftalık seyahate 100 tane ürünle gelmiş ben, dandik marka şampuan ve bitcik kadar kalmış sabunu görünce nasıl üzüldüm anlatamam.
Kendimi esefle kınayıp, Body Shop devamlı kullandığım Papaya serisini kaldırdığında elde kalan tüm ürünleri ben İstanbul'da ayrı İzmir'de de sevgilime ayrı toplattırdığım için kendimi şımarık ve kaprisli olarak adlettim.
Döndüğümden beri ürün almıyorum... Kokusuz sabunla yıkanıp vücuduma basit bir nemlendirici süremeyecek kadar padişah çocuğumuyum...
O kadınların güzel kokmaya, kremlenmeye hakkı yok mu... Ah keşke gelirken vermek için yanımda ürün getirseydim...
İstisnasız herkes sabun istiyordu çünkü... Devletin verdiği yeterli gelmiyor... Yeter mi... Bi düşünün kullanımlarınızı... :(
Giderken lütfen bol bol sabun ve kalem götürün...
Masal şehre geri dönersek, Huzur ve sukünetin hakim olduğu sokaklarda yürürken cigarcılar yanınıza gelip satış yapmaya çalışıyorlar...
Gruptaki delikanlılar bir eve cigar almak için dalınca bende araştırmacı gazeteci kimliğimle peşlerinden gittim...
O noooo... O anda polis gelse hepimizi içeri atardı !!!
Koca yemek masasının üstü kutu kutu puro doluydu...
Harika fotoğraflar çektim...
Evlere girip puro satış deneyimi yaşamanızı tavsiye ediyorum. Puro almasanız bile yaşamlarını görmeniz için harika fırsat...
Bizim çocuklar alışveriş yaparken elimde makinam ortalığa göz atarken duvardaki fotoğraflara takılıyorum...
Böyle birşey yok !!!
Evin kızı neredeyse çırılçıplak memesini ve kukusunu örten kırmızı bir kumaş parçasıyla fotoğrafçıya poz vermiş... Yanında da kızın düğün fotoğrafı gelinlikle !!!
Nassıııı yani oluyorum... Fotoğrafı çekmekle kalmıyor oğlanların alışverişini bölüp fotoğrafı gösteriyorum ve ister istemez geyike başlıyoruz...
Önce böyle poz verecen sonra evlenicen diye... ;))
Trinidad'ta muhteşem sanat galerileri var... Cuba sanatına bir kez daha hayran kalıyorsunuz... Alamasanız bile birbirinden harika tablolara bakın... Fotoğraflarını çekmenizde bir şey demiyorlar... Aslında taşıma problemi olmasa alın... Çok ucuza harika eserlerle duvarlarınızı donatmak harika olur...
Masalsı kentten eskiyi hayal ederek ayrılıyoruz... Zenginliğin-şaşanın olduğu, devrimden önceki zamanları düşünerek. Trinidad Fidel'e en az destek veren yer olmuş zamanında... Eee para babaları mallarından olmak isterler mi...
İster istemez eşitliğin aynı zamanda getirdiği yokluğu düşünüyorsunuz...
Andy'nin filminde ki bir sahne geliyor aklıma;
Yiğen geliyor ve amcasına çiftliğine el konulduğunu söylüyor ve amca olmaz diyor, babamdan beri bu toprakları ben işliyorum, kendi ellerimle bu hale getirdim... Amca üzüntüden kalp krizi geçiriyor ve ölüyor...
Kaç kuşaktır sizin olan bir yeri elinizden yitirmeniz kolay olmasa gerek...
Devrimin artıları ve eksileri aklımızda, masal şehrin renkleri gözlerimizde yola çıkıyoruz...
Elbette olur... Trinidad Cuba'nın toprak zenginlerinin memleketi...
Diego Velazquez'in kurduğu yedi yerleşimden üçüncüsü masal şehir gibi... Sanki özel imal edilmiş gibi...
UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Trinidad'a mutlaka gidin... Hatta orada bir gece kalın... Sokaklarında dans edin dicemde bizim gibi turla gidince sabahın köründe yola çıkıp doyamadan dönmek zorunda kalıyorsunuz :(
Cuba'nın en zengin ve aristokrat kentinde mimari sizi mest ediyor... İspanyol sömürge mimarisi bir mimar olarak beni çok etkiledi...
Arnavut kaldırımlı sokaklarında geniş cepheli evlerin yerden çatıya kadar yükselen rengarek boyalı demir parmaklıklı pencereleri nereye bakacağınızı şaşırtan bir güzellikte...
Ferforjenin ne kadar harika olabileceğini görüyorsunuz... Dantel bir örtü gibi işlenmiş ferforje nakışlar... Harika...
Evlerin pencere ve kapıları o kadar devasa ki, geçmiş zamanda evlere atla girip çıkıyorlardı her halde diye düşünmeden edemiyorsunuz...
Parabolik içbükey çatılar... 200 yıllık kiremitler... Hepsi elle yapılmış...
Alis Harikalar Diyarının Cuba versiyonu : Trinidad !
Şekerkamışı tarlalarının sahiplerininmiş bu evler... Zenginlik ve köleler...
Bu bölge sadece sömürge dönemi mimari izleri taşıyan evleriyle değil, şekerkamışı tarlalarında çalışan köleleri gözetlemek için yapılmış olan kuleleriylede ünlü...
Kulelerin manzarası harika diyorlar... Göremedik... :( Bu kulelerin en ünlüsü Torre de Manaca-Iznaga'ymış... Şehrin 15 km batısında, 44 metre yükseklikte ve 7 katlıymış...
Trinidad'ın 16 km. ötesinde Playa Ancon plajı plaj tutkunları için harika bir yermiş...
Tur yerine kendi imkanlarınızla gitmek her yeri görmek için daha doğru bir tercih olur... Keşke 1 gece konaklayabilseydik bu bölgede de, okuduğum ve yazdığım şeyleri deneyimleyebilseydim...
Rengarenk meyveli ezme tadında Trinidad... Capcanlı renkli evlerin pencerelerinde cam yok... Şahane ferforje korkulukların ardında ahşap panjurlar var sadece...
Öğlen yemeğimizde bir ailenin evine konuk olduk ve bu şahane evlerin içini görebilme fırsatı yakaladık...
Öğle yemeği mönümüz kızarmış tavuk veya balıktı... Yanında Cuba usulü pilav ve patatesten daha lezzetli haşlanmış şekerkamışı ve kızarmış muzdu...
Şahane evlerin içi nasıl sade şaşarsınız...
Ah biz Türk insancıkları nasıl ıvır-zıvır meraklısıyız... Sade ama işçilikleri harika (Türkiye'de hatta dünyada antika olarak dehşet fiyatlara satılabilecek) bambu koltuklar, duvarda ayna ve muhakkak burun kıvıracağımız bir televizyon...
Hepsi bu...
Bambu sandalyelerin bazıları salıncaklı sandalye... Nasıl rahatlar... Otur sallana salllana pencereden dışarı bak, huzuru yaşa...
Biz Türk insanının şöyle kaykılarak oturayım, yarı yatar vaziyette televizyonumu izleyeyim, naaazik popom yumuş yumuş mindere değsin olayı yok !!!
Eldekini korumuşlar, gıkları çıkmadan yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyorlar...
Sade ve fonksiyonel o kadar !!!
Tuvaletlerini kullandığımızda hepimiz banyo malzemelerine üzüldük... Neredeyse 1 haftalık seyahate 100 tane ürünle gelmiş ben, dandik marka şampuan ve bitcik kadar kalmış sabunu görünce nasıl üzüldüm anlatamam.
Kendimi esefle kınayıp, Body Shop devamlı kullandığım Papaya serisini kaldırdığında elde kalan tüm ürünleri ben İstanbul'da ayrı İzmir'de de sevgilime ayrı toplattırdığım için kendimi şımarık ve kaprisli olarak adlettim.
Döndüğümden beri ürün almıyorum... Kokusuz sabunla yıkanıp vücuduma basit bir nemlendirici süremeyecek kadar padişah çocuğumuyum...
O kadınların güzel kokmaya, kremlenmeye hakkı yok mu... Ah keşke gelirken vermek için yanımda ürün getirseydim...
İstisnasız herkes sabun istiyordu çünkü... Devletin verdiği yeterli gelmiyor... Yeter mi... Bi düşünün kullanımlarınızı... :(
Giderken lütfen bol bol sabun ve kalem götürün...
Masal şehre geri dönersek, Huzur ve sukünetin hakim olduğu sokaklarda yürürken cigarcılar yanınıza gelip satış yapmaya çalışıyorlar...
Gruptaki delikanlılar bir eve cigar almak için dalınca bende araştırmacı gazeteci kimliğimle peşlerinden gittim...
O noooo... O anda polis gelse hepimizi içeri atardı !!!
Koca yemek masasının üstü kutu kutu puro doluydu...
Harika fotoğraflar çektim...
Evlere girip puro satış deneyimi yaşamanızı tavsiye ediyorum. Puro almasanız bile yaşamlarını görmeniz için harika fırsat...
Bizim çocuklar alışveriş yaparken elimde makinam ortalığa göz atarken duvardaki fotoğraflara takılıyorum...
Böyle birşey yok !!!
Evin kızı neredeyse çırılçıplak memesini ve kukusunu örten kırmızı bir kumaş parçasıyla fotoğrafçıya poz vermiş... Yanında da kızın düğün fotoğrafı gelinlikle !!!
Nassıııı yani oluyorum... Fotoğrafı çekmekle kalmıyor oğlanların alışverişini bölüp fotoğrafı gösteriyorum ve ister istemez geyike başlıyoruz...
Önce böyle poz verecen sonra evlenicen diye... ;))
Trinidad'ta muhteşem sanat galerileri var... Cuba sanatına bir kez daha hayran kalıyorsunuz... Alamasanız bile birbirinden harika tablolara bakın... Fotoğraflarını çekmenizde bir şey demiyorlar... Aslında taşıma problemi olmasa alın... Çok ucuza harika eserlerle duvarlarınızı donatmak harika olur...
Masalsı kentten eskiyi hayal ederek ayrılıyoruz... Zenginliğin-şaşanın olduğu, devrimden önceki zamanları düşünerek. Trinidad Fidel'e en az destek veren yer olmuş zamanında... Eee para babaları mallarından olmak isterler mi...
İster istemez eşitliğin aynı zamanda getirdiği yokluğu düşünüyorsunuz...
Andy'nin filminde ki bir sahne geliyor aklıma;
Yiğen geliyor ve amcasına çiftliğine el konulduğunu söylüyor ve amca olmaz diyor, babamdan beri bu toprakları ben işliyorum, kendi ellerimle bu hale getirdim... Amca üzüntüden kalp krizi geçiriyor ve ölüyor...
Kaç kuşaktır sizin olan bir yeri elinizden yitirmeniz kolay olmasa gerek...
Devrimin artıları ve eksileri aklımızda, masal şehrin renkleri gözlerimizde yola çıkıyoruz...
22 Nisan 2011 Cuma
Ucuz etin yahnisi...
Bedava bir siteye sahip olunca bazı aksilikler oluyor işte...
Digitürk yüzünden bloger kapandı...
Tam cuba yazılarıma yoğunlaşmış, yazmaya doyamaz bir haldeyken blogsuz kalmak kötü oldu...
Blog kapandığından beri yazmayı bıraktım...
Yeni işime yoğunlaştım...
İş-küçük seyahatler-yeni hobiler derken zaman geçti...
Yazacak, aktarıcak bir sürü konu birikti ancak yazma tadım kaçtığından hiç birini yazmadım...
Bloger açıldı dedilersede umursamadım...
Ucuz etin yahnisi misali, üceretsiz bir site kullanmak memlekette pek hayırlı değil... Parasını verip ahanda tapusu benimdir diyebileceğim bir yapılanmayada popom hazır değil... :)
İsim hakkını al, siteyi tasarla, tasarımını yaptırt, kimseye bağımlı olmadan sitenin ayarlarını yapabilmek için bilgisayarcı olmana 5 kalacak bilgiler öğren ooooo... Uzun iş geldi... Ve o yüzden popomda kımıldamadı :)
Bloguma kavuştum kavuşmasına da, bakalım yazma aşkım eski moduna dönecek mi... Dönerde biraz naz-biraz kapris yapacak... Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok misali... :ppp
Cuba dizisini bitirmem gerekiyor...
Eskiden beri sevdiğim ama geçen hafta yağtığım Çeşme seyahatimden sonra coşan bahçecilik hobim vs. hakkında yazacağım da...
Bakalım, yazma pasım ne zaman geçerse...
Blogum hoş geldiiiiiin...
Yazılarımdan keyif alan, okuyup aklını dağıtan, gülen, yorum yazıp fikirlerini paylaşan, hayatımı takip edip, dedikodumu yapan, her yazdığım şeyi gerçek sanan , kaale alan ve almayan okuyucularım sizlerde hoş geldiniz sefa getirdiniz...
;)
Digitürk yüzünden bloger kapandı...
Tam cuba yazılarıma yoğunlaşmış, yazmaya doyamaz bir haldeyken blogsuz kalmak kötü oldu...
Blog kapandığından beri yazmayı bıraktım...
Yeni işime yoğunlaştım...
İş-küçük seyahatler-yeni hobiler derken zaman geçti...
Yazacak, aktarıcak bir sürü konu birikti ancak yazma tadım kaçtığından hiç birini yazmadım...
Bloger açıldı dedilersede umursamadım...
Ucuz etin yahnisi misali, üceretsiz bir site kullanmak memlekette pek hayırlı değil... Parasını verip ahanda tapusu benimdir diyebileceğim bir yapılanmayada popom hazır değil... :)
İsim hakkını al, siteyi tasarla, tasarımını yaptırt, kimseye bağımlı olmadan sitenin ayarlarını yapabilmek için bilgisayarcı olmana 5 kalacak bilgiler öğren ooooo... Uzun iş geldi... Ve o yüzden popomda kımıldamadı :)
Bloguma kavuştum kavuşmasına da, bakalım yazma aşkım eski moduna dönecek mi... Dönerde biraz naz-biraz kapris yapacak... Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok misali... :ppp
Cuba dizisini bitirmem gerekiyor...
Eskiden beri sevdiğim ama geçen hafta yağtığım Çeşme seyahatimden sonra coşan bahçecilik hobim vs. hakkında yazacağım da...
Bakalım, yazma pasım ne zaman geçerse...
Blogum hoş geldiiiiiin...
Yazılarımdan keyif alan, okuyup aklını dağıtan, gülen, yorum yazıp fikirlerini paylaşan, hayatımı takip edip, dedikodumu yapan, her yazdığım şeyi gerçek sanan , kaale alan ve almayan okuyucularım sizlerde hoş geldiniz sefa getirdiniz...
;)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)