Erkeklerin bizi kolay kolay anlayabileceğini hiç sanmıyorum.
Hoş bizde onları anlayamıyoruz…
Eee o zaman kafaya tokadan başka bir şey takmaya gerek var mı yoook !
Efendim benim meslek grubumdaki kişilerin tuhaf beğenileri ve zevkleri vardır.
Size çirkin, lüzumsuz ve anlamsız görünen şeyler bize çok hoş, estetik, lüzumlu ve eksantrik filan gelir…
Bu konuda yapacak pek bir şey yoktur…
Mukadderat diyip geçmeniz gerekmektedir!
Uzun zamandır bir cafenin servis ekipmanlarının hastasıyım.
Bayılıyorum abi.
İstiyorum onlardan. Nerden aldınız diye sorduğumda cevap Eminönü-Mısır çarşısı oluyor.
Bir türlü popomu kaldırıp ta gidemiyorum oralara… Halbu ki yakın… Ama olmuyor olamıyor…
Çevremde ki herkese ayy bak ne güzel tepsiler diye gösterdiğim de bana zuzaylıymışım gibi bakıyorlar…
Hele sevgilim, Ozycim hani sen döküntü sevmiyodun canım diyor.
Aaa açkım onlar döküntü değil ki, herkesin kendi kahve tepsisi olacak. Sana özel. Misafirlerimiz kendilerini özel hissedecekler. Sunumda zarafet diyorum.
???
Aaa sinir oluyorum, kimse kendine özel bir tepsiyle yapılan sunumun zarafetini, hoşluğunu anlayamıyor. Bi tek mavi kandan olan benmiyim acep?
Neyse ne bu tepsilerden bir gün alınacak o kadar diyip hayatıma devam ederken, Fest’in yapmış olduğu günübirlik turlardan İstanbul ve hanları’na katılmamla emelim gerçek oldu.
Yağmurlu ve soğuk ötesi bir cumartesi günü sanat tarihçisi eşliğinde yapmış olduğumuz zevkli tur öğleden sonra 15.30 civarlarında bitince kendimi Kapalıçarşı’daki kahveye attım. Güzel bir türk kahvesi eşliğinde cigara tellendirmenin keyfinde gerinirken geçtiğimiz turlardan da tanıdığım bir beyle göz göze geldik Yanıma buyurun hamlesi yapamadan beyefendi kondu masama…
Başladık sohbete… Efendim ben biraz insan yer türdenimdir. Genellikle yalnız olmaktan da sıkılmam çok keyif alırım. Şurada ne güzel kendi kendimize günün özetini aklımızdan geçirip keyif yapacakken nerden şey etti domuzluğumla sohbet ederken beyefendi mısır çarşısına uğrayacağını söylemesin miiiiiii. Bir anda hem domuzluğumu yok etti hem de tepsi hayalimi bir anda gün yüzüne çıkarttı. Tabi beyefendinin bundan haberi olmadığından birden yüzümün ışıldamasını sohbetin keyfine bağladığına eminim. Ancak Ozy o dakika itibariyle tepsilerine kavuşabilecek olmanın keyfiyle şakımaya ve gülücük saçmaya başlamıştı… Tabi adamcık nerden bilsin bunu… Eheee…
Her neyse, kısa günün karı olarak içtiklerimde ödendi ve biz yola koyulduk… Ben bodoslama konuyu tepsilere getirip yaa burada zücaciyeler varmış nerdeler dedim.
Beyefendi ben sizi götürürüm demesiyle Ozy bulutlara yükseldi.
Olay orda bitti abi…
Arzu ettiğim ürünleri satan bir yere götürdü beni ve ben adamı dışarıda bırakıp direk içeri daldım. Arzu ettiğimden çok bin bir çeşit ürün olan harika bir yerde ben aklımı ve ruhumu kaybederken beyefendi kibarca yağmurun altında beni bekliyordu. Ondan da şundan da derken istediklerimin bir kısmının handa ki depoda olduğu ortaya çıktı. Dükkân sahibi, çocuk sizi götürsün diyince birden beyefendi aklıma geldi. Dışarı çıkıp istediklerim handaki depodaymış sizde gelin bizimle bakın İstanbul ve hanları gezimize başka bir hanla devam edelim ehe ehe diyerek son derece büyük bir yüzsüzlükle kendimi güvene alma amacıyla adamı da taktım peşimeeee…
Kadın milleti abi işte… : )))
Neyse tam gezimizin konusuna uygun 60’lı yıllardan yapılma avlulu bir hana girdik. Çocuk kapıyı açtı kocaman bir depo. Hiiiç korkmama da gerek yokmuş bu arada. İşte arada ortaya çıkan Büyükşehir paronayası. (Bu arada bu yazıyı okuyan sevgilim böyle anlatmamıştın diyecek. Yooo böyle anlatmıştım ama paronaya yaptım bölümlerini söylemedim sadece :))) )
Arzu ettiğim ıvır zıvırın bin bir çeşidini bulup seçtim ve çıktık handan.
Beyefendi büyük ihtimalle sevgilimle aynı görüşte idi ve bana kibarca benim yoktur böyle meraklarım, olanlara imrenirim ama anlamam ama sizi takdir ediyorum ehi ehi yaptı. Büyük ihtimalle ulan nediye masasına gittim ne diye beraber metroya kadar yürüyelim dedim diyordu içinden.
Ama olay burada bitmedi.
Beyefendinin Mısır çarşısında bir tane şarküterisi varmış. Peynirleri ve pastırması harika olan. Bende öğreneyim diye peşinden dalmamla adamın bütçesi yamulduuuu !!!
Sadece peynir alacaktı, ancak ben satıcıya tadımlık pastırma ver miyomusunuz niye yapınca beyefendi benim yüzümden pastırma da almak zorunda kaldı.
Hiiç gerek yoktu ama kendisi centilmenlik yapmak istedi. Büyük bir yüzsüzlükle paketi elinden alıp çemensiz pastırmaları mideme indire indire metroya kadar yürüdüm.
Araca bindik, inmesi gereken noktaya gelince iyi günleeeer hanfendi başka gezilerde görüşmek üzere diyip kaçarcasına giderken ben çok ama çok mutluydum.
Şimdi boy boy çelik tepsilerimle keyif yapmaktayım…
Her çaya her kahveye başka bir tepsi…
Keyfime, asortime, zarafetimeee diyecek bir şey yok!
Geçen gün paşabahçe’ de de tepsilerime uygun bardak kenarlarına takılan sütlüklerden buldum. Onlardan da aldım.
Açkıııım çeyizim hazır. Boy boy 6 tane tepsiiii artıııı 2 tane sütlüüüüüük! Allahın izniyle şekerlikte aldım mı tamamdır olay !!! : )))))))))))))))
Eee baştan dedim ama benim meslek grubumdakiler normal değildir diye. Normalse zaten sanatla-tasarımla uğraşmıyodur…
Baştan biliiiiin kabullenin.
Bi gün gelin size zaaarif zarif kahve servisi yapim ;)
31 Mart 2009 Salı
Fal bilim merkezi buyruuuun...
Bahar geldi acep ondan mıdır nedir anlamıyorum…
Herkeslerde bir fal arzusu…
Tanıdığım herkes bir yerlere gidiyor…
Müdavimi olduğum kafede fal bakabilenlere fala inanma falsızda kalma modunda senelerdir fal baktırırız. Ama şimdi ki durum vaziyet bunun yetmediğini gösteriyor…
Herkes bir yere gidiyor…
Ulan benim başım kel mi? Yoo maşallah rapunsel misali saçlarım var.
Eee öyleyse… Gidilecek iyi bir yer bulmalı.
Ofisten bir arkadaşım bir süre önce kuzeniyle Taksimde bir yer keşfetmiş. Çok güzel tarot bakan bir hatun varmış. Ballandıra ballandıra anlatıyor. Yerini tarif etti gideyim diye ama bu fal işi öyle tek başına yapılacak bir iş değildir.
Eşle dostla gideceksin, senin her şeyini bilmiş olsa da nedense bu kâfi gelmeyip yanındakilerininde yüzdesine göre hııım evet biliyo süpermiş demen gerekir.
Sebep? Bilmeeeem…
Neyse dün pazartesi ve bahar sendromumuz depreşti ve öğleden sonra işi kırıp Beyoğlu’na doğru yola koyulduk.
Kıkırdaya kıkırdaya bir ara sokağa daldık, hayatta bir mimar olarak veya fotoğrafçı sevdasıyla bile adım atmayacağım bir sokakta 3 hatun ilerlemeye başladık. Her yer kafe. Her yerde fal fal yazısı.
Seneler önce sevgilimden ayrıldığımda yine bir fal sendromu yaşamış ve benimle aynı dertten muzdarip bir arkadaşımla bayağı bir süre Beyoğlu’nun şimdi hangisi olduğunu hatırlayamadığım bir ara sokağını arşınlamıştık. Sonuç: FALA İNANMA AMA FALSIZDA KALMAAAA !!!
Neyse, 19.yy’ın kâgir binalarından birine daldık, bodruma indik. Her yer ayna kaplı bir yer.
Ayna ayna söyle bana benden daha güzeli var mı bu dünyadaaaaaa moduna anında girdiğiniz bir yer.
Bizi tayni tayni bir masaya oturtup anında kahvelerimizi sordular.
Hizmet süpeeer dicez ama, maksat fal baktırmak olduğundan ve sıra sorunu olduğundan normal olarak böyle hızlı servis! Ama daha önce deneyimi olmayan biz 2 saftorik için durum süper hızlı servisten öte değil.
Neyse hepimiz mekanın her yerinde olan aynalara baka baka kahvelerimizi içtik, falımızı kapadık sıramızın gelmesini beklemeye başladık.
İçersi sırf hatun kaynıyor.
Ve çıtır hatun.
Bahse girerim içlerinde ki en yaşlı hatun bi benim bide falcılar…!!!
Eee tabi şimdi normalde benim yaşımdaki hatunlar gidişatı öğrenmek için uğraşmazlar, istedikleri ve beklentileri bellidir, olmuyosa takmaz ve yollarlar. Bi tek benim yaşımın mantığında olmayan ve olamayan! :p
Bekle Allah bekle afakanlar bastı bizi…Aynaya bak bak nereye kadar…
Hanım hanımcık oturmayı bırakıp yüzümüzü şekilden şekle mi sokmadık, dil mi çıkarmadık, elimizdeki imkanlarla tavşan dişli mi olmadık, botox çalışması mı yapmadık… Ama vakit geçmiyor, sıra azalamıyoooor…
Eee napaak. 3 üniversite mezunu işinde gücünde aklı başında hatun nasıl vakit geçirir?
Gelirken aldığımız sinema festivalinin katoloğuyla mı?
Tabi ki değiiil… Biz daha entel danteliiiiiiiz…
Son heceden kelime üretmeye çalışarak geçiririz!!!
Hı- hı…
Başladık…
Ka pı
Pı ran ga
Ga ze te…
…
İlk başta zevkliydi… Sonra her zaman olduğu gibi oyunbozancılığım tuttu ve kafama göre, bulabildiğim kelimelere göre hece üretmeye başladım!
Tekerlek
Eklem…
Ek değil lek !
Aman beee lek lek ne ki leeek…Yok işteeee…Var dur Lekeli
Limon…
Onur… Oziii on değil mon!
Monsenyööör
Aaaa sıkıldım ben… Tamam, bu sefer bir harfte ki tüm isimleri sayalım.
O noooo !
Bir mimar, bir uluslararası ilişkilerci ve bir şehir planlamacısı… Fal sırası beklerken ne hale düştüler. Kimsenin bilmediği ve hatta kendilerinin bile bilmediği özleri ortaya çıktı !!!
Y harfi…
Tamam…
Yavuz, Yeliz, Yüksel…
Çok şükür sıra geldi… Hepimiz tek tek fincanlarımızı alıp hatunun masasına gittik. Hatun bi fincan bi tarot şeklinde hepimize memnun kalacağımız şeyler söyleyip bizi oradan yolladıııı…
Ancak aramızdan birisi Y harfiyle bulduğumuz isimleri takıntı haline getirdi ve bütün akşam boyunca durup durup bulduğu isimleri söyledi !
Efenim, Fala inanmayıp falsız kalmayın derim ama en önemlisi fal sırası beklerken aklınıza mukayyet olmanızı ve sizin gibi çılgınlığa müsait arkadaşlarla gitmemenizi tavsiye ederim.
Walla sıra bekleyen diğer çıtır hatunlar eminim bize bakıp gelecekte bizde mi böyle delü olacağız demişlerdir!
Bu arada sakın Faldan sonra Beyoğlu’ndan Cihangire yemek yemek için giderken ara sokakları kullanıp asri turşucunun önüne çıkmayın! Fal keyfiyle ne güzel yiyor ve içiyorsunuz kendiniz bile inanamazsınız!
Kafa dengi 2 kız arkadaş, önce kahve sonra fal sonra turşu ve turşu suyu sonra nefis bir mama ve şarap… Tarafımdan kesinlikle tavsiye olunmayan birlikteliklerdir efeeem… :)
Herkeslerde bir fal arzusu…
Tanıdığım herkes bir yerlere gidiyor…
Müdavimi olduğum kafede fal bakabilenlere fala inanma falsızda kalma modunda senelerdir fal baktırırız. Ama şimdi ki durum vaziyet bunun yetmediğini gösteriyor…
Herkes bir yere gidiyor…
Ulan benim başım kel mi? Yoo maşallah rapunsel misali saçlarım var.
Eee öyleyse… Gidilecek iyi bir yer bulmalı.
Ofisten bir arkadaşım bir süre önce kuzeniyle Taksimde bir yer keşfetmiş. Çok güzel tarot bakan bir hatun varmış. Ballandıra ballandıra anlatıyor. Yerini tarif etti gideyim diye ama bu fal işi öyle tek başına yapılacak bir iş değildir.
Eşle dostla gideceksin, senin her şeyini bilmiş olsa da nedense bu kâfi gelmeyip yanındakilerininde yüzdesine göre hııım evet biliyo süpermiş demen gerekir.
Sebep? Bilmeeeem…
Neyse dün pazartesi ve bahar sendromumuz depreşti ve öğleden sonra işi kırıp Beyoğlu’na doğru yola koyulduk.
Kıkırdaya kıkırdaya bir ara sokağa daldık, hayatta bir mimar olarak veya fotoğrafçı sevdasıyla bile adım atmayacağım bir sokakta 3 hatun ilerlemeye başladık. Her yer kafe. Her yerde fal fal yazısı.
Seneler önce sevgilimden ayrıldığımda yine bir fal sendromu yaşamış ve benimle aynı dertten muzdarip bir arkadaşımla bayağı bir süre Beyoğlu’nun şimdi hangisi olduğunu hatırlayamadığım bir ara sokağını arşınlamıştık. Sonuç: FALA İNANMA AMA FALSIZDA KALMAAAA !!!
Neyse, 19.yy’ın kâgir binalarından birine daldık, bodruma indik. Her yer ayna kaplı bir yer.
Ayna ayna söyle bana benden daha güzeli var mı bu dünyadaaaaaa moduna anında girdiğiniz bir yer.
Bizi tayni tayni bir masaya oturtup anında kahvelerimizi sordular.
Hizmet süpeeer dicez ama, maksat fal baktırmak olduğundan ve sıra sorunu olduğundan normal olarak böyle hızlı servis! Ama daha önce deneyimi olmayan biz 2 saftorik için durum süper hızlı servisten öte değil.
Neyse hepimiz mekanın her yerinde olan aynalara baka baka kahvelerimizi içtik, falımızı kapadık sıramızın gelmesini beklemeye başladık.
İçersi sırf hatun kaynıyor.
Ve çıtır hatun.
Bahse girerim içlerinde ki en yaşlı hatun bi benim bide falcılar…!!!
Eee tabi şimdi normalde benim yaşımdaki hatunlar gidişatı öğrenmek için uğraşmazlar, istedikleri ve beklentileri bellidir, olmuyosa takmaz ve yollarlar. Bi tek benim yaşımın mantığında olmayan ve olamayan! :p
Bekle Allah bekle afakanlar bastı bizi…Aynaya bak bak nereye kadar…
Hanım hanımcık oturmayı bırakıp yüzümüzü şekilden şekle mi sokmadık, dil mi çıkarmadık, elimizdeki imkanlarla tavşan dişli mi olmadık, botox çalışması mı yapmadık… Ama vakit geçmiyor, sıra azalamıyoooor…
Eee napaak. 3 üniversite mezunu işinde gücünde aklı başında hatun nasıl vakit geçirir?
Gelirken aldığımız sinema festivalinin katoloğuyla mı?
Tabi ki değiiil… Biz daha entel danteliiiiiiiz…
Son heceden kelime üretmeye çalışarak geçiririz!!!
Hı- hı…
Başladık…
Ka pı
Pı ran ga
Ga ze te…
…
İlk başta zevkliydi… Sonra her zaman olduğu gibi oyunbozancılığım tuttu ve kafama göre, bulabildiğim kelimelere göre hece üretmeye başladım!
Tekerlek
Eklem…
Ek değil lek !
Aman beee lek lek ne ki leeek…Yok işteeee…Var dur Lekeli
Limon…
Onur… Oziii on değil mon!
Monsenyööör
Aaaa sıkıldım ben… Tamam, bu sefer bir harfte ki tüm isimleri sayalım.
O noooo !
Bir mimar, bir uluslararası ilişkilerci ve bir şehir planlamacısı… Fal sırası beklerken ne hale düştüler. Kimsenin bilmediği ve hatta kendilerinin bile bilmediği özleri ortaya çıktı !!!
Y harfi…
Tamam…
Yavuz, Yeliz, Yüksel…
Çok şükür sıra geldi… Hepimiz tek tek fincanlarımızı alıp hatunun masasına gittik. Hatun bi fincan bi tarot şeklinde hepimize memnun kalacağımız şeyler söyleyip bizi oradan yolladıııı…
Ancak aramızdan birisi Y harfiyle bulduğumuz isimleri takıntı haline getirdi ve bütün akşam boyunca durup durup bulduğu isimleri söyledi !
Efenim, Fala inanmayıp falsız kalmayın derim ama en önemlisi fal sırası beklerken aklınıza mukayyet olmanızı ve sizin gibi çılgınlığa müsait arkadaşlarla gitmemenizi tavsiye ederim.
Walla sıra bekleyen diğer çıtır hatunlar eminim bize bakıp gelecekte bizde mi böyle delü olacağız demişlerdir!
Bu arada sakın Faldan sonra Beyoğlu’ndan Cihangire yemek yemek için giderken ara sokakları kullanıp asri turşucunun önüne çıkmayın! Fal keyfiyle ne güzel yiyor ve içiyorsunuz kendiniz bile inanamazsınız!
Kafa dengi 2 kız arkadaş, önce kahve sonra fal sonra turşu ve turşu suyu sonra nefis bir mama ve şarap… Tarafımdan kesinlikle tavsiye olunmayan birlikteliklerdir efeeem… :)
Seçmece bunlaaaaar...
Hiç seçimlerde çalıştınız mı?
Annem için seçimlerde görev almak vatan-millet için yapılan kutsal bir görevdir.
Vatana olan borcumuzmuş…
Çok kutsal bir görevmiş…
Bendeniz için ise ne borcu ne kutsalı yaaa angarya işten öte bişi değildir.
Ortaokul-lisedeyken annemin seçimlerde görev alması, tüm gün ve geceyi evde yalnız geçirecek olmam ve yapmamam gereken bir sürü şeyi yapabilmem demekti.
Okumamam gereken kitapların okunması…
Karıştırmamam gereken çekmecelerin karıştırılması…
Ders çalışmam gerekirken TRT FM’le süper bir dansçı olduğumu hayal edip dans etmem vs. demekti…
Seneler geçti, annem hep sandıklarda görev aldı. Sevgili kızı yurt dışında okuyup yaşadığından ilk oy atma deneyimini 30’larında yaşayabildi. Oy vermenin ve sandıkta görev almanın kutsallığına inanan bir anne için ne kadar üzücü bir durum di mi?
Kazık kadar hatun annesiyle sandığa gidiyor ve napıcam diye soruyor…
Arkamda ki 18’liklerin içlerinden çüüş dediklerini hala duyar gibiyim.
Ne var leeeyn senelerce memlekette değildik, kaç senedir ne sayıldık ne oy atabildik. İlk defa milli oluyos işteee… Ne var neee…Derken, memlekette bir yere bağlı olmadan, torpilin olmadan iş bulamayacağın gerçeğiyle karşılaşınca, sempati duyduğumuz bir partinin ilçemizdeki merkezine üye olduuuum…
Mahalle aralarında ki en köhne kahvehane bile daha moderndir diyebileceğim Türkiye’nin en eski partilerinden birinin ilçe merkezi, üyelerimize seçimlerde görev veririz biz diyerek bana sandıkta görev verdi. Annem bu durma çok sevindi tabi ki…
Ama ben değil. Uyku sever ben, karga daha şeyini şey etmeden kalkıcam, sandığa gidicem, sempatik sempatik bütün gün oy pusulası dağıtıcam, kimlik kontrolü yapıcam, milletin elini mürekkeplicem, gözümü dört açıp avcı olucam ve günün sonunda da eksiksiz olarak sandıkları sayıp sonuçları teslim edicem… O noooo…
Görev kutsaldır. Hele partimiz daha bi kutsal… Tabü tabü… Siyasetin ‘S’sini sevmeyen ve anlamayan ben için ne kadar zor ve katlanılmaz bir iş… Ama annem öyle düşünmüyor ve kendisini aşıp günün birinde milletvekili olmamın hayallerini bile kuruyor…Görevi sevdirebilmek için bana işin ucunda para bile olduğunu söylüyor ama kaç para alacağımı söylemiyor…
Görev yapanlara para mı veriyolar…
Tabi…
Ne kadar?
Annem bu kız kime çekmiş acaba, aç gözlü paracı yaratık der gibi bana bakıp veriyolar işte bi şeyler diyor…
Ehee para alıcam yani…
Alıcaksın ama hemen değil.
Nasıl yaniiiii…
Seçim bitecek, seçim kurulu çalışan listelerine bakacak ondan sonra…
Heeeee ölme eşeğim ölme… Görende parasızım sanacak. Eee öyleyim. Gelmişim 30’a memlekette iş yok, işsizim annemden harçlık alıyorum hala…Daha doğrusu bir beyaz yakalı olarak devlet tarafından bu durumlara düşürülüyorum… Bööööö…
Parayı-marayı düşünme… Kutsal bir görev bu.
Ha haa anne tabü… Ni demek… vatan borcu, kutsal bişi ve evet milletin ilerde benim temsilime ihtiyacı var… Auuuaaaağğğğğ…
Ağzını kapayarak esne ozy.
Auuuuğğğ tabi anne… yapmam gerekenleri bi daha anlat…
Çok basiiit, niye anlamıyosun anlamıyorum ki…
Karganın daha şeyini şey etmemiş ve yememiş olması ve benimde henüz uyanamayıp kahvemi içememiş olmamla alakası olabilir mi acaba?
!!!
Her neyse… Gittik çalıştık. Soğuk bir yandan, dikkat etmen gereken bi sürü şey bir yandan…Acıkman ve çişinin gelmesi bir yandan… Benim için işkenceydi. Hele partilerin öğle yemeği diye verdikleri şey anlatılmaz yaşanır bir durumdu. Bu arada harbiden çşi nereye ettiydik acep? Hatırlayamadım şimdi. Bir evin altında ki garajda çalışmıştık... Evede gitmemiştim... Halla halla... Niyse geçelim...
Gencide yaşlısı da oooo bir sürü insan… Bir sürü soru-beceriksizlik-sorun…
Hele o mürekkep olayı yok mu… Allaaah… Dikkat ettikçe, az damlatayım dedikçe inadına boca oluyordu sanki namussuz!
Bir tırnağın kökten uca 3 ayda uzadığını seçim mürekkebi sayesinde öğrenmiş bir şahsiyetim. Son derece lüzumsuz bir bilgiyi birebir yaşayarak öğrendim. Eee kazık kadar olana kadar oy kullanamadığımızdan değişik tekniklerde geliştiremedik tabiî ki doğal olarak. Millet tüm parmağına şeffaf oje sürüyomuş, yanında asetonla gidiyomuş… Biz aslan gibi 3 ay boyunca göğsümüzü gere gere oy verdik diye dolandık! Ayyy ne iğrençti sol elimin işaret parmağı. Oje sürersin olmaz, kazırsın olmaz. Pis pis kara-mavi bişey parmağında… Yani bir mimar olarak rapidolarımı temizlerken tüm parmaklarımın mürekkebe bulanmasına alışıktım ama bu tarifi imkansız bir deneyimdi… Başına gelen anlamıştır ne dediğimi…
Neyse kazasız belasız, kavgasız gürültüsüz, hatasız bir şekilde atlatmıştık. Ne oy pusulalarında ne de başka bir şeyde sorun çıkmamıştı sandığımızda.
Değişik bir deneyim di. Sadece oy atmaya gittiğinizde görev almış olanların neler yaşadıklarını anlamanıza imkân yok.
Oy verme işlemi boyunca her şey son derece kolay anacak iş saymaya gelince… İşte işin en zor kısmı orda başlıyor.
Mürekkebi emmeyen kağıt sebebiyle dağılan mühür izleri, lekemi, çift oy mu atmış incelemeleri…
Geçerli mi geçersiz mi kararları… Sayı tutuyomu tutmuyo mu hesapları…
Siz ekip olarak kendi derdinizdeyken etrafınıza üşüşen partililer…
Yaw bi çekilin… Uzaktan bakın… Zaten işin kendi stresi var bide siz, sanki pusulaları yok edecekmişiz gibi bizleri zan altında bırakan tavırlarınızla daha beter geriliyoruz leeeyn ! diyememeniz…
Bir tek annemin sandığında partililer burunları sokamazlar. Annem hepsini görülmez bir sınırın ötesinde tutar.
Ciddi strestir. İşinizi doğru yapıyorsunuzdur ama sanki her han yoldan çıkıp bir kate kulli yapacakmışsınız gibi sizi inceleyen, çokbilmiş bir halde işinize burunlarını sokmaya çalışanlarla kaynama derecenizi geçersiniz.
Evet, gözlem şarttır. Ama bizim her konuda olduğu gibi bu konuda da karışma mantığımızla iş çığırından çıkar.
Güven ve güvensizliğin kol gezdiği bir ortam olur sandıklar açıldıktan sonra…
Seçimler bir şekilde teknolojiyle bütünleşse ve kimse sıkıntı çekmese ne güzel olur.
Seçmende-seçilende-görev alanda bir rahatlasa…
Ama zor gözüküyor… Belki torunlarımız görür… Eee heeeyt ölme eşeğim ölme…
Bir kere seçim görevlisi olarak çalıştım. Sonra tövbe dedim. Ve bir daha partiye de uğramadım. Seçimden seçime sadece pusulalarda uğruyorum partiye… :)
Annem bu seçimde de çalıştı.
Aç aç bitmedi sandıklar, zarflar…
Hesapla hesapla, yaz yaz bitmedi…
Eve geldiğimizde saat 23’tü. Birçok sandığa göre yine erken bir saatte eve geldik diyebiliriz.
Sandıkta görev almanın bir tuhaf yanı insanları görüp üzülmeniz. Teyze 100 yaşında ve birçoğumuz da olmayan inanç ve bağlılıkla oy atmaya gelmiş…
Merdiven çıkamayan, hasta olan… Bir sürü 70 yaş üstü insan iki dirhem bir çekirdek vatani görevimiz diyip gelmişler sandığa.
Onlara bakıp geleceğinizi görüyor ve üzülüyorsunuz…
Seçim sisteminizi görüp üzülüyorsunuz…
Nolucak bu memleketin hali düşüncesini sandıkta sıra beklerken daha derinden düşünüp üzülüyorsunuz…
Umut-hüzün-sevinç-görev bilinci-angarya birçok duygu karışık oluyor…
Eve giderken annem gelecek seçimlerde çalış diye başımın etini yiyip durdu…
Hatta hızını alamayıp neden belediye meclisine aday olmadın diye de azarladı beni!
Oldu canııım dedim… Ni demek sen iste yeter ki… Sponsorum sen olacaksan ben bütün seçimlere aday olurum!
Yok anam yooook… Bak bu gün ne güzel bi hava vardı, sahile inip yürüyebilir, kahve keyfi yapabilirdik kaçırdın… Desem de annem inadım inatlığa devam etti…
Ha bu arada oturduğum semt, İstanbul'un en şık seçim gösterisine ev sahipliği yaptı.
Ben yataktan kalkıp popoma geçirdiğim eski püski eşofmanım, dağınık saçlarım, eski deri ceketimle sandık kuyruğunun en rüküşüydüm.
Ne Lui vitonlar, ne börbörileeer ne mui mui çantalar...
Eee ben şey bina görevlisiyim... Gasteleri dağıtıp geldiydim de... O bakımdan... moduna girdim.
Sabah sabah semtim seçim meçim pazar mazar dememiş modayı-markaları giymiş-kuşanmış...
Tebrik ediyorum Nişantaşımı...
Ben acep başka bi semte mi taşınsam? pek bu bölgenin hatun sınıfına uymuyom da hııı?
:p
Annem için seçimlerde görev almak vatan-millet için yapılan kutsal bir görevdir.
Vatana olan borcumuzmuş…
Çok kutsal bir görevmiş…
Bendeniz için ise ne borcu ne kutsalı yaaa angarya işten öte bişi değildir.
Ortaokul-lisedeyken annemin seçimlerde görev alması, tüm gün ve geceyi evde yalnız geçirecek olmam ve yapmamam gereken bir sürü şeyi yapabilmem demekti.
Okumamam gereken kitapların okunması…
Karıştırmamam gereken çekmecelerin karıştırılması…
Ders çalışmam gerekirken TRT FM’le süper bir dansçı olduğumu hayal edip dans etmem vs. demekti…
Seneler geçti, annem hep sandıklarda görev aldı. Sevgili kızı yurt dışında okuyup yaşadığından ilk oy atma deneyimini 30’larında yaşayabildi. Oy vermenin ve sandıkta görev almanın kutsallığına inanan bir anne için ne kadar üzücü bir durum di mi?
Kazık kadar hatun annesiyle sandığa gidiyor ve napıcam diye soruyor…
Arkamda ki 18’liklerin içlerinden çüüş dediklerini hala duyar gibiyim.
Ne var leeeyn senelerce memlekette değildik, kaç senedir ne sayıldık ne oy atabildik. İlk defa milli oluyos işteee… Ne var neee…Derken, memlekette bir yere bağlı olmadan, torpilin olmadan iş bulamayacağın gerçeğiyle karşılaşınca, sempati duyduğumuz bir partinin ilçemizdeki merkezine üye olduuuum…
Mahalle aralarında ki en köhne kahvehane bile daha moderndir diyebileceğim Türkiye’nin en eski partilerinden birinin ilçe merkezi, üyelerimize seçimlerde görev veririz biz diyerek bana sandıkta görev verdi. Annem bu durma çok sevindi tabi ki…
Ama ben değil. Uyku sever ben, karga daha şeyini şey etmeden kalkıcam, sandığa gidicem, sempatik sempatik bütün gün oy pusulası dağıtıcam, kimlik kontrolü yapıcam, milletin elini mürekkeplicem, gözümü dört açıp avcı olucam ve günün sonunda da eksiksiz olarak sandıkları sayıp sonuçları teslim edicem… O noooo…
Görev kutsaldır. Hele partimiz daha bi kutsal… Tabü tabü… Siyasetin ‘S’sini sevmeyen ve anlamayan ben için ne kadar zor ve katlanılmaz bir iş… Ama annem öyle düşünmüyor ve kendisini aşıp günün birinde milletvekili olmamın hayallerini bile kuruyor…Görevi sevdirebilmek için bana işin ucunda para bile olduğunu söylüyor ama kaç para alacağımı söylemiyor…
Görev yapanlara para mı veriyolar…
Tabi…
Ne kadar?
Annem bu kız kime çekmiş acaba, aç gözlü paracı yaratık der gibi bana bakıp veriyolar işte bi şeyler diyor…
Ehee para alıcam yani…
Alıcaksın ama hemen değil.
Nasıl yaniiiii…
Seçim bitecek, seçim kurulu çalışan listelerine bakacak ondan sonra…
Heeeee ölme eşeğim ölme… Görende parasızım sanacak. Eee öyleyim. Gelmişim 30’a memlekette iş yok, işsizim annemden harçlık alıyorum hala…Daha doğrusu bir beyaz yakalı olarak devlet tarafından bu durumlara düşürülüyorum… Bööööö…
Parayı-marayı düşünme… Kutsal bir görev bu.
Ha haa anne tabü… Ni demek… vatan borcu, kutsal bişi ve evet milletin ilerde benim temsilime ihtiyacı var… Auuuaaaağğğğğ…
Ağzını kapayarak esne ozy.
Auuuuğğğ tabi anne… yapmam gerekenleri bi daha anlat…
Çok basiiit, niye anlamıyosun anlamıyorum ki…
Karganın daha şeyini şey etmemiş ve yememiş olması ve benimde henüz uyanamayıp kahvemi içememiş olmamla alakası olabilir mi acaba?
!!!
Her neyse… Gittik çalıştık. Soğuk bir yandan, dikkat etmen gereken bi sürü şey bir yandan…Acıkman ve çişinin gelmesi bir yandan… Benim için işkenceydi. Hele partilerin öğle yemeği diye verdikleri şey anlatılmaz yaşanır bir durumdu. Bu arada harbiden çşi nereye ettiydik acep? Hatırlayamadım şimdi. Bir evin altında ki garajda çalışmıştık... Evede gitmemiştim... Halla halla... Niyse geçelim...
Gencide yaşlısı da oooo bir sürü insan… Bir sürü soru-beceriksizlik-sorun…
Hele o mürekkep olayı yok mu… Allaaah… Dikkat ettikçe, az damlatayım dedikçe inadına boca oluyordu sanki namussuz!
Bir tırnağın kökten uca 3 ayda uzadığını seçim mürekkebi sayesinde öğrenmiş bir şahsiyetim. Son derece lüzumsuz bir bilgiyi birebir yaşayarak öğrendim. Eee kazık kadar olana kadar oy kullanamadığımızdan değişik tekniklerde geliştiremedik tabiî ki doğal olarak. Millet tüm parmağına şeffaf oje sürüyomuş, yanında asetonla gidiyomuş… Biz aslan gibi 3 ay boyunca göğsümüzü gere gere oy verdik diye dolandık! Ayyy ne iğrençti sol elimin işaret parmağı. Oje sürersin olmaz, kazırsın olmaz. Pis pis kara-mavi bişey parmağında… Yani bir mimar olarak rapidolarımı temizlerken tüm parmaklarımın mürekkebe bulanmasına alışıktım ama bu tarifi imkansız bir deneyimdi… Başına gelen anlamıştır ne dediğimi…
Neyse kazasız belasız, kavgasız gürültüsüz, hatasız bir şekilde atlatmıştık. Ne oy pusulalarında ne de başka bir şeyde sorun çıkmamıştı sandığımızda.
Değişik bir deneyim di. Sadece oy atmaya gittiğinizde görev almış olanların neler yaşadıklarını anlamanıza imkân yok.
Oy verme işlemi boyunca her şey son derece kolay anacak iş saymaya gelince… İşte işin en zor kısmı orda başlıyor.
Mürekkebi emmeyen kağıt sebebiyle dağılan mühür izleri, lekemi, çift oy mu atmış incelemeleri…
Geçerli mi geçersiz mi kararları… Sayı tutuyomu tutmuyo mu hesapları…
Siz ekip olarak kendi derdinizdeyken etrafınıza üşüşen partililer…
Yaw bi çekilin… Uzaktan bakın… Zaten işin kendi stresi var bide siz, sanki pusulaları yok edecekmişiz gibi bizleri zan altında bırakan tavırlarınızla daha beter geriliyoruz leeeyn ! diyememeniz…
Bir tek annemin sandığında partililer burunları sokamazlar. Annem hepsini görülmez bir sınırın ötesinde tutar.
Ciddi strestir. İşinizi doğru yapıyorsunuzdur ama sanki her han yoldan çıkıp bir kate kulli yapacakmışsınız gibi sizi inceleyen, çokbilmiş bir halde işinize burunlarını sokmaya çalışanlarla kaynama derecenizi geçersiniz.
Evet, gözlem şarttır. Ama bizim her konuda olduğu gibi bu konuda da karışma mantığımızla iş çığırından çıkar.
Güven ve güvensizliğin kol gezdiği bir ortam olur sandıklar açıldıktan sonra…
Seçimler bir şekilde teknolojiyle bütünleşse ve kimse sıkıntı çekmese ne güzel olur.
Seçmende-seçilende-görev alanda bir rahatlasa…
Ama zor gözüküyor… Belki torunlarımız görür… Eee heeeyt ölme eşeğim ölme…
Bir kere seçim görevlisi olarak çalıştım. Sonra tövbe dedim. Ve bir daha partiye de uğramadım. Seçimden seçime sadece pusulalarda uğruyorum partiye… :)
Annem bu seçimde de çalıştı.
Aç aç bitmedi sandıklar, zarflar…
Hesapla hesapla, yaz yaz bitmedi…
Eve geldiğimizde saat 23’tü. Birçok sandığa göre yine erken bir saatte eve geldik diyebiliriz.
Sandıkta görev almanın bir tuhaf yanı insanları görüp üzülmeniz. Teyze 100 yaşında ve birçoğumuz da olmayan inanç ve bağlılıkla oy atmaya gelmiş…
Merdiven çıkamayan, hasta olan… Bir sürü 70 yaş üstü insan iki dirhem bir çekirdek vatani görevimiz diyip gelmişler sandığa.
Onlara bakıp geleceğinizi görüyor ve üzülüyorsunuz…
Seçim sisteminizi görüp üzülüyorsunuz…
Nolucak bu memleketin hali düşüncesini sandıkta sıra beklerken daha derinden düşünüp üzülüyorsunuz…
Umut-hüzün-sevinç-görev bilinci-angarya birçok duygu karışık oluyor…
Eve giderken annem gelecek seçimlerde çalış diye başımın etini yiyip durdu…
Hatta hızını alamayıp neden belediye meclisine aday olmadın diye de azarladı beni!
Oldu canııım dedim… Ni demek sen iste yeter ki… Sponsorum sen olacaksan ben bütün seçimlere aday olurum!
Yok anam yooook… Bak bu gün ne güzel bi hava vardı, sahile inip yürüyebilir, kahve keyfi yapabilirdik kaçırdın… Desem de annem inadım inatlığa devam etti…
Ha bu arada oturduğum semt, İstanbul'un en şık seçim gösterisine ev sahipliği yaptı.
Ben yataktan kalkıp popoma geçirdiğim eski püski eşofmanım, dağınık saçlarım, eski deri ceketimle sandık kuyruğunun en rüküşüydüm.
Ne Lui vitonlar, ne börbörileeer ne mui mui çantalar...
Eee ben şey bina görevlisiyim... Gasteleri dağıtıp geldiydim de... O bakımdan... moduna girdim.
Sabah sabah semtim seçim meçim pazar mazar dememiş modayı-markaları giymiş-kuşanmış...
Tebrik ediyorum Nişantaşımı...
Ben acep başka bi semte mi taşınsam? pek bu bölgenin hatun sınıfına uymuyom da hııı?
:p
Pek sevgili ziyaterçi...
Pek sevgili ziyaretçi
Hödööö kim ben miii? E herhalde benim... Evet?
Kullandığın tarayıcı (Internet Explorer 6) 2001 yılında üretilmiş, artık geliştirilmesi durdurulmuş iğrenç bir tarayıcı. Microsoft çoktan Internet Explorer 7'yi yayınladı, hatta bu yaza kadar Internet Explorer 8'i de yayınlayacak. Birçok web sitesini gezerken tarih öncesi bir araçla geziyorsun. Hala Cilalı Taş Devri'nde olmadığımıza göre tarayıcını değiştirme vaktin geldi. (Lütfen alınma; seninle değil Internet Explorer'la dalga geçiyorum.) Şimdi önünde iki yol var: Ya tarayıcını güncelleyeceksin (Eğer bir şirkette falansan yani Windows güncellemelerini yapamıyorsan bu seçeneği direkt atlayabilirsin), ya da başka bir taraycı kullanacaksın.
Sana iki adet yeni nesil tarayıcı önereyim: Mozilla Firefox ve Google Chrome. Özellikle Firefox'u eminim duymuşsundur. Şahane bir tarayıcı. Hafif, hızlı, daha güvenli falan... Ben onu kullanıyorum mesela.Neyse, çok fazla başının etini yemek istemiyorum. Ama bu sitede gördüğün her bozukluktan IE6'yı sorumlu tutabilirsin. Diğer tarayıcılarda hiçbir sorun yok. Haliyle, bu hata mesajı da yok.
Hı hı... Sevgili pek muhterem site sahibi, benim çalıştığım kurumda maillerimi bile açabilmek son derece wooow teknolojiye bak leeeeyn durumu iken explorer 7'miş, yemişmiş, fıstıkmış bunlar hayal canıııım... Başka bir hayatta inşallah maşallah canııım !!!
Zaten dertliyim, ofiste herşey 'yassak hemşerim' modunda... Bi de gezdiğim siteler bana artislik yapmıyo muuuuu, hasta oluyorum. Haftasonu facebook'ta yaptığım ve %0 çıkan ne kadar psikopatsınız testini şu an çözsem test kifayetsiz kalacak !!! Apla sen varya pisi pisi psikopatın allahı ötesi bişisin walla demezse nolim !!! :p
Eskiden çok değil 2 sene öncesine kadar kendi modemim vardı. 3 kişi ortak kullanıyorduk. Arada bi ısınırdı soğuturduk sonra devam... Sonunda gizliden gizliye ettiğim dualar ve dilekler tuttu ve modem bi tek bana kaldı. Allaaaah nasıl sörf yapıyorum, durdurabilene aşk olsun... Okyanuslarda köpek balıklarıyla sörf yapan Avusturalyalılardan bile şahaneyim...Hızlımı hızlı, uçan kaçan internet canavarıyım... msn-myspace-facebook-blogum-başka siteler... Ozy yaz babam yaz modunda... Benden mutlusu keyiflisi yok. Hem geyik hem iş ikisini aynı anda yapan muhteşem bi yaratığım derken bir sabah modemi tık yok halde buldum !
Bilgi işlemi aradım geldiler, sanki ben yapmamışım gibi kablolarını çıkarıp taktılar, yerini değiştirdiler, başaşşağı tuttular... parande atırdılar ı-ıh. Biz bunu aşşağıya alalım dediler... Sizide binaya bağlayalım. Bağlayın ama çabuk tamir edip gönderin modemimi dedim. Modem gitti... iki gün sonra haber geldi ölmüş diye... Tamam bize çok emeği geçti garibin helvasını kavurup emeklerini yad etmeye ederiz ama bana yeni bitane yollayın dedim. Yoook dediler olmaaaz... Artık sende herşeyi sınırlı ve takip edilenlerden olacaksın ! Manyakmısınız leeeyn msn olmadan patronun iki dkda hallet dediği işleri halledemem kiiiiii... Dış dünyayla bağlantı kurup bilgi alışverişi yapmadan çözülemeyen işlerim var benim... Olmaz dediler... Parası neyse ben verim bana şahsıma münhasır bi modem alın dediysem de ı-ıh... Olmadı olamadı...
O gün bugündür kurumun parası neye yetiyosa-neye izin veriyosa onu kullanmaktayım.
Herşey yasaklı...
Herşey eski model...
Maillerimi açmam bile büyük lütuf !
Kendi bloguma girip yazı yazmam ise tanrıııııııım çağdaşlık ötesi, teknoloji ötesi bir durum... Allah ne muradınız varsa versin saolun dediğim bir şey.
Şimdi sen gelmiş yarama tuz, tuzu bırak parmak, parmağı bırak kol basıyorsun !
Sabah sabah içlendim...
Hüzünlendim...
Sinir katsayım sayılamayacak boyuta erdi...
Ben burda garip bir kullanıcı...
Garip ötesi bir ziyaretçi...
Bööööööööööööööööööö...
Ah ahhh ulan... Kendi işinin patronu olmak arzusu şu saat itibariyle daha bi artmış durumda. Arzu ettiğin veya gerekli olan bilgisayar programlarını kullanamama ne demektir bilirmisiniz?
Bilmezsiniiiiz... Bilemezsiniz...
:p
Hafta başı itibariyle yine bir sürü şey kısıtlanmış durumda. Şu an için ses çıkaramıyorum. 1 ay kadar beklemem gerekiyor... Bu bekleme süresince her gün B vitamini içip sinirlerimi güçlendirmeyi düşünüyorum. Yoksa cinnet geçirip koşullarım sağlanmıyooor heeeeeeyt yapıcam ama bu krizde, bu hayat şartlarında bunada şüküüüüür, yarabi şükür demekten başka çarem yoktur...
Sınıf sınıııf...
:( :p :))
http://beyn.org/'a sevgilerle...
Hödööö kim ben miii? E herhalde benim... Evet?
Kullandığın tarayıcı (Internet Explorer 6) 2001 yılında üretilmiş, artık geliştirilmesi durdurulmuş iğrenç bir tarayıcı. Microsoft çoktan Internet Explorer 7'yi yayınladı, hatta bu yaza kadar Internet Explorer 8'i de yayınlayacak. Birçok web sitesini gezerken tarih öncesi bir araçla geziyorsun. Hala Cilalı Taş Devri'nde olmadığımıza göre tarayıcını değiştirme vaktin geldi. (Lütfen alınma; seninle değil Internet Explorer'la dalga geçiyorum.) Şimdi önünde iki yol var: Ya tarayıcını güncelleyeceksin (Eğer bir şirkette falansan yani Windows güncellemelerini yapamıyorsan bu seçeneği direkt atlayabilirsin), ya da başka bir taraycı kullanacaksın.
Sana iki adet yeni nesil tarayıcı önereyim: Mozilla Firefox ve Google Chrome. Özellikle Firefox'u eminim duymuşsundur. Şahane bir tarayıcı. Hafif, hızlı, daha güvenli falan... Ben onu kullanıyorum mesela.Neyse, çok fazla başının etini yemek istemiyorum. Ama bu sitede gördüğün her bozukluktan IE6'yı sorumlu tutabilirsin. Diğer tarayıcılarda hiçbir sorun yok. Haliyle, bu hata mesajı da yok.
Hı hı... Sevgili pek muhterem site sahibi, benim çalıştığım kurumda maillerimi bile açabilmek son derece wooow teknolojiye bak leeeeyn durumu iken explorer 7'miş, yemişmiş, fıstıkmış bunlar hayal canıııım... Başka bir hayatta inşallah maşallah canııım !!!
Zaten dertliyim, ofiste herşey 'yassak hemşerim' modunda... Bi de gezdiğim siteler bana artislik yapmıyo muuuuu, hasta oluyorum. Haftasonu facebook'ta yaptığım ve %0 çıkan ne kadar psikopatsınız testini şu an çözsem test kifayetsiz kalacak !!! Apla sen varya pisi pisi psikopatın allahı ötesi bişisin walla demezse nolim !!! :p
Eskiden çok değil 2 sene öncesine kadar kendi modemim vardı. 3 kişi ortak kullanıyorduk. Arada bi ısınırdı soğuturduk sonra devam... Sonunda gizliden gizliye ettiğim dualar ve dilekler tuttu ve modem bi tek bana kaldı. Allaaaah nasıl sörf yapıyorum, durdurabilene aşk olsun... Okyanuslarda köpek balıklarıyla sörf yapan Avusturalyalılardan bile şahaneyim...Hızlımı hızlı, uçan kaçan internet canavarıyım... msn-myspace-facebook-blogum-başka siteler... Ozy yaz babam yaz modunda... Benden mutlusu keyiflisi yok. Hem geyik hem iş ikisini aynı anda yapan muhteşem bi yaratığım derken bir sabah modemi tık yok halde buldum !
Bilgi işlemi aradım geldiler, sanki ben yapmamışım gibi kablolarını çıkarıp taktılar, yerini değiştirdiler, başaşşağı tuttular... parande atırdılar ı-ıh. Biz bunu aşşağıya alalım dediler... Sizide binaya bağlayalım. Bağlayın ama çabuk tamir edip gönderin modemimi dedim. Modem gitti... iki gün sonra haber geldi ölmüş diye... Tamam bize çok emeği geçti garibin helvasını kavurup emeklerini yad etmeye ederiz ama bana yeni bitane yollayın dedim. Yoook dediler olmaaaz... Artık sende herşeyi sınırlı ve takip edilenlerden olacaksın ! Manyakmısınız leeeyn msn olmadan patronun iki dkda hallet dediği işleri halledemem kiiiiii... Dış dünyayla bağlantı kurup bilgi alışverişi yapmadan çözülemeyen işlerim var benim... Olmaz dediler... Parası neyse ben verim bana şahsıma münhasır bi modem alın dediysem de ı-ıh... Olmadı olamadı...
O gün bugündür kurumun parası neye yetiyosa-neye izin veriyosa onu kullanmaktayım.
Herşey yasaklı...
Herşey eski model...
Maillerimi açmam bile büyük lütuf !
Kendi bloguma girip yazı yazmam ise tanrıııııııım çağdaşlık ötesi, teknoloji ötesi bir durum... Allah ne muradınız varsa versin saolun dediğim bir şey.
Şimdi sen gelmiş yarama tuz, tuzu bırak parmak, parmağı bırak kol basıyorsun !
Sabah sabah içlendim...
Hüzünlendim...
Sinir katsayım sayılamayacak boyuta erdi...
Ben burda garip bir kullanıcı...
Garip ötesi bir ziyaretçi...
Bööööööööööööööööööö...
Ah ahhh ulan... Kendi işinin patronu olmak arzusu şu saat itibariyle daha bi artmış durumda. Arzu ettiğin veya gerekli olan bilgisayar programlarını kullanamama ne demektir bilirmisiniz?
Bilmezsiniiiiz... Bilemezsiniz...
:p
Hafta başı itibariyle yine bir sürü şey kısıtlanmış durumda. Şu an için ses çıkaramıyorum. 1 ay kadar beklemem gerekiyor... Bu bekleme süresince her gün B vitamini içip sinirlerimi güçlendirmeyi düşünüyorum. Yoksa cinnet geçirip koşullarım sağlanmıyooor heeeeeeyt yapıcam ama bu krizde, bu hayat şartlarında bunada şüküüüüür, yarabi şükür demekten başka çarem yoktur...
Sınıf sınıııf...
:( :p :))
http://beyn.org/'a sevgilerle...
30 Mart 2009 Pazartesi
34 ve 35.5 ;)
Eskiden beri ben avrupalıyıııım, dedem Makedonyalıııı derdim.
Sonraaaa, dedelerin eski memleketi İstanbul'a, İstanbul'un da avrupa yakasına yerleşince söylemim hem atalardan hem semtten avrupalıyım oldu.
Geçtiğimiz seneler içerisinde de oturduğum semtin mekan oluşturduğu malum dizi sayesindede Ben nişantaşlıyıııııııım, avrupalıyıııııııım diyen inkridibıııııııııııl bişi oldum !!!
Böle delidir ne yapsa yeridir modunda kendi aleminde endamı boy ederken, gittik egeden sevgili yaptık.
Ege'nin incisi İzmirden !
Sevgilimin sesini duyar gibiyim:
I-ıh İzmirden değiiiil, karşıyakadaaan.
Evet sevgilim ve ben güzel bir çiftiz.
Ben Makedon göçmeni Osmanlı çocuğu dedelerimin avrupalı genleriyle İstanbul'un avrupa yakasından, sevgilim halis muhlis yarı Alman melez, Karşıyakalı, Egeli...
34 ile 35.5'un aşkııııı... :)))
Ortak noktalarımız, ikimizinde oturduğu yerler 'yakalı' ve benim dolaylı onun yarı yarıya avrupalı olmamıııız ! Ha bide birbirimize duyduğumuz aşkla ettimi üüüç ortak nokta... Gerisi mi... Çok bile arkadaşlar... Günümüzde bu sebepleri bile bulamayan ne ilişkiler var :ppppp
Sevgilim bildik Karşıyakalı fanatikliğinde birisi değil. Ancak bendenize arada yapmış olduğu sevimli hediye sürprizleri sayesinde kmlerce ötedeki bendeniz ondan daha bi fanatik durmaktayım.
Kırmızı-yeşil renkleriyle ofisimde reklamını yaptığım ve hiç alakam olmasada durumları ne diye sorgulandığım karşyaka spor klübünün şık mugı, anahtarlığımda takımın renkleriyle yazılı karşıyaka yazısı ve arada şakamı-ciddimi benimde emin olmadığım ama sevgilime durmadan sorup durduğum ben buraya yerleşince plakaya 35.5 yassam nolur sorularımla ben 40 senelik sevgilimden daha bi fanatik haldeyim !
Ah birde doğru bir şekilde takımın sloganını söyleyebilsem olay bitecek ama...
Kaf sin kaf kaf kaf kaaf... Kaf sin kaf...? mıydı yoksam ben yine kafama göre yazdım mı bişeyler?
Herneyse , egeli ve karşıyakalı bir sevgilim var efendim.
Karşıyakalıların fanatiklikliklerini orda yaşasamda hiiiç bir zaman anlayamayacağım kesin.
Kesin ama bu ilerde yaşayacağım yerin kendimce fanatikliğini oluşturmam için engel değil. Beni ziyarete gelen eşe dosta her sefer sanki ilk defa anlatıyomuşum gibi anlatacağım bir takım özelliklerini-tarihi bilgilerini öğrenmem gerekir diye yola çıktım veeee... Entel dantel bendeniz çok farklı bir açıdan kültür ve tarihi bakımından fanatiki olduuuum...
Efendim benim gibi bir şahsa zaten böle bir yer yakışırdı diyerek bodoslama dalıyorum:
Eski İzmir Ege tarihinin AİOL-İyon kültürünün merkezi, odak noktasıdır. Ozanların hocası Homeros burada doğmuş, destanların yücesi burada yazılmıştır. İliada ve Odeysseia burada yazılmış ve dünyaya, çağlara ışık saçmıştır. Çağdaş uygarlığın, kültürün, tarihin temelinde İzmir-Karşıyaka vardır.
Bitmiştir abi... Eski yazılarımı takip eden benim ara ara debreşen Homeros takıntımı biliyordur. Homeros'un yaşadığı yer bana yakışan yerdir. (Bu arada Karşıyaka belediyesinin tarih bilgilerinde umarım bir hata yoktur. Varsa eksik yanlış bilgiyi benden değil onlardan biliniz.) Ben şimdi gün batarken bir elime İlyadamı öbür elime sevgilimi alıp Karşıyaka sahilinde destan okumaz, okumayı bırak yazmazmıyıııııım ! (Çok üzgünüm sevgili, bu yaştan sonra ahlak zabıtası eşliğinde sayemde kodes göreceksin :p)
Karşıyaka karşıyakalı olalı böyle çılgın gelin görmemiş olacak !
Neyse karşıyakamın tarihine devam edelim:
Karşıyaka Yamanlar Dağı'nın eteği ile deniz arasında kalan, eskilerin "Kordelya" da dedikleri bir eğlence ve dinlenme yeridir. Kafeleri, lokantaları, barları, sahil banyoları ile sahilde bin Avrupa şehri, Soğukkuyu taraflarıyla bin Türk şehri değerlendirmeleri Karşıyaka içindir.
Şimdi efendim, bildiğimi söylim, artık egemizin incisi malesef bir Avrupa şehri modunda değil. Ve sahil banyosu denilen şeyler yoook. Kafeler-lokantalar var var olmasına ama artık denizle aralarında yol var.
Karşıyaka'nın eski ismi Cordelieu veya Cordelio idi. Cordelio ismi, Richard Coeur de Lion'dan gelmektedir. (Arslan Yürekli Rişar) Coeur de Lion'un sondaki "n" harfi yüzyıllar içinde kaybolmuş ve Cordelio olmuştur. 1190'lı yıllarda 3. Haçlı Seferi'ne katılan ve Selahattin-i Eyyübi'ye karşı çarpışan Arslan Yürekli Rişar'ın İzmir'e geldiği bilinmemekle beraber, karayolundan Kudüs'e giden bazı hıristiyan şövalyeler grubu, İzmir'in karşısındaki ormanlık sahil şeridine gelmişler ve ordugah kurmuşlardır. Buraya Avrupa'nın en şanlı kahramanının adını vermişlerdir.
Bakınııız burayı sevmem ve yaşamam için bir neden daha... Ortaçağ manyağı bendenizin en sevdiği kral buralara gelmişmi gelmemiş mi belli olmasada en azında adı gelmiş diyebileceğim bir durum var. Buna züğürt tesellisi diyoruz ama neyse... :p :)
Türkler de en eski çağlardan beri İzmir'in karşı sahiline Karşıyaka demişlerdir. 1081'de İzmir'de Çaka Bey döneminde ve daha sonra Aydınoğlu Umur Bey zamanındaki İzmir savaşlarında "Karşı-yaka" ve "karşı-sahil" tariflemesi, Selçuklu silahşörleri arasında söylenegelmiştir.
Eee şimdi Cordelio demek zor gelmiştir bizimkilere... C'mi K'mi nasıl okunacak bilemediklerinden, adı varmı yok mu bilmeden bakıp karşıyaka diyip geçmişler işte... de... Ünlü internet sitesi sözlükte bir arkadaş benim düşüncelerime benzer bir yorum yazmış karşıyaka hakkında: Benim için karşısıda karşı yaka... Ayyy evet yaaaa... Evin karşısı tam olarak karşı tarafta neresi oluyo bilemediğimden benim için de her yer karşıyaka!!!
Aaaa açkım öle deme wallahi billahi daha neresi ne çözemedim! Bütün algılarım sende olunca... Normaaal yaniiii ehe eheeeee (Okumuş mimar olmuş ama azcuk salak galiba diye düşünmesinden yırttık sanırsam bu açıklamayla :p )
Karşıyaka'nın en önemli özelliği, denizin kenarına kadar inen Yamanlar ormanları, yemyeşil bahçeleri ile İzmir'de bir mesire ve eğlence yeri olarak parlamasıdır. 18. yy.'ın sonuna kadar bu bölgeden gelip geçmiş ünlü batılı seyyahlar Cordelio denilen bu cennet yeşili, sahili anlatmadan edememişlerdir. 18. yy.'da Karşıyaka, özellikle zeytinlikleri ile ünlü bir köy olarak kayıtlarda geçmektedir.
1865 yılında geçen tren yolu Karşıyaka'nın hızla gelişmesine yol açmıştır. Bu yıllarda Karşıyaka'da ikili bir yerleşme atbaşı ilerlemiştir. Sahil şeridine, buradan büyük arsalar alan levantenler ve yabancı tüccarlar yerleşerek yalılar ve köşkler yapmaya başlamışlardır. Levantenlerin mülkiyetindeki sahildeki evler daha çok yazlık sayfiye olarak kullanılır, Pazar günleri kordon boyu çok kalabalık ve şenlikli olurdu diyor belediyenin karşıyaka tarihi... Bu arada sayfada bazı hatalar var... Bilemiyorum yani 35.5'ler tarihinizin daha doğru-hatasız sunulması gerekmez mi?
Kayıtlar ne derse desin şimdi gördüklerim beton ormanları... Bırak zeytin ağaçlarını ana cadde kenarlarına ekilmiş palmiyeler olmasa ağaç ne diye soracağın bir yer durumunda...
Eskiden gerçekten çok güzel bir yermiş... Hele yalı caddesi. O güzelim binaları daha doğrusu sanat eserlerini nasıl yıkıp apartman yapmışlar inanın aklım almıyor... Tek tük eski binaları gördükçe üzülüyorum geçmişine Cordelio'nun.
İzmir'İn en güzel yeri olduğu söyleniyor... Ben 15'te bir karşıyakalıyım. Bakalım ne zaman oralı olacağım mukadderat.
Sözlükte karşıyakalı olmakla ilgili birşeyler buldum. Kaf sin kaf için söylenmiş olsada eminim karşıyakalılar yakaları içinde söylüyordur bunu:
Karsiyakali olmak ayricaliktir
Karsiyakali olmak bas kaldirmaktir
Karsiyakayi dusunup yasamaktir
Karsiyakali olmak kiskanilmaktir
Aci cekmektir isyan etmektir
Koşaa koşa ölumlere gitmek demektir
Canindan cok sevmek demektir
Karşıyakalı olmak deliliktir. ! Hıh işte bu cümle bana uyuyor. Demekki hiiç zorlanamdan olacağım karşıyakalı :))))
Bu arada henüz sevgili beni götürmedi ama hoş niye götürecek ya neyse bilemedim şimdi, Zübeyde Hanımın mezarı karşıyakada.
Düşmanın döküldüğü denizde her iki yakanın ortasında...
Ben uzun süre İzmir'e inme değimine alışamayacağım sanırsam. İzmirde değilmiyiz ki yuw niye olduğumuz yere başka yermiş gibi yaklaşıyoruz?
Açkımda her seferinde sabırla burası İzmir değil diyecek. Bende her seferinde uçak biletimin üzerinde ki destinasyonu gösterip muzurluk yapıcam ! Bu böyle gidecek... Bi gün anlar diye umucak ama ben her zaman içerden ama değil konumumu koruyup muzurca yaşayıp gidicez...
Balık pişiricileri, lokmacıları, köşkleri, doğası yok olmuş olsa da sahili keyifli...
Bakalım keşfetmeye devam ediyoruz... Homeros'umun ruhuyla ben kimbilir ne keyifler yaşayacağız ;)
Kaf sin kaf
Sin kaf sin
Kaf kaf sin kaaaaaf !
Açkım ya bari maça götür beniiiiii :p
Sonraaaa, dedelerin eski memleketi İstanbul'a, İstanbul'un da avrupa yakasına yerleşince söylemim hem atalardan hem semtten avrupalıyım oldu.
Geçtiğimiz seneler içerisinde de oturduğum semtin mekan oluşturduğu malum dizi sayesindede Ben nişantaşlıyıııııııım, avrupalıyıııııııım diyen inkridibıııııııııııl bişi oldum !!!
Böle delidir ne yapsa yeridir modunda kendi aleminde endamı boy ederken, gittik egeden sevgili yaptık.
Ege'nin incisi İzmirden !
Sevgilimin sesini duyar gibiyim:
I-ıh İzmirden değiiiil, karşıyakadaaan.
Evet sevgilim ve ben güzel bir çiftiz.
Ben Makedon göçmeni Osmanlı çocuğu dedelerimin avrupalı genleriyle İstanbul'un avrupa yakasından, sevgilim halis muhlis yarı Alman melez, Karşıyakalı, Egeli...
34 ile 35.5'un aşkııııı... :)))
Ortak noktalarımız, ikimizinde oturduğu yerler 'yakalı' ve benim dolaylı onun yarı yarıya avrupalı olmamıııız ! Ha bide birbirimize duyduğumuz aşkla ettimi üüüç ortak nokta... Gerisi mi... Çok bile arkadaşlar... Günümüzde bu sebepleri bile bulamayan ne ilişkiler var :ppppp
Sevgilim bildik Karşıyakalı fanatikliğinde birisi değil. Ancak bendenize arada yapmış olduğu sevimli hediye sürprizleri sayesinde kmlerce ötedeki bendeniz ondan daha bi fanatik durmaktayım.
Kırmızı-yeşil renkleriyle ofisimde reklamını yaptığım ve hiç alakam olmasada durumları ne diye sorgulandığım karşyaka spor klübünün şık mugı, anahtarlığımda takımın renkleriyle yazılı karşıyaka yazısı ve arada şakamı-ciddimi benimde emin olmadığım ama sevgilime durmadan sorup durduğum ben buraya yerleşince plakaya 35.5 yassam nolur sorularımla ben 40 senelik sevgilimden daha bi fanatik haldeyim !
Ah birde doğru bir şekilde takımın sloganını söyleyebilsem olay bitecek ama...
Kaf sin kaf kaf kaf kaaf... Kaf sin kaf...? mıydı yoksam ben yine kafama göre yazdım mı bişeyler?
Herneyse , egeli ve karşıyakalı bir sevgilim var efendim.
Karşıyakalıların fanatiklikliklerini orda yaşasamda hiiiç bir zaman anlayamayacağım kesin.
Kesin ama bu ilerde yaşayacağım yerin kendimce fanatikliğini oluşturmam için engel değil. Beni ziyarete gelen eşe dosta her sefer sanki ilk defa anlatıyomuşum gibi anlatacağım bir takım özelliklerini-tarihi bilgilerini öğrenmem gerekir diye yola çıktım veeee... Entel dantel bendeniz çok farklı bir açıdan kültür ve tarihi bakımından fanatiki olduuuum...
Efendim benim gibi bir şahsa zaten böle bir yer yakışırdı diyerek bodoslama dalıyorum:
Eski İzmir Ege tarihinin AİOL-İyon kültürünün merkezi, odak noktasıdır. Ozanların hocası Homeros burada doğmuş, destanların yücesi burada yazılmıştır. İliada ve Odeysseia burada yazılmış ve dünyaya, çağlara ışık saçmıştır. Çağdaş uygarlığın, kültürün, tarihin temelinde İzmir-Karşıyaka vardır.
Bitmiştir abi... Eski yazılarımı takip eden benim ara ara debreşen Homeros takıntımı biliyordur. Homeros'un yaşadığı yer bana yakışan yerdir. (Bu arada Karşıyaka belediyesinin tarih bilgilerinde umarım bir hata yoktur. Varsa eksik yanlış bilgiyi benden değil onlardan biliniz.) Ben şimdi gün batarken bir elime İlyadamı öbür elime sevgilimi alıp Karşıyaka sahilinde destan okumaz, okumayı bırak yazmazmıyıııııım ! (Çok üzgünüm sevgili, bu yaştan sonra ahlak zabıtası eşliğinde sayemde kodes göreceksin :p)
Karşıyaka karşıyakalı olalı böyle çılgın gelin görmemiş olacak !
Neyse karşıyakamın tarihine devam edelim:
Karşıyaka Yamanlar Dağı'nın eteği ile deniz arasında kalan, eskilerin "Kordelya" da dedikleri bir eğlence ve dinlenme yeridir. Kafeleri, lokantaları, barları, sahil banyoları ile sahilde bin Avrupa şehri, Soğukkuyu taraflarıyla bin Türk şehri değerlendirmeleri Karşıyaka içindir.
Şimdi efendim, bildiğimi söylim, artık egemizin incisi malesef bir Avrupa şehri modunda değil. Ve sahil banyosu denilen şeyler yoook. Kafeler-lokantalar var var olmasına ama artık denizle aralarında yol var.
Karşıyaka'nın eski ismi Cordelieu veya Cordelio idi. Cordelio ismi, Richard Coeur de Lion'dan gelmektedir. (Arslan Yürekli Rişar) Coeur de Lion'un sondaki "n" harfi yüzyıllar içinde kaybolmuş ve Cordelio olmuştur. 1190'lı yıllarda 3. Haçlı Seferi'ne katılan ve Selahattin-i Eyyübi'ye karşı çarpışan Arslan Yürekli Rişar'ın İzmir'e geldiği bilinmemekle beraber, karayolundan Kudüs'e giden bazı hıristiyan şövalyeler grubu, İzmir'in karşısındaki ormanlık sahil şeridine gelmişler ve ordugah kurmuşlardır. Buraya Avrupa'nın en şanlı kahramanının adını vermişlerdir.
Bakınııız burayı sevmem ve yaşamam için bir neden daha... Ortaçağ manyağı bendenizin en sevdiği kral buralara gelmişmi gelmemiş mi belli olmasada en azında adı gelmiş diyebileceğim bir durum var. Buna züğürt tesellisi diyoruz ama neyse... :p :)
Türkler de en eski çağlardan beri İzmir'in karşı sahiline Karşıyaka demişlerdir. 1081'de İzmir'de Çaka Bey döneminde ve daha sonra Aydınoğlu Umur Bey zamanındaki İzmir savaşlarında "Karşı-yaka" ve "karşı-sahil" tariflemesi, Selçuklu silahşörleri arasında söylenegelmiştir.
Eee şimdi Cordelio demek zor gelmiştir bizimkilere... C'mi K'mi nasıl okunacak bilemediklerinden, adı varmı yok mu bilmeden bakıp karşıyaka diyip geçmişler işte... de... Ünlü internet sitesi sözlükte bir arkadaş benim düşüncelerime benzer bir yorum yazmış karşıyaka hakkında: Benim için karşısıda karşı yaka... Ayyy evet yaaaa... Evin karşısı tam olarak karşı tarafta neresi oluyo bilemediğimden benim için de her yer karşıyaka!!!
Aaaa açkım öle deme wallahi billahi daha neresi ne çözemedim! Bütün algılarım sende olunca... Normaaal yaniiii ehe eheeeee (Okumuş mimar olmuş ama azcuk salak galiba diye düşünmesinden yırttık sanırsam bu açıklamayla :p )
Karşıyaka'nın en önemli özelliği, denizin kenarına kadar inen Yamanlar ormanları, yemyeşil bahçeleri ile İzmir'de bir mesire ve eğlence yeri olarak parlamasıdır. 18. yy.'ın sonuna kadar bu bölgeden gelip geçmiş ünlü batılı seyyahlar Cordelio denilen bu cennet yeşili, sahili anlatmadan edememişlerdir. 18. yy.'da Karşıyaka, özellikle zeytinlikleri ile ünlü bir köy olarak kayıtlarda geçmektedir.
1865 yılında geçen tren yolu Karşıyaka'nın hızla gelişmesine yol açmıştır. Bu yıllarda Karşıyaka'da ikili bir yerleşme atbaşı ilerlemiştir. Sahil şeridine, buradan büyük arsalar alan levantenler ve yabancı tüccarlar yerleşerek yalılar ve köşkler yapmaya başlamışlardır. Levantenlerin mülkiyetindeki sahildeki evler daha çok yazlık sayfiye olarak kullanılır, Pazar günleri kordon boyu çok kalabalık ve şenlikli olurdu diyor belediyenin karşıyaka tarihi... Bu arada sayfada bazı hatalar var... Bilemiyorum yani 35.5'ler tarihinizin daha doğru-hatasız sunulması gerekmez mi?
Kayıtlar ne derse desin şimdi gördüklerim beton ormanları... Bırak zeytin ağaçlarını ana cadde kenarlarına ekilmiş palmiyeler olmasa ağaç ne diye soracağın bir yer durumunda...
Eskiden gerçekten çok güzel bir yermiş... Hele yalı caddesi. O güzelim binaları daha doğrusu sanat eserlerini nasıl yıkıp apartman yapmışlar inanın aklım almıyor... Tek tük eski binaları gördükçe üzülüyorum geçmişine Cordelio'nun.
İzmir'İn en güzel yeri olduğu söyleniyor... Ben 15'te bir karşıyakalıyım. Bakalım ne zaman oralı olacağım mukadderat.
Sözlükte karşıyakalı olmakla ilgili birşeyler buldum. Kaf sin kaf için söylenmiş olsada eminim karşıyakalılar yakaları içinde söylüyordur bunu:
Karsiyakali olmak ayricaliktir
Karsiyakali olmak bas kaldirmaktir
Karsiyakayi dusunup yasamaktir
Karsiyakali olmak kiskanilmaktir
Aci cekmektir isyan etmektir
Koşaa koşa ölumlere gitmek demektir
Canindan cok sevmek demektir
Karşıyakalı olmak deliliktir. ! Hıh işte bu cümle bana uyuyor. Demekki hiiç zorlanamdan olacağım karşıyakalı :))))
Bu arada henüz sevgili beni götürmedi ama hoş niye götürecek ya neyse bilemedim şimdi, Zübeyde Hanımın mezarı karşıyakada.
Düşmanın döküldüğü denizde her iki yakanın ortasında...
Ben uzun süre İzmir'e inme değimine alışamayacağım sanırsam. İzmirde değilmiyiz ki yuw niye olduğumuz yere başka yermiş gibi yaklaşıyoruz?
Açkımda her seferinde sabırla burası İzmir değil diyecek. Bende her seferinde uçak biletimin üzerinde ki destinasyonu gösterip muzurluk yapıcam ! Bu böyle gidecek... Bi gün anlar diye umucak ama ben her zaman içerden ama değil konumumu koruyup muzurca yaşayıp gidicez...
Balık pişiricileri, lokmacıları, köşkleri, doğası yok olmuş olsa da sahili keyifli...
Bakalım keşfetmeye devam ediyoruz... Homeros'umun ruhuyla ben kimbilir ne keyifler yaşayacağız ;)
Kaf sin kaf
Sin kaf sin
Kaf kaf sin kaaaaaf !
Açkım ya bari maça götür beniiiiii :p
21 Mart 2009 Cumartesi
Keşke
Herkezin ve herşeyin yabancı olduğu bir yere gitsem...
Dilimin konuşulmadığı...
Kimsenin beni tanımadığı...
Kimseyi tanımadığım...
Kimsenin nerede olduğumu bilmediği bir yer...
Herşeyin ve herkesin arkada bırakıldığı...
Güzel güzel ama insan kendinden kaçamaz ki...
Gitmek, kaçmak, terk etmek öyle kolay ki...
Ama kabullenmek, kendini affetmek, gerçeklerle yüzleşmek öyle zor ki...
Gitsem çözüm olacak mı?
Belki benim için değil ama hayatlarına dokunup karıştırdığım insanlar için...
Geleceği bilebilme şansımız olsaydı ne güzel olurdu değil mi?
Bilirdik...
Beklerdik...
Yapmazdık...
Umardık...
Sabrederdik...
Hayat keşkelerle mi geçiyor?
Bilmem...
Benim bayadır öyle...
Keşke geçmişe dönebilsem...
Keşke kendimden kaçmama gerek kalmamış olsa...
Keşke diri diri mezara girmişim gibi hissetmesem...
Keşke onu kaybetmeyecek olsam...
Keşke kimsenin hayatına deymemiş, girmemiş olsam...
Keşke keşke herşeyi aşabilip, arzuma kavuşabilsem...
Keşke dileklerim kabul olsa...
Yoksa keşke hiç dünyaya gelmesemiydim?
Keşke hislerim, beynim, düşüncelerim alınsa...
Keşke hissetmesem hiç birşey...
Bu acıyı, bu çaresizliği ne yaşasam ne yaşatmış olsam...
Keşke... Hayat bundan sonra keşkeli geçmese...
Keşke şu an bilebilsem herşeyi...
Keşke sihirli değneyim olsa...
Keşke şu an yok olabilsem... yaşanmışlığımın izi kalmadan... Akıllardan, bedenlerden, duvarlardan izlerim silinerek...
Bensiz geçmiş ve gelecek...
Hayatlarda, akıllarda, dillerde keşkeler olmadan...
Kimseyi acıtmamış, incitmemiş ve kırmamış olacaktım...
Keşke incinip üzüldüğümden çok incinip üzmemiş olsaydım...
Keşke özür dileyecek olmasaydım...
Keşke özürümle çözülseydi herşey...
Keşke daha güçlü olsaydım...
Keşke yaşattığım acıyı yaşatacak acıyı yaşamamış olsaydım.
Keşke...
Dilimin konuşulmadığı...
Kimsenin beni tanımadığı...
Kimseyi tanımadığım...
Kimsenin nerede olduğumu bilmediği bir yer...
Herşeyin ve herkesin arkada bırakıldığı...
Güzel güzel ama insan kendinden kaçamaz ki...
Gitmek, kaçmak, terk etmek öyle kolay ki...
Ama kabullenmek, kendini affetmek, gerçeklerle yüzleşmek öyle zor ki...
Gitsem çözüm olacak mı?
Belki benim için değil ama hayatlarına dokunup karıştırdığım insanlar için...
Geleceği bilebilme şansımız olsaydı ne güzel olurdu değil mi?
Bilirdik...
Beklerdik...
Yapmazdık...
Umardık...
Sabrederdik...
Hayat keşkelerle mi geçiyor?
Bilmem...
Benim bayadır öyle...
Keşke geçmişe dönebilsem...
Keşke kendimden kaçmama gerek kalmamış olsa...
Keşke diri diri mezara girmişim gibi hissetmesem...
Keşke onu kaybetmeyecek olsam...
Keşke kimsenin hayatına deymemiş, girmemiş olsam...
Keşke keşke herşeyi aşabilip, arzuma kavuşabilsem...
Keşke dileklerim kabul olsa...
Yoksa keşke hiç dünyaya gelmesemiydim?
Keşke hislerim, beynim, düşüncelerim alınsa...
Keşke hissetmesem hiç birşey...
Bu acıyı, bu çaresizliği ne yaşasam ne yaşatmış olsam...
Keşke... Hayat bundan sonra keşkeli geçmese...
Keşke şu an bilebilsem herşeyi...
Keşke sihirli değneyim olsa...
Keşke şu an yok olabilsem... yaşanmışlığımın izi kalmadan... Akıllardan, bedenlerden, duvarlardan izlerim silinerek...
Bensiz geçmiş ve gelecek...
Hayatlarda, akıllarda, dillerde keşkeler olmadan...
Kimseyi acıtmamış, incitmemiş ve kırmamış olacaktım...
Keşke incinip üzüldüğümden çok incinip üzmemiş olsaydım...
Keşke özür dileyecek olmasaydım...
Keşke özürümle çözülseydi herşey...
Keşke daha güçlü olsaydım...
Keşke yaşattığım acıyı yaşatacak acıyı yaşamamış olsaydım.
Keşke...
18 Mart 2009 Çarşamba
Yer warmı yer...
Türk ailesinin seyahat kültürünü anlayabilmiş değilim.
Anaca beraber kanca beraber mantığımıza hastayım. Çözemiyorum bu durumu algılayamıyorum.
Sorun bende mi? Daha doğrusu benim ailemde mi millette mi?
Gözlemlediğim kadarıyla çoğunluk böyle olduğundan galiba sorun benim ailemde ve dolaylı olarak bende.
Bodoslama konuya dalıyorum efem:
Ördek ailesi gibi olmayı seviyoruz.
Pasaport kontrolünün önünde hangi gelişmiş ülkede gördünüz ma aile dizilmiş bir görüntü?
Kırmızı çizginin ardında bekleme kültürümüz zaten hiç yok olacak mı mukadderat ancak bir aileyse beklemesi gerekenler unutun kuralları muralları.
Biri kırmızı çizginin önünde diğeri arkasında kalsalar sanki kıyamet kopacak bir biçimde kadın kocasına çığırmakta...
Yaw kardeşim siz normalde kocaman iki ayrı kişilikte yetişkinler değilmisiniz? Birlikte polisin önünde dikilmenize bir gerek yoksa neden ayrı-gayrı kalamıyorsunuz?
Ooo noo, çok sevgiden çok aşktan demeyin bana. Türk erkeklerinin yüzde kaçı bu hassas konu sebebiyetiyle yapar böyle birşeyi?
Karıyı arkada tek başuna bırakmak olmaaas, önden geçsin, geçsin ama polis bişi sorarsa bizimkisi cevap veremezse mantığıyla sanırsam ördek gillerden olmaktalar.
Geçen hafta havalimanından şehre giden servisin kalkmasını beklerken yaşlı bir teyze otobüse bindi. Kocasıyla oturmak için yer arıyor ama otobüs full. Tek kişilik yerler boş sadece. Kadın bence yüzsüzlük olan bir şekilde bir kaç kişinin başına dikildi ve şimdi amcan gelecek kalk dedi. Allahtan bana demedi. Deseydi bana ne be amcadan dayıdan derdim.
Topu topu 50dk.cık bilemedin 60dkcık kocandan ayrı oturamıyormusun? Oturamıyordu anlaşılan ki çocuklu bir kadını yerinden etti.
Nedir abi bu yapışık ikiz sendromundanda beter yapışık yaşama takıntısı?
İlla karılar ve kocalar, kardeşler yanyana mı oturmak zorunda?
Ortada mühim bir zaruret yoksa neden olay çıkarılmakta?
Aşkım her daim yanımda olsun isteyenlerdenimdir. Azcık mıç mıççılardanımdır ama sınırımı bilirim. Yan yana oturamıyoruz diye, pasaport kuyruğunda ense kökümde bitmedi diye olay çıkarmam çıkaranada çıkarırım !
Ev içinde herkes ayrı düdük çalarken ev dışında muhteşem bir orkestra edasıyla dolanmaya bayılmaktayız.
Ben çözemiyorum aile yapımızı...
Anim allah karıyı kaparlar walla... Veye 80'lik dede baştan maştan-yoldan moldan çıkar neme lazım !
Yer varsa açkımla oturmayı isterim, yoksa homır homur yapar kaderimize boyun eyerim kalk sevgilimle oturucam demem. Dersem mühim bir zaruret vardır...
Napalım benim ailem ördek gillerden deeldi... :( :p
Anaca beraber kanca beraber mantığımıza hastayım. Çözemiyorum bu durumu algılayamıyorum.
Sorun bende mi? Daha doğrusu benim ailemde mi millette mi?
Gözlemlediğim kadarıyla çoğunluk böyle olduğundan galiba sorun benim ailemde ve dolaylı olarak bende.
Bodoslama konuya dalıyorum efem:
Ördek ailesi gibi olmayı seviyoruz.
Pasaport kontrolünün önünde hangi gelişmiş ülkede gördünüz ma aile dizilmiş bir görüntü?
Kırmızı çizginin ardında bekleme kültürümüz zaten hiç yok olacak mı mukadderat ancak bir aileyse beklemesi gerekenler unutun kuralları muralları.
Biri kırmızı çizginin önünde diğeri arkasında kalsalar sanki kıyamet kopacak bir biçimde kadın kocasına çığırmakta...
Yaw kardeşim siz normalde kocaman iki ayrı kişilikte yetişkinler değilmisiniz? Birlikte polisin önünde dikilmenize bir gerek yoksa neden ayrı-gayrı kalamıyorsunuz?
Ooo noo, çok sevgiden çok aşktan demeyin bana. Türk erkeklerinin yüzde kaçı bu hassas konu sebebiyetiyle yapar böyle birşeyi?
Karıyı arkada tek başuna bırakmak olmaaas, önden geçsin, geçsin ama polis bişi sorarsa bizimkisi cevap veremezse mantığıyla sanırsam ördek gillerden olmaktalar.
Geçen hafta havalimanından şehre giden servisin kalkmasını beklerken yaşlı bir teyze otobüse bindi. Kocasıyla oturmak için yer arıyor ama otobüs full. Tek kişilik yerler boş sadece. Kadın bence yüzsüzlük olan bir şekilde bir kaç kişinin başına dikildi ve şimdi amcan gelecek kalk dedi. Allahtan bana demedi. Deseydi bana ne be amcadan dayıdan derdim.
Topu topu 50dk.cık bilemedin 60dkcık kocandan ayrı oturamıyormusun? Oturamıyordu anlaşılan ki çocuklu bir kadını yerinden etti.
Nedir abi bu yapışık ikiz sendromundanda beter yapışık yaşama takıntısı?
İlla karılar ve kocalar, kardeşler yanyana mı oturmak zorunda?
Ortada mühim bir zaruret yoksa neden olay çıkarılmakta?
Aşkım her daim yanımda olsun isteyenlerdenimdir. Azcık mıç mıççılardanımdır ama sınırımı bilirim. Yan yana oturamıyoruz diye, pasaport kuyruğunda ense kökümde bitmedi diye olay çıkarmam çıkaranada çıkarırım !
Ev içinde herkes ayrı düdük çalarken ev dışında muhteşem bir orkestra edasıyla dolanmaya bayılmaktayız.
Ben çözemiyorum aile yapımızı...
Anim allah karıyı kaparlar walla... Veye 80'lik dede baştan maştan-yoldan moldan çıkar neme lazım !
Yer varsa açkımla oturmayı isterim, yoksa homır homur yapar kaderimize boyun eyerim kalk sevgilimle oturucam demem. Dersem mühim bir zaruret vardır...
Napalım benim ailem ördek gillerden deeldi... :( :p
3 Mart 2009 Salı
Yüreğinin götürdüğü yer...
Bağımlı olunduğu sürece arzu edileni yapmak zordur.
Kararlarınızda özgür değilsinizdir.
Doluya koysan olmaz, boşa koysan olmazdır.
Birilerine bağımlı olmak demek, gözle görülmeyen prangalarla dolanmak demektir.
İncitmemek, üzmemek adına bağımlı olmak...
Maddi olarak bağımlı olmak...
Yaşamlar başka yaşamlar üzerine kurulamaz.
Başkasının doğrusu üzerine doğru olmaz.
Bir kısır döngüde, prangaların izin verdiği sınırlarda hareket edilir.
Umutlar, özlemler, dilekler, arzular, istekler, hayaller hep ertelenir.
Bir kabulleniş, bir pes edişle yaşam yaşam olmaktan çıkar.
Dışardan bakıldığında yaşıyorsundur. Hemde ne güzel... O la laaa...
Ama dışı seni içi beni yakar bir durum vardır.
Adım atmak istersin ama atamazsın.
Düşünürsün ama söyleyemezsin.
Konuşursun ama anlatamazsın.
Gülersin ama ağlarsın.
Kabullenilmiş hayatlara yaşam demek doğrumudur?
Başkasının arzularıyla süren hayat bittiğinde o insan için yaşadı iyi yaşadı denilir mi?
Belkide ölüm çözümdür.
Ama hayat tatlıdır. Zor da olsa yaşananlar insanlar ölüpte kurtulmayı aklına getirmezler. Oysa ki her gün ölmektedirler...
Kabulleniş, pes etme...
Mantık bazen anlamaz, çevremizdeki bu durumda ki insanları...
Çıkar yol elbet her zaman vardır. Ama bazen yoktur gibi gelir.
Kansız devrim varmıdır?
Adam ölmemiş olsada o devrimlerde yinede çok can acıyıp sonunda mutluluğa erilmemişmidir?
Felsefe yapmak boştur belkide...
Düzene uyup olmayanı kabullenmek, pes edişe, kabullenişe uymak gerekir belkide...
Düzene baş kaldırıp düzeni kuranların canı acıyacağına, baş kaldıramayanların acısın canı demek belkide en kolay en doğru çözümdür.
Hayat bazen belkilerle gelir...
Sorularla...
Cevapsız, çözümsüz labirentlerle...
Ama zaman yine herşeyin ilacı, çaresi olur.
Beklemek, inanmak, pes edip çekip gitmek varken biraz daha oyalanıp görmek gerekir.
Ha bilet kuyruğunda beklemişsin ha bir yaşlı adamın inadını...
Beklerken anı yaşayıp, her şeye rağmen inanmak ve dilemekte gerekmekte...
Gökyüzüne bakıldığında yıldızlar nasıl ufak görnüyor ama aslında ne kadar büyükler gibi kendini evrende küçücük ama küçücük bir nokta gibi hissetsende aslında büyüksün... İnanmanı sağlayacak komik bir yöntem var; tartıya çık !
Küçüksün ama büyüksün.
Yüreğin daha da büyük.
İnancın, umutların ve hayallerin hepsinden daha da büyük...
Değişmeyen tek şey değişim olduğuna göre ve zaman herşeyin ilacı olduğuna göre... Sabrında var olduğuna göre...
Ne prangalar ne bağımlı oldukların...
Hayat kendi ellerinde...
Üzsende, üzmesende, bu yaşam senin ve nasıl yaşamak istiyorsan yaşama zamanı...
Kararlarınızda özgür değilsinizdir.
Doluya koysan olmaz, boşa koysan olmazdır.
Birilerine bağımlı olmak demek, gözle görülmeyen prangalarla dolanmak demektir.
İncitmemek, üzmemek adına bağımlı olmak...
Maddi olarak bağımlı olmak...
Yaşamlar başka yaşamlar üzerine kurulamaz.
Başkasının doğrusu üzerine doğru olmaz.
Bir kısır döngüde, prangaların izin verdiği sınırlarda hareket edilir.
Umutlar, özlemler, dilekler, arzular, istekler, hayaller hep ertelenir.
Bir kabulleniş, bir pes edişle yaşam yaşam olmaktan çıkar.
Dışardan bakıldığında yaşıyorsundur. Hemde ne güzel... O la laaa...
Ama dışı seni içi beni yakar bir durum vardır.
Adım atmak istersin ama atamazsın.
Düşünürsün ama söyleyemezsin.
Konuşursun ama anlatamazsın.
Gülersin ama ağlarsın.
Kabullenilmiş hayatlara yaşam demek doğrumudur?
Başkasının arzularıyla süren hayat bittiğinde o insan için yaşadı iyi yaşadı denilir mi?
Belkide ölüm çözümdür.
Ama hayat tatlıdır. Zor da olsa yaşananlar insanlar ölüpte kurtulmayı aklına getirmezler. Oysa ki her gün ölmektedirler...
Kabulleniş, pes etme...
Mantık bazen anlamaz, çevremizdeki bu durumda ki insanları...
Çıkar yol elbet her zaman vardır. Ama bazen yoktur gibi gelir.
Kansız devrim varmıdır?
Adam ölmemiş olsada o devrimlerde yinede çok can acıyıp sonunda mutluluğa erilmemişmidir?
Felsefe yapmak boştur belkide...
Düzene uyup olmayanı kabullenmek, pes edişe, kabullenişe uymak gerekir belkide...
Düzene baş kaldırıp düzeni kuranların canı acıyacağına, baş kaldıramayanların acısın canı demek belkide en kolay en doğru çözümdür.
Hayat bazen belkilerle gelir...
Sorularla...
Cevapsız, çözümsüz labirentlerle...
Ama zaman yine herşeyin ilacı, çaresi olur.
Beklemek, inanmak, pes edip çekip gitmek varken biraz daha oyalanıp görmek gerekir.
Ha bilet kuyruğunda beklemişsin ha bir yaşlı adamın inadını...
Beklerken anı yaşayıp, her şeye rağmen inanmak ve dilemekte gerekmekte...
Gökyüzüne bakıldığında yıldızlar nasıl ufak görnüyor ama aslında ne kadar büyükler gibi kendini evrende küçücük ama küçücük bir nokta gibi hissetsende aslında büyüksün... İnanmanı sağlayacak komik bir yöntem var; tartıya çık !
Küçüksün ama büyüksün.
Yüreğin daha da büyük.
İnancın, umutların ve hayallerin hepsinden daha da büyük...
Değişmeyen tek şey değişim olduğuna göre ve zaman herşeyin ilacı olduğuna göre... Sabrında var olduğuna göre...
Ne prangalar ne bağımlı oldukların...
Hayat kendi ellerinde...
Üzsende, üzmesende, bu yaşam senin ve nasıl yaşamak istiyorsan yaşama zamanı...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)