Senelerdir gitmek istediğim Fest Travel’ın düzenlediği günübirlik tarihi İstanbul gezilerine sonunda hava muhalefetine rağmen bu hafta sonu katıldım.
İlk gezi; Köşe bucak Haliç, ikinci gezi ise Adım adım Beyoğlu: Galata idi.
Okul sıralarında tarihini öğrendiğiniz ve unuttuğunuz, mesleğinizden ötürü bir gün gelip dolaşmak lazım diyerek senelerdir önünden geçtiğiniz semtleri bir sanat tarihçisiyle beraber dolaşmak harika bir deneyimdi.
İstanbul ne, İstanbullu olmak nasıl bir şey, bu şehri var eden ve hala her şeye rağmen ayakta kalmasını ve güzelliğinden hiç bir şey yitirmemesini sağlayan değerler, tatlar neler bunları gördüğünüz, hissettiğiniz, düşündüğünüz bir geziydi.
Senelerdir Fener-Balat semtlerinin önünden geçip çevre yoluna kıvrılırdım. Dalan döneminde yapılmaya başlanan çalışmaları arabanın içinden görür, artık köhneleşmiş bile olsa çok güzel gelen eski binalara bakar, elden geçseler ne harika olurlar diye düşünürdüm. Ve hep bir gün eski taş duvarların arkasına geçip dolanmayı dilerdim.
O gün geçen hafta sonuymuş.
Haliç Bizanslılar döneminden beri İstanbul’un yüzyıllar boyunca seçkin yerleşim yerlerinden biri olmuş. Günümüzde maalesef bu seçkinlikten eser yok.
İstanbul kurulduğu günden beri devingen bir yerleşim yeri olmuş. Hele genlerimizde hala var olan geçer-göçerlik nedeniyle İstanbul günümüzde de devingen ötesi bir devingenlik yaşamakta.
Yüzyıllarca seçkin bir yerleşim merkezi olmuş yerler günümüzde öyle değil. Belirli dönemlerde, ihtiyaç, moda vs. gibi nedenlerle şehrin içinde yeni yerleşim yerleri gözde olmuş ve hala olmakta.
Tuhaf bir milletiz. Artık at sırtında geçer-göçer değiliz. Şehrin semtleri arasında geçer-göçerliğimizi devam ettiriyor ve bunu yaparken de yüzyıllarca yaşam alanı olarak hizmet vermiş yerleri kimsesizliğe-yıkıma-köhneliğe-yok olmaya terk ediyoruz.
Oysa hala Fener ve Balat semtleri seçkin olabilir.
Hala orada çok güzel yaşamlar sürülebilir.
Merkeze bu kadar yakın, denizi gören, müstakil evli yaşamlar…
Ve yüzyıllardır var olmanın, yaşanmışlığın keyfi tadı…
Ama maalesef Fener ve Balat semtlerinde dolanırken İstanbul’un tarihini, İstanbullu olmayı öğrenirken, hissederken bir yandan da yok olan bir tarihi-kültürü derinden yaşıyor ve hissediyorsunuz.
Balat ve çevresinde başlatılan restorasyon çalışmalarını umut verici bulmuştum. Hatta bir mimar olarak gidip gönüllü çalışmayı bile düşünmüştüm. Gezi sırasında bitmiş birkaç örneği gördüm ve hayal kırıklığına uğradım. Etliye-sütlüye-suya-sabuna dokunmadan tarihi eser statüsünde olmayan ya da o statüde ama derecesi önemsiz olan binalar restore edilmiş. Güzelim Yahudi binaları, Bizans surları, kiliseler kaderlerine terk edilmiş…
Bir ortaçağ sevdalısı olarak yurt dışında gezilere katıldığımda nerde şehir suru var, kale var, 13,14 ve 15.yy’dan bir şey var gider onları bulurum. O dönemin eserlerinin korunması-yenilenmesi büyük bir keyif verir bana. Benim şehrimde güya ortaçağda yaşamış-var olmuş bir şehir olmasına rağmen izler, eserler, değerler, kültürler yok denecek kadar az. Yooo az değilmiş… Bir uzmanla gezince sıradan mezbelelik gibi görünen şeylerin evet ‘şeylerin’ o dönemin yaşanmışlıkları, şehrimizi var eden tarihimiz ve kültürümüzün olduğunu görüyorsunuz. Ve şaşkınlığa uğrayıp vaaay diyorsunuz, hala Bizans’tan, Ceneviz’den kalma bir şeyler var yani… Var var… Şehir çok güzel bir şekilde onca olumsuzluğa rağmen Ortaçağ izlerini saklıyor, yaşatıyor… Ama daha ne kadar o halde kalmaya devam ederler o ayrı…
En acı olan, tüm Türkiye genelinde Türk olmayan-İslami olmayanı doğru dürüst korumamamız.
Evet şehrin ilk tarihi Hıristiyan izler taşımakta. Beklide şehirde Osmanlıların inşa ettiğinden daha fazla İslami olmayan dini yapı var. Tüm bu yapıları restore ettiğimizde gayrimüslim dünyaya İstanbul’un İslam şehri değil Hıristiyan şehri sinyalini vermekten korkuyoruz belki de.
Ama unuttuğumuz bir şey var, İstanbul’da Hıristiyan öncesi döneminde izleri var. Dünya var olduğundan beri yüzyıllardır bu topraklarda yaşamış, İstanbul’da yerleşim kurmuş tüm kavimlerin, imparatorlukların, dinlerin kısaca insanlığın izi bunlar.
Geçmişi hiçe sayarak bugünümüzü yaşayamayız ki…
İstanbul 2010’da Kültür başkenti olacak. Ve reklam panolarında ‘Sahne senin İstanbul, kültürler yeniden sende buluşuyor’ yazıyor. Kültürler hep buradaydı. Bir yere gitmediler ki. Biz sadece onların önünü yeni binalarla kapadık, sıvayla sıvadık.
İstanbullu olmak sadece şu ana çözüm üretmekle olacak bir şey değil.
Geçmişi ortaya çıkarmalıyız.
Galata’da ki Ceneviz surlarını onarmalıyız. Yıkık dökük bakımsız bir han olarak kullanılan Ceneviz sarayını onarmalıyız, Haliç’te ki Bizans surlarının üzerinde biten bitkilerden onları arındırmalıyız, surların yanında ki yeniçeri karakollarını restore etmeliyiz.
Bir şehrin eski kapısından içeriye girmek nasıl güzel bir duygu biliyor musunuz? Yüzyıllardır o kapıdan içeriye adım atmış, o kapının önünde beklemiş insanların ruhlarını, yaşanmışlıklarını hayal ederek geçmişin izlerini taşıyan şimdiye adım atmak…
Yakında seçimler var. İstanbul’un belediye başkanı olmak kolay bir iş değil. İstanbul’un çözülmesi gereken ulaşımı, hastanesi, yolu, suyu, elektriği kadar mühim tarihi ve kültür sorunu var.
İstanbul’u İstanbul yapan, bunca hükümdarı almak-sahip olmak için cezbeden şehrin olmazsa olmaz yaşam taşlarını yok saymak ne kadar doğrudur acaba?
Şu anıyla değil geçmişiyle İstanbul İstanbul ve bizim.
Fener ve Balat’taki Rum, Ermeni ve Yahudi binalarıyla, dini yapılarıyla, Osmanlı köşklerinden kalma taş odalarıyla, Galata ve çevresinde ki Osmanlı ve Ceneviz binalarıyla…
Gerçek İstanbul can çekişiyor.
Günümüzde İstanbul’un ilk kurulduğu yerleşim yerleri kaderlerine, unutulmuşluğa terk edilmiş durumdalar.
AB ve UNESCO destekli çalışmalar ise yetersiz.
Her İstanbullu devletin yardımı-desteği yanında kendiside bireysel katkıda bulunmalı kültür mirasının korunması için.
Eski İstanbul yavaş yavaş yok oluyor…
Yok olması yeni yerleşim yerleri açmayacak. Bizi biz yapan değerlerimizin, kültürümüzün yok olması demek bu.
İstanbul birçok milletin yaşadığı topraklardan olmuş hep. Onların izlerinin silinmesi şehrimizin sıradan, tarihsiz, kültürsüz, yaşanmışlığı olmayan sıradan dağ kasabalarından biri olmasına neden olacak.
Hepimiz devletimize bir sürü vergi ödüyoruz. Ödediğimiz onca vergiden biri İstanbul kültür varlıkları için alınsa. Ve devletten-varlıklı özel şahıslardan beklemeden şehrimizin tarihi dokusu bizlerin katkılarıyla onarılmaya-korunmaya başlanılsa.
Bence İstanbul’un tarihi ve kültürel değerlerinin korunması ve kurtarılması için, çok özel bir koruma kurulu kurulması gerekmekte. Hiçbir siyasi partiye ve ideolojiye bağlı olmayan, mesleğinin uzmanları mimarlar, sanat tarihçileri, arkeologlar ve restarotörlerden oluşan bir ekip şehirdeki bu dallarda eğitim veren üniversitelerin öğrencileriyle birlikte gerekli tüm inceleme ve araştırmaları yapıp doğru bir biçimde gerekli olanın yapılmasını sağlamalı.
Düşünsenize sadece İstanbul’un tarihi ve kültürel değerleri için hizmet veren, hiçbir çıkar gözetmeksizin, İstanbul’un yetkililerine bile karışacak, araştıran ve üreten bir kurum. Kurulacak kurul, Büyükşehir ve ilçe belediyeleriyle ortak çalışmalı, ortak çözümler üretmeli. Tüm eserlerin envanteri çıkartılmalı, hangi dönemde yapıldıkları tespit edilip, dönemin malzemesine uygun onarım yapılması sağlanmalı. Günümüzde duvar tekniğine bakıp doğru tahlil edilemeyen bir sürü bina yanlış sınıflandırılıyor. Bizans’a Osmanlı Osmanlı’ya Bizans deniliyor…
Var olan Anıtlar Kurulu maalesef beklenen hizmeti yeterli-doğru ve kaliteli bir biçimde verememekte. İstanbul için daha kapsamlı ve daha aktif, kısıtlanması olmayan elindeki imkanların, yetkilerin kısıtlanmadığı, bilimsel, teknik ve sanatsal inceleme ve araştırmanın imkanlı olduğu bir kurul gerekmekte.
Ama bu güzel bir hayal.
Hiçbir yetki merciinin böyle bir kurula izin vereceğini sanmıyorum.
Düşünsenize Büyükşehir Belediyesi bile ona danışmak zorunda kalacak ve hayır cevabını alınca oturacak!
Zor…
Şehri kurtarmak elimizde ancak alıştığımız bu düzensiz düzende, var olmuşlukta zor.
Gerçek İstanbul eriyor…
Ceneviz surları yok oluyor…
Osmanlı çeşmeleri, camileri, konakları kaderlerine terk edilmiş durumda…
Hele gayrimüslim yapılar dindaş olmadığımız için hiç şansları olmadan çürümeye mahkûmlar.
Bu hafta sonu atalarımın senelerdir yaşadığı bu şehrin gerçek bölümünün küçükte olsa bir bölümünü gördüm.
Gerçek İstanbul’u gördüm.
İstanbul ne onu gördüm, öğrendim.
Ama şunu iyi anladım İstanbullu olmak zor…
Benim ailem gerçek İstanbullu buna rağmen ben bile İstanbul’u bilmiyorum sonradan gelen ne etsin?
Aslında çok basit; Sahip çıkmak yeterli.
Devletiyle-sivil toplum örgütleriyle…
2010 Kültür Başkenti… Onca proje var… Ama hiç biri kurtarmaya yeterli değil İstanbul’u.
Kültürler buluşuyormuş…
Kültürler zaten burada…
Biraz onarımla ortaya çıkacaklar ama…
Neyse…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder