28 Ağustos 2007 Salı
Terkedildim, terkedildim...
Yüreğim daraldı...
Ben bu duyguyu biliyorum sanki bir yerden oldum...
Evet... Biliyorum... Terkedildim ben...
Ühüüüüüü...
İnsanın 4.5 senesini geçirdiği arkadaşından ayrılması kolay olmuyor...
3 haftadır zaten izindeydi... yokluğuna alışmıştım ama hani dönecek biliyordum... Ama dönmüyor... Dönmeyip gittiği için mutluyum aslında...
Mutluyum ama bir yandanda terk edilmiş psikolojisindeyim...
Sabah Pelit'te kahvaltı ederken garsanumuz geldi 'arkadaşınız yokmu' demez mi?
Tanrım !!!
Deniz ve mehtap sordular seni, diyemedim terkedip gittiiiii... durumlarındayım...
Ühüüüüüüü...
Ofise geliyorum... Masan boş...
Odada tekim, bir tuhaf oluyorum...
Dün yazmayı unuttuğum bisürü şey geceden beri aklımda...
Hep derdin beni ne zaman yazacaksın diye...
Bak yazıyorum işte...
Odam bir tuhaf geliyor bana...
Masamın başına çöker çökmez bütün gecedir tuttuğum göz yaşlarım akmaya başlıyor...
Hıçkırıklarımı yan komşularımız duyup geliyorlar...
Yine aynı şeyi yapıyorum bir yandan kahkaha atıyorum diğer yandan salya sümük ağlıyorum...
Bozcaadadan getirdiğin şarap duruyor... dün eve götürmeyi unutmuşum... şarap bana bakıyor ben şaraba...
Falçatayla açıp içme planımı gerçek kılmak için uğraşıyorum...
Seni tanıyan herkes üzgün...
Gelip beni teselli etmek için uğraşıyorlar...
Biliyorum sadece iş arkadaşlığımız bitti, dostluğumuz baki ama, burda senziz olmak...
Yarın uçuyorum... Pazartesi boşaltılmış masanla haftaya merhaba diyeceğim...
Şerefine beyaz zenci...
Ben, yan komşularımız ve fuar dostlarımız gidişinin şerefine oh beee kurtulduk diye içiyoruz !!!
Ersan Tanju Okan dinletiyor bana... Gördüğün gibi gerçekten sıkı teselli dostları...
Ühüüüüü...
:pppp
;)))))
Silgini kap gel, önümüzdeki hafta parti yapıcaz sana... ;)
27 Ağustos 2007 Pazartesi
Beyaz Cenci'ye
Bir birimize gülümsedik ve o görüşmesine girdi...
Odadan çıktığında allak bullaktı... işe alınmışmıydı dayak mı yemişti...
15 gün boyunca benim çalışma arkadaşım olmayacak mı tek başıma mı çalışacağım ben derken gelmişti...
Ofis dışında çalışmam gerektiğinden onunla ilk başlarda samimi olamadık...
O çekingen ben çekingen...
Sonra zaman geçti ben yeniden ofiste çalışmaya başladım ve birbirimize ısınmaya başladık...
İkimizde mimardık... Benim çocukluğum onun üniversiteye kadar olan hayatı Ankara'da geçmişti...
Mimarlık eğitimimizde yaşananlar okullar farklı olsada aynıydı. Takık hocalar, günlerce sabahlama sonucu gireilen jürilerde yaşanan kabuslar, aşklar, acılar, aile sorunları... Tam olmasada bir şekilde kesişiyorduk...
Hepsinden önemlisi ikimizinde o sıralar bu işe ihtiyacı vardı. Onun maddi benim manevi anlamda...
Günler günleri kovaladı biz can yoldaşı olmaya başladık...
İşimizin stresi, keyfi, telaşı, yeri geldiğinde yersiz ve zamansız yediğimiz patron fırçaları bizi daha da yakınlaştırdı...
Derdimiz dert, paramız paramız oldu...
Sevincimiz sevincimiz
Hüznümüz hüznümüz oldu...
İş saatleri dışında onun Anadolu'da benim Avrupa'da yaşamamdan dolayı çok sık birlikte olamasakta bildik ama ilk alo da yanımızda olacağımızı...
Ying ve yangtık biz...
Ben delifişek o sakin...
İncir çekirdeğini doldurmayan öfke krizlerimde beni sakinleştiren, benim sabırsızlığıma karşın onun sabrı, sabahları kahvemi içmeden afyonumu herkese saldırarak patlatmalarımı sakince karşılayan, mimiklerimden beni anlayan, yüzüm düştüğü anda dünyanın çevremdeki her insana zindan olacağını bilen...
Güzel bir ekiptik... O iyi polis, ben kötü polistim...
Kibarca uyarıları yapan o tehditleri savuran bendim...
4.5 senede ne anılarımız oldu...
Ne kadar güldük, ağladık, dertleştik, işten bunalıp beyoğlunda içtik...
Odamızın dört duvarı sırdaşımız oldu...
Nelere sustuk, yuttuk...
Nelere hayret edip ohaaa dedik !
Varlıktaki ne yokluklara tahammül ettik... Toplama eşyalardan oluşma odamızın yenilenmesini hayal edip durduk, bilgisayarsız elle ne işler yaptık... Odamızı kendi ellerimizle tasarladık. Boyadık, sildik, taşıdık... Sabreden dervişler muradına ererlermiş olduk... Ne casuslar gidip geldi bize vurulup gitti... ( Jetgile selam)
Birbirimizi idare ettik, uyuduk, işi astık, iş gereği pinokyo olduk...
Saçları kestirdik ben kırmızı kafa o mavi kafa oldu...
Sigarayı azaltma kararı aldık, o hatta bıraktı ama karşısında keyifle tüttürmeme yenik düştü...
Olmadık işleri eğitimini almışlara taş çıkarır şekilde yaptık...
Birlikte heykel yaptık...
Senfoni orkestrası konserleri düzenledik...
En son bizden mimar değil düğün dernek her türlü organizsasyoncu olur diyerek sünnetçiden bozma ütücü açacakken...
Sabahları iki uykucu olarak erken gelmeyi başarabilmişsek Pelitte onun kare benim yuvarlak pizzalı kahvaltılarımızı,
Öğlenleri birbirimizin gözüne bakıp Combooo diye bağırıp kocaman iki dilim pizza yananında bol ketçaplı patetes yiyip, diyet ve normal kolalarımızı hüpletip göbeğimizi kaşıya kaşıya yesek yesek ne yesek Pelit'i arayıp koca ekler sipariş versek mi yapmalarımızı, yada Duranı arayıp onun hellim menü benim hellim tortila siparişlerimizi, patronumuzun odaya gelip yenirmi böyle şeyler kilo alacaksınız diyip patateslerimizden yürütmesini...
Öğleden sonra muhakkak şekerlemeye dalmasını, kocaman kocaman ingilizce FRP kitaplarını, çay tiryakiliğini, sakinliğini, imla bilgisini, her hafta başı başka bir ilgi alanıyla gelip ona heyecanla bahsederken geçici bir heves olduğunu bilsede beni ilgiyle dinlemesini, migreni için bulduğum alternatif tıpları takmayıp aloo ben atak yedim hastanedeyim yapmasını, en çokta sabahları ben uyalananamadım demesini... Uyanamadımı hiç doğru yazamadı ! 4.5 senede bir sürü defa sevgiliisnden ayrılıp barışacaklarını her defasında bildiğimden takmamamı, sıkıldıkça ona absürt gelinlikler tasarlamamı, Bilgisayarsız günlerimizde amirel battı oynamamızı, koşullarımı sağlayın diye ona şakadan saldırmamı...
Bir çok şeyi özleyeceğim...
Onun adına çok mutluyum...
4.5 senede Bakırköy veya Lape'deki doktorların incelemekten keyif alacağı çok hasar aldık...
Emeğimizin karşılığını nakit olarak almadık sadece... ben egzama oldum o migeren...
Çok sevdik işimizi, çok inanarak yaptık...
Amatör ruhumuzu kaybetmemeye çok çalıştık... Yıldırılmak istendik ama yılmadık. Birbirimizi hançerlemedik...
Çok iyi bir ekip olduk...
Herşeyin üstesinden geldik...
Geriye baktığımızda vicdanımız sızlamayacak...
Mavi saçlı beyaz cenci gidiyor...
Beni bu küçük ama tek kişi için büyük odada yanlız bırakıyor...
Onun için daha iyi olacak biliyorum...
Mesleğine kavuşacak, migreni geldiği gibi gidecek, özgür olacak...
Ama hiç biryerde benimle olduğu kadar eğlenip mutlu olamayacak !!!
Ona kim muzurluklar yapacak, kim koşullarım sağlanmıyor diye olay çıkartıp sakinliğini bozdurtacak, kim öğleden sonra şekerleme yapmasına izin verecek ve kim onun patateslerine sarkacak... Asıl kim kaşarlı mantarını yemem diyip yiyecek?
Ve hepsinden önemlisi artık kıro ve köylü mimar kim diyecek? : ))))))) Kime ruh hastasıyım hatta pisi pisi pisikopatım ben hocaaaa diye mesaj atacak !
En çokta hoca camide diyemeden gidiyorsun ya...
Ulan arabanın arkasında dolandırıp durduğun mangalınla bi mangal keyfi bile yaşayamadık daha !!!
Tam daha karpuz keseceydik nereye demek geliyor içimden...
Sonunda halkayı kırdın, kırıyoruz...
Senin gidiş rüzgarın benide hareketlendirecek... Hep ilk ben gidicem gibi geliyordu...
Off ya ben öğleden sonraları sıkıldıkça kimle kavga edicem?
Kim düzeltecek benim imlalarımı?
Tatil izinlerimi kim alacak ve beni son dakikada havalimanına uğurlayacak?
Ben kime anlatacağım aşklarımı?
Sabahları kim çekecek benim aframı taframı nazı mı?
Güzel gözlü, güzel gerdanlı maviden yeşile dönmüş saçlı, ekler ve diyet cola manyağı, uykucu, tembel hayvan sever, sakin, gözlemci kadın...
Herşey gönlünce olsun...
4.5 senedir hayatımdaki tüm iniş çıkışlarımda yanımda olduğun için herşeyde desteğim olduğun için, sana sırtımı dayama rahatlığını, güvenini verdiğin için, kimseyi arayamasam onu ararım beni kurtarır diyebildiğim için, yediğimiz içtiğimiz, penceresi açılmaz kışın soğuk yazın hamam odamızı soluduğumuz için teşekkür ederim sana...
Yolun açık olsun...
Seni özleyeceğim... Gitmene birlikte daha çok vakit geçirebileceğimiz içinde seviniyorum...
Artık birlikte çadır tatili yapabiliriz... Yuppiiii...
Bence Pazartesi bunu ıslatmalıyız... Köprü altında... Topkapıya bakarak... sen rakını ben biramı hüpleterek... diyorum ama şu an gözlerim dolu... Ulan tam menstürasyon dönemi öncesi ayrılınır mı işten !!! Herşeye hassas kırılgan, ağlak olduğum dönemde !!!
Özlicem seni...
Aha ağlıyorum işte...
Şu an Ersin burada olup çizgi filim karakterleri gibi ağlıyosun ağlama demeliydi...
Evet aynı anda gülüp ağlayabilen şahsiyetten sana bye, yolun açık olsun yazısı...
Bari bende erken erken çıkim, psikolojim bozuk diye mesaj atarak :)))
:(
25 Ağustos 2007 Cumartesi
25.09.2007 İstanbul Park Sıralama Turları Sonrası Hissiyat
Saatsiz...
Annemin hadi uyan, hadi kaalk Ozy demesine gerek kalmadan...
Saat 10'da buluşacağız ama ben sabırsızım...
Aylar sonra ilk dafa kapının önüne park ettiğim arabam 1 aydır yatıyor... Grilikten siyahlığa dönmüş... Yıkatmak gerek, balatalar kabak, lastikler geçiniz...
Direksiyonun başına geçiyorum, çalıştırıyorum ses harika ama çekiyor namussuz... Olsun o çeker ben çekerim...
Aylardır köprüden karşıya geçmiyorum...
Boğaz nasıl güzel...
Yanımdakine dönüp dilek tut diyorum...
Ben avazım çıktığı kadar Padock diye bağırıyorum... :)
Az gidip uz gidiyor ve İstanbul Parka varıyoruz... En son Nisan'da buradaydım...
Özlemişim...
Evet gerçekten özlemişim...
Arabayı park edip grand stand'a doğru yürürken yerimden duramıyorum...
Yerimiz tam Ferrari'nin garajlarının önünde...
Massa ve Kimi...
Massa sıralamda 1.liği yaklayacak biliyorum...
Ona ben değdim... ben şans getirdim ona !!!
11'de antremanlar başlıyor ve o güzelim ses...
Nasıl nasıl özlemişim...
Abidin mutluluğun sesi bu !
Arkadaşım durmadan fotoğrafımı çekiyor: Mutluluğun fotoğrafı diyor.
Evet tahmin ötesi mutluyum...
Tuttuğum ve sıkıca bağlı olduğum bir takım var olsada hepsini zilemek isityorum, hepsini merakla takip ediyorum...
F1 farklı bir dünya...
Bu sene diğer takımda yarışan harika oğlan seneye size şampiyonluk getirebilir...
Hiç bir holiganlık yok...
Herkes tuttuğu takımın renklerinde, bayrakları elinde yan yana, omuz omuza...
Antreman turları bitiyor...
Coca cola standında latin şarkıcılarla coşuyoruz...
Dansçılar sahne alıyor...
Her yerde kadınlar...
Heey durun Formula sadece erkekelrin tekelinde bir motor sporu değil !!! Feriştahın fentezilerini süsleyen F1 adamları istiyoruz ortalıkta endam eden, dans eden !!!
Hosteslerin, dansçıların fotoğrafları çekiliyor...
Arada benimkide...
Evet fıstık bi evsahibiyim dimi... bencede... :)))
Ve sıralama turları başlıyor...
Ah o ses...
Kulağımın pasını silen, kulağımı gıdıklayan, yerimden fırlayıp, elimi yunruk yapıp havaya sallayıp yehaaaaaaaaaaa diye bağırtan... içimi bir hoş eden, milyonları dökseniz bu derece mutlu edemeyeceğiniz ama beni herşeye rağmen mutlu eden ses !!!
Yaşadığımı hissettiren, dünyayı unutturan, etrafı umursamadan tezahurat yaptıran...
Bu güne kadar izlediğim en güzel en heyecanlı, en yüreği hoplatan canlı sıralama turuydu...
Massam 6.lıktan 4.lüğe ordan 1.liğe yükseldi... Arada Alanso alıp devretti 1.liği... tam son saniyelerde Hamilton alsada 1.liği Massam aldı geriye...
Evet önce ben sonra şehrim ona uğurlu geldik...
O kadar eğlendim, o kadar mutlu oldum ki...
Yarına biletimin olmamsına gerçekten üzülüyorum. Çünkü bu gün birşeyi çok iyi anladım F1 benim parçam... F1 benim meditasyonum, rahatlamam, mutluluğum...
O güzelim rabaların sesini canlı olarak senede bir defada olsada duymalıyım...
Şu an yarın gidemeyeceğim için o kadar üzgünüm ki...
Hani dokunsalar ağlarım derlerya...
Ben dokumalarını beklemeden de ağlayacağım galiba...
Telefonuma kaydettiğim Massam'ın ve diğerlerinin sesini dinliyorum ara ara...
Biiiiiiiiiiiiiiuuuuuuuuuuuuuuuuuuw.... biiiiiiiiiiiiiuwwwwwwwwww...
Abidin, mutluluğun sesi...
24 Ağustos 2007 Cuma
Ferraricinin azmi Ferrariyi yendi ! ;)
Reasüransta'ki mekanımda keyifli bir öğlen geçirip dersime doğru yol aldığım sırada F1 araçlarının sesiyle çalan telefonum çalmaya başladı:
Biiiuuuuuww, Biiiiuuuuuuuwwwww...
Efendim
Napıyorsun?
Boya badana dersime gidiyorum...
Akşam ne yapıyorsun?
Hiiç...
O zaman benimle Ferrari'nin partisine geliyorsun.
Neee? ciddimisin Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa !!!
Teşvikiye Caddesindeki Mudo'nun önünde çığlığı basıyorum. Yanımdan geçenler bana bakıyor ve ben havaya zıplamamak için zor tutuyorum kendimi...
Koşar adımlarla dersime gidiyorum ve hocama bu akşam Kimi ve Massa ile randevum var, lütfen bu gün makyajımı sen yap diyorum.
Türkiye'in en iyi makyözü olan Eti Motola bana öyle bir el değdiriyor ki, saat 5'te yanından ayrıldığımda ben bile kendimi tanıyamıyorum...
Eve giderken yol boyunca tanrım ne giyeceğim ben derdi yaşıyorum...
Elbise? ı-ıh. Jean üstüne hafif dekolte bişey, ı-ıh... Neeee? Tanrım giyecek birşeyim yok !!!
Aaaa ne giyeceğim ben derken, hem cici hem serseri olabileceğim beyaz pantolon üstüne siyah bir kolsuz bluz giyorum... Peki hiç taramadığım ve sabahtan beri tepemde duran balerin topuzu saçlarım nolacak? Hiç birşey topuzu açmamla lepiska lepiska belime iniyorlar...
Evet harika bir F1 aşk kadınıyımda... aylardır giymediğim topuklu ayakkabılarım neredeeee??? ve hangisi giyilecek...
Aaaa tanrım bidaha dünyaya erkek olarak gelmek istiyorum... Bir yere giderken ne giyeceğim dertleri bizim gibi yok ve her yerde ayakta çiş yapabilme yetileri var !!!
Saat 6.30'da kapımdan alınıyor ve Ferrarilerin deri döşemelerini yapan, dünyanın en rahat ve en pahallı koltuklarına sahip Poltrona Frau'ya doğru yola çıkıyorz.
Bahçe içindeki dublex bina Formula'nın coşkusunu pek sahip olmasada, bahçesi parti havasında...
Kapıdan isimlerimiz alınıyor, kimse davetiyemize bakmıyor... Etraf mimar ve iç mimar kaynıyor. Mimarlar odası sanki çok şık bir parti yapıyormuş gibi ortam...
Bahçe kapısını görebileceğimiz bir masaya konuçlanıyor ve saat 9'da geleceklerini öğrendiğimiz pilotları beklerken leziz yemeklerin ve şarapların tadını çıkarıyoruz...
Ben tabiki rahat durmuyorum, Ferrari'nin bana vermiş olduğu cevaba çok kızgın olduğumdan bir üst düzeyle tanışıp padooooock istemek arzusundayım. Da çekingenliğim devrede olduğundan bu işi arkadaşıma devrediyorum.
Garibim bütün gece siz bilmem kim beymisiniz diye dolanarak partideki bütün istisnasız mimar çıkan beylerle tanıştı !!! : ))))
Saat 9' agelirken önce Kimi geldi... Direkt olarak binaya girdi ve Ferrari'nin ön göğüsü önünde poz verdi, sonra bahçeye çıkıp soruları yanıtladı ve toplam 10 dk. kalıp gitti. Sevimli küçük sarışın adamın gözleri gerçekten çok güzel. Bu kadar canlı bir mavi kolay kolay görülemez. Deniz gibi gözleri var... Gözlerine bakarak kendinizi bir gemi seyahati yapıyormuş gibi hissedip medite olabilirsiniz...
Kimi'den sonra dışarı çıkmayıp Poltrona'nın rahat deri koltuklarından birine oturup Massa'yı beklemeye başladım... Ve gelir gelmez direk karşısına geçip gözlerinin içine bakarak bana poz vermesi için Massa, Massa diye adını sayıkladım ve oda o güzelim açık olmayan kahverengi gözlerini benden mahrum etmedi...
Küçücük bir adam. Boncuk boncuk parlayan gözleriyle öyle sevimli ki... Sevimli ama çekici...
Küçük çekici adamdan imza alıp dışarıya arkadaşlarımın yanına gittiğimde küçük ve seksi adama çoktan aşık olmuştum...
Massa yanımdan geçerek sahneye gitti soruları yanıtladı ve tam giderken kolundan çektim ve bir fotoğraf istediğimi söyledim...
Ve işte o an... ben ben olmaktan çıktım.
Bana sol omzumdan sarılarak sağ tarafıma geçti, başını başıma dayadı ve ben omzumdan inen elini öyle bir tutup okşamaya başladım ki !!!
Kadife gibi bir teni var ve hııııııım nefis kokuyordu...
Sonrası yok ! Var ama bende yok !!!
Partide sarıldığı tek kadın bendim.
Ona dokunan ve kokusunu duyan tek kadın !
Pilotlar gittikten sonra parti coştu, herkes dans etmeye başladı ama ben yüzümde kocaman bir gülümsemeyle bulutların üzerinde dolanıyordum...
Hala dolanıyorum aslında...
Çok istediğim arzu ettiğim şey gerçek oldu...
Evet Ferrariciler, sizden pilotlarımı göremek için padock istemiştim, siz her ne kadar bu arzumu gerçek kılmasanızda ben kılmayı başardım !
Massa şu dakikalarda dün gece sarıldığım kumral güzeli kız kimdi, onu bulun bana yoksa yarışmam diye kapris yapıyor !
Aaaa niye olmaz mı canım... Onun kadar benimde süper çekiciliğim var ! :pppp
Bu arada dün gece pilotlareın işlerinin çok zor olduğunu fark ettim. Modunuz ne olursa olsun, sponsorları mutlu etmek için etkinliklere katılıp gülümsemek, konuşmak ve benim gibi hatunların tacizine uğrayıp, kameralara poz vermek zorundasınız...
Eeee her şeyin bir bedeli var dimi...
Ben biraz aşığım...
Ve çok mutluyum...
Ve eminim Ferrarim İstanbul Park'ta arzuladığımız baaşrıyı sağlayacak !
Damalı bayrak ilk Massa için sallanacak !!!
Biiiiiiiiuuuw... Biiiiiuuuw...
;)
23 Ağustos 2007 Perşembe
Dolmabahçe'den bildiriyorum
Hangi takım?
Ferrari !
Peki sizin için Formula ne demek?
Aşk ve tuyku diyorum.
Mikrofonu tutan ellini ağzımın içinden çekerken suratında büyük bir şaşkınlık ifadesiyle soruyor:
Gerçekten mi?
Evet diyorum... Manyaklık derecesinde F1 hastasıyım ben ! ve kocaman gülümsüyorum.
Şaşkın bir şekilde kameranı çekiştirerek yanımdan ayrılıyor...
Kahkahayı basıyorum...
Benden keyiflisi yok bu gün... Ah birde önümüzde dikilen kameramanlar olmasa... Ah ah bide Güler Sabancı'nın yerinde ben olsam !!!
Bu sabah dün akşam ki azgın teke sendromlu hatunlar partisi yüzünden enkaz halinde uyanmış olsamda, kafamda senfoni orkestrasının sadece davulcuları çalıyo olsada kendimi Dolmabahçeye attım.
Nasıl atmam ! Burunlarının dibinden olmasada sevdiğim pilotları yakından görebilmek, seslerini duyabilmekte benim gibi bir manyağa yetmesede yeter... En azından bi süre ağzım kulaklarımda dolanır ve çevreye mutluluk yayarım...
Evet, BMW, Ferrari, Honda, Reno ve Toyota'ın pilotlarının katıldığı Bridgestone'un basın toplantısında, Güler Sabancı bütün pilotlara kocaman nazar boncuk taktı...
Massam ve Baricellomun çok net olmasada fotoğraflarının makinemde olması harika bir duygu.
Güler hanım her zaman gıpta ile takip ettiğim bir kadındı. Şimdi gıpta + kıskançlık duygularıyla kendisini takip edicem.
Evet Dolmabahçede sabah sabah 15'lik kızların rockerlara yaptıpı tezaruhatın aynısını ben pilotlara yaptım...
Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa !!!
:)))
Kadın geyikleri o noooooooooo !!!
Bu akşam erkek muhabbetini yıkan bi muhabbet yaptık...
Hoş hala daha yapıyoruz... ben alkolik laptopun başına geçtim ama beni dava ederiz seni diye tehdit ediyorlar...
Avukatım oraçta sıkıyosa edin diyorum !
Avukatım dediğim adamda robert mezunu hukuk eğitimi almış, şizofren kadınları şeytan gören uzak durduğumuz abi... benim avukatım olduğundan haberi yok ama etkili oluyor vesselam...
Abi kadınlar erkeklerden beter !!!
Bir seks muhabbeti yapıyorlar ki...
Anam anam...
Karşımda oturan kadın aman diyor bamya kadar fiti fitiyi çıkarıyor...
Ha????
Bamya severdim ben leeen !!!
Bamba cins cinstir nasıl yani... ben çocukken bahçemizde yetişen bamyalar vardı işaret parmağım kadar, o zaman hormonda yoktu !!!
???
Serçe parmağını gösteriyor...
O nooooooooooo !!!
Erkeklerimiz elden gidiyor yani... serçe parmağı benden küçük hatunun...
Masada pembiş membiş lafları uçuyor...
Kimi diyor ben sevmem gerçek olmayanı kimi diyor seks yapmayınca uzun süre paslanmamak için şart !!!
Tanrım...
O sırada ünlü bir markanın sahibi mekan giriyor...
Adam 50lerindeymiş... sonradan öğreniyoruz... ama nasıl taş... poposu bon joviye taş çıkarır... saçlara ak düşmüş... burun hokka... adını hatırlyamadığım bi holiwud yıldızının turkish versiyonu... biizm masa ve arka masadaki hatunlar erkeklere parmak ısırtır muhabbetteler...
Adama tecavüz ediliyor adamın haberi yok !!!
Masadaki bi hatun aman diyor evliyse nolcak boşarız...
Boşarız anasını satim... nolcek... de... bizim masada 4 hatun arka masada 5 hatun kim paylşacak adamı... yazık 50'de kara toprağı boylayacak ama adam bi içim su... viagra şartsa eğer ki bence dildir ama şartsaa herkez olsun o benim olsunda nolursa olsun derdinde...
Oh adam 50'de rocker ilgisine sahip !!!
Adam gidiyor ağıtlara devam...
Ben dinliyorum...
Kadınlar diyorum cinyıs... erkeklerden beter ötesi... hem bu cins doğmak gurur verici hem ürkütücü...
Birisi Neeeeeeeeeeeeext diye bağırıyor...
Oldu gözlerim doldu bi gecede 2 ilah ve bi tabesi bekar ve yaşımıza uygun olsa !!!
Ahhhh !!!
Kadınlar ve arzuları...
Kadınlar ve geyikleri...
Kadınlar ve beklentileri...
Korkun abi kadınlardan... erkek muhabbetinin en ucu en dibe vuranı en bi en ayıpı onlarda...
Bu gece kim dedi acaba, oyuncu ve erkeği istediği gibi yöneten kadınlar lafını... işte o doğru ve işte onlar gerçek ötesi zuzaylı kadınlar...
22 Ağustos 2007 Çarşamba
Mitler, tanrılar ben ve isteklerim...
İlk önce toprak ana ve gökyüzü oluştu... Kimi yerde toprak ana gökyüzünü doğurdu sonra evlendiler der... Ensest ötesi bi durum yani...
Toprak ana ve Gökyüzünün 3 türden 18 çocuğu oldu... Maşallah doğum kontrol nedir bilmiyorlarmış !
Akraba evliliği sonucu olduğunu düşündüğüm ilk tür olan Kykloplar'ın alınlarının ortasında gözler vardı.
İkinci türde yine akraba evliliği etkileri gözlenmekteydi; Hekatonkheirler ise elli başlı yüz kolluydular...
Wah wah... işte akraba evliliği çok kötü bişey! Tanrılarda bile sorunlu çocuklar çıkabilirken biz ölümlüler nasıl bekleriz normal çocuk !
Toprak ana ve Gökyüzünün 3. denemesinde Titanlar ve Tinanidesler oldu... Bu grup bildiğimiz tanrıların soyu oldu...
Buraya kadar anlaşılır ve kolaydı değil mi?
Aha... şimdi başlıyoruz asıl; 6 erkek 6 kız kardeş yine keni aralarında evlenip bir sürü çocuk dünyaya getirdiler... Aile kavgaları çıktı, birileri zindanlara kapatıldı, birileri bilmem ne oldu taki, Zeus'un babası Kronos doğana dek...
Kronos doğup, büyüyüp aile içindeki düzeni sağlıyor ve kız kardeşi Rheiayla evlenip her antik şehre gittiğimizde gördüğümüz, rehberimizin bizim anlamamızı beklemeden hızla anlatıp gittiği, Homeros'un durmadan bahsetttiği, Antik Yunan ve Roma'nın olmazsa olmazı tanrıları doğuyor...
Krones ve Rheia'nın çocuklarından Poseidon deniz tanrısı, Hades yeraltı tanrısı ve Zeus'ta gökyüzü ve dünya tanrısı oluyorlar...
Yer gök paylaşılıyor böylece...
Zeus baş tanrı oluyor ve kızkardeşi aile ve evliliğin tanrısı Hera ile evlenip bir sürü nurtopu tanrıcık yapıyorlar. Ama gel gör Zeus tanrıda olsa bir erkek ve durmadan ölümlülerle, ölümsüzlerle Herayı aldatıp duruyor... Ve yine bir sürü gayri meşhur (beyaz zencinin babaannesine sevgiler buradan) tanrıcıklar oluyor...
İşte Zeus'un bu çapkınlıkları Antik Yunan'a ilgi duymaya başladıysanız sizi delirtiyor...
O kimin çocuğu ve ne tanrısıydı...
Bu bilmem kimden bilmem neydi...
Aaaaaa... olup senelerce ilgi duyduğunuz şeyden sizin mahrum kalmanıza neden oluyordu.
Bu yaz Yunan Adaları tatilim bu yaşıma kadar baskı altında tutmayı başardığım mitoloji merakımı öyle bir kamçıladı ki... Zaptedilemez bir hal aldı...
Önce Atina ardınlar adalar sonra bizim egedeki adalarımız ve Truva'ya yeniden gidişim ve yeniden Troy filmini seyredişimle bir sabah Aşil ve Hektor aşererek uyanınca, ben dedim bu işe bir el atmalıyım artık !!!
Kütüphane odasına zar zor yerlerdeki kitap ve dergi bloklarına basmadan girip bir zamanlar almış olduğum ve yarısında okumaktan bunalıp kütüphanemin rafları arasına gömdüğüm kitaplarımı aramaya başladım...
Ah tanrım ne kadar çok kitap var !!!
Ara ara ara...
Sanat tarihi kitaplarımın arkasında öylece dururken buldum onları...
Yunan Mitolojisi
Dünya Mitoloji Ansiklopedisi
Tüp bitti tüpü tak Tübitak'ın resimli Yunan ve Roma Mitolojisi...
Kocaman İlya'dayı okumaya üşendiğimden İlyada'nın tanrıların konuşmalarının çıkarılıp özetlendiği birde İlya'da özeti...
Nasıl yani? Hepsi bu akdar mı? Bu kadarmış...
Tabi bendeniz rahat durmayıp yeni bir sürü kitap aldım. Aaa Yunan Mitolojisi mastırı yapıyorum ya, doktoramıda vericem ya... o bakımdan...
İşte abi işte biz yaylar böyle anlamsızca detaycı meraklı ve öğrenme aşkı ile dolu olan ama sonrada uufff bu kadar yeter, benim işimi görür diyip sıkılan burcumuzun kurbanı insanlarız...
Gerçek İlyada ve Odysseus şu aralar baş ucu kitaplarım. Arada Homeros ruhuma işlediğinden tuhaf bir şekilde konuşuyor ve yazıyorum... Ama ben bu tuhaflıktan memnunum. Ama çevremdekiler pek memnun değil...
Allah cümlemiizn sonunu hayır etsin durumlarındayız...
Artık Zeus tanrım oldu benim. Şehrin göbeğinde bir tapınak bulmam mümkün olmadığından dana ve keçi adayıp yağlarını yakamıyorum ama arada şarap içen arkadaşlarımın kadehini alıp çaktırmadan yere döküp tanrılara adak yapıyorum... : )))
Gençliğin ve güzelliğin sembolü Hebe, Güzel sanatlar ve ışığın tanrısı Apollon ve günümüzde sevgili bulmaya yardımcı olarak yorumladığım av tanrıçası Artemis ve zeka tanrıçası Athena benim tanrılarım...
Evet tanrılarıma henüz onların arzu ettikleri şekilde ibadet edemedim ama mukadderat diip bi gün inşallah bi çayır çimen yerde keser yakarım diyorum adaklarımı...
Bu iş zevkli... Başlangıçta biraz kafayı yiyorsunuz ama daha sonra azminiz ve bir kağıda çıkardığınız soy ağacı sayesinde 40 yıllık uzman gibi birşey oluyorsunuz... Şimdi acaba diyorum mimarlık eğitimi almayıp keşke Arkeoloji eğitimi mi almış olsaydım... Ya da bu yaştan sonra gaza gelip sınava girsem ve Arkeologmu olsam? Yada Yunan dönemi kalıntıları üzerine çalışma yapan bir ekip araştırıp bulsamda abiii ne iş olsa yaaprım diyip biraz şu maceracı öğrenme arzum dinene kadar o tozun toprağın içinde sürünsem mi?
Bilemiyorum...
Ama bildiğim bişey varsa, Aşil ve Hektor karışımı yakışıklı, güçlü kuvvetli bir Yunanlı armatör sevgili istediğim ve onunla senenin belirli zamanlarında Santorini'de keçi besleyerek yaşamak istediğimdir !
Diğer zamanlar mı?
Eee adam armatör bi Manhatın bi Londra bi bilmem ne yaşarız artık...
:pppp
Kronosoğlu Zeus duy sesi mi !
Ya ver bunları bana ya da bana daha normale ilgi alaka alanları yolla...
:)
Aaaaa 30 yaş sendromum geri geldi !!!
Bunları veriyorum bir bak.
Ha?
Vermeden önce bir bak diyorum...
Sabah sabah ne ya bu? Kahvemi içmedim daha... Afyonum afyondan yola çıkmadı bileee...
Torbaya elimi daldırıyorum ve tek tek geçmişim dışarıya çıkıyor...
Tanrım sabah sabah, bu gündüz kabusu !!!
Üniversite yıllarında alınma lacivert mini Benetton şortum ! Canım ben seni ne çok severdim... Unutmuşum seni...
Aaaa Mudo bermudam ! Hep göbekli bir hatun olmama rağmen 38 bedenin bile bol gelip daraltılıp 36.5 beden yapıldığı şortum...
Seni alırken waw zayıfım ben ha dediğimde satıcı hatunun yooo bizim kalıplar geniş diyip beni gıcık etmesini hala hatırlarım...
Seninle biz iş görüşmelerine gidip gelmiştik. Way seneler önce bu sene moda olan bermuda olayını ben yapmışım zaten... ileriyi gören bi hatunum desene...
Başka başka ne var torbada...
Torbayı baş aşağı ediyorum ve;
Kesilmiş jean şortlar, dockers kargolar çıkıyor...
Yaaa ben bunların hiç birine giremiyorum artık !
Hoş nasıl girmemi bekliyorum; jeanler 27 beden ! şortlar 38'den daraltılmış... içlerindeki en büyük beden ( 28) dockers kargom popomdan geçmiyor !!!
Aaaa tanrım !!!
Sabah sabah bir kaç sene önce 31'den 32'ye geçişimde yaşadığım 30 yaş krizi yoo bunalımı geliyor aklıma !!!
Annemin dolap temizleme eylemi sonucu yeniden 30 yaş bunalımına girmiş durumdayım !!!
Ne deen neden aynı kiloda kalsanızda vücudunuzun bazı bölümleri genişler?
Tabi ilk başta kilo aynıydı sadece genişleme derdi vardı...
Şimdi?
Kiloda aynı değil !!!
Ühüüüüü hüüüüüü...
Sabah sabah bunalımlıyım ben diyip meyhaneye çökmelik hale geliyorum...
30 yaş sendromunu 28 bedenden 29'a çıkmayı kabullenme çalışmlarıyla atlattık...
Canım vücut bu, her yaşın vücudu farklı oluyor... Bak anneme, bak teyzeme...
Ama onlar benden de inceeeeeeee !!!
Kesinlikle anasına bak kızını al durumu değiliz !!! söylemleriyle 6 ay kadar dolandıktan sonra ne güzel mutlu böcük olgunluk başlangıcı hatunluğumla yaşarken bu sabah yeniden eski bunalım düşünceleri üşüştü aklıma ve sonuç:
40 yaş bunalımını hafif hatta hiç bişey olmadan atlatmanın hem benim hemde çevremdekilerin ruh sağlığı açısından daha hayırlı olacağına karar verdim.
Bu günden tezi yok kırışıklık önleyici kremler alınacak !
Her ay yaptıralan cilt bakımına yüz sıkılaştırma masajıda eklenecek !!!
Güneşte daha az durulacak !
Sigara bırakılacak !!!
Yok bu imkansız...
Azaltılacak !!! evet bu mümkün...
Ve bizahmet popo yerinden kaldırılıp spora başlanılacak... ve şu an bu yazıyı yerken götürdüğüm Duran mix special ve cola'dan ciddi olarak uzak durulacak !!!
Kapişi?
Aloooo sana diyorum...
Dur leziz sandwich üzeri sigara yakıyorum, yakim cevap vericem sana...
Sen bi 40'da yaş bunalımına gir bak noluyo... 2 dk. olmadı kararları alalı...
Aaaaaa... iç ses dış ses her ne sessen kes sesini... hayat güzeeeeeeel... yaş bunalımınada girerim, denizede...
!!!
No comentim :)
21 Ağustos 2007 Salı
Orataya karışık...
Prensesleri ve holuvudçuları giydiriyormuş neden efem first ladymizi giydiremesinmiş...
Giydirsin tabi bişey demiyoruz da bu gün gazetelerdeki sayfa sayfa modernize örneklerse çözümü...
No comment !!!
Bu aralar eşiniz veya sevgilinizin tekstil işi varsa, eğitimini alsanızda almasanızda moda tasarımcısı olmak pek bi in !
Ay şekerim eğitime ne gerek var, kocamın koskocaman firması var... Bende az çok giyinmekten anlıyorum bende daha iyi tasarımcı mı bulacaklar diyip hoop kuruluyorsunuz şirketin kontenjanından...
Bu habfendileri bi kere kendilerinin tasarımcısı eşlerinin de sahip olduğu firmanın ürünleriyle bi kere görsem...
I-ıh ! Tüm dergilerde ecnebi markaların kıyafetleri ve aksesuarlarıyla endam eylemekteler...
Belki giyolardır canım, evde yemek yaparken maniküre filan giderken hım? Olamas mı?
İstanbul'un muhtelif yerlerine serpiştirilmiş ineklere saldırmakta in bu aralar...
Saldırmadan duramayan arada illa içimize ayıcık kaçıracak bi milletiz...
Anaaa inee bah !
Üstüde incik boncuk dolu aneeey, elleyek mi? Sökülüyosa sökek mi?
Bundan bir kaç sene önce Nişantaşında yapılmış olan yaya sergilerinde penguen ailesinin bir kaç üyesini söküp eve götürenlerden sonra neden ineklerin süsü püsüde alınmasın?
Yani aslında inekler alınmak istenmekte ama büyükler... Şöyle kolay taşınabilecek boyutta yapsalardı demi? Evimizin bi köşesine biblo misali koysaydık...
Aslında bu inek sanatını, Hindistan'a ihraç etmek lazım... İnek kutsal ya onlarda... Öyle başı boş dolanıp tahrip etsede aman kutsal hayvan ses etmeyelim diceklerine bi tane inecik koyacaklar olay bitecek, zarar ziyan azalacak !!!
Way way way... bu gün pek bi cinyıs fikirli bişiiim ben !!! Kendi ülkemin sorunlarını hallettim Hinduları kutsal ineklerinin tahribatından korumak için çalışmaya başladım !!!
Bide buaralar tüm gazetelerin sahibi olan beyfendinin gazetelerini almayalım kampanyası başlatalım geyiği var !!!
Ben hastayım abi milletimizin bu duyarlılığına...
Adamlar konsolosluğu ve bankayı bombaladı gıgımız çıkmadı, aynı olay İspanya'da oldu tüm memleket sokaklara döküldü...
Bizden eylemci, protestocu olmaaaaaz !
İstanbul'un her alışveriş merkezinde Formula 1 çılgınlığı yaşanmakta...
Binip, elleyemediğiniz F1 araçlarıyla dolu heryer...
Tren misali bakıyosunuz onlara...
Cemiyet hayatımızın en önemli olayıda 'şöförlerin' katılacağı muhtemel olarak reinada yapılacak partide muhakkak yeralmak !
Hava sıcak, nem fazla, su sıkıntısı, trafik amaaan işte hayat bildiğiniz gibi akıp gitmekte...
Daha nolsun de mi?
İnek isteyen var mı?
17 Ağustos 2007 Cuma
Kadınlar F1'i neden sever?
Kadınlar F1’i neden severler?
Neden?
Bilmem ! Severler işte…
Her konuda olduğu gibi motor sporları konusunda da kadın-erkek ayrımı yapılmasına karşıyım… Sadece bir işi yapmaya üşendiğimde ayrım yapıp ‘Bu iş erkek işidir’ derim. O yüzden kadınlar neden F1 severi nasıl açıklayacağım bilmiyorum.
Arabalar sırf erkekler kullansın – sevsin diye yapılmamışlardır ki. Var olan ulaşım-nakliye ihtiyacını karşılamak için icat edilmişlerdir…
İlkokul düzeyinde okuması yazması olan, kullanmasını engelleyecek bir uzuv problemi olmayan her cins kullanabilir ve sevebilir… Ve bu sevgisi, ilgisi birazcık fazla olanlar da motor sporlarına ilgi duyarlar…
Her erkek futbol sever diye bir kanun olmadığı gibi her erkekte motor sporlarını sevmez ve her kadında sevebilir…
Sever işte !
Hım tahmin ettiğimden daha kısa bir yazı oldu. Yazık o kadar da sayfa ayırmışlardı bana…
Gerçekten neden? Hım soruyu değiştirelim, bakalım cevabı verebilecek miyim o zaman…
Peki ben neden ve niçin seviyorum?
Öyle müthiş, özel, etkileyici bir cevabım yok… sadece arabaları, hızı, gücü, zafer duygusunu, lastik kokusunu, yüksek süratte devirli arabaların motorundan çıkan o güzelim sesi seviyorum işte…
Kendimi bildim bileli motor sporlarına tutkunum…Bu tutkum nereden geliyor?
Araba tutkum ailemin arabalarıyla oynayarak, bide bana durmadan yurtdışından bebeklerden daha fazla taşıdıkları oyuncak arabalarımla başladı… Yaşıtım bir oğlan çocuğundan daha fazla arabam vardı !
Zaman geçti, büyüdüm artık garajdaki arabaları ‘kullanıyormuşum’ oyunu oynama yaşından çıktım… Ve bir gün araba meraklısı biri olarak kaçınılmaz olan oldu ve hayatıma F1 girdi… sevdim F1’i…
Hayatıma nasıl girdi?, nasıl keşfettim… hatırlamıyorum…
Formula 1 sevme nedenlerimi biliyorum;
Formula 1’i diğer motor sporlarından ayıran bir çok özelliği vardır… Bir kere motor sporları dünyasının en büyük organizasyonu. 18 ülkede 11 takım ve 15 pilot tarafından yarışılan Formula 1 ‘en fazla izleyici’ toplayan motor sporları etkinlikleri arasında tartışmasız ilk sırada yer alıyor ve Formula 1 yarışları dünyanın en süratli motor sporları etkinliği olma özelliğine sahip. Yarışlarda ki ortalama sürat 180-190 km/st. Elverişli düzlüklerde bu sürat 300km/st üzerine rahatlıkla çıkabilmekte…
Heey düşünün sürati… araçlar 0-100 km/st sürat akselerasyonunu 1.2 saniyede gerçekleştiriyorlar ! Standart ve süratli Porche, Maserati ve Ferrari gibi yol otomobilleri bu süreye 4, diğer sıradan otomobiller ise 10-15 saniyecikte ulaşabiliyorlar… Ayağınızı gaz pedalına değdirdiğiniz anda teknoloji, güven, ustalık, ekip ruhu, işçilik, emek, mühendislik…vs. gibi bir çok bileşenin bir araya gelmesinden oluşan gerçek bir mucizeyi yaşıyorsunuz… Tabi bizler yaşayamıyoruz sadece tanık oluyoruz…
Formula 1 sadece insanların hız, yarış, zafer duygularını tatmin etmeye yaramıyor. En süratli motor sporu etkinliği olmasından dolayı araba üreticileri yüksek süratte, güvenlik, sağlamlık, güçlü motor, aerodinamik, yol tutuşu, iyi lastik, en iyi performans yakıt ve yağ gibi bir arabanın olmazsa olmazları üzerinde kapalı kapılar ardında sır gibi saklanan araştırmalar ve üretimler yapıyorlar… F1’den alınan deneyimlerle bizim sıradan binek otomobillerimiz her geçen zamanda daha iyi oluyor… Mesela Ferrari’nin son modeli geçtiğimiz yıllardan F1’de Ferrari’nin elde etmiş olduğu tecrübeler doğrultusunda tasarlanıp, üretilmiş standart bir sürat otomobilidir.
Mühendislik, zeka ve bilginin ötesinde Formula 1 büyük paraların konuşulduğu ve harcandığı bir spor. Yatırımcılar, sponsorlar, üreticiler, yayıncılar… Orta sıralarda ki bir takımın iddiasız yarışabilmesinin maliyeti en az 1.5 milyon dolardan başlıyor. İddia arttıkça maliyet artıyor. Pilotlar ve takımlar şampiyonasını kovalayan ekiplerin bütçeleri rahatlıkla 15 milyon doları aşıyor…
Formula 1’i dünyada bu kadar tutulmasına ve sevilmesine neden olan başka şey de global bir spor olmasıdır… Fransız markalı bir takımın İspanyol pilotu olabiliyor mesela…
Peki örnek size; Renault takımı, Fransız’dır. Ama onun adına yarışan pilotları GIANCARLO FISICHELLA İtalyan, FERNANDO ALONSO ise İspanyol…
Formula 1 holiganlığın ve ırkçılığın yaşanmadığı nadir bir spordur… Farklı takımları tutan farklı ülkelerden gelen taraftarlar yan yana oturarak takımlarının bayraklarını, flamalarını sallayarak çok güzel bir renk armonisi oluşturarak yarışı izlerler… Bilirler F1 mekanik bir şeydir. Nerde ne zaman ne olacağı, kimin kimi nerde geçeceği, başarılı ve başarısız olacağı, kaza yapacağı bilinemez…
Bilirler sadece pilotların değil, motorların, lastiklerin, pitstop taktiklerinin, teknisyenlerin ve mühendislerin de yarıştıklarını…
Buraya kadar teknik nedeniydi… Gelelim çekici kısmına…
F1 dünyasında yarışan pilotlar, görev alan mühendisler ve patronlar Allah için hepsi son derece yakışıklı, yetenekli, zeki ve işlerinde ki en başarılı erkeklerdir… Ha tabi cepleri de güzel bir şişkinliktedir…
Formula 1 pilotları, genç, yakışıklı ve sportmendirler… Yarış sırasında maruz kaldıkları G force yüzünden her gün antrenman yapmak zorunda olduklarından ne kadar sıkı ve çekici bedenleri olduklarını bir düşünün ! Bu çekiciliğe sahip oldukları imkanlarda eklenince…
F1 pilotlarının yüzyılımızın beyaz atlı prensi oldukları söylenebilir. Mesela Red Bull Racing için yarışan İskoç pilot David Coulthard geçmiş senelerde McLaren/Mercedes’de yarışırken, özel jetiyle hoşlandığı hatuna, bayağı büyük bir elmas yüzük göndererek kalbini kazandığında biz F1 hayranı kadınlarıda ‘aaah ah… nerde böyle beyaz bir F1’li prens’ diye iç geçirmiştik…
Monaco’da saray yavruları, son model arabalar, yatlar, katlar…
Eğlence ve şaşayıda unutmamak gerek…
Çok zengin ve pahallı bir show olduğundan dünyanın her türlü lüks tutkunları Formula1’e çok meraklıdır. Aklınıza gelebilecek her türlü ‘şaşa’ya ve lükse şahit olabilirsiniz Formula 1’de.
Şaşa’nın sınırı yoktur… mesela; bizim güzelim parmaklarımız, gerdanımız dururken, McLaren-Mercedes takımının sponsorlarından kuyumcu Steinmetz bu yıl sponsor olduğu pilotların direksiyonlarını pırlantayla donatmış…
Sadece dünyanın en hızlı arabalarının ve onları kullanan pilotların gösterisi yoktur Formula 1’de. Dünyanın en zenginleri, Prensler, en ünlü mankenler… Formula 1 seyircilerindendir. Padok alanının etrafında yer alan helikopter pisti dünyanın dört bir yanından gelen ünlü-önemli ve zengin misafirleri taşıyan helikopterlere ev sahipliği yapar… Birbirinden çekici adamlar ve güzel kadınlar son derece şık bir partiye gelmişler gibi ellerinde şampanya kadehleriyle salınırlar padok’ta. Padok alanına girmek ve oradan yarışı izlemek kolay değildir. Ya üst düzey tanıdıklarınız alacak ve davet edileceksiniz ya da şişkin cüzdanınızdan iyi bir miktar çıkacak !
Ünlü pilotlarla yemek yemek istediğinizde bununda fiyatı seçtiğiniz masaya göre 4 bin ile 7 bin Euro arasında değişiyor… Öyle bir bedel ödedikten sonra tatlı olarak yemek yemeği seçtiğim pilotu yemek isterim ben !
Formula 1’i sevmeniz için bir çok neden var gördüğünüz gibi… İster arabaları, süratin sevin ister iki hafta da bir dünyanın çeşitli Ülkerlerinde ki yarışlardaki şaşayı…
Ha bu arada bilim adamları Formula 1 araçlarından çıkan titreşimlerin kadınları tahrik ettiğini söylemişler…
Gördüğünüz gibi F1 dünyadaki en güzel, zevkli, tatmin edici motor sorudur !
Ah birde günün birinde bir kadın pilotta görebilsek pistlerde…
Biiiiiuuuuuuuwww…
Aslında kadınlar her türlü gücü severler... Formula dünyasında da maddi-manevi ve duygusal olaraktan bi sürü güç vardır... Ve buda kadınların motor sporlarını sevmeselerde Formulayı sevmesine yeterdir !Kontrolsüz güç güç değildir ama...
;)
16 Ağustos 2007 Perşembe
Ferrari'nin Ferrariciye ettiği !!!
Bu Ferrariciler salak !!!
Beni tanıyanların hepsi şu an derdimi bilmekte ve ucundan bi şekilde derman olmaya çalışmakatalar.
Bir Formula 1 manyağı olarak 24-25 ve 26 Ağustos tarihlerinde benim İstanbul Park'a kamp kuracağımı duymayan bilmeyen yok !
Dert herzaman ki gibi aynı...
Padock ve Pit walk istemekteyim...
Ne demişler isteyeyeni bir istemeyenin iki yüzü kara...
Eee bu yaz gününde kararmak hoş olur diyip, sabah sabah kendime gaz verip Türkiye Ferrariye mail attım:
Canlarım ciğerlerim, henüz ne bi Ferrari ne bir Padock alabilecek maddi imkanalra sahip değilim. Tribün alabiliyorum evelallah... Ama bi F1 manyağı olaraktan maddi ve çevre imkanları geniş olan abi ve ablaların karşısında oturup onların pilotların ve arabaların arasında dolanmasını izlemek beni yıkıyo... Sizden ricam şudur: Tuttuğum takımın heyecanını yaşamama yardımcı olmanız... Su gibi akan şampanyalar, yemekler, eşantiyonlar sizin olsun benim derdim Massa ve Kimi'yi ellemek, o güzelim arabaların sesiyle multi orgazma ermek...
Yolladık maili 5 dk geçmedi cevap geldi:
Sevgili Ozy Ozborn hanım; Podock Cluba davetiye vermiyoruz kimseye 4000 avro + KDV'yi ödeyin arzu ettiğiniz zevke erin !!!
Abim salakmısınız? yoksam okuduğunuzu anlama özürlüsümüsünüz?
O kadar param olsa niye size yazim?
Daha önceden almış olduğum bi kararı yeniden hatırladım ve hadi leeen yaptım...
Bi gün kendime Ferrari alıyorum ama o Ferrarinin parası burdaki dangalaklara değil İtalya'ya sayılacak !!!
Servise bile burda sokmicam arabayı...
Bu şiddet ve celal 4000 avroluk davetiye vermedikleri için değil, birkaç sene önce bi salak elamanlarının bir TV proğramında Ferrariyi tanıtamamasıyla alakalı... Sen prestij sat, gel salak bi adamla, konuşma özürlü bi adamla tanıtım yap !!!
Offfff... Başka kime mail atabilirim acep? Can Güçlü ve Bülent Özerdim'e ulaşmam gerekiyor !!! Benim adamalarım onlar... Ama gel gör ki elimde ne bir mail adresi ne bir telefon numarası var...
Kronosoğlu Zeus duy sesimiiiiii !!!
Gel beni mutlu eyle bende sana avladığım 3 pilotu adamasam nolim !!! :pppp
Hıım hıım keten gömlekli, cillop ütülü pantolonlu, makosen patili abiler...
Şöyle bi bakarsın, uzaktan gelirken görürsün hoş bi abi geliyo duygusuna kapılırsın, yaklaşır, yaklaşır ve ayyy olursun ne çirkin şey ! Çirkindir abi ama tuhaf ve açıklanamayan bi kazizmasıda vardır !
Genellikle zengin olur bu abiler...
Öyle böyle değil... Devlet babanın borç isteyeceği türden...
Beyaz keten gömlek, şık ve rahat ütülü pantolonun altında 10 ailenin geçimini sağlayacak bi pati ve kolda bvlgari saat.
Şimdi moda o !
Tüh Rolexi boşa aldık! Onca para boşa gitti... modayı takip edemedik bak !!! Yanarım ben buna yanarım...
Şimdi yanlış anlaşılmasın, kimsenin parasında, giyinip kuşandıklarında gözümüz yok da... Ben bu abilerin neci olduklarına takmış durumdayım...
Sonderece kültürlü belkide hafif entel dantel havada, snop ve cool türkçe mealiyle ükelanın ve kasıntının allahı bi edayla insanları aşağılar tarzda dolan bu şahısların kimler olduklarını merak ediyorum sadece...
Her girdikleri ortamda saygı görmeyi bekleyen, evli ve çocuklu olmalarına rağmen götüremeyecekleri karı olmadığına inanan (hoş abilerin kabahati yok bu konuda hemcinslerimiz saolsunlar adamlar haklı olarak böyle düşünüyo) bu abiler necidir fecidir?
Yok bu abilerden birini tanımışlığım veya bana takmışlığı yamukluğu...
Sadece bu gün adına aykırı davranan esentepe'de yemek yerken böyle bi abi erkanıyla gelip yan masama çötü ve ben adama gözümü dikip düşünmeye ve üretmeye başladım...
Necidir len bu acep?
Daha öncede böyle bi saat takıyomuydu yoksa geldik 50 sine gelinler damatlar yemeden, hoş karı Türkbükünde yiyo ya, bende yiyim mi dedi ve aldı...
Gömlek desen, nefis... sırf keten gömlek için bile erkek olmaya razıyım. Hatun kısmısıa yapmıyolar öyle güzel gömlek...
Yakışıklılık desen yok anam, doğru Onur Erola... ama karizması var abinin... (Şu karizmayıda bi anlasam çirkin kadın ve adam karizma adı altında nasıl pazarlanır ! 20. yyın pazarlama başarısı walla)
Tabi ben adamı tren yerine koyup bakınca şakalarına aklar düşmüş abi ister istemez huylanıp kendine çeki düzen verip tam kesişme moduna geçecekken benim öğle keyfim bitti hesabımı isteyip geldim işimin başına...
Geldim ama hala aklımda sorular var...
Acep hazır tren etmişken adamı çekinmeyip sorsamıydım:
Şiiiş abi ne iş?
15 Ağustos 2007 Çarşamba
Akşamcıdan alemciye selamlar...
Akşam üzeri 4'te çöktüm masaya...
Alkol dedim...
Verdiler...
Metil alkol dil tabiki verdikleri... Yeni şişesiyle papyonunu çıkarmayı unutmuş çıplak erkek benzeri efes verdikleri...
Verdiler...
Yine verdiler...
Yine verdiler...
Aaaa ama yine verdiler...
Tabi hatır gönül durumlarından kıramadım... :ppp
Bazı zamanlar vardır ne kadar içsenizde bişi olmaz... Ama bazı zamanlarda bir kadehte boylarsınız bulutlu alemi...
Dün akşam bulutlu alemin yakınından bile geçmeyi başaramadım... Çabaladım çabaladım ama bu aralar dilimden düşürmediğim yunan tanrılarım izin vermediler... Acep hangisi razı gelmedi...
E be Kronos oğlu koca Zeus paralar boşa gitti !!!
Bulutlu aleme erişemediysekte damarlarda kan harici bir sıvı dolandığından birşeyler etmek gerekiyordu sabah...
Yatmadan önce içilmiş soda mayalı içkilerin susuzluğuna birebirdir... Bi yararı daha vardır kusturur şayet yabancı sıvı içerde duramayacak kadar çoksa... Aaa akşam açtığınız sodayı bitiremediyseniz şayet sodanın ziyan olduğunu düşünmeyin... yüzünüze sürün iyi gelir dicem de... akşamdan kalmalıktan baş ağrısı veya sersemlik varsa cilt kim diyebileceğinizden bunu akıl etmeniz tabi zor olur.
Sabah kalkınca aman haaa sakın su dil çay için ! İlla su içecekseniz alkaseltserli su için... Ama bolca sulu olmayan... Yarım su bardağı kadar.
Ve alkol vücuttaki B vitaminini götürdüğünden çakın bir B vitamini...
Halamı baş ağrınız var? Yada Alkaya bağışıklık kazanmış bünyeniz o zaman sedergine !!!
Bol bol ılık çay için...
Tavsiyeleri dinleyin...
Biliyoruzda konuşuyoruz...
Ha şayet derseniz sen bu gün bunların hepsini mi yaptın diye malesef sadece çay yeterli oldu durumuma... Olan cüzdana oldu... İç iç bi çakır keyifi bırak çak bile olamadım...
:ppp
14 Ağustos 2007 Salı
...
Bilinmeyene, bilmez ellere...
Tanımayayım, tanımasınlar...
Keşfetmeye can atmayayım, atmasınlar...
Bir köşeye koyuvereyim valizimi...
Dursun, beklesin...
Ben çökeyim bir yere...
Desinler ki nefes alıyor ama yaşıyor mu bilinmez...
Ne yemek için ne su için... hiç birşey için kıpırdamayayım yerimden...
Öylece durayım...
Uykusuzluk nedir, açlık nedir bilmeden...
Durdukça doyduğum, iyileştiğim, gençleştiğim, unuttuğum bir zaman...
Zamanı akan, olan bir zamansızlıkta durmak...
Gözlerimde bir gökyüzü canlanıyor şu an...
Terasta oturmuş gökle denizin harmanlandığı hangisinin nerde başlayıp bittiği belli olmayan maviliğe daha doğrusu alacalığa bakan...
Gece olmuş, gündüz olmuş farkında olmadan sadece o alacalığı gören ben durayım öylece...
Ekmeksiz, susuz, uykusuz, oturmaktan uyuşmamış öylece duran ben...
Kimsenin beni merak etmediği
Tanımadığı
Merak etmediğim
Ve tanımadığım topraklarda...
Durmak istiyorum...
Öyle kırgın, öyle kızgınım ki...
Kime niye?
Hesabımı sorsam ödeyecek yok !
Takmadan, umursamadan yaşamak desem... artık olmuyor...
Arkadakilerin ne halleri varsa görsünler denilerek terk edildiği, hafızalarda varlıkların silindiği bir gidiş arzum...
Sessizliğin, rüzgarın sesini dinlediğim
Durduğum...
Gerçekten durduğum...
Kedili kız ve kadın...
Ağladı ağlayacak
Baraj duvarlarını yıkmaya and içmiş seller gibi duran gözyaşlarıyla dolu gözleri hüzünlü
Elinde sımsıkı tuttuğu sarı kedisiyle tek başına oturan küçük kız
Kederli
Mahzun...
De desem der mi derdini?
Yaklaşıyorum
Büyüyor...
Gözleri hüzünlü bir kadın o!
Yanına varıyorum
Güzel dudağını alayla kıvırıp gülümserken başını çeviriyor
Saçlarını dalgalandırıp yeniden döndüğünde gözlerinde hüzün varla yok arası oluyor
De desem der mi derdini?
Başını geriye savurarak beyaz dişlerini ortaya çıkaran bir kahkaha savuruyor.
Masadakiler gülüyor...
O gülüyor...
Kahkahalarıyla saçlarını savurdukça gözlerindeki hüzün içine sel olup akıyor...
De desem der mi derdini?
Saçlarını savurarak kalkıyor
Gecenin karanlığında giderken sarı kedisini elinde sımsıkı tutmuş küçük kızı görüyorum
Küçük kız sessiz hıçkırıklarla geleceğine ağlıyor...
Kadın geçmişine...
Ben ikisinin ardından da ağlıyorum...
Savaş boyaları kullanma tekniğini öğrenme kursu
Evet bir bakıma hayat 30'dan sonra başlıyor... Maddi rahatlık, özgürlük, sadece kendini umursama vs...
Ama bir de müthiş bir geyik vardır kadın kısmısı kadınlığını 30'dan sonra keşfeder diye...
Bu geyik meyik değilmiş...
Doğruymuş...
Yaş 30'u biraz geçti ve bende başladı daha önceden görülmesi imkansız değişimler...
Siyah sever ben reyonlarda 'yok muuu bunun fıstık yeşili, daha açığı, güzelim dekoltemi ortaya çıkaranı' nidalarıyla dolanmaya başlamam !!!
Geçer her halde dedim... Yılların az renkliliğine bi baş kaldırıdır... Dilmiş... Korkarım ki yakında fosforlu turuncularlada endam eyleceğim...
Buda bişey değil... bardak kullanmayıp her ne olursa olsun şişe kullanan ben son bir haftadır bardak diyorum !!!
Noluyo ayol? serseri cool kadın bendenize ne haller oluyor? Yakında saçlarımıda taramaya başlarım ben derkeeeen,
Senelerdir doğallığıyla övünen ben, doğallığına heyran ellere inat tutturdum makyaj yapmayı öğreneceğim diye !!
Yüz boyası badanası konusunda memleketin en başarılı hatunlarından birinin kapısını çaldım...
Ben dedim makyaj yapmayı öğrenmek istiyorum, sizde öğretiyormuşsunuz, hemde tuzlu tuzlu...
Tüm malzemelerini al gel dedi...
Malzeme mi? Evde malzeme yok ki... 15 sene evvel body shoptan alınmış bir top pudra ve kırk yılda bir sürülen bir rimel ve 2 ruj tüm malzemem !!! Acaba evdeki suluboya, guaj vs.leride götürsem mi... renk çeşitliği babında...
Utana sıkıla malzemelerimi yaydım, ışıklı aynanın önüne...
Baktı gülümsedi... Odanın duvarlarını kaplayan dolaplardan tek tek bana uygun malzemeleri çıkardı ve tanıtmaya başladı...
Bak bu fondöten...
Bu şeffaf pudra...
Bu üçgen sünger...
Aman allahım ne çok şey var...
Benim o küçük aklımda yoktu bunca malzeme...
Ben sanıyorum allığı nasıl sürücem, nasıl kalem çekicem öğretecek ve iş bitecek !!!
Başladık gölge tekniğiyle...
Pek severim pek bi başarılıyımdır kağıt üzerinde kara kalem gölgelemede de... Gel gör ki yüzüme ellerim bir ahtopotun elleri gibi değiyor... Yabancı, sakil... neyi nasıl tutacağını bilmez...
Anaa elmacık kemiğim ve sınırı neresidir?
Kulak hizamdan burnumun ucuna görünmezce giden çizginin neden biri yukarda diğeri aşşağıdadır? Yüzüm mü yamuktur yoksa titreyen ahtopot kıvamındaki ellerimdemidir kabahat?
Gölgeleme yapmasam hiç? O stick'i sürmek pek bi tecrübe istemektedir... Ve yuvarlak süngerle onu dağıtmak... Ah ah... Basic Design dersindeki renk çemberini yaparken bile bu akdar zorlanmamış ben elmacık kemiği altına bi gölge veremeyen mi olmuşum? Tabi yapmazsan mesleğini, eline almazsan kalemi, yüzüne bi gölge bile veremezsin !!!
Ben kendi kendime magy simpsondan beter söylenirken hocam bana süper gaz vermekte...
Yeteneklisin diyor, kavradın...
Eee yani az buçuk kalem tutmuşluğumuz, resim yapmışlığımız var, boru değil mimarız diyoruz da, kapatıcıyı sürdüğüm fırçayla gözümü çıkartmasam bu arada...
Taktikler, sırlar...
Tutulan notlar...
Sonuç; leen ne güzel gözlerim varmış benim...
Su saçlarıda açıp hafifçe kabarttık mı... of yafrum oofff... yerim seni ben...
Süper bir gazla ilk ders sonrası için müthiş bir boyamayla çıkıyorum kapıdan...
Hala boya badana kıvamında yaklaşıyorum olaya... Boya değil boya değil... makyaj canım!
Ama alışık değilim ki... saat 8 olmuş ben gözlerimde simsiyah güneş gözlüklerim göz makyajımı saklaya saklaya gidiyorum barıma...
Takdir ve tebrikleri topluyorum...
Daha durun diyorum bu ilk ders... siz beni 3. dersten sonra görün...
Bu gün elimde ders notlarım ve almam gerekenleri listesi ile dolanacağım sokaklarda...
Şimdi ben bi şeyi ciddi ciddi merak etmekteyim, bunca masrafa ve emeğe karşı ben acep iki dirhem bi çekirdek savaş boyalarımı sürüp mü dolanıcaaam yoksa bu meziyette öğrenip unuttuğum diğerlerinin arasında yerini mi alacak?
Göriciiiiz...
Şimdi zaman alışveriş zamanıdır...
11 Ağustos 2007 Cumartesi
Aşka
Ne desem boş...
Gönül bu... Otada...
Geçen hafta çarşamba akşamı bir erkek kollarımda aşkı için ağladı...
Ah çok isterdim benim için olsun...
Ama malesef değildi...
Onun aşkını, acısını, tutkusunu taaa yüreğimde derinliklerimde hissettim...
Hala 21. yüzyılda aşkı için ağlayan bir adam !!!
Ne güzel hala aşk var!
En tutkulusundan en derininden...
Hala saçının bir teline zarar gelir diye korkan...
Onu uykusunda rüyalarından koruyan...
Öyle bir adam ki gözlerine baktığınızda aşkı gördüğünüz, geleceği okuduğunuz...
Ahh... bu akşam doldum onu dinlerken...
Geçmişe gittim...
Bir zamanlar benide öylesine seven bir adam vardı...
Yastıktaki saç telim için üzülen...
Uykumda beni seyreden...
Bana şiirler yazan...
Ah... aldığım nefes başımın üstündeki gök kubbe olen adam...
Benim hatalarım, onun hatalrı, gençlik her neyse bitirdi o sevgiyi...
Ve bir daha öylesine bir sevgiyi göremem derken o genç adamda gördüm o sevgiyi...
Ve o adam bana yeniden inaç verdi...
21. yüzyıldada mucizelerin var olacağını gösterdi...
O kollarımda sevdiğine ağlarken ben, geçmişime, inançlarıma, geleceğime ağlıyordum...
Sevmek...
Hemde en tutkulusundan sevmek...
Benim kitabımda yok senden hoşlandım seni seviyorum hadi beraber olalım demek.
Benim kitabımda var mantığa aykırı tutku...
Ah bu gece anlattı adam...
Ben dinledim...
Sen çok özel bir adamsın dedim. Ve o kadın çok özel bir kadın ama farkında değil kaçıracaklarının...
Eğitim, kültür aile ve toplum...
Ah...
Oysaki bir insan kendini yetiştirdiyse ve o gözlerden kendinden başkasını görmüyorsan ne önemi var doktora yapıp yapmadığının...
Ama gel gör toplumumuz der davul dengi dengine...
Davullar dengi dengine çaldığında gözlerde kendini görmediğinde ne dersin yüreğine?
Gözlerinde, gözlerimde yok ama dengim mi?
Bir zamanalr çok sevdim ve sevildim...
Hala geçmişin gölgesindeyim...
Ararım gözlerinde kendimi göreceğim adamı...
Ararım saç telime üzülen adamı...
Ararım kokumu koklaya koklaya dolanan adamı...
Ararım geceyi gündüz edecek adamı benimle...
Ah aşk....
En arıza durum...
En akıllımızı bile mantıksız eden durum...
Bu akşam geçmişe gittim...
İstedim yeniden öylesine bir sevgi...
Bana, bize tapacak bir adam...
İstedim...
Özledim...
Hala inanıyorum öyle bir aşka...
Eskisinden daha yoğun daha tutkulusunu bulacağıma inanıyorum...
O adamla akan göz yaşlarım dilekti herkeze...
Desenizde olmaz, gençken olur, inanmam...
Dilerim tanrıdan eskisinden daha tutkulusunu...
Karışığım...
İçmeden değil o genç adamın aşkından, geçmişin anılarından sarhoşum...
Geçmişteki adama sorarım...
Benim sevgimi buldun mu yada özlermisin arada?
Hoş özlesen ne işin var ellerde?
Ben niye düşünürüm peki arada bizi?
Sevdim ben...
Herşeye rağmen gerçekçe sevdim...
Pişman değilim...
Yeni denizlere yüzmeğe beklemekteyim kıyıda...
Korkuzuzca seven o küçük kıza (bana) selam ediyorum...
Bana hala o saflığı arattığından...
Ve o adama...
Aşkının karşılığını bulman dileğimdir...
O gözyaşlarının kıymetini bilmesede o kadın sen çok ama çok özelsin...
Karışığım dedim...
Bu yazı nasıl bi yazı olduya neyse...
Özlem doluyum...
Bildiğim odur !
9 Ağustos 2007 Perşembe
deon mu vaaar, derdin var !
Bahtsız bedevinin kutup ayısının seevgisine maruz kalması gibi...
Yok artık ! Bu markada mı?
Bu kaçıncı oldu ayol... Beşinci...
İzninizle oh haaaa demek istiyorum...
Yok abi yok... 1 haftalığına memleket karasularının dışında seyir eyledik, döndük ne marketlerde ne bakkallarda yok !
Önce paniklemeyeyim dedim. Şimdi yaz... Malum herkezcikler ter su içinde... Stoklar bitmiştir...
Ama öyle olmamış...
Araştırmacı uzman gazeteci- dedektif kimliğimle taaa Almanyalara kadar mail trafiğimin sonucu geçen gün çıtı pıtı bir hanımdan telefon geldi:
-Ozy hanımla mı görüşüyorum?
-Evet, buyrun...
-Ben Fa'nın müşteri temsilciliğinden bilmem kim...
-Eveeet, sonunda biri bana döndü...
-Çok üzgünüz malesef ama kullandığınız ürün satılmadığından kaldırdık.
-Eee ben alıyorum ama... Yani benim gibi vardır 3-5 tane.
-Vardır ama yetmiyor ürünü yurtdışından getirmemize...
-Ama bakın siz beni zor durumda bırakıyorsunuz, bir ürünü beğeniyorum, alıyorum, kullanıyorum, alışıyorum sonra hooop piyasadan kaldırıyorsunuz...
-Çok üzgünüz...
-Ben daha fazla... tahmin edemezsiniz... Ben şimdi ne kullanıcam? Benim ciddi bir deodorant problemim var !!!
-Şey, kem küm. Biz sizin kullandığınız ürüne yakın ürünler getirelim...
-Getirin sonra buda satılmıyo diyin bırakın beni ortada...
-Yok şey, gak, guk... Ben sizin adresiniz alayım size tüm ürünlerimizin deneme boyundan gönderelim...
-Gönderin anasını satim, gönderindeeee, benim canım kokum gitmiş, gönderseniz nolcak?
-Biz size çok teşekkür etmek istiyoruz. Biz tüketicimizle iletişim halinde olmaktan... bla blaaa blaaa...
-Bende size teşekkür ederim yeniden sil baştan ürün aramaya çıkarttığınız için !
Ya şu tazecik, kısacık hayatıma 3 markanın 5 farklı ürününü sığdırdım ben...
Elimi atıyorum aradan 1 sene geçmiyor hoop piyasadan kalkıyor...
Bu nasıl iştir anlamıyorum. Seneelrdir bu markaları getiriyorsunuz. Türk kadınının neyi alıp almicağını az çok bile siz bilmezseniz kim bilebilir?
Getirt, alıştır sonra satılmıyo de !!!
Aaaaa... yeter be Fa, Rexona, Nivea beni deli ettiler !
Amerikada olsak açacağım hepsine bi tazminat davası... sadece fabrikalrı bana üretim yapacak sonra !!!
Bahtsız bedevi koltuk altlarım benim... Canlarım ben yine soft, varla yok arsı miiis sabun sabun bi deodorant bulcam inşallah size...
Ama bidaha elime attığım değişirse, piyasadan kaldırılırsaaaa, alırım elime çakmağı sıkarım tüpleri yakarım valla ithal edenleri....
Yetti beee !!!
Kahrımdan yazı yazdım yaaaa...
6 Ağustos 2007 Pazartesi
Köprü altından memleket manzaraları
Haftasonu gelmiş...
Hava nefis...
Gün batmak üzereyken köprü altına varıyoruz...
Topkapı sarayı gözlerimde, önümde didiklenmiş tabağım, yanımda sevdiklerim...
Oh mis gibi hava...
Hafifçe üşütsede rüzgar keyif veriyor...
Gelen geçen gemilere, yavaş yavaş ışıldamaya başlayan İstanbul'a bakıp, giden gemilerin ardından kadehimi kaldırıp gönlümün kaldığı egeye selam gönderiyorum.
Selam olsun sana ege. Selam. Uzun zaman sonra yaptığım en keyifli, en dingin, en huzurlu, en mavi ve tutku tatilimin geçtiği egeye...
Selaaaam...
Eğlenmek için oturduk masaya...
Ama şişede durduğu gibi durmuyor namuzsuz...
Şişeden çok kabahat Nazımın ya neyse...
Gecenin karanlığında, ışıldayan marmaraya bakarken Nazım okunur mu?
Okunursa gözler dolar...
Kimse birbirine bakamıyor... Usul usul gözyaşları inerken yüzlerde çaktırmamak adına hüzünlü gülümsemeler...
Herzaman ki oluyor ve kalkıyorum masadan... Kendimi dışarıya atıyorum...
Rüzgar sadece saçlarımı değil içimdeki hüzünüde savuruyor...
Üşüyorum ama ne üstüme birşey almak istiyorum ne içeriye girmek...
Topkapının altında dalgalanıyor bayrak...
Ey güzel yurdum... ah be yurdum... Şu güzelliklerde adam gibi yaşayamıyoruz be...
Cigarada tam zamanında bitti derken, geliyor yanıma...
Yakıyoruz birlikte...
Umutluydum diyorum. Bu seçimlerde umutluydum...
Ben değildim diyor.
Anlamıyorum diyorum.
Anlamıyorum diyor.
Köprü altı güzel, elimizde biralarımız, üstümüzde uçuşan elbiseler...
Memleketi konuşuyoruz...
Kurtarılmış bölgedeyiz diyor.
Öyle diyorum. Doğduğum toprakalarda büyürken giydiğim mini eteği giyinemiyorum diyorum. Benim büyüdüğüm memleket, aydındır denen memleket yobaz memleket artık diyorum.
Onca yürüyüş, bayrak altında toplanmaca yetmedi, yalanmış diyoruz...
Ulan şu güzelim memlekette neden bir olup yaşayamıyoruz...
Bayrağa bakıp kadeh kaldırıyoruz...
İnsanın milliyetçi olası geliyor dimi diyor...
He valla diyorum. Sağımız solumuz değişti. Yüzyıllardır milliyetçi partidir denilen parti için Türkiye'nin solu oldu denilmeye başlandığına göre, bizde neden milliyetçi olmayalım diyorum.
Gülüyor, içeriye giriyor.
Başımı çevirip yazıyı görüyorum 'Gençler !Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve yaşatacak olan sizsiniz...'
Karmakarışık duygularla gülümsüyorum.
Umutsuzum...
Aklımda geçen haftasonu gittiğim Çanakkaleden manzaralar.
Ben Makedonum. Ama Türkiyeliyim. Rum asıllı lazlarımla, can cana diyerek kadeh kaldıran alevilerimle, Mardinli Süryanilerimle...
Hepsinin rengi, mozaiki benim mozaikim. Etnik zenginliğimiz benim zenginliğim. Benim kültürüm...
Ben Türkiyeliyim derken hepsi benim.
Karışığım çok karışık...
Üzgünüm...
Daha farklı bir gelecek, şimdi istiyorum ama...
Geri ve yerinde sayanız...
Bir cuma akşamı, geçen gemilerin ardından egeye selam söylerken, memleketten gitmeli mi kalıp ne yapmalı diyorum.
İçerdekiler gitmeli diyor...
Kaçmak mı?
E bee Nazım... Nur içinde yatasında, sabah 2'de memleket kurtarılamıyor...
Bardaktaki son yudumu alıp, evet gitmeli diyorum...
Tez zamanda yeniden bir geminin pruvasından maviliğe bakarak, gönlümün kaldığı egeye gitmeli.
Memleket daha burada... Ama bu gönül durmaz... Kıpır kıpır...