Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

4 Nisan 2008 Cuma

Bir “çalışan”a meleğin fısıldadıkları! * Babaoğlu'nun hissettirdikleri

Sabah iş saatimde uyanıyorum...
Mır mır gerinerek kalkıyorum, yatağımın ucuna oturup aralık perdemden boğaza bakıyorum...
Dışarda çok güzel bir hava var...
Güneşli...
Deniz parlıyor mavi mavi...
Kalkıp duş alıp giyinip işime gitmem lazım...
M&S terliklerimi sürüye sürüye mutfağa gidiyorum kahve suyumu koyuyorum...
Annem neşeli bir şekilde şakıyor...
AKM'ye konserin provasını izlemeye gidecek...
Klasik müzik tutkunlarının her cuma yaptığı şey... belki ilerde yeniden klasik müzik dinlemeye daha doğrusu eskisi gibi yoğun bir şekilde dinlemeye başladığımda benimde yapacağım şey diye aklımdan geçirerek banyoya gidiyorum...
Yüzümü isteksizce yıkıyorum...
Aynanın önünde kocaman gerinip duş yapmak istemiyorum diyorum...
Bu gün canım hiç birşey yapmak istemiyor...
Cumartesi tembelliğine sahibim...

İşe gitmek istemiyorum...
Uzun zamandır işte iş yapmıyorum !
Proje üretilmiyor...
Ürettiklerim hayata geçmiyor...
Tek düzelikten, monotonluktan çok sıkıldım...
Beyaz zenci gittiğinden beri sıkıcı... Hemde çok sıkıcı...
Bütün gün 3-5 telefona yanıt veriyorum...
İzin verildiği ölçüde internette sörf yapıyorum...
Çok ama çok sıkıcı...
Köreldiğimi hissediyorum...
Öğleden sonraları sudan sebeplerle erken çıkıyorum...
Sabah geç iş başı yapıyorum...
Salla başını al maaşını modundayım haftalardır...
Eskiden iş olmasa otursak dediğim yoğun günleri özlüyorum...
İşe gitmek istemiyorum !!!
Yıkanmak, saçımı taramakta hiç istemiyorum !!!
Bir gün öncenin temizliğindeki bedenime deadorantımı boca ediyorum...
Ruhumun isteksizliğinin dışa vurumu olan şekilsiz saçlarımı zoraki atkuyruğu yapıyorum ve baştan sona siyaha bürünüyorum...
Kapının önünden taksiye atlayıp işime yola koyuluyorum... İşe bir kaç adım kala, pelite'e diyorum...
Bari keyifli bir kahvaltı yapayım... Nasıl olsa iş yok... bir yarım saat daha geç gitmemin ne sakıncası olacak ki bana, işime...

Nefis çaydan bir yudum alıyorum ve gazeteyi didiklemeye başlıyorum... Bir “çalışan”a meleğin fısıldadıkları!'' başlığını görüyorum ve başlıyorum bir yandan küçük pizzalarımı yerken okumaya...

...Oysa işini sevmesen de burada olmayı seviyorsun, kafanı dağıtıyor çünkü!
Gerçi yöneticin “topla kafanı” deyip duruyor, bazen çocuk azarlar gibi bakıyor sana ya, olsun!Kahvenin kokusu fena değil!
Çalışmak!..
Çalışmanın kokusu var mı?
Kekremsi, tatlı-ekşi bir koku! Uzak Doğu mutfağından çıkmış bir çorbaya burnunu daldırmışsın gibi!..
“Mecburum çalışmaya” diye geçiriyorsun içinden.
Kim mecbur değil ki!
Öyle bir düzen işte!
Derken bir fısıltı işitiyorsun, sanki bir melek kulağına fısıldıyor: “Unutma, çalışmak her zaman çalışmamaktan daha az can sıkıcıdır!”
Gülüyorsun. Küçük bir kahkaha fırlıyor dudaklarının arasından.
Melek haklı, çok haklı!

Evet melek haklı... Haşmet Babaoğlu bilmeden ruhuma, düşüncelerime ilaç oluyor...
Okudukça eski işsiz günlerim geliyor aklıma... Burukluğum, ezikliğim, çok ama çoook sıkılmam...

Ne kadar sıkıcıda olsa, mutsuzda olsam ''Beklentilerle gerçeklerin uyuşmamasının yarattığı hayal kırıklığından kaynaklanan yorgunluk...'' ta olsa yaşadığım, ''işimi sevmesen de burada olmayı seviyorum, kafamı dağıtıyor çünkü'' diyerek hesabımı ödeyerek işime gidiyorum...

Sanki bir yerlerde ufakta olsa 5 sene önceki heyecan, umut ve inanç pırıltıları göz kırptı bana...

Teşekkürler Babaoğlu...
Umutsuz, ruhsuz bana bilmeden bugünlük umut ve ruh oldun...
;)

Hiç yorum yok: