Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

29 Ekim 2007 Pazartesi

Meleklerin diyarından....

Ne zamandır beni çağırıyor...
Her seferinde tamam geleceğim diyorum... sonra alıyorum başımı ya londra ya paris yada daha önce gitmediğim bir avrupa ya da balkan ülkesi başkentine gidiyorum...

Perşembe akşamı saat 20 sularında onu aradım:
29 ekimde müsaitsen geleceğim dedim...
Bekle bekle tık yok...
Tam bal kabağı olmama saniyeler kala telefonum çaldı: müsaitim gel...

Uçağa atladım ve geldim karadenizime... Ona... O ki beni herkesten iyi tanıyan... Birbirimizi olduğumuz gibi kabul eden... İyi ve kötü hastalıkta ve sağlıkta kabul eden, üniversite arkadaşı, arkadaş ne kelime dostuyuz... 7 sene önce onun koca memleketine oğlu 6 aylıkken gelmişim... 7 sene boyunca o sadece İstanbul'a geldikçe görüşmüşüm onunla...
Her sene, her konuştuğumuzda gel der bana... Ama bana ecnebi diyarlar cazip gelir...Perşembe akşamı hayat ağır gelmiş bana... gitme duygum tavanda... gideceğim gelmiş... Her halimle konuşşamda konuşmasamda kabullenecek o ve ötekisi... Ötekisi şu anda ikimizi kabullenecek halde değil... Ben onu ramışım... geleceğim diye oda gel demiş... durulurmu...

Geliyorum dedim...
Gel dedi... Müsaitim...
Namussuz... atladım uçağa geldim... 7 yaşında hayatta çocuuk sevmeyen benim sevdiğim tek çocuk oğluyla karşıladı beni... Melek... hemde ne melek... velete dokundukça arınıyorum... sevdiğim tek çocuk... sebep ? bilmem... en az ağlayan gürültü yapan çocuk belkide...

Öyle kederli öyle karışık geldim ki karadenizin bu şirin şehrine... Utanarak çekinerek... senelerce arkadaşını ziyaret etme... kaçacağın gel ve kaç... O yadırgamaz ama belki kocası diyerekten...
Ama öyle olmadı...

Geçmişe gittik, ben dışardan kendime baktım... ehlendim, kaderlendim, sonra ana döndüm... güldük eğlendik...
Oğlu Ozy diyip sarılıp öptükçe beni ben meleklerin seviyesine erdim...
Sabahın köründe kedi misali başımın üstüne kıvrılıp uyandırmasını, beni öpüp sevmesini saçlarımı çekiştirrip sana masaj yapıyorum demesini...
O küçük melek tarafından yaşadığım tadı nasıl anlatırım tarif ederim bilemiyorum...

Asıl annesinin tek kelime etmeden benim hayatıma ettiklerini...
1 sene sonra 2. birisinden duymak sen kendi değerini bilmiyorsunu... Nasıl hoşuma gitti ondan onu duymak... İnsanız... bilsekte kendimizi duymak bilmek öğrenmek istiyoruz başkalarının gözünde nasılızı...
Onun gözünde ben oooo oooyum... Nasıl bir keyif bu anlatamam... Benim her halimi bilen kadının bana olan inancı...

Dede memleketi olmasada doğduğum memleket ve toprakları özlemişim... Karadenizin dalgasını, yağmurunu, havasını bilmeyen beilemz anlayamaz beni...
Balığını lezzeti yok hiç bir şeyde...
Havası kafasına göredir karadenizin...
Denizi hele... O dalgaların güzelliğini, o gri mavilği bilmeyene anlatmak ordur bence...
Dede memleketim olmasada memleketim işte bu topraklar...
Yeni sahil yolu ise, lisede pisi pisine trafik kazasında ölen sarışın kız arkadaşımı anımsattı bana... ruhu şad olsun... olmasınada... yeni yol bana bu memlekete her ne olursa olsun pişman olmadan hizmet etmeyide anımsattı... Edeyim etrmesinede... benim derdim başka be milletten...


Herşeyi geçtim... sabahın 2 si... Dostum ötesi insanın evindeyim... yedi i,çtim, yundum yıkandım, güldüm eğlendim anladım ki ben zamanında bilmeden yapmışım iyi dostlar canlar...
Varmıdır derdini diyemeden, derman aramadan kapı çalıp her halimle ben size geldim diyecek ve kabullenecek...

Ne yazdığımıda bilmiyorumda namussuz içirtti bana şarap koleksiyonundan 6 şişe... hepsi farklı kav kırmızı... damrlardaki kan arttı yaradı ama parmak uçlarından dökülen allah kerim...

Sadece özetle şu: Ben çok şanslı bir insanım... ne olursa olsun çalacağım ve gideceğim bir kapım var...
Üniversite yıllarımız bu gece çok anıldı... geçmiş geçmiştir ama bilmeden güzel temeller atmışım... ah bide eniştenin dediği gibi zayıfçık kalsaymışım ya...

Ase ve Nazo sevgiyle kalın... Ayık kafa daha biş güzel yazı yazarım size...
:)

Yine neyi anladım

24 Ekim 2007 Çarşamba

Garip bi günlük 2

Saat 11, odama dalıyor ve hadi diyor...
Ne hadisi?
Yürüyüşe diyor...
???
Şehitler için...
Ama işim var diyorum...
Binada kimse kalmayacak diyor, hadi...
Yan komşularımla plan yapıyoruz, Nişantaşına kadar yürür, sonra açık havada nefis bir öğlen maması ziyafeti çekeriz...
Yürüyoruz...
Şehitlerin adı dillerde...
Kahrolsun sloganları atılmakta...
Anlamıyorum, ilk defa şehit vermiyoruz ki... Yıllardır var olan bir acı, dert bu bizim için, peki niye şimdi millet ellerinde bayraklarla sokaklarda...
Arkadaşım sayıdan dolayı diyor...
Bu zamana kadar kaç 12 kaç 13 ölmedimi diyorum...
???
...

Teşvikiye Caminin bahçesindeki ağaçların gölgesinde keyifle oturuyoruz...
Hayat herşeye rağmen devam ediyor...
Bu güzel havayı bırakıp ofise dönmek gibi bir niyetim yok diyip kızları yolluyorum...
Akşam ki doğum günü partisi için muzur hediyemin hazırlıklarıyla uğraşmak için yola koyuluyorum...
...

Bu bağların kırmızısından istiyorum diyorum...

Malesef diyor...Peki ne renk var başka?

Başka renk yok. Bu bağcıklardan İspanya'da satılıyor, Türkiye'ye gelmiyor diyor...
Nasıl? Adamın bağcığı kopunca ayakkabıyı çöpe mi atıyor yani diyorum...
Gülüyor...
Gülmeeee, bana bu bağcıklardan lazım diyorum... Bulamazsam hediyemin hiç bir anlamı kalmayacak ! Hoş zaten anlamsız bir hediye olacak ama o bağcıklar olmadan daha bi anlamsızlaşacak !!! Ben şu ayakkabının üstündeki yeşili istiyorum diyorum...
Yok veremeyiz...
Ama ben istiyorum !!!
!!!
İçerden benim satıcım sesleniyor:
Geçen sezondan kalma krem rengi var, bu olur mu?
Hani yoktu? Napalım olacak olmasına da bu küçük dilmi?
Diiil.
İyi bir de 90 cmlik normal bağcık alayım, boş kutu alayım...
Kutu yok...
Nasıl yok? Aaaaa çıkarın içinden bir ayakkabı verin, ben size evden boş kutu getiririm yarın...
Şey gak guk...
Aaaaa... en kıymetli müşterinizim, bak bi daha buranın değil, İstiklaldeki mağazanın müşterisi olurum diyorum...
Ben varya ben desem mi acaba?
Peki...
Of... Altarafı boş bir camper kutusuna bağcık koyup güzelce paketleyip, ayakkabı almış hissi verip muzur hedeye yapacağım...
Deli ettiler beniii...
Hııııır...
Borcum?
Yok, sizden almayalım...
Aferin... Bi daha ayakkabı almaya geldiğimde de böyle diyin...
...

Akşam, doğum günü çocuğu için yapılan leziz mezeleri yemek üzere aç bilaç saatin gelmesini bekliyoruz...
Partiden çok yemek yemeğe gelmiş insan profili ağırlıkta sankim...
Karnım aç...
Etraf eş-dost dolu...
Ama son 1.5 haftadır kimseye kimselere ait olmak istemiyorum...
Bara geçip bar kadını olmak istiyorum...
Kendimle olup, kendi kendime takılıp eğlenmek...
Yanıma gelip soruyorlar, birşey mi var?
Yok anam nolsun, kısır üstüne bira içince zaten kocamaaan olan göbem daha bi kocamanlaştı... Takılıyorum işte burda kendi kendime...
Aaa gel yanımıza...

İstemiyoruuuuuuuuuum diye bağırmak istiyorum...
Hiç bir gruba ait olmak istemiyorum...
Şurda güzel güzel, bulgur üstüne demlenip eğlenmek niyetim...

Yanıma geliyor:
Sen komplike bir kadınsın diyor...
Hödöööö dicem de ayıp kaçacak...
Beni tekliğimden ötürü, tavrımdan ötürü tebrik ediyor...
Ne demem gerekiyor bilmiyorum... Way oluyorum sadece ben neymişim be...

1 haftadır normal yaşamının dışında hareket eden misafir Almanımız geliyor yanıma...
Alkole tövbe etmiş...
Eeee alışık olmayan bünyeyle çevreye uyucam diye içersen rakıları...
Süprizli bir kadınsın diyor bana...
Dayanamayıp Hödööööööööööööööö diyorum...
Allahtan leb demeden leblebicilerden olduğundan çeviri yapmama gerek kalmıyor...
Rockçusun diyor, klasik müzik dinliyorsun, serseri ve ladysin diyor...
???
Way anam way ben neymişim yaaaa...
Gülüyorum... O da gülüyor ama galiba bişeyler dememi bekliyor...
Nedim ki... 35 yaşına ay kala çıtır kadın kandırıkçıkları yapılan ve bu sebeple ben çıtırım siz kendinize bakın diyerekten eşe-dosta ukelalık yapacak bir kadınım !!!

Doğum gününden uzama zamanı gelmiş durumda...
Yarın spor günüm...
Bir üçüncü adamı daha çekemem sen varya senle başlayan cümleleriyle...
Doğum günü çocuğu muzur hedeyeme ben onu hazırlarken ki kadar eğlenmedi galibam ama olsun... Tabi tebligat koymayı unuttum ben o yüzden...

...

Eve yürürken yokuş aşağı güzel bir rüzgar saçlarımı ve içimi savuruyor...
Doğum günü çocuğunu ve kadeşini düşünüyorum...
Sonra bizimkilerin kardeşlikleri geliyor aklıma...
Hangisi iyi acaba diyorum, tek olmak mı sırtını her an dayayabildiğin ama dayarkende hırlaştığın bi kan bağlı mı olmak...
Bilmiyorum...
Bildiğim bu aralar kalabalıklarda yanlız olmak istediğim...

23 Ekim 2007 Salı

Curves

Spora başlayacağım diyorum
Nerede diyor...
Gazeteci aşkım yüzünden gittiğim ama onu bi kerecik bilem göremediğim ama çok sevdiğim Taksim meydanına kuş bakışı baktığım yere galiba diyorum...
Boşver orayı diyor...
Sebep? diyorum...
Benim hatunun doğum kilolarından kurtulduğu bir yer var, oraya git süper biryer diyor. Sırf hatunlar için tasarlanmış aletlerle kısa sürede zayıflayıp, sıkılaşıyorsun...
Yemiiiin et diyorum...
Ederim diyor...
Ve bana yolluyor sayfasının linkini...

Ben ve arkadaşlarım, ben ve ofiste onlarla yaptığım msn muhabbeti...
Evli barklı, yakın zamanda baba olmuş arkadaşım sayesinde ufkum genişliyor... İnternette araştırıyorum, karısını soru yağmuruna tutup deli ediyorum... Denemeden arkadaşlarımı gaza getiriyorum...

Süpermiş kızıııım, 30 dakika sürüyomuş, alaetler kadınlara göre tasarlanmış mış, şu an kampanyada varmışmış !!!
Tamam başlayalım...
Başlayalımda, yoga nolucak...
Yaw hafta 3 gün 30 dakika kurvcük yaparız, bi günde ooooom !
İyi hadi...

Hadi o zaman diyip, deneme yanılma tahtası olarak, öncü kuvvet olarak bendeniz düştüm yollara...
Eşofmanlar giyildi, ölçümler yapıldı, boyum uzamış yağ oranım azalmış çıktı ölçümlerde !!!
Baharda yapılan ölçümlerde memleketim AB'ye giremicekti neredeyse yağ oranım yüzünden !!! Anlamadım nasıl azaldı yağ oranım...

Her neyse, bi pet bi alet, bi pet bi alet 30 dakika boyunca tempolu biçimde hop bin hop in bir çalışma sonrası spor yaparken hiç sayılabilecek şekilde terleyen ben su içinde kaldım !!!
Nasıl yani bu ter benim mi oldum...
Benimmiş...

Kendimi aktif dinamik heyecanlı ve sıkı hissediyorum... !!!
Psikolojik misikolojik önemli olan nasıl hissettiğin dimi abi ?

Curves denilen yeni trend alettli ve ayakta cimnastik karışımı bir şey... Metobolizmayı hızlandırıyor ve gerçekten çalışması gereken kasları çalıştırıyorsunuz...

Benim gibi üşengeç, tekrardan sıkılan, spora hem vakit ayırmak isteyen hemde ayırmamak isteyenler, hemde 6 hafta gibi kısa bir sürede fit olup zayıflamak isteyenler için süpeeer diyorum !!!

Bu kış Curvesle kurvlerimi yağdan kurtarıp, biz sevgili mimarların kırk yılda bir kullandıkları curve cetveli gibin kıvrık ve fıstık bişi olmayı planlamaktayım...
Cetvel demişken harbiden nerede acep curvüüüm?

Gidildi, görüldü, test edilip onaylandı kıslaaaaar, sadece kadınlara özel, eğlenceli... tavsiye olunur !
(Bu yazıdan sonra bana ücret indirimi yaparlar mı acep? :p )
Eheeee !
:)

21 Ekim 2007 Pazar

Garip bi günlük 1 (Kiremitçiye gönderme)

Öğlen birde, bir sürü ölen varla uyandım...
Nasıl yani?
Televizyonlarda detay yoktu...
Ölenler var ama bahsedilmiyor...
Eski ata topraklarından taşınmış Fransız peynirleriyle bir kahvaltı ziyafeti çekiyorum kendime...
Bu gün referendum günü, F1'de sezonun son yarış günü...

Pijama eşofmanalrımla 'HAYIR'ı basmaya gidiyorum...
Hükümet başka olsa Evetçi olacaktım... ama şu an Cumhurbaşkanımızı görevi sınırlıda olsa biz seçmeyelim mantığındayım...
Ne ironi...
Hem de çok... Hükümet yüzünden savunduklarının tersini uygulama...
Ölen askerler yüreğimi acıtıyor...
Acıyor...

Saat 7.30 sezonun son yarışı başlamak üzere...
Uzun zamandır ilk defa bu kadar heyecanlı bir yarış... 3 pilotun son dakikaya kadar bilinmeyen şampiyonluk heyecanları...
Görünmez ışıklar yanıp sönüyor ve Brezilya yarışı başlıyor...
Tırnaklarımı kemiriyorum...
İlk iki biz çıkıyoruz harika... yarışın sonu böyle gelsin dilekleriyle alttan geçen açıklamaların ve yanda beliren oylma sonuçlarıyla heyecanlı bir yarış izliyoruz...
Takımım yarış öncesi planladığı taktikleri güya çaktırmadan gerçekleştiriyor...
Devir faklı bir devir artık F1'de...

Takımım şampiyon oluyor... Mutluyum takımım şampiyon, amma velakin Massam ikinci...
Olsun mutluyum yinede...

Güzel, keyifli ama karışık hislerle dolu bir pazar...
Havada yağmur kokusu...
Işığı sönen ocaklarda göz yaşı, acı...
Tarif edilemez ve paylaşılamaz...

Buruk bir mutluluktayım...
İçki yasağına rağmen kahve fincanında alkol böyle yapıyor her hal...
Nolucak memleketin hali derdi sardı akşam akşam...
Peh... !

Üzgünüm...

16 Ekim 2007 Salı

yemek tarifi ;)

Tek kişilik ölçekte yemek yapmaya alışık olanlar...
Yok mudur sizce?
Bence çok onlardan...
Tek başına yaşayan umutları hayalleri, gelecek inaçları olan kaç yaşında olurlarsa olsunlar genç olanlar...

Bu yazı makarnaya yağı sonradan koyduğunu söyleyen arkadaşım yüzünden yazılıyor...
Hep en fazla iki kişilik ölçüye alışık ve pek iyi yemek yapamayan ve yemek diyince az pişmiş bol kanlı bonfile ve düdüklüde 2 dkcık haşlanmış patates, bürüksel lahanası ve brokoliyi yemek sayan bana makarnaya sonradan yağ koymak tuhaf geldi...
Aaaaolmaz ! makarnayı atınca koyacaksın yosa yapışır dedim...
O yapışmaz dedi...
Hoşhep tek kişilik yapıyorum, uzun zamandır ilk defa 3 kişilik yapıcam !!!

Peki ben en son ne zaman mutfağa girdim?
Yok canımarada giriyor şöyle bir bonfilemi kızgın teflon tavanın üstünde gezdiriyorum o ayrı... hani gerçekten...
???

Erkeğin kalbinden geçen yol mideden geeçrmiş !!!
Bence kadın erkek fark etmiyor aşkın yolu mideden geçiyor...
Şöyle güzel hıım hım bilezzet sevdiğinin, hoşlandığının elinden çıkmış... nasıl etkilenmezsin?
Etkilenmezsen ayusun demektir...

Şu an bana ikisüper hatun mantar soslu makarna hazırlıyorlar... Hoş bana değil bize ama ben yardım etmek yerine laptop başındayım !!! :)))

Peki bu kadar mutfak özürlü bir hatun olarak şarap şişesini yarılamış olarak geçmişime baktığımda neler görüyorum...

Aşkı için peynirli puaça yapmayı öğrenmiş, kabak dolması yapmış, sodalı yalancı yufkadan su böreği yapmış, fırınının hatası yüzünden yarı pişmiş lazanyalar yapan bir hatun görüyorum...
Ha bide pandispanya yapıp, ev kreması hazırlayıp mevsimine göre ortasını muzla,çilekle ve üstünü rende çaklıtla doldurmuş bi hatun görüyorum...

Eee daha ne olsun dicemde... pirinç pilavı lapa olan ama iki kişilik bulgur pilavı hııım hıııım olan birisiyim...

Ama gel gör yemek yapmak benim için eziyet !!!
Yapmak yerine yemek hııım hıım keyif...

Etraf tek kişilik yemek yapmaya alışıklarla dolu...
Hazır pizayı siizn için dolaptan çıkarıp fırına koyup size servis edilmeside hoş...
Aaaacanım şimdiye, olana şükretmeyen hiç bişeyi bulamaz...

Yemek yapmayı özlemedim... ama benim için hazırlanmış bişi mideme indirmeyi özledim...
Romantik olduğumukim söyledi?
Ben sadece şehirlerin, mekanların romantikliğine takar, incelerim...

Makarna hazır, iş sonrası günün yorgunluğunu ve stresini atan 3 working kadınız ve çok eğlenceliyiz...

Bon a petit !
:)

Neden?

İnsanlar sabah sabah neden radyoda futbol programı dinlerler?
Sabahın köründe bütün taksiciler futbol yorumu dinliyor...
Yataktan kalkar kalkmaz gözlerindeki çapakları silmeden adamlar telefonun başına geçiyor ve başlıyorlar ahkam kesmeye..
Neden?
Sıcacık yatağından ve varsa koynundan yeni çıktığın bir dilberden ayrılalı 1 saat olmadan neden futbol yorumu?
Anlamıyorum...
Bütün gece boyunca yatakta kendi pozisyonlarından çok takımının, oyuncusunun, teknik direktörünün pozisyonunu düşünen kafa patlatan adamlar, uyanır uyanmaz alaaaalah telefooon nerde, kaçtı numara aricam yorumlayacağım demekte herhalde...
Abim, bi kahve için, bi güne adapte olun...
Sabah sabah 11 tane kıllı ve çirkin bacaklı adamın çim üstünde çimmsesinin yorumu yapılırmı ya...
O kadar Formula hastasıyım, yarışa gitmiyosam sabah sabah kimse benden yorum duyamaz...
Manyakmısınız, psikopatmısınız, hastamısınız...

Şu taksilere bir el atılması gerekmekte...
Londramın taksileri gibi kibar, nazik, efendi, bangır bangır müzük ve sohbet yayını olmayan, adamı dolandırmayan...

Sabah sabah yorumlar dinledim hiç bişi anlamadım... Bunca zamandır ilk defa bi hatun yayına bağlandı, hatunun futbol bilgisi konuşma tarzı yüzünden silindi gitti... Okullarda konuşma eğitimi verilmeli ! Öyle ağzın içinde gevelemeler, yutmalar, uzatmalar... cık cık !

Hastamısınız leeeen... kadınlı erkekli sabahın 9'da yorum canavarı oluyosunuz !!!

Ben bunca zamandır taksilerden dinlediğim kadarıyla şu sonuca vardım: Memleketteki takımların başındaki adamlarda iş yok, sokakta kısmet, şans, çevre yetersizliği vs. yüzünden teknik direktör olamamış bi sürü adam var abi...
Memleket direktör cenneti beyaw !

Şişşş bu arada gassarayım, cimbomum ne halde?

15 Ekim 2007 Pazartesi

İthale geeel ithaleeeeee...

Bütün otobüs adamı dinliyoruz... İçimizden söylensekte sayesinde genel kültürümüz artıyor...
Buğday ihaleleri kaç dolardan yapılmaya başlanıyor...
Buğday fiyatının dünyadaki düşüşü...
Makarnacı firmanın adama verdiği fiyat...
Vay anam vay... adamı bi kazıklamışlar bi kazıklamışlar...
Bilmem nerelerden adam buğday getirtiyormuş !!!

Biz abi tarim memleketi dilmiyiz?
Biizm ovalarımız, yayalalarımız, dağımız tepemiz, suyumuz tuzumuz mu kurudu da bilmem nereden neler ithal ediyoruz?
Tamam 70 milyonluk ha babam de babam doyması zor bir rakamız da, Konya ovasına neler oldu?
Tabi ilk öğretimden sonra coğrafya bilgisi hak getire, doğru düzgün ekonomi haberleride okumayınca böyle sorunsallarımın olması normal...
Ulan Macaristan'dan mısır ithal ediyomuşuz !!!
Çocukluğumda yazlığın bahçesi mısır doluydu...
Herkes evinin arka bahçesine veya balkonuna 2 tane ekse gerek yok elalemden bilmem ne ihracatına...
Ben anlamamak !

Noluyor abi, nereye gidiyoruz...
Artık savaşlar topla tüfekle değil ekonomiyle yapılıyor onu biliyoruz da, ihraç etmek varken neden ithal ediyoruz herşeyi?

Memleket işgal halindeyken en büyük sıkıntı şeker yüüznden yaşanmış...
Koca Osmanlı üretmemiş şeker, İngiltere'den, bide Kırım civarından biyerden gelirmiş şeker... dört biryan sarılınca kalmış millet şekersiz...
Çocukken babamın çayı kuru üzümle içerdik anısı küçüçük pamuk kalbimi nasıl cızlatmıştı şimdi bile hatırlarım...
Cumhuriyet ilk kurulduğunda heryere şeker fabrikası açılmış deli gibi... Birdaha bişi olursa kıtlık çekilmesi, vatran kendi yağında kavrulsun diye...

Peki şimdi?
Mısır bilmem nereden...
Buğday bilmem nereden...
Isınma derseniz... Yandık anasını satayım, üretmediğimiz bir gazla hem ısınıyor hem yemek pişiriyor hemde ulaşıyoruz...
Şimdi bi savaş çıksa, bi kıtlık olsa, babaannemin, babamın çektikleri ne kalır ki...
Beyaz ekmeği memuruna yediren, halkına mısır ekmeğini yediren devlet şimdilerde, parmakalrınızı yiyin, tırnak kenarınızdaki etler hıım daha besleyicidir diyecek !!!
Globalleşme... hem iyi hem kötü...
Anlamamaktayım benim ovalarımda ne üretiliyor acep?
Hamsi mevsimi yaklaşmışken sorarım, bu sene karadeniz hamsisimi yicez yoksa hangi deniz memleketinin denizinden çıkmışını mı?

Ey memleketim, dünya 10 milyonluk nüfusuyla kalkınmış ülkelerle doluyken sen gencecik tazecik kanlı canlı, eğitimli, vatanı için bişiler yapmaya çalışan 70 milyonluk koca nüfusunu çöpe atmaktasın ya !

Ossun, insanda, beyinde ihraç ederiz...
Kaç dolardan başlıyodur ihale acep?

11 Ekim 2007 Perşembe

Aşkın ızdırabı partisiiiii

'Izdırabın en büyüğünü çeken, çektiren...aşk şarabını içen, içtiren...sevip sevilmeyen, sevilip sevmeyen...kalp kıran, kalbi kırılan...terk eden, terk edilen...ve bir diğer deyişle, aşktan ağzı yanıp karşı cinsi üfleyerek yiyen herkesi bekliyoruz!!!'

Dün akşam ki parti böyleydi...
Bir arkadaşım; hiç böyle bir partiye daha önce katılmamıştım dedi...
Bizde...

Çeken, çektiren...
Aşk bu, ızdırapsız olur mu?
Zavallı bülbül...

Dün akşam eğlenmek için katıldım partiye...
Izdırap çekenlere gülmek için...
Ahaaa aaaa ha haaaaa... diye işaret parmağımızla gösterip eğlenmekti amaç...
Herkes geyikteydi...
Acı varmı acı?
Izdırap varmı ızdırap?
Arada aşkı dellenende oldu doğal olarak alkol, tütün ve müzik üçlemesinden...

Aşkın ızdırabı partisi...
Ulan böyle parti olur mu?
Oluyomuş...

Bülbül geyiği yaparken ben, bir arkadaşım seviştikten sonra aramak istiyosam o aşktır dedi...
Aşk herkese göre farklı bir kavram... Hissedilen, yaşanan...

Aşkın ızdırabı partisi...
Izdırapsız aşk olmaz... Izdırap çekilmediyse şayet gerçekten aşık olunmamış o zaman derim ben...
Aşk her yaşta güzel ve yaşanan...
Gençken olur geyiğine katılmıyorum ben !

Dün akşam fark ettik ki ızdırabımız yok... Ucundan acık ızdıraplanma vakti gelmiş gelmesinede, insan rahata alışınca vaz geçemiyor işte...

Çeken, çektiren, aşık olan, olmak isteyen...
En manyak memeliyiz !!!
Bak hayvanlar alemine mis gibi...
Bilmem ne tavşanına hastayım ben, erkeğine önce yumruk çakıyo sonra beraber oluyo... Kişilikli bir hareket !
Veririm ama bedeli var... Güm...

Aklı olan ama kullanmayan en manyak memeliler hadi iii bayramlar...
:)))))))

8 Ekim 2007 Pazartesi

Şeker kız Candy der kiiii

Nerde o eski bayramlar?
Tanrım bunu bende mi diyorum...
Ben bayramları sevmem...
Kavuşmaktan çok özlemdir, kayıpların hatırlanmasıdır benim için...
Bi tek ciciler için bide bol bol yenen çikolatalar için severdim... Ha bide kurban bayramlarında canice hayvanların boğazından fışkıran kanları seyretmeyi sevdiğimden...

Şimdilerde her yeni seneye girişle bayram tarihlerine bakıp tatil programı yapıyorum...
Bu sene hangi bayramda nereye gitmeli...
En büyük dert bu!
Gidip büyüklerinin elini öpmekmiş, onları sevindirmekmiş... Geçiniz efeeem...

Yaşlanınca acaba, ziyaretime gelmeyip tatile giden eş dost çocuklarını kınayacakmıyım... Kınarım gibime geliyor... Bana gelmediler ! Çocukken ben az onlara bakmamıştım !!!
Bakmak mı?
Cumartesi günü az kalsın bir tanesini boğazlıyordum beni zor eylediler...
Hem boğazlayıp sonrada ilgi alaka beklemek ! bu ancak benden beklenilecek bir davranış !!!

Nerde o eski bayramlar...
Nerde?
Eskiden nefis çikolatalar alınırdı eve... şimdi ya marketten ya da yurt dışı dönüşü free shoptan alınanlar yeniliyor...
Ne kimseye gidiliyor nede uzun uzun konuşuluyor...

Anneanneciğim ben Paristeyim, bak haşırt diye telefon bana giriyo, öpücük vermek için aramıştım, aile hikayemizi, eşi dostu ve senin kinayelerini dinlemek için değil...
Annaneeee... Hadi baaaaay !!!
Ve küt !

Bu kadar...
Hiç sevmem el öpmeyi, öptürtmeyi, uzun ve ağdalı konuşmaları, kinayeleri...
Yani sonuçta deliye her gün bayram nasıl olsa... Ha şeker olmuş ha kurban ne fark eder...

Çocukken ailenin en küçüğü benimkiler olduğundan sabah sabah dökülürdük yollara ve her seferindede bizim elimizi öpmeye ne zaman gelecekler, biz gitmiceeez diye mızırdım.
Babamda büyüğünce derdi...
Büyüdük büyümesine de el öptürecek adam yok sülalede...
Bana harçlıkta veren...
Artık vermiyorlar... Ne banaaaal...

Eski anılar geliyor aklıma...
Babanemin her bayram öncesi yaptığı muhacir tatlısı, oturtma...
Üşenmez açardı... ve yine üşenmez benim için erişte yapardı...

Anneannem iki dirhem bir çekirdek giyinir, sofrayı hazırlar nefis zeytinyağlı dolmalarını elimle mideme indirmeme kızardı...
Dedem eve gelen misafirleri güldürür, misafirlerden sıkılıncada onunla yürüyüşlere çıkardık...

Herşey iyiydi hoştu ama hep bir hüzün hep bir burukluk vardı benim için...
Şimdi kayıplarımı hatırlayınca daha büyük daha farklı bir burukluk kaplıyor içimi...

Yaşadığımız anın tadını bilerek, keyfini çıkararak yaşamak gerekiyor ki sonradan geriye pişmanlıklarla, ah keşkelerle bakmayalım diye...

Evet herkese bol tatlı, bol şekerli günler diliyorum...
Küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öpüyorum ve lütfen aşağıda vereceğim hesap numarasına büyükler bayram harçlıklarımı yatırsınlar... Ve mümkünse 100 Avrodan az olmasın ! :pppp

;)
İyi bayramlar efem... Deliye hergün ya neyse... eheee...

5 Ekim 2007 Cuma

geceden

Evli, çocuklu
Dul ve boşanmış
Bekar ve arızalı
Uzun ve kısa
Güzel ve çirkin...

Havada tütün ve alkol kokusu...
Kulakta kimdir nedir bilinmeyen müzik
Ağızda tütün ve alkol...

Yalan gecelerden biri daha...
Çok doğal, olduğu gibi görünen
Oysa ki saatler süren makyajın altına ne takıntılar, ne arızalar, ne acılar, ne kompkeksler, ne açlıklar, ne öfkeler... saklanmış !!!

Bir huzur almaya geldik...
Yalaaaaaaaaaaan...
Eğlenmeye geldik...
Yalaaaaaaaaaaaaan...
Yatmaya geldik....
Ha bu doğru amma velakin kadını erkeği ilk görüşte, dokunuşta yüreğinin derinliklerinin görünmesini istemekte...
Seks amaç gibi gözükse de asıl amaç bir dokunuşla onca acının, ızdırabın, öfkenin dindirilmesi, sevgiye, saflığa kavuşulmak istenmesi...

Cool kadın modunda geçiyorum cam önüne...
Bağdaş kuruyorum...
Bazılarının erkek kadın dediği türden kibritimle sigaramı yakıyorum... dumanımla oynarken buuuz gibi şişem elimde...
Kendi alemimdeyim...
Mutluyum şu anki tekliğimle...

Ama...
Kocaman adamlar görüyorum
Tazecik kızlar
Kocaman kadınlar...

Dalgadan dalgaya atlayan...
Denizde zevklide.. ya hayatta!
Şişemden yudum alıyorum...
Korkutamadılar ve çeviremediler yolumdan diyorum...
Yol derken?
Yol işte...
İnaçlarımı kıramadılar...
Burda beni böylesine ben yapan, sevdiren, saygı duyuran hatta ukelalıkla özenilen biri yapan...
Kendimleyim...

Barmenim oturuşumdan dolayı yoga mı yapıyorsun diyor...
Gülümsüyorum...
Seviyorum bildik yerlerde tek başına buyruk... takmaz ve umursamaz olmayı...

Yanıma iki çıtır hatun geliyor, boya sarışını, file çoraplı...
Ben erkeksi, serseri ama ben ben !
Gururlu... özgür...
Ben işte olduğum gibi...

Yanıma geliyor, konuşuyor...
Saçlarımı savurup kahkahayı patlatıyorum...
Sigaramdan yudumluyor, dumanımı üfürüyor, boğazımdan buz gibi alkolümü yolluyorum...

Ben benim...
Tüm korkularım, tüm arızalarımla...
Hatta "loser"lığımla...

Adam kadının yanına gidiyor...
Yakın zamanki oyuncağı o...
Evde mi karısı? sanmam...
Bana ne?

Bon jovi çalıyor...
Bağdaş kurmak bi süre sonra eziyet oluyor...

Cebit'e git bitlen !

Yer Türkiyenin ve İstanbul'un en büyük fuar alanı
Fuar: Bilişim fuarı
Yani: Teknoloji...

Hadi gidiyoruz dediler...
Patron yok, sabahtan işimi yapmışım ve iş asmayı benden çok sevenin alnını karışlarımlarım...
Sonuç: Delimiyiz?
Evet...
Yola düştük...
Gittik ve girdik teknoloji fuarına...
Şimdi ayıp kaçacak ama fuar, fuar alanı bize girmiş...

Ne?
Tüyap güya büyük bir fuar alanı... Bizim gururumuz... Ben tercihen semtimdeki teneke mahallesiyle gurur duymayı tercih ederim. Daha bi egzantrik !
Ek üstüne ek...
Cafeler berbat...
Salonlardaki havalandırma sanki sınıf ayrımı var burada diye düşündürüyor...
Park deseniz, millet yolara park etmiş... Otoparklar dolu... Kapasiteye uygun değil alt yapı...

Ne o teknoloji fuarı... Milletim, vatanım, vatandaşım teknolojiyle tanışacak, kavuşacak !!!
İçim cızlamakta...
Hatta kafamı duvarlara çarpmak istemekteyim...
Hay bize teknoloji getirenin...
Bizim teknoloji neyimize...

İlk defa umutlarla gittim... Göreceğim yeni olanı, değeceğim teknolojiye... Pasif kullanıcıda olsam trend takip eder olmasamda bilen mabında... E mimarım yenilik nedir bilmeli uygulanmasada...

Telefon şebeke firmalarında dansçılar dans etmekte !!!
Görüntülü telefon hizmetleri sizin burun kıllarınızı karşınızdakine göstermekte...
Yazılım, bilgisayar deseniz ben bi sürü standına oyun aracı koymuş bilgisayar dergisi gördüm !!! ve hatta ???

Şebekem, cep telefonundan evi izleme aygıtı getirtmiş... 3000 YTL fiyatı. Sapıkmıyım ben? benim işime değil ama paronayak patronumun işine yarar da bu arada ekrandaki ben güzel yaw... Kendimi izlemeye doyamıyorum... manyakmıyım acep?

Şöyle bir dolanayım diyorum... Peh...
Bir traş bıçağı firmasının standı var !!!!
!!!
???
Ayna ve lavabo koymuşlar adamlar televizyonda robot kadınla reklamı yapılan ürünle traş oluyorlar !!!

Burası teknoloji fuarı değil mi?
O nooooooooo !!!
Kıprıslıların değimiyle bi sürü kara sakal Türk erkeğüüü traş olmakta karşımda...

Başım dönüyor, midem bulanıyor...
Pasif kullanıcıyım diye bena hödö hödö yapan exim geliyor aklıma... Hay diyorum ben böle teknoloji fuarınında, liseli çıtırlarında, eşontiyon manyağınında dibine kibrit suyu...

Teknoloji neyime... Pasifim ulaaaaaaaaan !!!

3 Ekim 2007 Çarşamba

Gökdelen kadınları

Gökdelenler bölgesinde çalışıyosan, sabah sabah gördüğün manzaralarıda yadırgamamalısın...
Öyle de...
Abim, bu kadınlar kaçta kalkıp düğün dernek moduna geçiyorlar?
Hepiciği ful makyajlı, saçlar yapılı, taranmış...
Üste başta bir örnek kılık kıyafet...

Aloooo ben uyanalı yarım saat olmuş...
Şurda mis gibi kahve öncesi çayla altlık yapıyoruz...
Siz?

Benden iş kadını olmaz !
Olurda, öğleden sonra filan olur...
Sabahın köründe kimse bana iki dirhem bir çekirdek olmayı yaptırtamaz...
Yapsamda bir yerden sakil durur...
Mesela kesin şiş olan gözlerimle rimel, ammada pörtlek gözleri varmış dedirttirir millete...

Sabah sabah servislerden inen bir sürü yapılı kadın...
Ayyy sabah sabah aç karnına onca kadının parfümü, saç spreyi kokusu serviste ne biçim ağır bir koku yaratıyordur...
Zavallım erkekler, boyunlarına astıkları kravatlarını servislerinden ooh oksijen diyerek dışarı atladıktan sonra, çekiştirerek düzeltiyorlar...

Sabah sabah iki dirhem bir çekirdek olmak !!!
Kabak çekirdeğinin alası olsa çitlemem be ben bu saatte...

Pizzalarımı mideme yuvarlarken yan gözle kılık kıyafet sorgulamasına devam ediyorum...
Klimalı ofislerde hemde sonbahar gelmişse elbise veya etek altına siyah ince çorap giymek olabilirde... Hava çoraplık değil ki dahaaa !!!
Belkide öyledir... Bu kokoş hanımların çalıştıkları şirketlerde vardır belki bir giyim kuşam kararnamesi...

Ne saçmadır o kararnamelerde...
Yok kolsuz giyilmeyecek, burnu açık ayakkabı hayatta olmaz, prezantabl olmak şart !!!
Haaa... Prezervatif mi olmak şart !!!
Çüüş artık daha neler...

Hiç sevmem kurallara uymayı...
Tüm ilköğretim hayatım boyunca saçlar örülecek kararı yüüznden yazın uzatmaya başladığım tayni tayni saçlarımın örülememesi yüzünden kafamda milyonlarca tokayla az karizmayı, cazibeyi yakıp yıkmadık !!! Her sene başındaki azim, ortalarda kalmadığından saçlarım kırpılıp dururdu !!!
Lise bitti, cazibem ortaya çıktı...
Sonuç...
Oooo atı alan çoktan Üsküdar'a geçmişti...
Ah ah... benim lise aşklarım...

Konuyu iyice dağıttığıma göre, kahvaltı keyfine son verip ofise geçip kahve keyfi yapma zamanım gelmiş demektir...

Ayağımda loaferlarım, sırtımda akademik kariyer yapmaya karar verip sonra vaz geçince elimde patlayan takımımın ceketi, popomda skinny jean, üzerimde beyaz bir atlet... saçlar geçiniiiz, yüzümü yıkamak için ne ile tutturduysam hala tepemde öyleler... Çantam? Bence hiç konusunu bile etmeyeyim...

Bende süper bir işkadınıyım canııım...
Kahvaltıyı başka yerde etsem yada muhit değiştirsem bunlar sabah sabah benim asabımı bozmasalar...
Yada erkek olsam... oh miss gibi... Ama o zamanda traş olmam...
Töbe töbe...

2 Ekim 2007 Salı

Kültür başkentinden bildiriyorum...

Her zaman ki yaptığımı yapıyorum, taksiye biniyorum gideceğim yeri söylüyorum..
Ve hergün taksici, İstanbul'un merkezi sayılan yerdeki o kocaman binayı bilmediğini söylüyor... Bende başlıyorum içimden söylene söylene tarife...

İstanbul'da taksicisin ve bilmen gereken hiç birşeyi bilmiyorsun !!!
Dünyanın diğer metropolündeki taksiciler önce eğitilip sonrada bizim üniversite sınavlarımızdan daha beterini geçip yollara düşerken, bizimkiler bodozlama direksiyonun başına geçiyorlar...

Yolları, adresleri bilmiyorlar
Küstahlar
Kabalar
Bangır bangır müzik veya futbol yorumları dinliyorlar
Fatura diyince yüzüne bön bön bakıyorlar
Kurallara uymuyorlar
Müşteri seçiyorlar...

Yokmudur iyileri, vardır elbet ama bir elin parmaklarını geçmez...
İstanbul'un taksicileri şehrin en büyük sorunlarından aslında... Herkes bunu farkında ama bu sorunu düzeltmek adına kimsenin elini kıpırdattığı yok !

Dün akşam adresimi bilen taksici beni cidden şoke etti...
Biliyosunuz yani?
Hanfendi (ablada değil hanımefendi... ben bunu öperim) bilmemek ayıp olur...

Dün elime 2010'da İstanbul'un kültür başkenti olmasından ötürü bir proje tutuşturuldu... Sanırsam çok kültürlüyüm o bakımdan görev bana şittirildi...
Dünden beri üretiyoruz kültürümüzün el verdiği ölçülerde bişeyler...
Bu sabah itibariyle dün ürettiklerimin hepsini çöpe atıp radikal önerilerde bulunma kararı aldım...

Orda burda şu etkinlikti, gaktı guktu boş şeyler...
Valilik emriyle kaymakamlıkların ilçe belediyelerine uygulatacağı toplu halk eğitimleri... 2010'a kadar eğitilenler karımızdır...

Önce ulaşım araçlarını kullananlar sonra hizmet sektöründe çalışanlar sonra yavaş yavaş diğerleri...

Kültür; Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, (ekin, eski dilde hars) : Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü.
Sosyolojik olarak, bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü o toplumun kültürüdür deniliyor...

Ben toplumsal gelişme sürecimiz içerisinde ilerlemekten çok gerilediğimizi gözlemleyip, düşündüğümden yaşı, eğitimi ne olursa olsun herkezi yeniden eğitmek taraftarıyım... Kentli olma kültürü mesela bizim kültürümüzde olmayan birşey... Geçer göçer ruhumuz genetik olarak yaşam sürmekte, çadırlarda sülale boyu yaşamış olsakta toplu yaşamayı beceremiyoruz mesela bu çok ilginç... Geçmişten gelen değerlerimizin korunması ise, taş taştır abi... Aynı etnik kimlikten kalan birşey değilse, topraklarımız üzerinde olmasına ve bu yüzyıla bizimle gelebilmiş ve bizim parçamız olmasına rağmen görmezden geliyoruz sahip olduğumuz değerleri...

Kültürsüz kültürlülerin şehri kültür başkenti seçildi yaa...
Yok böyle komedi...
Bu komedi de ufakta olsa benimde rolüm var... Onu bunu edelim, orda burda yapalım yerine halkın eğitimini şimdilik bir kenara koyup 2010'da memleketi ziyaret edeceklerin yüzü suyu hürmetine taksicilerimizi eğitsek diyorum...

Ben kültürü başka yönüyle ele almak istiyorum, olmas mı?

1 Ekim 2007 Pazartesi

Mimarlar günüüüüüüüm kutlu olsun... Deliye hergün bayram ya olsuun :)

Ekim ayının ilk pazartesi dünya mimarlık günü olarak kutlanılmakta !
Şayet mimarlık yapıyorsanız bu gün daha bir başka ehemniyet ifade etmekte...

Sevgili odamız bir hafta boyunca bir sürü etkinlik tertip edecek... Tertip ettikleri etkinliklere ya öğrenciler ya patron mimar (ki ülkemizde mimar olunmuşsa bi de patronsanız amaan bana ne durumları söz konusudur) ya da başı boş işsiz kaldırım mimarları katılabilecek...
Saat 14'te yapılan etkinliğe hangi çalışan mimar katılabilir size sorarım?

Sömürücü zihniyette ki özel şirketlerde çalışanlar ı-ıh... ancak kamu personeli olan, işçi kadrosu eh ama memur kadrosu sorunsuz gidebilir...
Peki peki beeen?
Benim cevap çok açık seçik ve net: Ben köleyim, benim patoronda firavun... İnşa etmem gereken çoook piramit var onçüüüün... Aslında şu an buraya msn'deki ters taklalar atıp kahkaha atan çocuk efekti koymak istiyorum... Ama onun yerine bolca parantez yapiciiiim :)))))))))))))))

Bu seneki temalar çok ilginç... Bir üçüncü dünya memleketi olaraktan böyle konuların seminerini yapıp, uygulanmasını ummak nasıl bir saflık, iyimserliktir ya...
Neyse...
Dünyadaki diğer mimarlardan ne eksiğimiz var canım diyerekten, geyiğime başlıyorum
(Acaba diyorum, bu kadar geyik bi mimar olmamdan ötürü geyik evi tasarımlarında mı uzmanlaşsam ben? evet yeniden ters takla atarak gülen çocuk efekti getiriyoruz gözlerimizin önüne... aferin... hayal gücünüzü çalıştırıyosunuz :ppppppppp)

Mimarlar Birliği (UIA) ve Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Örgütü tarafından bu yıl için açıklanan temalar günümüzün yakıcı sorunlarını dile getirmemizi, irdelememizi öneriyor. Bu bağlamda Uluslararası Mimarlar Birliği, mimarların, ekolojik planlama-tasarım-yapım anlayışının yapı ve kentlerin sağlıklaştırılması için araç olarak kullanılması, bu yolla karbondioksit emisyonunun indirilmesi için dayarlılığı artırmaya (Sıfır Emisyonlu Mimarlığa) çağırıyor.

!!!
Buyur gurbaaaan?

Sera etkisi yaratan zararlı gaz emisyonlarının % 50’si, inşaat ve ulaşım sektörleri tarafından oluşturulması karamsarlığa düşmemizin haklı nedenleri arasındadır. Uluslararası Mimarlar Birliği, bu yılki Mimarlık Günü etkinliklerinde, mimarların, ekolojik tehlike yaratan konulara eğilmelerini ve bu alandaki yaklaşım ve değerlendirmelerin giderek ön plana çıkartılmasını dilemektedir.

Mimarlık, yaşanılır kentler ve sağlıklı yaşam çevreleri yaratan bir meslek olarak, bu sorunları dikkate almakta, endişe duymakta ve çözüm üretmeye çalışmaktadır. Bizden sonraki nesillere gezegenimizin geleceği ve iklimini tehlikeye atmayacak ve dönüşü olmayan noktalara getirmeyecek yapılaşmış ve kentsel çevrelerin bırakılması , mesleğimizin kaçınamayacağı bir sorumluluktur.

Abi ben bu son parağrafa hasta oluyorum işte !!! Mesleğiniz ne veya mimarlık üzerine bi ahkam kesermisiniz denildiğinde herkezin yaptığı geyik bu !
İnsan yaşamını yönlendiren, etkileyen bir mesleğin mensubu olaraktan... Ülkemdeki mimarlık sorunları başında yabancı mimar sorunu, kaç göç, doğal kaynaklarımızın hebası vs. gelmektedir...

Hadi leen demek istiyorum !
Biraz evvel geri kazanılabilir atıklar için, kartondan yapılmış eski atık kutumu alıp odama plastik bir tane koymuş zihniyetler varken ben, bu güne kadar sadece tayni bir tasarımı inşa edilmiş bir mimar olaraktan ben mi oturup düşüneceğim sıfır emisyonlu mimarlığı...

Buna gelene kadar... ooooo... oooo diyorum.
Dünyanın görüp görebileceği en büyük deprem felaketini bekleyen İstanbullu bir mimar olarak, şu anki denetimsizliğe göz yuman, hala daha dandini malzemeyle bina yapan, para için imza çakan mesleğimi kirletenlerin poposuna egzos takıp daha bi eylemci gerçekçi sıfır emisyonlu mimarlık yapmış olurum ve oluruz der, tüm meslektaşlarımın gününü kutlar, hala daha dandini yerde kutlama yapıp, tüm mimarları üst üste istiflemekten zevk alan bizleri kokteylden çok alkol savaşından çıkmış hale getiren odamıda sevgiyle öperim !!!

Mimar dediğin estetikçidir, fonksiyoncudur... yani hiç değilse azcık aklı çalışandır be !!!