Uyku şefkatiyle-şehvetiyle sizi kendisine çekip, karanlığın derinliğinde kaybolmaya kendinizi bıraktığınızda, tam o anda alacakaranlığın kapısı birden bire açılıverir...
Tüm günü kendinizi eyleyerek, dolanarak, düşünerek veya düşünmeyerek geçirmişsinizdir...
Koca bir gün geçip gitmiştir...
Derdiniz-tasanız ne ise günü atlatmayı başarmışsınızdır...
Uykuya teslim olabilmek için belki kendinizi deli gibi yormuşsunuzdur, belki bir kadeh bir şey içmişsinizdir...
Uyku tüm bedeninizi kocaman bir el gibi avucuna hapsederken...
Göz kapaklarınıza tatlı bir ağırlık çökmüşken...
Her şeyi geride bırakıp, düşünmeden uykunun şefkatine-şehvetine kendinizi teslim edip uyuyup yarına uyanmak isterken...
Sadece uyumak isterken...
Bedeniniz ve aklınız uykuyu arzularken...
Göz kapaklarınız açılamazken...
Başınız yastığınızda ki en güzel pozisyona çoktan girmişken...
Bir anda alacakaranlığın kapıları açılır...
Saniyelik bile değildir...
Hiç bir şey düşünemeyecek haldeyken...
Uykuyu arzularken bir anda olur her şey...
Sanki sarhoşsunuzdur da yatağa yatınca birden nasıl dünya döner ya... Bir anda tasalar-dertler-üzüntüler-stresler üşüşür...
Düşünceler dönmeye başlar...
Yoktur ilacı sarhoşluk dönmesi gibi...
Kalkıp kusmak, su içmek, ilaç almak... Yoktur...
Gece uykudan daha güçlü arzularla çeker sizi...
Teslim olamak istemezsiniz...
Ama sizi öyle bir çeker ki...
1dk önce açılamayan göz kapakları açılır... Karanlık odada cin gibi gözlerle yatağın içinde bakınırsınız karartılara...
Işıklar açıken nasıl farklıdır her şey...
Karanlıkta başkadır her şey...
Dikkatinizi odaya vermek isteseniz de, çocuklukta ki gibi karanlıkta şekillere yeni tanımlar vermeye çalışsanızda...
Bırakmaz gece sizi...
Alacakaranlığına çeker...
Tüm gün baş ettikleriniz bir anda baş edilmez olur...
Gözlerinizi yumarsınız...
Sıcacık yatağa, başınızın şeklini almış yastığa gömülürsünüz...
Bir kaç dakika önceki şefkati ararsınız...
Ondan daha şehvetlice istersiniz onu...
Ama, uyku çoktan sizi terk etmiştir...
Bu kadar çabuk mu???
Geceye bırakmıştır sizi...
Terk etmiştir...
Oysa nasıl sizi istiyordu bir kaç dakika önce...
Uykuya küs kalkarsınız...
Gece neşeli...
Alacakaranlığın kapısı karnaval misali...
Süslü, yanıp sönen ışıklarla sizi çağırır...
Evdeki ışıklar yanar...
Bir koltuğa oturursunuz...
Ya da ev de volta atarsınız...
Belki bir sigara yakarsınız...
Belki bir içki...
Belki televizyonu açarsınız...
Har zamankinden daha karışık, daha üzgün, daha acılı...
Gündüz böyle gelmez size...
Namussuz gece bire iki katmayı sever...
O saatte bir yere gidemeyeceğinizi bilir... Kimseyi arayamayacağınızı...
Yanınızda mışıl mışıl uyuyanı bile uyandıramaycağınızı...
Sizi kendisine mahkum eder...
Sarar sarmalar...
Düşünceler büyür büyür...
Devler ülkesindeki cüceye dönersiniz...
Uykuya küs...kırgın...
Geceye öfkeli...
Gitmek istemediğiniz bir lunaparkata, binmek istemediğiniz oyuncaklarda tek başınıza...
Gece mutludur...
Alacakaranlık rengarenk...
Sizi ordan oraya savururken karnaval ışıkları neşeyle yanıp söner...
Gündüz böyle yapmaz...
Gece ordan oraya savurur... canınızı acıtır, aklınızı bulandırır...
Uyanıklığınızdan, karışıklığınızdan, üzüntünüzden keyif alır...
Ordan oraya savurulmaktan yorgun düştüğünüzde, gece alacakaranlık eğlencesinden tatmin olduğunda uykunun usul usul sokulmasına izin verir...
Bu sefer sızan bir sarhoş gibi uykuya gidersiniz...
Fark etmezsiniz geldiğini... Sizi sarıp-sarmalayıp koruyacağını...
Size pespembe rüyalar verir... Kendini affettrimek için...
Çilek bahçeleri, yeşillikler, gökkuşakları...
Gözünüzü açtığınızda mutlu mutlu bakarsınız...
Yataktan ayaklarınızı sarkıttığınızda pembelik gider...
Alacakarnalığı hatırlarsınız...
Geceden korkarsınız...
Gelsin istemezsiniz...
Şefkatli ve şehvetli uyku geldiğinde tam ona giderken yine sizi çekip ondan ayırmasından korkarsınız...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder