Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

8 Şubat 2008 Cuma

susma sustukça...

‘Nişantaşı’ adı, İstanbul’un semt adları tipolojisinde kökeni bir alamete dayalı olanlar arasında yer alır.

Padişah ve erkânının avlanırken veya özel olarak hazırlanmış ok atışları yaparken isabet ettirdikleri yerlere dikilen menzil taşlarının bir diğer adı nişantaşıdır.

Klasik buralar göz alabildiğince dutluktu durumundayken, Padişah III. Selim’in kurduğu Nizam-ı Cedid ordusunun yaptığı atış talimlerinin hatırası olarak ilk nişan taşını diktirmesinden sonra, II. Mahmud ile Abdülmecid’inde yöreye aynı amaçla ilgi duymaları bölgenin uzun zaman sarayın avlanma, atış ve mesire yeri olarak adlandırılmasına sebebiyet vermiştir.

III. Selim’in atış talimleri sırasında kullanmak üzere yaptırmış olduğu mescidin küçük gelmesiyle yada kimi kayıtlara göre harab olması nedeniyle Abdülmecid’in 1854’te Teşvikiye Camini yaptırmasıyla dutluk alan üzerindeki ilk binaya merhaba der.

Cami yapıldıktan kısa bir süre sonra, Abdülmecid’in Dolmabahçe Sarayı’na taşınmasıyla bölgeye olan ilgisi artmış ve bölgeyi iskâna açmak istemiştir. Biri Teşvikiye karakolunun önünde diğeri, Valikonağı caddesinin üzerinde bulunan iki taşta bu arzusunu dile getirir. Teşvikiye semti adını, Abdülmecid’in bölgeyi iskâna teşvik etmesinden dolayı alır…

Abdülmecid bölgeye öyle bir ilgi duymaktadır ki, şehzadelerinin 12 gün süren sünnetlerini ve kızlarının düğünlerini ‘Nişantaşı Sahrasında’ yaptırır.

Nişantaşı’nın gelişmesi 19.yy’ın ikinci yarısından sonra iki sebepten ötürü başlamıştır.
Birincisi Padişahın Dolmabahçe’ye yerleşmesi, ikincisi bölgenin şehrin en modern kesimi olan Pera’ya yakınlığıdır.

Yavaş yavaş dutluk alan önce paşaların konaklarıyla sonra iyi gelirli ailelerin evleriyle dolmaya başlar.

20.yy gelindiğinde, şehrin konakları ve köşkleri yerlerini batılı binalara yani app.mentslere bırakmaya başlar. (app.ments Fransızcadır. Ayrılmış bina anlamına gelir. Biz bu sözcüğü ithal ederken bina kısmını almışız.)

1930’lu yıllar apartman olgusunun İstanbul’da yaygınlaşmaya başladığı yıllardır. ‘Frenk usulü’ apartmanlar ve alafranga yaşam tarzı başlamıştır artık. Apartmanda oturmak toplumsal bir statü haline gelir.

Lüküs Hayat operetinin ‘Şişli’de bir apartman, eğer yoksa halin yaman’ sözleri o günkü durumu çok iyi anlatır…

Bölge yabancı mimarların haricinde mimarlık tarihimizin en önemli mimarlarının apartmanlarına da ev sahipliği yapmıştır.

O yıllar binanın cephesine mimarın imzasını attığı yıllardır. Günümüze sadece birkaç mimarın imzası ulaşabilmiştir; Hrant Apraham, Şabuh Hançer, Vedat Tek, Constantin P. Pappa.

Valikonağı, Teşvikiye ve Maçka Caddeleri üzerinde mimari sanat eseri olarak adlandırılan sayısı çok az kalmış eserler var.
Semt, 19. 20. yüzyıl mimari kimliklerine güzeliyle de çirkiniyle ev sahipliği yapmaktadır.
Tam olmasa da konut mimarimizin gelişimini gösteren bir açık hava müzesi niteliğinde diyebileceğimiz semtteki en genç binalar 25 seneliktir.

Semtin caddelerinde yürürken zamanın imar kuralları göre inşa edilmiş değişik pencere ölçülerine sahip binaları, önce kaçak kabul edilen ama sonra onaylanan çatı katlarını, zaman içerisinde değişen cephe kaplamalarını, değişen alt ve üst kullanımları, konuttan ticarete, ticaretten konut bölgesine geçişleri gözlemleyerek yürürsünüz…

Yapıldıkları dönemin mimari karakterini, fonksiyon ve estetik özelliklerini taşıyan semtteki binalar yavaş yavaş ömürlerini doldurmakta ve kullanıcıları tarafından yeniden inşa edilmek istenmektedir.

Elbette bu çok doğru bir istektir.
90 yılların sonlarında bölgede yenileme çalışmaları başlamış, mevcut birçok bina yıkılarak günümüzün koşullarına, istek ve kullanımlarına uygun olarak yeniden inşa edilmeye başlanmıştır.

İlçede faaliyet gösteren inşaat firmaları sayıca çok değildir.
Mitoz bölünme geçirerek çoğalmış bir inşaat firmasının tekelindeki bölge, 19yy cephe tasarımına öykünerek, eskinin yüksek tavanlı, kişilikli binalarına uymayan tasarımlar hayata geçirmekte, bir dairelik alanı iki daire olarak inşa ederek alanı değerlendirip mal sahiplerine yeni, kendisine daha fazla kazanç sağlayan konforsuz mekânlar inşa etmektedir.

Semtin çeşitlilik gösteren mimari kimliği bozulmakta, Apartman nasıl olmalıdır, apartmanda minimum ölçülerde konfor nasıl sağlanır konularındaki günümüze kadar yapılmış yerli ve yabancı uzman araştırmacının çalışmalarına aykırı tasarımlar inşa edilmektedir.

Birinci Ulusal Mimarlık döneminin seçkin önderi olan rahmetli Vedat Tek’in apartman nasıl olmalıdır, apartmanda konforlu yaşam nasıl sağlanır üzerine kafa patlatıp, koca bir cilt kitap haline getirdiği araştırması, semtimizde ki hatalı yenileme çalışmaları yüzünden içimi sızlatan bir eserdir.

Son günlerde semtin çeşitli bölgelerinde yer alan inşaatların önündeki paravanların üzerinde yazan ‘Nişantaşı’nın yeni mimarı’ yazıları beni düşünmeye ve bu yazıyı yazmaya teşvik etmiştir.

Nişantaşı kurulduğu günden beri özel olmuştur.
Şehrin gözde yerleşim yeri olan semt hem gündüz hem gece kullanıcıları için önemli bir yerleşkedir.

Kentli olma ve gelişme sürecimizin en önemli tanığı ve belgesi olan semt;
Nişantaşı oldu
Ketentaşı
Nerde bunların dikilitaşı sözleriyle anılır olmuştur.

400–500 bin dolarlardan başlayan fiyatlarıyla, mimari kimlikleri olmayan, yaşam konfor düzeyleri her binada tutturulamayan bu yenileme adı altındaki kirlenmeye karşı çıkıyor ve kendi çapımda eleştiriyorum.

İstanbul’un birçok semti padişahları tarafından gözdeydi…
Birçoğunu kurtaramadık…
Bari 3 padişahın gözdesi olan semtimizi kurtaralım…

Ve Nişantaşı’nın Ketentaşı olmasını engelleyelim!

1 yorum:

Ali dedi ki...

Peraya hayran birisi olarak, başlarda Nişantaşına pek gitmesem de, bunun büyük bir hata olduğunu yeni yeni anlamaya başlıyorum. Açık hava müzesi gibi gerçekten. Hayran olmamak elde değil. Bir apartmanda Hrant Apraham imzasını görünce içim cız etti.