Artemis yayınlarından çıkan, Philipa Gregory'nin yazdığı bayağı kalın, Boleyn Kızını haftalar önce elimden bırakmaksızın iki günde hatiplemiş ve bir an önce filminin vizyona girmesini sabırsızlıkla beklemeye başlamıştım...
Vizyona girmeden önce İstanbul Film Festivali kapsamında galasının yapılacağını duyunca hemen onca filimden önce onun biletini almak için hamle yapsamda, biletlerin satışa çıktığı ilk günlerde Endülüs'te olmam sebebiyle biletlerinin çoktan tükendiğini öğrendiğimde nasıl yıkıldığımı anlatamam...
Arkadaşlarım DVD'sini al izle diye espiriler yapsalarda, ben sinema tutkunu bir insan olarak bir filmin illa evin rahat ortamından çok dev ekran karşısında insanlarla birlikte izlenmesini savunan bir inatçı olduğumdan, herkescikler gibi Mayısı beklerim diyerek kaderime boyun eğip yaşamıma devam ederken, Cuma gecesi, gencecik bir üniversite öğrencisi olan, İstanbul'un tüm festivallerini takip eden ve öğrenci olmasına rağmen çalışan biri olarak bile kıyıp veremediğim paralara biletler alan sevgili Murat tarafından, 'arkadaşım gelmeyecek, onun biletini sana verebilirim' demesiyle dünyanın en bahtiyar insanı eylendim.
Cumartesi akşamı heycanla Emek'e gittiğimde her zamankinden daha fazla bakımsızlığı yüreğimi cızlattı. Tuvaletler felaket, fuayede yeterli oturacak alan yok, üst kat fuayenin büfesi bakımsız... Senelerdir festival Emek'te yapılmakta... Onca ünlü, mesleğinin erbabı gelmekte... Birisi veya birileri sponsor olup Emek'e hak ettiği değeri, ışıltıyı veremezler mi? İmkanım olsa, param olsa seve seve ben Emek Sinemasını elden geçireceğim ama... Mukadderat demekten başka çarem yok...
Direktörlüğünü Justin Chadwick'in yaptığı, başrollerinde Natalie Portman, Scarlett Johansson, Eric Bana'nın rol aldığı The Other Boleyn Girl gerçek bir hikayeden alınma, dram, tarih ve ramantik bir film.
Hırsın, iktidarın, gücün, bir ülkenin tarihinin değişimini, modern dünyanın iktidar sahibi olmayan biz normal insanlar için son derece şaşkınlık verecek şekilde yok canım bu kadar da olmaz, yapılamaz denilerek izlenildiği gerçek bir hikaye...
Filmi izleyenlerin genel kanısı güzel bir tarih filmi olduğu ve hırsın nasıl bir aileyi tükettiğiydi...
Ama kitabı okumuş ve nedendir bilinmez bir şekilde İngiliz tarihi içerisinde Tudor dönemi en ilgimi çeken dönem olan bana, hikayeyi çoğu insandan daha deyatlı bildiğim ve kendi çapımda ne işe yarayacağını bilmesemde araştırdığım için film bana çok yavan geldi...
Kim kimdir tam olarak belli değil filimde... Kralın Mary'ye duyduğu aşk, sevgi ve güven tam olarak verilememiş... Filmin ilerleyen sahnelerinde konuyu bilmesem Kral neden sarışın kız kardeş Mary'ye güveniyor ki anlamadım derdim...
Ağza bir kaşık bal çalınma tadında o döneme damgasını vurmuş insanlar birer birer izleyiciye gösteriliyor ama onlar hakkında detay verilmiyor...
Vatikan'dan hangi şartlarda hangi süreçlerden sonra kopuluyor...
Hırsıyla tüm aileyi yakıp yıkan kumral Boleyn kızı Anne nasıl kralı Vatikan'dan koparabiliyor...
Kısaca hikaye makaslanmış... En son nokta izleyiciye sunuluyor... Uzun bir hikaye ve uzun bir hikayeyi filme almak elbette güç ama paldır küldür bu budur, bu şunu demiştir ve sonra bu olmuştur ! diyor film.
O dönemin ve Anne'in kraliçelik yolunda ki en önemli şahsiyetlerden olan Cardinal Wolsey'in adı bir kere şöylesine geçiyor...
Herkes İngiliz tarihi bilmek zorunda değil, cnbc-e'de yayınlanan Tudor dizisinide seyretmemiş olabilirler... Kitabıda okumamış olabilirler... Hoş kitapla film arasında kurgu, olayların gelişimi o kadar farklı ki... İngiliz hanedanları hakkında ki internet sayfasındaki bilgilerle bile farklılık gösteriyor film.
Fazla detaya inmeyen, suya sabuna dokunmadan, İngiliz hanedenlığındaki en hırslı kadının hikayesini, bizlere sunan ve sonunda Boleynlerin ülke yönetimine aday ve ünvana sahip olma çabaları Elizabeth sayesinde göremeselerde gerçek oluyor...
Yüzyıllardır presnlere, prenseslere, krallara, kraliçelere ukteyle bakmış, hayran hayran izlemiş, oh mis gibi bir eleri yağda bir elleri bağda demiş ünvansız, sıradan insanlar olarak şunu anlıyorsunuz, o ünvanlar, o mevkiler için ne savaşlar verilmiş...
Soylu bir aileden geliyor olsaydım, Anne Boleyn hikayesinden sonra atalarım acaba ne yaptılarda bu ünvana sahibiz diye düşünür, onların kiri olsada kendimi kirli hissederdim.
Anne Boleyn sayesinde kadınlığın müthiş bir silah olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz...
Her zaman ki gerçek 'erkeğe dizginlerin onun elinde olduğunu hissettir ve istediğini elde et'. Ah ince bir sanat... Hayatta yapamayacağım bir şey... bir yerde kursu olsa gidip eğitileceğim... Kadınlık sanatı biz kadınların içinde doğuştan mı var yoksa, bazılarımızda mı var?
Hala geçerli olan tek şey: erkeğe vermediğin sürece, ilgisine sahip olursun... Reddetmek bir erkeği kamçılayan ve seni elde etmek için herşeyi yaptıracak gücü ona veren şey...
Boleynlerden çıkarılacak çok ders var...
Erkek olarak...
Kadın olarak...
İyi okumalar veya seyirler...
2 yorum:
Yazdıklarınızdan anladığım kadarıyla kitapla film kafanızda tam örtüşmemiş...Daha önce bir çok kitabın sinema uyarlamasında aynı duyguyu yaşadım..sanırım bu bizim hayal gücümüzle o kitabı filme uyarlayanların hayal gücünde ki uçurumdan kaynaklanıyor...
bence de öyle ceren arkadaşımıza katılıyorum..filmi yaklaşık 2 saat önce seyredip geldim..o duyguyu yaşattırıyor ama kitabı filme uyarlayan kişi bir çok ayrıntıyı atlamış..herşeye rağmen güseldi ama..ingiltere tarihi fln dedinizde filmden çıktığımda çewrediki insanların konuştuklarına misafir olunca baya güldüm..konuştukları tek şey anne mı güseldi marymi ?? =)
Yorum Gönder