Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

29 Ocak 2009 Perşembe

Şehirden memlekete öööyle düşünceler

Olduğunuz yerden bütüne bakmak, anlamak çok zor.

Kalkıp gittiğinizde ise görmeniz ve anlayabilmeniz için bakmanız değil gerçekten görerek bakmanız gerekiyor.

Ben Karadenizin gelişmiş, kültürlü ve aydınlı bir şehrinde doğdum.
Ben doğmadan çok önce şehir Kurtuluş Savaşının fitilinin ateşlendiği yer olmuş.
Ailem, memleketin büyük şehirlerinin aydınlığında, açık fikirliğinde yaşamışlar o şehirde.

Ben büyürken ki süreçte şehir malesef memleket üzerinde hakim olan rüzgarların etkisiyle zannedersem yavaş yavaş açık fikirliliğini aydınlığını yitirmeye başladı.

22 senelik bir zaman diliminde annemin giyebildiği mini etek boyutuyla benimki ciddi fark göstermeye başladı.

Annemin gençliğinde giydiği mini eteği normalde geçirilen çağdaşlaşma-aydınlanma süreci sonucunda benim giymem gerekirken ben annemden daha uzununu giymek zorunda kaldım. Hatta giymesem daha iyi olur oldu.

Bir üniversite şehri olmasına rağmen, ben şehrimde üniversiteyi hissedemedim.
Kültürel etkinlikler ise ailemin gösterdiği müthiş çabalarla şehrime geldi.
Anadoluya turneye çıkmaya ikna edilen tiyatrolar-şarkıcılar...

Ben bir şekilde ailemin eğitimi-kültürü-açıkfikirliği-aydınlığı sayesinde yaşadığım şehrin insanlarından farklı at gözlükleri olmayan uçsuz bucaksız bir hayal gücü, isteme,bilme, yapabilme, gerçek kılabilme, açık ve sonsuz görüşlü olarak yetiştim.

Zaman zaman doğduğum şehre gittiğimde, şehrin yerlilerinin-aydınlarının kendilerini ifade edebilecekleri, daha mutlu olabilecekleri, ait olabilecekleri yerlere gittiklerini gördüm ve duydum.

Şehir, ona can verecek aydınlarını, kültürlerini, fikirlerini kaybediyordu.
Benim ailemde bunlardan biriydi.

Savaş sonrasında İstanbul'un elden gideceği söylentileri sonucunda gelip yerleşmişlerdi bu Karadeniz şehrine.
Gerçek Karadenizli değildik. Ancak yüzyıllardır o şehirde yaşayan varlıklı ve kültürlü birçok aileye oranla şehirin kalkınması ve gelişmesi için bir çok şey yapmıştık.

Biz zaten oralı değildik. Bizim bir süre sonra İstanbul'a göçmemiz normaldi.
Ama o toprakalrın yerlisi olan insanların o toprakları bırakıp gitmesi hem onlar hemde şehir için kötüydü.

Büyürkende o şehrin fikrine-mantığına uygun değildim.
Hele şimdilerde hiç değilim.
Zaman zaman doğduğum ve büyüdüğüm şehre gidip geldikçe nasıl yaşmışım ben burada diyorum. Ve burda yaşayıp nasıl bu toprakalrın mantığında değilim?

Cevabım ailem herhalde.
Ailem çağdaş-modern, aydın, ileri görüşlü olmasaydı bende bu toprakların kızları-kadınalrı gibi olacaktım herhalde.

Mesleğimin bana verdiği en büyük zenginlik ve başarı, gözlemdir.
Gözlem olmadan mimarlık olamaz.
İhtiyaçlara ve isteklere göre doğru tasarım yapılamaz gözlemsiz.
Her toplumun huyu-suyu, özelliği farklıdır.
Bir mimar olarak mesleğiniz evrenseldir. Her yerde ev evdir, okul okuldur. Tasarlanacak şeyin her yerde benzer yönetsel kuralları vardır, inşa teknikleri-kullanılan malzeme farklıdır. Her yerde okul okul, ev evdir ancak bölümleri, düzenlemeleri, insanına, toplumuna, iklimine göre küçük veya büyük farklar gösterir. Sizin mutfak alışkanlığınızla-kültürünüzle, Zambiyada'ki aynı değildir. Evet Zambiyadaki içinde aynı çalışma üçgeni prensibini uygularsınız ama sizin yemek pişirme alanınızla ordaki aynı değildir. Bu yüzden gözlemlemeden, araştırmadan, incelemeden bilmem nerede ki okulu bilmem nereye yaparsanız içinde eğitim verilse bile yaşam konforunun yanlışlığı ve yetersizliğinden başarısız olur tasarımınız ve dolayısıylada siz.

En önemli birinci kural gözlemdir bizim için.
Öyle booş boş bakındığımızı sanırsınız etrafa. Herşeyi beynimizin bir kenarına veya not defterimize karalarız.
İnceleriz, psikolok, sosyolok veya felsefeci değilizdir ama mesleğimiz bu bilim dallarıyla flört etmemizi gerektirir.

Bazen haddinden fazla gözlemelr çok bilmiş kesilir ve durmadan bıdı bıdı dıdı dıdı konuşur, eleştirir, tenkit eder, düzeltmeye çalışırız.

Ben hem kişilik yapımdan hemde aldığım eğitimden ötürü gözlemciyimdir.
Bazen haddimi aşan merak ve araştırma huyumla sanki koca şehri, ülkeyi ben düzene sokacakmışım edasıyla araştırırım, yazarım, fikir üretirim...

Son Karadeniz seferimde büyük şehirde ve arada dünya şehirlerinde yaşayan bir beyaz yakalı, çok bildiğini sanan bilgiç havasında büyüdüğüm şehrimi gözlemledim.

Yaşadığınız şehirle memleketin geri kalanı nasıl farklı.
Bunu bilmem kaç yaşında ilk doğu gezime çıktığımda yaşamıştım.
Türkiyem, canıııım Türkiyem her gün uyandığım, sokaklarında dolandığım, canım bilmem ne mutfağından çekip yediğim, bilmem ne konserine-etkinliğine gittiğim şehrim gibi değildi. Türk filmlerinin klişeleşmiş sözü gerçekti : Biz ayrı dünyaların insanıydık.

Evet, ayrı dünyaların insanıydık biz.
Başkentinin bile gelişmediği, sadece tek bir şehrinin dünyanın peşinden koştuğu, Newyorktan-Londradan eksiğimiz kalmasın diye harala gürele hazır veya değil, var veya yoka bakılmadan her türlü yatırımın, gelişmenin getirildiği İstanbul'du bir tek Türkiye'de olması gereken ama onunda doğru dürüst olamadığı çağdaşlık, düzen !

Tüm gazeteler, dergiler, yayın organları, kültür dernekleri-vakıfları herşey ama herşey İstanbul menşeyili.

İstanbul'da ki okumuşa-aydına-bilene yönelik.

Bilmem nerede ki kadın için uygun değil kadın dergilerimiz.
Ne Ankara'da ne İzmir'de dünyaca ünlü moda evinin bir mağazası var. Ama tüm moda ve kadın dergilerinde sadece bir şehirde bulunabilecek mağazanın giysileriyle tanıtım çekimleri var.

Sen sevgilini aldatmaktan, kocanın kıçına tekmeyi atmaktan, sen adamı alta al üstüne sen çık, zevkini yaşa derken ordaki o kız, o kadın 'Anaaa memleketi zuzaylılar ele geçirmiş wuuuuuy' diyor.!!!

Kadın hala çarşaflı!
Adam önde yürüyor kadın arkada.
21.yyda hala kızlarımız okula kampanyaları!
İki bankanın güya kültürel etkinlikleri var. Süper konserler... Ama İstanbul dışına çıkmıyor bunlar!!!
Türkiye'nin kocaman bankaları değilmisiniz? Memleketin her yerinde şubeniz yok mu? Vaaar. Eee, Hakkari'de ki adamın parasını al, İstanbul'da ki müşterine kültürel etkinlik sun ama ona sunma...

Türkiye sadece İstanbul olmuş.
Memleketin diğer yerleri kimsenin umru alakası değil.
Gazetelerin çıkardığı Karadeniz-Ege-Doğu ekleri 'Canım oralarlada ilgileniyoruz' demelerine yetiyor kendilerince.

Çarşaflı kadınla aynı topraklarda doğdum.
Aynı şehirde büyüdüm.
Memleket benden yararlanır veya yararlanmaz ama memlekete hayırlı bir beyaz yakalı oldum.
Ben nerdeyim o kadın nerede?

Bir zamanların çağdaş şehri şimdilerde çarşaflı-sıkmabaşlı...

Aydını-okumuşu-gazetecisi-bilimcisi-kültür sanat çalışanı bu ülkenişn geri kalanına ulaşamıyor.
Biz kocaman bir ülkeyiz.
%100 eşit gelişme her yerde olmayabilir tamam ama, bu kadar fark biraz ayıp olmuyor mu?
Cumhuriyetimizin kaçıncı yılındayız yahu?
Kaçtane aydınımız, öğretmenimiz, mühendisimiz, zenginimiz, kültür vakfımız, gazetemiz, dergimiz var yahu?

Birde çıkıp Ortadoğu'lu memleketlere demokrasi ve gelişim-kalkınma öreneği oluyoruz.
Haaa İstanbul'sa örnek amenna...
Ama Türkiye şu an burada, gelin örenek alın diyip İstanbul'u göstermek yanlış değil mi?

Bilmem, şehrimden-semtimden pek dışarı adım atmak istemiyorum.
Saklanayım ansını satayım.
Hakkaride makkaride şuşi-muşi, gucci mucci, vardır herhalde borumuuuu derim.

Ayol ekmek yoksa pasta yiyiiiiin... İlla sucuğun yağuna ekmek mü banmanız gerekiyoor!

Hiç yorum yok: