Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

7 Eylül 2011 Çarşamba

Urla...

İzmir'den Çeşme'ye giderken otobandan görünen denize ve iki katlı evlerin çatısına bakıp merak ederdim, nasıl bir yer diye...

Bayramın 1. günü annemle yola çıktık. Otobanlar ücretsiz araba dizel olunca yol yaptık tüm bayram boyunca...

Urla bildiğim, duyduğum kadarıyla İstanbul'umuzun kente yakın doğa içindeki yaşam siteleri gibiydi İzmirli'ler için. Bir zamanlar sayfiye yeriyken artık yaz-kış oturanlar çoğunluktaydı.

Bir arkadaşımın görümcesi oturuyor Urla'da. Birbirine benzer siteler yüzünden kocası her gidişlerinde kız kardeşinin evinin yolunu karıştırıyormuş...

Hadi beaa diye gülüp geçtiğim muhabbet, otobandan Urla'ya girdikten sonra sonra karşımıza çıkan ben diim 2 siz diiin 4 metrelik mavi renkte siteler tabelasıyla, wallah billah memedin karşıtırdığı kadar varmış dedirtti !!!

Karayollarının bildik mavi tabelası... Yön gösteren tabela... Anaam koskocaman oku oku bitmeyen upuzuuun site adlarının yazıldığı devasa bir liste olarak karşınıza çıkıyor. Tam fotoğraflıktı ancak duracak yer yoktu! Eminim, memleketin başka yerinde öyle bi tabela yoktur. Öyle büyük bi tabelayı ancak karayolu sınır kapılarında görürsünüz: WELCOME TO TURKEY' vs. diye... :)

İlk önce şehir merkezi tabelasını takip edip ilçenin içine girdik. Klasik kasaba görüntüsü... Belediyenin karşısına yapılmış çok amaçlı alışveriş ve kültür merkezi binasının mimarisi pek hoştu. Ancak, dokuya uymamış. Herşeyin 19-20.yy kasaba mimarisi şeklinde olduğu bir yerde sanki uzaylılar tarafından 25.yy'dan getirilmiş ve bırakılmış gibi olmuş... Tek başına ele alındığında dışardan gördüğüm kadarıyla meslektaşımı kıskandıran tatta olmuş... ;)

Merkezde bişey yok, napılır ne edilir bilmeden çıkıp gelmişiz, yoldan geçen bir beye ne yapılır buraçta dedik, bende yabancıyım bende bilmem ama 'iskele'ye, çeşmealtı'na gidin dedi... 

Peki dedik, bayramını kutladık ve alışık olduğumuz boyutlardaki mavi tabelaları takip ede ede sahile gittik...

Efendim Urla Necati Cumalı'nın, Tanju Okan'ın ve Gönül Yazar'ın memleketidir... Annemlerin döneminin ilahı Tanju Okanmış. Anacım sahil görünür görünmez başladı şarkılarını söylemeye... ;)

Arabayı park ettik şöyle bi dolanalım derken sahildeki Denizaltı pek bi ilgimizi çekti...

Ahşap sandalye-masa hastası ben, bide masmavi güzel egenin  yanında olunca bu ikili anneme hadiiii oturalım yaptım... Cafenin garsonu Levent ramazan boyunca hiç içmemiş, son ezandan sonra Alaçatı'ya gitmiş ve arkadaşlarıyla 1 aylık arayı kapatmak için uğraşmışlar... Kusura bakmayın hala damarlarımda alkol var diyerekten siparişlerimizi-arzularımızı yerine getirdi :)

Keyifli bir salata-kalamar ve tek bira 2 bardak keyfi yaptık anne-kız.

Tanju Okan'ın evini tarif etti Levent ama bulamadık. Yeni sahibi değiştirmiş evi...

Kalamar keyfinden sonra Çeşmealtına yola koyulduk. Adı niye öyledir bilmiyorum...

Sevgili Mary'nin kulaklarını çınlattık annemle. Mary Antalya'da İsraillilere rehberlik yapıyordu bir dönem. Konyaaltı adının nereden geldiğini soran bir turiste, haritayı göstermiş, Konya'nın altında olduğu için Konyaaltı demiş !!!

Çeşmealtıda her halde Çeşme'nin altında o yüzden adı öyle ehei ehiii :ppp :))))

Su nasıl berrak... Temiz, sakin, huzurlu...
Evlerin çoğu eskiden yapılmış... Çeşme-Foça öncesi İzmir ve çevresi, İstanbul, Ankara sayfiyediye buralara gelmiş...

Zaman aşımına uğramış evlerin yenilenmesi gerekiyor da kim uğraşır...

Bu bölgede son derece ilginç bir dekorasyon habiti var. Evlerin bahçelerine heykel koymaca !!! Ama ne heykeller... Silahşörlerden, tanrıçalara... Sebebi nedir çözemedik. Bu yörede çanak-çömlekçilik varda biz mi bilmiyoruz? Ya da bu yörenin varlıklıyım, zevkliyim, kültürlüyüm göstergesi heykeller mi? Bizde luvi :ppp ;)  (allah rızası için bana orcinal bi luvi alında sataşıp durmim hııı? sevaptır... :pp)

Sahil boyunca annemle yol yaptık, durduk, dolandık...
Zeytin ağaçlarının güzelliğini seyrettik...
İskele'ye geri dönüp yaya olarak dolanmaya devam ederken, Yorgo Seferis oteline rastladık. Efenim modern Yunan edebiyatının üstadlarından olan Yorgo bey şimdi otel olan bu evde dünyaya gelmiş ve bir süre yaşamış... Bu evi restore edenler fotoğraf sanatçısı Muzaffer Sümermiş...

Bize odaları gezdirdiler... Her oda ayrı eskilikte... Eski-döneme uygun eşyalarla döşemişler oteli. 1 gececik kalınır efem...

Elin üstadının evi korunup kollanıyorda, çocukluğumda ağlama krizlerine sokan Zeliş'in yazarının evi neden korunup kollanmıyor? Belki korunmuştur bilemiyoruz... Ne bir tabela ne bir yazı gördük... Taşı attım... Anlayana...

Urla ve çevresinde çok sayıda sera var. Dönerken bir tanesine uğradık... Sahibi ziraat mühendisi bey pek bi somurtgan, egolu bişiydi... Leeeyn atom mühendisi diiil, bitki mühendisisin leeeyn yapacaydık amma annem bayram bayram boş verelim dedi... ;)

Ah ev bizim olsa bahçeye alınacak-yapılacak çok güzel şeyler varda... Baktık-elledik sadece...

Sitelerin olduğu bölüme hiç gitmedik... O bölgede sahil-yerleşim nasıl bilemiyorum.

Urla'nın İskele ve Çeşmealtı yerleşkeleri keyifli... Görmeden ölseniz olur ancak, evlerle dolu olsada hala bi bozulmamışlık bi salaşlık ve egenin güzelliğini hissettiren halini görmek isterseniz görün derim.

Eee yani altınızda araba, cebinizde para, canınızda sağlık bir de gününüz varşa eşşeklik etmeyin gezin tanıyın memleketimiziiii !!! ;)

Dönüştede Ilıca'da yer alan kumruyu icat eden Kumrucu Hüseyin'e uğrayıp bayram lokması aldık... Hüseyin amca ayrı bi yazı konusu olacak efem...

Geçmiş bayramınız kutlu osssun ;)

Hiç yorum yok: