Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

30 Aralık 2009 Çarşamba

Bay baaay 2009 hoşgeldin ikibinooooooooon ! :)

Eskisinin bitip yenisinin başlamasına 1 gün kaldı...
Sanki sabah uyanınca mucize olacakmış gibi herkescikler ve bendenizde yenisinden pek bi umutluyuz...

En sevdiğim sayılı yılın bana uğur getireceğine inanıyorum...
Yupppi modundayım...
Mukadderaaaat ! :)

Adet olunduğu üzre bir kaç yeni yıl kararı almış bulunmaktayım...
Hatta bir tanesini yeni yıldan önce uyguladım bile...

Eski evin tesisatı yüzünden uçan ve geri dönülemez hasarlar sonucu yaklaşık 3 senedir bilgisayarsız olan bendeniz paracıklarıma kıyıp laptop almayı başardım...

Yuppiiii yeni yılda özgür internet arzum gerçek oldu böylelikle...
Bide poposuna ofiste kullanmamı sağlayacak arı vız vızlardan da aldım mı... İlk karartam olarak uygulanmış olacak ! ;)

İkinci kararda kitap...
Ya 6 sene önce başlayıp yarısına kadar gelip işe girince yarım bıraktığım Tiyatro Mimarisi kitabımı tamamlayacağım yada yazlık çıtır çerez güneş altında okumalık yeni bi kitap yazacağım...

Galiba ikincisi daha bi makul gözüküyo...
Evet yeni yılın ilk günlerinde blogta, başka sitelerde ve ofis bilgisayarında, not defterlerimde olan yazılar derlenip amcaya verilecek... O da imlasız okuyamayacağı için sevgili edidörümüze postalayacak ve yavaş yavaş yazılar seçilecek sonra düzenlemeler yapılıp yazlık çıtır çerez kitabım piyasaya çıkacak... İşler yolunda giderse Ayşe Arman benimle röpörtaj yapacak... :ppp Eee o kadar olumlama, pozitiflik kitabından sonra böyle uçuk kaçık bi hayal olmadan yeni yıl umutları olmaz dimiiii? ;))

İnşallah maşallah meslekime süper bi dönüş yaparaktan yeniden 3dMax kursuna gitmem gereksede 3 boyutlu çizim yetim geliştirilecek !!!

Evde gerekli düzenlemeler yapılacak ve yavaş yavaş anneye çaktırmadan ayrı bi eve taşınılacak...

İş muhakkak değiştirilecek...
Aslını isterseniz işten ayrılıp ufak çaplı dünya turları arzulanmakta da... Mukadderaaaaat !

Özel yaşama gelince bilinmemece bilmecesi bi süre daha devam edecek...

Bi süre daha uç uç Ozy olmaya devam edeceğim... :) Bu konuda herhangi bir şikayetim yok aslında... Uçmayı sever bendeniz için o la laaaa bi durum... ;)

Spor Ocak ayı itibriyle daha ciddiye alınacak... Eee Ocak, Şubat ve sonra bahar ve yaaaz...

En sevdiğim sayı olduğundan mıdır nedir ben 2010'u çok mutlu böcük bi şekilde beklemekteyim...
1 Ocak 2010 itibariyle mucizler olacakmış gibi...
Mukadderaaaat !

Her yeni yıla böyle gireriz ama 2010 benim en üretken olduğum yıl olacak... Öyle hissediyorum... İçim kıpır kıpır üretmeye hazır bi sabırsızlıkta...

Çok güzel olacak...
Kendi kişisel menkıbemin peşinden gittiğim müthiş atılımlar yaptığım nefis bir sene geliyor...

Evet, uç uç ozy olmak için hazırlanmaya gitmem gerekiyor...
Bu sene yepiz yeni kırmızı don-sütyen almama kararı aldım...
Evin içi kullanılmayan kırmızılarla dolu...
O kadar giydikte ne oldu?
Bu senede giymeyek bakalım... ;)

Hepiciğinize hepi hepiii seneler diliyoruuuuum...
See you next year şeklinde iğrenç bi espiriklede yazıma noktayı koyuyoruuuum ! ;)

29 Aralık 2009 Salı

Yorumsuz... ;)

21-23 Nisan 2004 tarihleri arasında İspanya'nın Seville kentinde yapılan 36'ncı İnsan Kaynakları Yönetimi onferansında "İş hayatının geleceği" ile ilgili değerlendirmelerde ilginç uygulamalar ve teklifler dile getirilmiştir.

Ünlü bir Şirket yöneticisinin uygulamaları şunlar:
"Bizim Şirkette kimse toplantılara katılmak zorunda değil. Eğer ilgilenmiyorsa katılmıyor. Eğer bir raporun acelesi yoksa yazılmıyor. Siz kaç gece sabahlayarak bir rapor yazıyorsunuz, bir hafta yöneticinin masasında bekliyor. Biz bu saçmasapan şeyleri kaldırdık."

"Bizde para kazanmak için lider olunmaz. Altı ayda bir elemanlar liderlerini değerlendirir. Eğer liderin puanı üçüncü sefer de düşüyorsa görevine devam edemez."

"İşe giden herkesin içinde bir yetişkin var. Biz ona çocuk gibi davranıp ne zaman tatile gideceğini, ne giyeceğini, unvanının ne olacağını söylersek olmaz. Şirketimizde satın alma ile uğraşan bir kişi kartvizitine 'arzdan sorumlu kraliyet üyesi'yazdırdı. Olsun, önemli olan işini iyi yapması."

"Kaç kişinin kaç saat çalıştığını , ne giydiğinibilmek istemiyorum. İsterse sahilde çalışsın, nerede çalıştığı umurumda değil, önemli olan sonuca ulaşması."

"Hayatınızın üçte biri eğitim, üçte biri iş ve üçte biri ise emekliliğe ayrılıyor. Paranız olduğunda vaktiniz olmuyor, vaktiniz olduğunda ise paranız olmuyor. Bu çok aptalca bir plan değil mi? Biz şirkette bundan kurtulmak için 'retire a little' (biraz emekli ol) programını başlattık. 35-40 yaşındakileri çarşambaları emekli ediyoruz, Emekli olduklarında bütün çarşambalarını satın alıyoruz. İşe gelmiyorlar ama onlara para ödüyoruz."

SEMCO Richardo Semler (CEO)Brasil (Dünyanın en büyük İş Makinaları üreticilerinden Semco'nun Başkanı) Süpeeeer bi çalışma ortamı dimiii? Walla cvmde yazıcam, canım istediğinde uyanıp gelirim, hava güzelse sahile giderim, masa başında fosur fosur sigara içerim, mesaiye akşam üzeri ortamı keyifliyse kalırım...

Eheee... Yeni yılda cümlemize böyle işler ve patronlar dileğimleeee ;))

28 Aralık 2009 Pazartesi

60 dk'da 60 öneri...

Home tv'de 60 dk'da 60 öneri diye bir program var...
Öylesine zaplarken buldum meraktan izlemeye başladım...

Acep Amerikalılar pek mi aptal bişiler...
Hatun öyle öneriler sunuyor ki içlerinden sadece bir kaç tanesi hııım olabilir dedirtiyor sadece...

Hatunun önerilerinden bazıları şunlar:

Kaş alırken canınız mı yanıyor diyor...
Eee yani...
Bunun için naparsınız diyor...
Buz sürün derler yada hafifçe soğuttuğunuz bi havluyu ama genellikle yapmayız diyorum... ( Bu arada hatunu izlerken kendi kendi kendime konuşuyorum eheee)
Çocuklarınız diş çıkarırken kullandığınız ağrı giderici kremi kaşlarınıza sürün diyor...
Çocuklarınıızn diş ağrısını gideren şey sizin kaş acınızıda giderir...

Yani olabilir pek bi mümkündür dicem ama, evde çocuk yok...
Kremi denememek için ürettiğim bahaneye bak !
Bu arada cinyıııs bendeniz, acep bu krem 3 defa kanal tedavisi gördüğü halde siniri kalmamış olduğu doktorlar tarafından wallah billahlarla beyan edilen ama arada inatla ağricam ben diyen dişimede yararmı oluyorum?
Alıp denemeli... Hani ağrı kesicilik olmayan ağrılar vardır... Onlar için işe yarar mı acep diye düşünürken hatun yeni bir öneriye geçiyor...

Kokteyl elbiseleri...
Hatun LA'de program yapıyor... Orada ki ikinci el mağazalarıyla memlekettekiler pek uyuşamayacağından hatunun önerileri bana cazip gelmiyor...

Ordan vakit ve paradan tasarruf için evde manikür-pedikür önerisine geçiyor...
Yolda zaman harcayıp evde yapacağınız işi aksatacağınıza eve gelip hizmet verenlerle çalışın!
Oldu canım, astarı yüzünden pahallıya çıksın !!!
Zaman ve paradan tasarruf diyor ama önerdiği çözüm daha pahallı bişi... Yolda biz daha çok para harcarmışız eve gelince ı-ıhmış ! Süper zeka ötesi bi yaklaşım olarak geliyor bana bu fikir ve amanın ne saçma programlar yapıyorlar diyorum ama merakla ne saçmalayacak yine diyerektende zaplayamıyorum...

Bir sonraki önerisi valiz seçimi ve hazırlığı oluyor...
Bir anne çıkarıyor ekrana... Hatun çok bölmeli pratik valizleri gösteriyor... Bunlardan alırsanız şöyle olur böyle olur diyor ve dünyanın en zeki ötesi annesi ifadesiyle çocuklara hazırladığı yolluk oyun-yemek çantasını gösteriyor !!!

Hiç bir anne bunu akıl edemezdi !!! Çocukları seyahatlerde oyalamak için bir çanta yapmayı!!! Süper abi... Hatun atam profesörü olacakmış ama gitmiş anne olmuş dedirtiyor...

Sonra bu süper anne, çocuklarının giysi valizini düzenli hazırlamak için ne yaptığını anlatmaya başlıyor... Buzdolabı poşeti alıyor ve çocuklarının her takımını ayrı bir poşete koyuyor... Günlük kıyafet seçimi için zaman harcamamış oluyormuşuz ve valiz düzenli kalıyormuş böyle yapınca !!!

Millet olarak buzdolabı poşetini alıp kullanmayan bizler gidip valiz hazırlamak için kullanıcaz... ! :))
Bunu gerçekten uygulayan olurmu acep? Poşetsiz düzensiz ve aradığını bulmak gerçekten zor mu oluyor? Ben cevaplayamadım bu soruyu... Giysileri poşetleyip ne giydireceğini hazır bi halde paketli bulmak eblekçe bi yaklaşım olarak geldi bana....

Oooo nooo takımları hazırlamamışım... Şimdi ne giydireceğim o noooooo !!! :p :)))

Süper zeki ötesi hatunlar ayakkabılardan yer kazanmak için kocamaaan erkek patileri içine hatun patilerini yerleştirin dediler. Şincik onların memleketleri temiz dicemde yinede ayakkabının altı bal dök yala kıvamında temiz olamaz... Hiç birşeye sarmadan ayakkabılarımı erkekimin patilerinin içine sokarsam hijyenik omaz ki buuuu !!! Hijyen derdi olmadan valiz hazırlama... Eee hijyeni umursamıyosak süper be apla... Şu buzdolabı poşetlerini burdada kullansak olmamıııı? hı? :p

Apla şampuan vs. taşımamak içinde yine buzdolabı poşetlerini öneriyor...
Bence buzdolabı poeşeti üreten bi firması var sanırsam...
Şampuanları, vücut losyonlarını poşetlerin içine dökecekmişiz, bide üstlerine ne olduklarını yazan bi etiket yapıştıracakmışız... Valizimizde yer kaplamayacaklarmış, eve döndükten sonrada akılmış dökülmüş veya küçük tayni kaplarla uğraşmayacakmışız...

Ey gözünü sevdiğim gelişmiş memleket insanıııııı... Bizim evlerde biten kutuların içine su konur iyice içindeki bitirilir... Ve öyle atılırlar... taşın suyunu çıkarmak gibin bişidir bu! Senin gibi amaan içinde şampuan kalmış ama tatil bitti eve döncem atiim ben bunu mantığında olamaz Türk insanı...

Eee tabi gelişmiş Amerikalı nerden anlayacak bilecek gelişmemiş-garibanın halini... :p

Apla süper ötesi fikirler sunarak bitirdi programını...
Bi dahaki programını dört gözle bekliyorum...
Bakalım düşünüp düşünüp nasıl çözüm getireceğimizi bulamadığımız sorunlarımıza nasıl çözümler üretecek...

Ben derim ki buzdolabı poşeti mühiiim ötesi bişeydir... Her evde bol bol bulunmalıdır...
Burup burup saçlarınızı bilem sarabilirsiniz... Atın eski sağlıksız bigudilerinizi, sarın kafanızı buzdolabı poşetleriyle...

Şşşşş nasıl bende süper öneriler üretebiliyorum yaniiii... :p

Cinyııııs önerilerle görüşmek buluşmaaaak üzereeeeeee sağlıklı poşetli günleeeer :p

İDSO, Strauss Ensemble, Los Vivancos...

En keyifli konser zamanı yeni yıldan öncekiler oluyor...
Heryerde yeni yıl konserleri...
O la la...
Eğlenceli, hayat veren, insanın içini yaşama sevinciyle dolduran...

Cuma, cumartesi ve pazar akşamlarım birbirinden nefis konserleri izleyerek geçti...

İlk konser İstanbul devlet Senfonî'nin şef Alexander Rahbari yönetimindeki yeni yıl konseriydi...

AKM kapalı olduğundan zavallı İDSO dolanıp duruyor... Cemal Reşit Rey'de verdikleri harika konser sırasında durumun çok üzücü olduğunu düşünmeden edemedim... Kültür başkenti İstanbul'un senfonisinin bir salonu yok !!!

AKM'nin durumu hakkında hala daha kesin bir bilgi yok...
Çok üzücü...

Şef Rahbari İran'lı... Eğitimini Viyana'da tamamlamış genç yaşında bir çok başarılar kazanıp ünlü şef Herbert von Karajan'ın dikkatini çekip onun asistanlığını yapmış Berlin filarmoniyi yönetmiş harika bir adam...

Biraz asık suratlı... Provalarda ekibin canını çıkaran, her şeyi beğenmeyen çok titiz bir şef. Herkeslede pek iletişime geçmeyen bir şefken annem ve bir kaç sanat severin provaları izleme merakları sayesinde annem en sevdiği dinleyicisi olmuş durumda... Sahneden birbirlerine selam melam gönderiyorlar falan filan... :) Şef yakinimiz olur modundayız... :)))

Cuma gecesi Avusturya'dan bir soprano ve tenorun eşliğinde bize nefis Strausslar, Leharlar, Kalmanlar dinlettirdiler...

Avusturya'ya gidip bira veya sıcak şarap içip polkalar yapmak istedim...

Küçük bir dedikodu; Hıncal Uluç yeni sweetheartıyla geceye teşrif etmişti... Öyle çtıtır öyle pıtır pıtır pıtır bişeydi ki... O noooo...

Bu arada sopranonun airbagleri sayesinde bayağı keyifli anlar yaşadı ön sıradakiler... ;)

Cumartesi gecesi ise geçen senede gelmiş olan Johann Strauss Ensemble ile coştuk...
Viyana Filarmoni Orkestrası'nın dünyaca tanınan 'Neujahrskonzert' (Yeni yıl konseri) tarzında oldukça popüler konserlerin yanısıra Strauss ailesinin ve diğer çağdaş bestecilerin eserlerini bir ilder ile yönetilen tipik Strauss tarzında çalan topluluk bize nefis bir Strauss gecesi yaşattı.

Şef ve kemancı olan Russell McGregor Avusturya'da büyümüş ve orada yaşamasına rağmen nefis bir İngiliz... Hem kemanıyla, hem yakışıklılığıyla hem de sempatisiyle sizi büyülüyor... Önümüzdeki sene gelirlerse muhakkak gidip izleyin... Strauss ailesinin tüm fertlerinin eserlerini dinleyip onları tanıyor ve nefis müzikleriyle daha bi keyifleniyorsunuz... Eee bide şef sayesinde... :ppp

Pazar gecesi ise CRR'de sahnede birbirinden yakışıklı testesteronlar vardı...
Ah ahhh kaçırılmayacak ve birdaha birdaha yaş kaç olursa olsun izlenecek, tutku, aşk ve erkekliğin gösterisi olan Los Vıvancos grubunun flamenko ve dans gösterisi vardı...

7 kardeşten oluşan bu grup, okuma yazma öğrenmeden enstrüman çalmaya başlayan, eğer şahinin yazgısı göğün en yükseklerine uçmaksa, bizim yazgımız da birlikte dans etmek diyen aynı anneden olmadıklarını düşündüğüm boy boy renk renk nefis 7 erkek kardeş bizi düngece coşturdular...

Her biri farklı bir enstrüman çalıp dans ediyor... Sahne performansları müthiş... Flemankonun tutkusunu, bir erkeğin bedeninden ve yüreğinden fışkıran duyguları birebir yaşadığınız, (hatta sıvıları) hissettiğiniz dansa, erkekliğe övgü bir destan izledik...

Küçücük yaşlarında çalıp dans etmeye başlayan bu 7 delikanlı Barcelona dans konservaturarını bitirdikten sonra ayrı ayrı çalışmalar yapmışlar, 2004 yılında bir araya gelerek bağlılık ve dans yeminlerini sunuyorlar... Dünyanın bir çok ülkesinde ve festivallerde sahne almış...

Hım hııııııım...

Çok keyifli bir haftasonu geçirdim...
CRR'in değişen sanat müdürü bakalım önümüzde ki sene bize ne tatlar ne keyifler yaşatacak...
Umarım düzeyli, keyifli, dünya sahnelerinden örnekler izlemeye devam ederiz...
Ve yeni yılda İDSO salonuna kavuşur...

Bol keyifli, bol sanatlı günler dileğimle...
Bu arada 7 kardeşin videolarını izleyin... Pişman olmayacaksınız... ;)

25 Aralık 2009 Cuma

Dil dile değmeden...

Arkadaşını söyle sana kim olduğunu söylim demişler ya...
Hayatta demem arkadaşlarımı...
Resmi olarak mannaklığım tescillenir çünküüüüüüü... :)

40'larında taşın taşı esmer bi cuviş...
Kimse onun yarı yaşı kadar kızı olduğuna inanmıyor...
Hatta bizde!
Yaşından başından beklenmeyecek en çılgınımız ve tanıdığım en manyak anne...
Hangi anne kızım güzel seks yaşasın derdinde olabilir söylermisiniz?
!!!

Ben anneme gitsem ehi anne bak bu sevgilim, aşk yapıyoruz desem, Kızılderililer gelip yüzyıllardan beri uyguladıkları deri yüzme tekniğinin daha şahanesini annem yaptığı için kurs almak isterler beeeee !!! :)))

Ama bizimkisi kızım benim gibi evlenip yapmayı beklemeyecek eee ondan daha cin olup neyi kiminle yaptığını veya yapmamasını kontrol altına almak için iyi polisi oynuyorum diyor... O lala güzel ama bir sürü hayat dersinin yanına iyi seksiz ilişki olmazıda ekliyor...

Benim veya bu satırları okuyanların anneleri hiç bir zaman bir ilişkide iyi seks de önemlidir kızım demez... O bakımdan annelerimizden duyamayacağımız nasihatları bize veren süper anne arkadaşımızdan dün yeni bir nasihat daha aldık:

Dil dile değmeden dil öğrenilmeeeez!!!
Buyur bacım?
Dili öğrenmek için dil dile değmelidir diyor...
Nassı yaniiiii olup başlıyoruz iğreeenç bi geyike...
Aaaaa diyoor, ne aaası leeeeyn dil dile değmekle kastın karşı tarafla yakınlık kurulmadan öğrenilmez demek istedin...
Eveeet...
Eee bu mantıkla çocuklara hazırlık sınıfında bademcik ameliyatı yaptırtmalıyız o zaman noktasına gelmemizde çok normaleeee de bu hükümetle bu eğitim politikası pek olmaz... Abdest kaçırır...
Sizede bişi söylenmiyor diyip başlıyor hikayesini anlatmaya...

Üniversite eğitimi için İsrail'e gönderildiğinde dili öğrenmekte çok zorluk çekmiş... Bi tek o değil herkes zorlanıyormuş... Hoca inat edip İngilizce açıklamada yapmıyormuş... Ona takılan çoook hooş bi çocuk varmış... Aylar boyunca çocuk onun peşinden koşmuşmuş... Sonunda bizimkisi onunla çıkmaya başlamış veeeee birden İbranice şakımaya başlamışmış... Hocalar ve arkadaşları şaşırmışlarmış mış....

Haaaaa...
Haaa yaaa...
Şincik, İtalyanca deneyimimin başarısızlıkla sonuçlanmasının nedeni benim amaaan ne zor bi dil bu uğrşamam hangi eşya kız-erkek demem diiil, dilimin bi İtalyan erkeğine değmemesi o zaman dicemde, dilim hiç İngiliz erkeğinede değmedi ki... Bu mantıkla benim İngilizcemden de cacık olmaz bu durumda... :))))

İngilizceyi cacık vaziyete getirebilmek için gidip bi İngiliz bulup dili dile değdireyim dicem ama bu durumda her ne kadar wallah billah ingilizcemi geliştirmek için desemde sevgili dilimi koparır olmaaas...

Eeee napcaaaam...? :p

Yarı Alaman sevgiliyle neredeyse 1.5 sene doldu dolmasına ama hala Almancam ja-nein levelında...

Leeeeyn sevgiliiiii neden adam gibi dilini dilime değdirmiyooon leeeeeeyn!!!
Bak senin yüzünden Alamanca öğrenimim başarısız oluyoooo...
:ppppp

Dil dile değmeden dil öğrenilmez konusunda bi sürü geyik yaptık efem... Ortaokul veletleri bile bizden daha düzeyli geyik yaparlardı eminim:
Sadece dil dile deyse yetermiymiş, başka yerlerinde değmesi gerekiyomuymuş... muşta muş... ııııyk ve inkredipleeeeeeee...

Tüm şakaları bi kenara bırakırsak aslında söylediği doğruydu...
Birebir bir ilişki yaşanmadan, kendini ifade etmek için, anlamak için zorlamadan malesef sadece kitap diline sahip oluyor insan... Oysa bir dili tüm gerçekliğiyle, o dilin gerçek kullanıcısı gibi konuşabilmek-bilmek için o dilin memleketinde yaşamak ve iletişim kurmak gerekiyor... Bide ilişki yaşarsanız şansınıza o zaman dilinizin gelişimi kursa-okula gaka guka ödediğiniz paranın karşılığını almanızdan daha kolay oluyor...

Doğruya doğru dicemde illa dillerin birbirine değmesinede pek gerek yok yani... O ülkenin bakkalı-kasabıda yeterli olur... :pppp Biraz güven azcık... kafa göz yarararakta olsa başlarda sabır... :p

;)

Açkııııııııım dilimi çıkarttım uzattım eee hadi...
Unmöglich!
Bööööö...
:p
:))))))))

23 Aralık 2009 Çarşamba

Heepiii Christmas...

Yeees...
Christmas dönemi geldi çattı...
Diğer şehirleri bilemem ama İstanbul'un en eğlenceli sanat dönemi başladı...
Kiliselerde konserler, eğlenceli yeni yıl konserleri veren orkestralar... Proğramlar o kadar güzelki yarın akşamdan ayın son gecesine kadar konserlerle dolu olacak akşamlarım...
Hangi kilisenin ayinine gitsek bu yıl konuşmaları...
Işıl ışıl sokaklar...

Türk milletime bayılıyorum abi, her din her ibadet şekli bir şekilde bizimde parçamız olabiliyor...
Şu günlerde kiliselerdeki mevut kalabalığın çoğunluğunu müslümanlar oluşturmakta !
Asıl orada yer alıp ibadet etmesi gerekenler ise dışarda... :))

Bir kaç sene evvel çok güzel bir Noel yaşamıştım...
Slot car manyaklığımın tavan yaptığı bir seneydi... Her hafta sonu kulübe gidiyor ciddi ciddi antreman yapıyordum. Memlekette bu işi yapan tek hatun bendim... Takım arkadaşlarım-rakiplerim hepsi erkek olunca durmadan antreman yapıp en iyi tur zamanını yapmak için uğraşıyordum...

O yıl cumartesine denk geldi ve bir anda gayrimüslim arkadaşlarım sayesinde önce kulüpte sonra Teşvikiye sokaklarında yaşanan müthiş bir gerçek noel yaşadım...
Klübe noel pastası getirdiler, pastamızı kesip afiyetle yerken kutlamalar yaptık... Hatta bana ayarları yapılmış süper uçan kaçan parama kıyıp alamadığım bi porşecik hediye ettiler... Eeee zaman zaman tek kız olmanın keyfi harika oluyor... :)

Ancak müslimi gayrimüslimi ortak bir yanlışa imza atıp duruyordu...
Cüvişlerin noeli olmamasına rağmen onlarınkinide kutluyorlardı...
Ermenilerin ki başka bir tarihte olmasına rağmen onlarda bu kutlamaya katılıyordu... :)

Nası yani gayrimüslim dilmisiniz?
Eee öyleyiz...
Eeee o zaman nasıl sizin noeliniz olmaz? Aaaaa...
Eee ben cüvişim...
???
Musa... Musevi... İsa bizim dil onların...
Yaaaaaa?
O noooooo bidaha bu salakla görüşmeyelim...
Olum bunların hepsi salak... göüşcek adam kalmayacak sonra...
Amaaan yiyin işte pastayı heee diiin geçin...
:)))))


İlk başta cuviş ve ermeni arkadaşım yolda 2dkda bir bizi durdurup heeepiiii noel diyenlere sabırla açıklama yapmaya çalışsalarda sonunda amaaaan deliye her gün bayram moduna girmişlerdi...

O gün Teşvikiye bambaşkaydı... Filmlerdeki gibi yada kendinizi NY'ta filan sanabileceğiniz bir tatdaydı...
Köşeden noel baba çıkacak sanıyordunuz... :)

Madem deliye her gün bayramdı diğer arkadaşalrımızıda ayartıp Beyoğluna rakı-balık keyfine gitmiştik... Ordanda şimdi adını hatırlamdığım ama açıldığında bayağı sükse yapan bir bar-cafeye gidip Uzan amcalar tarafından günlük yaşantımıza dahil olan hede hededurayı denemek için paralarımıza kıymıştık... Amanıın ne şifa niyetine bi tattı o ! Güccücuk bardağa dünyayı verdiğiniz nefiiiiiiis bişi...

Ordanda Beyoğluna gelip noelde uğramadan kesinlikle dönülmeyecek St. Antuan'a geçmiştik...

Hayatımda ilk defa noel gerçekten bir anlam kazanmıştı...
Balıkçıdaki kocaman yuvarlak masanın etrafında hepimiz ayrı bir dinin temsilcisiydik...
Dinlerimiz veya başka herhangi birşey umrumuzda değildi...
Hepimiz o anın keyfini-tadını paylaşıyor arada kadehrimizi tokuşturarak ama çoğunlukla içimizden şükranlarımızı sunup iyi dilekler diliyorduk...

Bu kadar basitti... Bir araya gelebilmek paylaşabilmek ama malesef dinlerimizin ve ırklarımızın koruyucuları o masadaki gibi basitçe bunun gerçek olmasına izin vermiyorlarlardı...

Hepimiz ne olursak olalım Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydık...
Kimimizin ailesi yüzyıllar önce kimimizin ki 1 yüzyıl önce gelmişti bu topraklara...
Türkiye daha doğrusu İstanbul desem daha doğru olacak, İstanbul Ermenisi, musevisi, hristiyanı ve müslümanı bir guruptuk... Hepimizin çocukluğu bu topraklarda aynı varlık ve yokluklarda-özlemlerde geçmişti... Aramızda fark yoktu... Çok güzel bir akşamdı...

Birdaha hep beraber noeli kutlayamadık...
Ama her daim birbirimizin bayramında seyranında ararız, dua ederiz, birbirimizin inançlarına, mekanlarına saygı gösterir ve aynı tanrıya farklı yer ve şekilde ibadet eden iki kollu iki ayaklı benzer yaratıklar olduğumuza inanırız...

Umarım bir gün tüm dünya insanları o masadaki gibi bir arada neşeyle oturur...

Her neyse efem, ofiste elmalı ve tarçınlı mumlar yanıyor...
Şükran gününde ma aile hindi yiyecek olmasakta tanrıya şükranlarımızı sunmaya başladık...
İstanbul'un tüm kiliseleri farklı bir aydınlıkta-yoğunlukta...

Mumlar yanıyor, dilekler tutuluyor...
Şükranlar sunuluyor...

Hepiiiii christmas diyorum efeeeem...
Yeni seneyle başlayacak yeni başlangıçlar-temiz sayfalar öncesi eskiye şükür ve affetme eyleminiz hayırlı uğurlu ossssun, yeni yılınız eskisinden güzel osssuuuuun...
:p

19 Aralık 2009 Cumartesi

Uçtu uçtu hooop Ozy uçtu...

Şimşekler çakıyor...
Yağmur kovadan boşalır gibi yağıyor...
NG'in uçak kazası raporunu izlemeyi sever bi manyak olarak bu havada kesinlikle uçmamalıyım...
Ama uçacağım...
Bu havalarda İstanbul'un trafiği belli olmayacağından hem 2010 kültür başkenti hemide pisti uzatma durumlarından havalimanı inşaat halinde olduğundan erkenden havalimanına atıyorum kendimi...
Elimde valizim hariç çibo manyaklığı torbalarım...
Üstüm başım su içinde...
Yapacak bi şey yok... Hava sebebiyle mukadderat modundayım...
Valizi uçağa yollar yollamaz tırınım tırınım napsam moduna geçiyorum...
Elimde poşetlerim olmasa dış hatlara geçip starbucks keyfi yapıcam ama gözüm yemiyor... Hala iç hatlara açmadılar... Bööööö... :(

Napsam napsam derken saçlarımın yağmurdan sıçan yafrusuna dönmüş halini fark ediyorum ve kendimi havalimanı kuaförüne atımak istiyorum ancak...

Giden değil gelen katında !!!
Gelenler mi föne-tıraşa ihtiyaç duyuyo kardeşim olsamda soruma cevap verecek olmadığından susturuyorum beynimi...

Saçlar hallolurken ihtiyaç molasına gitmem gerektiğini hissediyorum ancak wc'lerde valiz veya vs. paket koyacak alan veya zımbırtı yok!

Hiç bir dünya havalimanında düşünülmeyen bi şey... Çocuk bezi için alan var ama eşyaları koyacak bi alan yok malesef...
Küçücük wc kabinine valizsiz olsanızda kış günü mantonuzla girmek zor ve daraltıcı-bunaltıcı bi durumken bide elinizdekilerle düşünün !!!

Kapı arkasındaki askılıklar çantanızın askısını taşımaktan bile aciz incelikte...

Kuaföre güvenip bir daha çişim gelemsin diye dua ederek ihtiyaç molasına gidiyorum...

Hava kötü... Tüm uçuşlar rötarlı... Karnım acıkmak üzere ve sigara krizlerimi su içerek gideren bi bağımlıyım... Ve elim kolum dolu bir daha wc'ye gitmek o noooooooo durumu...

Kışın daha fazla teröre lanet okuyorum... Manton-palton yetmiyormuş gibi ayağındakileride çıkarmak zorunda kalıyorsun.

Genellikle uçacağım günler ötmeyecek şeyler giyinirim... Soyunup dökünmemek için... Ama gel gör fırtına yavrusu bi havada çizme giymemek imkansız olacağından soyunnalar gurubuna bende dahil oluyorum... Oluyorum ama tam Türk işiyiz be abi... Ayakkabı kaplarıyla giysi kapları birbirine karışmış... Birden hijyen takıntım tavan yapıyor ama elden gelen bi şey yok...

Ayakkabı ve giysi kutuları farklı renklerde ve boyutlarda olsa ve sadece siyah-beyaz bi ayakkabı çizimi yerine her köşesine ayakkabı yakkabı yazılsa, görevliler işi daha ciddiye alsa... Bide bide o kutular ve x-ray zımbırtıları arada dezenfekte ediliyolar mı acep hııım? Metro da bile aracınız dezenfekte edilmektedir yazıyor... Doğrumudur bilmem ama pisi pisikolocik olarak rahatlıyor insan...

Rötar eskidende can sıkıcıydı ama sigara yasağından sonra o noooo bi boyuta ulaştı... Tam krize girmek üzereyken uçağımız kalkışa hazırlandı hazırlanamsına ama... Gökteki eğlence daha fazla sigara istememe neden oldu...

Hoop hoop hopidik hopidiiiiik hoooop... !!!
Bu güne kadar daha kötü hava şartlarında da uçtum, daha kötü hoplayıp zıplamalarımda oldu...
Hatta bir tanesini hatırlayıp moralimi düzeltsemde;
İstanbul'dan Kıprıs'a uçuyoruz çok ama çook ex sevgilim ve okul arkadaşlarımızla... sömestir bitmiş dönüyoruz... Feci ötesi bir şekilde birden irtifa kaybederek aşağıya inmeye başladık... elektrikler gitti... Kranlıkta millet çığlık çığlığa... Benim manyak ex ex eeeex sanki dinin d'sini bilirmiş gibi başladı yüksek sesle arapçamsı bi şeyler söylemeye... Millet aha öleceğiz diye şadet getirirken biz gülmekten ölmek üzereyiz... Ne kadar sürdü hatırlamıyorum ama herşey yoluna girdikten sonra biz gülmekten gelen gözlerimizdeki yaşları silerken önümüzdeki amca bize dönüp evladım saol senin duaların bizi kurtardı demesin mi... O uçuş ondan sonra bizim için bitmişti... Tamamen iptal olmuştuk... :))))
Uçak kazası raporu manyağı olaraktan durum daha önceki deneyimler gibi olmasada vahim etkiledi beni...

Hava şartları sebebiyle servis yapamayacağız anonsu verildikten sonra sakinliğimi korumak için çantamdan sakince ıskak mendillerimi çıkarıp çantanın fermuarını temizlemeye başladım... Ve bu temizlik işini yaparken u.k. raporundaki uçak içi canlandırmaların hiç birinde benim gibi mannak bi yolcu canlandırmak akıllarına hiç gelmez diye düşündüm...

Uçak hoplarken 17 A yolcusu sakinliğini koruyarak çantasının fermuarlarını temizliyordu...
Mannakmıyım leeeyn bu güne kadar hangi çantamın fermuarını temizlemişim acep? Çanta değil fermuar...

İşte içinde bulunduğu durumlar insana neler yaptırtıyor...
Neyse sağ salim indim efem...
Pegasus'un İstanbul-İzmir uçağında balance sorunu var galibam... Kaç seferdir her uçuşumda yere tekerlekler değer değmez önce sağa sonra sola çekiyor uçak... Ve ben her seferinde aha ahaaa çimlik alana park edeceğiz oluyorum... :))) Bi gün inerken kaptana rot-balance dicem sanırsam... :p :)

Her ne kadar havada uçak kazası raporunu bidaha izlemicem dediysemde sözümü tutamayacağım... :)

Bu satırlar yazılırken bi gözüm onda çünküüüüüüüü !!!
Mannakmıyım leeeeyn?
Yeees...
Gerçek olan bi şey varsa, ne kadar uçmayı severseniz sevin yaşınız ilerlemeye başlayınca tırsak oluyosunuz... Malsef !!!
Böööö...
Eskiden türbülans manyağı olan ben artık korku manyağımı oluyorum nedir? Bööööööö...

Neyse kazasız belasız mutlu uçuşlar efeeeeem...
Wc'de havalandırmaya ıslak mendil yapıştırıp sigara içebilirsiniz dicem ama bunu denemeyeli yapmayalı çok oldu... Eski bi hostes arkadaşımdan tiyodur bu da... Şimdilerde daha hassas havalandırma sistemleri kllanıyolarsa bilemem... :pppp

;)

18 Aralık 2009 Cuma

Gargamel'im...

Heeeyt kubaaaaaaaaa...
Cuma sendromu başlangıcı...
Sıkılan insan napar? Mantığı elden bırakır...

Ofis yine yasak cenneti oldu!
Güvenlik sebebiyle sosyal sitelere girmek yasaklanmış efem...
Fen-edebiyat ve matematik siteleri serbest sanırsam... ! Iyyk iğrenç ötesi espirik canavarı oldum!!!

Ben sizin güvenliğinizi yiyim demek geliyor içimden...
Allahtan bloguma giriş serbest! Sosyal içerikli sitelerden sayılmıyor anlaşılan...
Aman aman nazar değdirmeyeyim...

Patronumun napacağına karar verememesinden ötürü günler boş ötesi bir kıvamda geçmekte...
Uzuuuun bi aradan sonra dün ofise uğradığında 6 senenin sonunda artık o adama daha fazla tahammül edemeyeceğimi hissettim...

Hani bir ara Beyaz'ın bi karakteri vardı, seni kesmek istiyorum ama kan dökülsün istemiyorum türünden psikopatça laflar eden bi psikopat karakteri...

Hıh dün patronun karşısında öyleydim... Yüzüne bakıp onu dinliyomuş görünürken, içimdeki psikopat onun için ne hikayeler uyduruyodu ki... anlatamam... Anlatırsam içeri tıkılma ihtimalim bayağı yüksek olur! :p

Bir birinizin ciğerini biliyorsunuz bunca yıl sonra...
Dışarda attığı ahkamları gelip ofistede atınca... Ayyyy senin kadar egosu yüksek, kompleksli yoktur diyip istem dışı başlıyorsunuz hayaller kurmaya...

Seni boğmak istiyorum ama, kan akmasın etrafa falan filan türünden :)))

Herşeyin bir zamanı var.
Bir süre sonra doluyorsunuz...
Koşullarınız, arzu ve beklentileriniz siz her ne kadar onları yastık altı etmeye çalışsanızda sinyal vermeye başlıyorlar...

Dün itibariyle yeter moduna geçmiş bulunmaktayım...
Kariyerime çok katkısı olsada artık daha fazla katlanamayacağımı düşünmeye başladım.
Bir sürü önemli projenin arkasındaki gizli kahraman olmak, bir sürü güzel şey üretmek güzel güzel olmasına ama malesef ego ve kompleks devi bir adama daha fazla ruhum tahammül edemiyecek...

Benim babamda mimardı. Ve çok başarılı... Hiç bir zaman kendisini övmedi. Övüldüğünde hep tevazu gösterdi.
Bende ister istemez o tevazuyla büyüdüm ve her zaman aman yok canım, teşekkürler, ne yaptım ki oldum...
Ama gel gör, memleketin en başarılı mimarlarından olan patronum bir çocuk gibi övgüye ve övünmeye doymuyor...
Karşısındakini ezmeden de duramıyor...

Bi Mimar Sinan olmayabilirim ama sende değilsin...
Hepimiz 4 senelik bir eğitimden geçip, kendi yeteneklerimiz ve ilgilerimizle bir yerlere gelmişiz...
Herkesin yetisi farklıdır.
Nasıl bir elin parmakları aynı değilse aynı eğitimi almış onca insanda aynı olamaz...
Piyasadaki hiç kimseyi beğenmeyip ben varya benlerle dolanmak...
Ve bunu milyon defa söylemek...
Yeter yani...

Bir insanı vezirde rezilde eden kendisi bence.
Onca projeye, onca üne rağmen hala bir insan nasıl olurda övmeden duramaz kendisini?
Zaten herkes ne olduğunu bilmiyormu ki, ben onu yaptım, ben şöyleyimler...
Övünmekten aylardır proje üretemiyoruz...
Onsuz üretime geçincede ağanın poku üstüne pok edilirmi mantığına bürünüyor...
Yaw kardeşim ya gelip üretecen yada ofisin adına üretenlere mani olmican !!!
Bizim adımız değil yine senin adın çıkacak... En azından boş boş durmayıp üretim devam edecek, paslanmayacağız bizde...

Ama yok... Cık!

Dün 6 senedir üretilen projelerin övgüsünü dinlerken aaaaaaaa oldum!
Yeter leeeeyn!
Onca projenin kahrını çeken bizdik!
Sen çoğunda ya kaba fikri verdin yada eskizi...
Onları bu hale getiren sabahlayan, stresten tırnak kemiren, saç döken bizdik... Mesai bitsede mesaiyi bitirmeyip yağmurda-soğukta takip eden bizdik...
Senin domuz tavırlarına karşın bizim kibar ve güler yüzümüzle bir sürü şey halloldu...
Sen adını koydun biz dişimizle-tırnağımızla emeğimizi...
Birebir içinde yer alsakta senden çok biz tıfıl mimarların övünmesi, ben yaptım bu projeyi demesi gerekirken biz başarımızı olgunlukla karşılamayı başardık...
Ama o...

Evet ofiste bi Mimar Sinan var bide o dalgasını hak eden bi haddinden fazla burnu büyüklük yapıyorsun...

Ve kimse sana bunu söyleyemiyo...
Benim biraz daha tepem atarsa istifa mektubumu verirken sana gerçekleri haykırmaktan korkuyorum...
Cenaze namazına gelmeyecek kadar ııyyk olmuş durumdayım.
Kariyerimin en önemli mihenk taşısın ama hatırlamak istenmeyecek bir taşsın!
Sadece kendini düşünen, anlayışsız bir adamsın...
Acıdan-sevinçten başına gelemdikçe anlamayan bir adamsın...

Eveeet sen, şirinlerdeki şu canisin... Neydi adı... Gargamel!
Gargameliiim beniiiiiiiiiiiim, senide, mimarlığınıda, çevrenide, yaptığın işleride yemek istiyorum, ama kan akmasın istiyorum...

Burdaki işim bittiğinde umarım bir daha karşılaşmayız...
O tarihe kadar sabır, sabır, ya sabııır... Sen harika bi miamrsın, evet yaptığın şu işler var ya, kimse yapamaz... Sen olmasan bunlar olmaz, bu hale gelemezdi hiç birşey... Sen varya sen... Eğilin önünde...

;)

14 Aralık 2009 Pazartesi

Genç Victoria...

12. İstanbul Uluslararası Sinema-Tarih Buluşması kapsamında pazar günü buz kesen soğukta popomu zar zor sarıp sarmalayıp Victoria'yı izlemeye gittim...

Tarihi-belgesel filmlerini seviyorsanız birde İngiliz hanedanlığına ilgi ve alakanız varsa izlemenizi tavsiye edeceğim bir film.

Gösterimi bittince nerden ve nasıl bulursunuz bilmem ama izleyin...

Çocukluğundan ilk çocuğu olana kadar ki dönemi anlatıyor film. Tam eee derken film bitiyor ve bööö oluyorsunuz...

Prenses olmanın o kadar da kolay bişey olmadığını, ve kraliyet ailesi olsanızda mavi kanınız olsada aile kavgalarının olduğunu öğreniyorsunuz...

Bir sahnede adamın biri 'aileller olmasa herşey ne güzel olur' dedi... Evet hem onlarsız hem onalrla olamıyor işte. Koca kral sarayında ki kullanamdığı odaların kardeşinin karısı tarafından kullanılmasına olaya çıkarıyor... Be manyak adam kadın 17 tane oda kullanıyormuş sarayda 100 küsur oda daha var... Bütün ülkenin sahibisin leeeen...Demek istiyorsunuz ama işte kralda olsanız kalsik aile arası mal kavgası yapamdan duramıyorsunuz :)))

Bir karaliçeyle evli olmanın zorluklarınıda öğrendik filmde...
Kocasıyla tartışıyorlar ve adama heeeyt sen benimle nasıl böyle konuşursun ben kraliçenim diye kafa tuttuğu sahne filmden sonra sıkı geyik çevirmemize neden oldu.

İçimizi ısıtmak için Beyoğlu Saray'da tavuk suyu çorbalarımızı hüpürdedirken çıtır arkadaşım Murat ve benim karaliçelerin seks yaşamı üzerine yaptığımız geyik annem tarafından pek hoş karşılanmadı:

Düşünsene hatunu organzm edemedin kelleni uçurtur...
Hi ho hooo...
Erkek olsam wallah bi kraliçeyle yatamazdım... Korkudan pipim içime kaçardı...
Hi hoyoyt...

Oziiiii...
Efendim anne...
Neler konuşuyosunuz öyle...
Gerçekleri... En ufak bi tartışmada kocasına hööyt kraliçeyim ben diyen hatun kimbilir yatakta neler yapar...
Cık cık...
Anne düşünsene elindeki gücü...
Çorbanı iç çorbanı...
Ehi ehiii... HÜüüüüüp...
Sapıklığı bırakında, baharda Londra'ya gidelim...
Peki anne... Orda devam edebilirmiyiz sapıklığımıza...
Cık cık...

Annemi bayağı bi deli ettik...

64 yıl hükümdarlık yapmış avrupa'nın anneannesi... Benim sevgili Victoria istasyonum, Victoria and Albert Museum'ım... (girip etkinliklerine bakın diye şey ettim)...

Bu arada Buckingham Palace'ta ilk kalan hükümdar oymuş... İnşasının bitimi onun kraliçeliğinin başlangıcına denk gelmiş...

Yaaa...

Yine bu arda dün akşam History chanel'ı izlerken öğrendim, Londra köprüsü enşıınt dilmiş. 60'lı yıllarda yıkıp yeniden yapılmış. Eski orjinal köprü Amerika'da Arizona'da çölde insan eliyle yapılmış bir nehrin üstündeymiş... Köprü yenilenirken şehirciler eski köprüyü satalım demişler ve Amerika'lı bir emlak yatırımcısı köprüyü alıp 3 senede Amerika'ya taşımışmış...

İlgilisine bilgilisine...
Baaay... ;)

10 Aralık 2009 Perşembe

Azgın evli tekkeler...

Kocaman adamları hiç anlayamıyorum... Hoş illa anlamakta derdim değil ya neyse...
Antropozunu küçük küçük çapkınlıklarla atlatmaya çalıştığını bildiğimiz koca abi, altatma ve yakalanma üzerine bir teori sunuyor bize...

İş üstünde yakalansan bile inkar edeceksin diyor !!!
Ben yanlış gördüm kıvamına getireceksin diyor karşı tarafı...

Bu yaştan sonra çocuklarımın analarını terk etmem amma velakin çiçek koklamayada devam ederim mantığında abi...

İğrençsiniz demek istiyorum ama diyemiyorum...
Evlilikte o şu bu bitmiş... Ama sürüyor... Bu yaşyan sonra yeni bir hayat yerine göz yumularak, affedilerek aynı hayatın devam ettirilmesi amaç...

Ama yani ıııyk yaaaa !

Çok param olsa diyor, eşime ayrı ev ve para veririm sende bi çıtırla yaşa derim diyor...

O noo yani...
Yıllar sonra bu noktaya mı geliniyor yani?
Emeklilik parası yerine, ilerde ayrı aşk hayatları yaşamak için mi para biriktiricez yani?

Aç erkek milletinin çükünü kesmek istiyorum! Üzgünüm bunun daha kibarcası yok!
Bir zamanlar güzellik yarışmalarının birinde dereceye girmiş benden çıtır hatun bile kocasının doymazlığının kurbanı olabiliyorken, güzelliği tesillenmemişler, saçlarını süpürge edip hayatı paylaşmış olanlar napsın?

Ay yeter herif benim üstüme çıkacağına başkasının üstüne mi çıksın mantığı?
Boşanmayalım, bilmeyeyim ama ne halt yerse yesin mi?
Yaşlılıkta bir yoldaş mantığı mı?

Be adamlar ne dir bu her deliğe girme arzusu ve tatminsizliği ?
50'de hala çıtır ve yasak aşk peşinde...
Toprak'a kızmamak lazım... Zaten çoğunluk olarak kadınlar tepki gösterdi 70'likle 18'likin aşkına...

Çok pis yakalandım diyor ama inkarla paçayı sıyırdım...
Canım benim, ben olsam pipini kesip eline verir, şimdi daha rahat delik avı yaparsın, pantolonunu indirme zahmetin ortadan kalktı derdim...

Ama kadın dememiş...
Ah kadını her gördüğümde ben utanıp alı al moru mor oluyorum...
Adamın yediği haltları bildiğimden adam yerine ben utanç yaşıyorum...
Gün içinde aşkıyla civelekleşip sonra karısına bişey olmamış gibi sarılıp bizimle keyifle muhabbetler etmesi midemi bulandırıyor... Bişey değil bi gün kusucam üstlerine...

Marifetmiş gibi birde çapkınlıklarını anlatmıyorlar mı?
Ah bide kadınlar bişeye benzese...
Wallah billah 20 hatta 30 küsür senelik evlilik sonrasında benim başıma böyle bişey gelse tüüüüh diye suratına tükürür zevksiz adam diye terk ederim. Bari biraz bişeye benzeseydi !

Tabi kadın ve erkek mantığı farklı işliyor...
Kadının aldatmayı seçtiği adamda muhakkak bir artı durum söz konusudur...
Ama erkekte ufaklığın başını sokacağı her hangi bir sıcak yuva olsundur...

Aldatan aldatana...
İğğğreeeenç...
Bana ne bize ne de... Bir şekilde o hatunlarla ve eşleriyle karşılaşıyoruz işte... O zaman oluşan rahatsız hissiyat durumu çok kötü oluyor. Samimiyetten uzak bayağı bir ortam... Görüşmek istemiyorum desem sebep senin ufaklık desem hödööö dicek adamlar... Sana ne oluyo? Doğru bana ne oluyo da pek etik olmuyo durum o bakımdan...

Yaş ilerleyince evliliklerde 3 maymunluk sendromu oluyor sanırsam...

Tek eşlilik insanlara göre değil diyenler bence erkekleri kastetmişler ama açık açık diyememişler...

Karılarda da akıl yok anasını satayım... Bilmem neresine ak düşmüş heriflerle seks ne kadar güzel olabilir ki?
Tecrübe mi?, para yeme mi?, babişko arayışı sendromu mu?, ben bilmem kimi götürdüm naber zaferi mi?

Iyyyk ıyyyk ve ııııyk !!!

Erkeklerin hepiciğine bi aparat taksak delik arayışları biter mi acep?

Ortalık azgın tekelerle dolu...
Ah ah ben ne dim hemcinslerime... Bunları bu hale getiren bizleriz yahu... Yapmayın etmeyin, kendilerini bi .ok zannettiriyosunuz be yaw!
Koşullarına, cüzdanlarına, şartlarına ve aynaya bakmadan neler yaptırtıyosunuz şunlara...

Beyler, erkek= doğruluk, dürüstlük ve cesarettir. Her türlü haltı yiyip inkar etmek pek erkekliğe sığmıyo be gülüüüüm...

Eminim bi hatun yakalansa inkar etmez yüreklice canım çekti yaptım der. Sonuçları ne olursa olsun...

İş ve özel yaşamımda tanıdığım tüm 40 sonu- 100 yaşları arasındaki evli erkeklerden midem bulanmaktadır efem.

Öööğğğğ öööğğğğğ öööğğğğ... kusmuklarımı kabul ediniz efeeeem... Sizlere daha güzel bi hedeye düşünemiyorum...