Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

31 Ocak 2010 Pazar

Pasajtan haberler...

CRR'de nefis bir tango gösterisinden sonra mahallemin barına uğruyorum...
Geçen seneden beri görmediğim (1 aydır) dostlarım oradalar...
Randevulaşmadan hasret gidermeye bayılıyorum...
Ancak bir sigaracı olarak içerde çok uzun duramıyorum...
Kendimi dışarıya atıyorum ve onunla karşılaşıyorum...

Bir zamanlar beni tavlamak için binbir takla atmış şahsiyet...
En son numarası benim kankam olmaya çalışmaktı !
Adam hoş sohbet ama gel gör amaç beni avlamak olunca onca entellik çöp oldu :))

Heeey diye başlıyor muhabbet...
İzmir'de sevgili yapınca ortada görünmüyorum tabi ki...
Tüm samimiyetiyle nerdesin diyor...
Sevgili yaptım diyorum...
Hıım diyor...
İzmirli...
Nasıl yürüyor...
İki haftada bir uçuyorum...
Dırınınııııım... İzmirli sevgili yaptığımı öğrnen tüm bekar erkeklerin surat ifadesini takınıyor, bize gitmedin ele gittini...
Hatta olaya başbakanın bakış açısıyla yaklaşırsak gavura gittimi... :)))
Canım benim İzmir'e gitmeseydim de sen veya sizler beni avlayamayacaktınız... ah ah ne zaman öğreneceksiniz her kuşun eti yenilmezi... ;)))

Nasıl yürüyor diyor...
Güzel yürüyo diyorum...
Bir anda yüzü kıskançlığa dönüyor...
Süper bir ilişki diyor... İki haftadabir görüşme...
Yok diyorum o kadar süper diil, heyecan meyacan ölmüyo o ayrı ama özlemi feci kötü diyorum...
O sırada kendi evrenine geçiyor ve başlıyor kendi ilişkisinden dem vurmaya...

İki gündür sevgilisiyle ilgileniyomuş... Bu gün kaçmayı başarmış(!) yarın evinde kendi kendine kahvaltı yapmak istiyormuş... Kendi kendine pazar keyfi...

Tipik bi kadın olarak madem kaçıcan niye berabersin diye soruyorum, cevap muzip bi gülümseme... Ufaklık yeni yuvadan hoşnut anlaşılan... Üstelemenin alemi yok...

Bu akşam ne güzel evde keyif yapacaktım diyor aradı; nooooluuuuuuuuuuuur demiş... Tamam buluşalım ama bu akşam sende kalamam diyerek müthiş bi bahane uydurmuş...

Evde tek başına pazar kahvaltısı yapabilmek için bahane uyduran bi sevgili...
O noooo ve inkıridiiiipleeeeee...

Biramı birasına tokuştururken aman diyorum çok içip bahaneni unutma... sonra bu gece onda kalmak zorunda kalırsın sonra pazar keyfinden olursun...

Doğru söylüyosun diyip alkolünü kenara koyuyor...
Ona baş baş yapıp kankimin yanına gidiyorum...

Derin bi asker muhabbetinde kankim...
O noooo...
Yaş kaç olursa olsun erkekler bu muhabbeti şevkle yapıyor ve yapacaklar...
İkiside doğuda savaşmışlar...
Leş muhabbeti var...
Geyikim ya, benim reasüranstaki leşlerimi saysam gece bitmez diye dalıyorum muhabbete...
Çalan müzikle leş konusu bırakılıyor konu Jim Morrison'a geliyor...
İki leşi olan topçu arkadaş bu güne kadar kimsenin mezarına gitmemiş ama Jim'e gitmiş bide çiçek götürmüş bide hiiiç dua bilmemesine rağmen dua okumuşmuş...

Oooo konu konuyu açıyor... Benim nikime geliyor konu...
Civciv öldürdünmü diyor...
Benim kanki, arkadaşının saf salaklığından pek bi keyifleniyor...
Yok diyorum, bir proje teslimi öncesi T cetveli parçalamışlığım var... Ordan geliyor nikim...
Civ civ katletmesemde arkadaş etkileniyor rockçuluğumdan...
Eyvallah abi oluyorum...

Geyikler sürerken dünya meseleleride araya giriyor...
Neredeyse bir yaşıma daha gireceğim gerçekler öğreniyorum kankimin hayatından...
Nedim... İnsanlara güven olmuyor...
Ya da şöyle demek lazım, bizim yaşlarımızda insanlara bazen geliyorlar...
O gelişlerde ister istemez sadece kendi çıkarlarını düşünüyorlar ve bilerek bilmeyerek kırıp incitiyorlar...

İnsan sadece kendine güvenmeli...
Bizim yaşlar biraz tehlikeli yaşlar...
Yaşanmışlıklar-başarısızlıklar-üzüntüler yoruyor ve bir anda insan sadece kendini düşünüveriyor...
Dostlarını üzmüşmü-kırmışmı umru olmuyor...
Her koyun kendi bacağından asılır misali, denizdeki yılana sarılınır misali kendi derdine düşüyor...

Dedemin ben çocukken anlattığı masallardaki kuş gibi insan küllerinin arasından doğmayı bilmeli...
Dostlar-arkadaşlar-sevgililer-eş-dost-aile mühim ve olmalı ancak her ne olursa olsun hep yanlız olduğu bilincinde olmalı...

Sırtı çok dayamamalı...
Bir gün lazım olur diyip tek başına yetebilmeyi öğrenmeli...

Zümrütü anka olmak gerek bu devirde-bu yaşlarda...
Bu yaşlar pek bi kazık, pek bi kendinde halleri yaşları...

Tek biralık zamanda neler oldu... Yaaa reasürans kısaca hayat böyle işte... :)

Tikkatli olunuz, sevgilileriniz pazar pazar sıcacık yatağınızdan kalkıp tek başına yağda yumurta keyfi yapmak isteyebilir...

İçinizde bir zümrütü anka büyütünüz...
Gün gelir tek başınıza sırtlamak zorunda kalabilirsiniz herşeyi...
Bir kuş doğabiliyorsa küllerinden siz hayli hayli doğarsınız...

İyi geceler efem... bu kuş geçmişte çok doğdu küllerinden, biraz yaşın verdiği yorgunlukta gitsin uyusun, yeni günde yeni maceralar yaşayıp yazacak yeni hikayeler toplasın... ;)

30 Ocak 2010 Cumartesi

Cibelleee ve kibelleeee.. :p

Bu akşam değişiklik yapıp kuzenle çıktım...
Mahalleden dışarıya adım attım...
Ve noldu başıma taaaaş yağdı... :)))

Ghetto dediler... Konser varmış... ok...
Cibelle diye Birezilya'lı bi hatun...
Dinlemedim bilmem...Olsun dedim... Müzik evrenseldir... Ghettoda güzeldir...
Gittik...
Hatunun tanıtımı şöyleydi:

Sao Paolo’nun güzel kızları mankenlik ajansları tarafindan keşfedilmeyi beklerken zerafetiyle göz kamaştıran Cibelle müzik yapma telaşındaydı. Daha önce İstanbul Caz Festivali kapsamında şehrin sınırları içine giren Cibelle, 2003 senesinde kendi adıyla ilk albümünü çıkardı. Son olarak 2006’da çıkardığı “The Shine Of Dried Electric Leaves” albümüyle kalbimizi zorlayan bu şahane kadın, 10 elinde 10 marifetle platonik aşklara ön ayak oldu. Kadife bir ses, zarafetin yeniden tanımlanması ve çok sayıdaki müzik tarzının birleşimi Cibelle’i tanıtmak için kullanilabilecek terimler. Bu mükemmel kadın, 29 Ocak Cuma gecesi GHETTO sahnesinde Brezilya’dan çok seçkin şarkıların coverları ile dinleyenleri büyüleyecek.

Geyik bi hatun olarak ooo güzel popo görücez oldum...
Hı hı...
İlk şarkının sonunda yaptığım yorum; dönerken beni St. Antuana bırakın rahibe olucam bendi...

2. şarkının sonunda sigarasız bi, mekanda alkolle oturmaya daha fazla dayanamadım ve kendimi terasa attım... Sigaramın ortasında teras dolmaya başladı...

Yok artık herkese mi daral geldi derken yanıma tüneyen iki çıtır delikanlıdan raporu aldım...

Hatun 4. aşrkı sonrası hadi sigara molası verin demiş bende ayakkabılarımı değiştireyim...
Hatun fosforlu turuncudan yüksek ötesi patiler giyomuş, önde olduklarından görmüşler...
Ayakkabıları boşverin hatun ne iş oldum...
Kafa iyi olmadan çekilmez dediler...
Alkol yetmez bu hatun için dedim...
İki kanki 5 çakıp bizde aynı şeyi söylemiştik diye başladılar benimle hatun hakkında geyike...

Yaşımı seviyorum...
Azda olsa hayatı bilme, insanları tanıma okuma rahatlığını yaşayabilme keyfi veriyor yaşım...

Ola la...
Çocukları geyiklerimle mest ediyorum...
Kuzenim yerlerde...

Salakmısınız nesiniz a benim çıtırlarım, hadi biz arkadaş kurbanı olup geldikte siz bile bile mat olmuşsunuz...
Doğru diyo...
Hatun yıktı bizi...
Elektro desem diiil...
Melenkoli desem hiç diil...
Dans müziği hiç mi hiiiç diiil...

Çıtırlar kuzenim ve arkadaşlarından da gaz alarak latin müziğini yorumluyo hatun diye entelce dalıyorlar konuya...

Dün gece CRR'de Aksanat Cem Mansur yönetiminde latin konseri verdi diyorum... Mayalardan esinlenerek yerlilerin halk türkülerinden öyle parçalar dinledik ki canlı canlı tanrılara kurban edilme ritüelini bire bir yaşadık bu hatunun yaptığı latin musikisinin l'si olamaz... Ve başlıyorum Cem Mansur'un konser başlamdan önce yarım saat süren genel kültür vazından aklımda kalanları oğlanlara saymaya...

Ola laaa...
İki tane hizmetkarım var...
Ancak ikiside hala fosforlu yüksek ökçelerin etkisinde...
Yazık...
Hangi Türk kadını öyle pati giyer? fentaaaziii için bile ı-ıh !!!

Geeençlik zehirleniyor efendim... :pppp

Çocukları şapşal edip aşağıya iniyorum...
O noooo hatun fosforlu farlar elinde sahnede duruyor...
Hangisini süreyim diye soruyor...
Seyirciden gelen istek üzerine çingene pembesi ötesini sürüyor...

Kuzenime dönüyorum gece makyajı budur diyorum...
Bundan sonra böyle çıkmalı dışarıya...
Gülüyor...

Gülmesi bitmeden hatun öyle bir parçaya başlıyor ki hayatımda hiç denemediğim halde hapçı kapçı ve otçu olmak istiyorum...
Kuzene dönüyorum ben bu hatuna dayanamayacağım diyorum... Ya rahibe olacağım ya müptela ben gidiyorum...

Ona ve arkadaşlarınada geldiğinden çıkıyoruz...
Azcık kalmıştı otçu olmamıza wallah billah...
Hatun tek başına süper performans sergiliyor ancak o şarkılar o sözler o musikiiii o noooo...
Cuma gecesi eğlenmeye çıkmış 4 hatundan 2 si harbi harbi allah yoluna girmeye karar veriyor... Hatun öle böle diil ruhsal olaraktan tuhaf bi biçimde etkiliyo adamı...

Tabi etkiler bacım çekmiş, dumanlamış akfayı oh miis gibiiii...
Wallah çıtırların yalancısıyım... :))))
Garibanlar hatuna hayranlarmış... Canlı performans yıktıntıya çevirdi onları...

Her neyse bu akşam ilginç bir akşamdı...
Menepoz, ayrılık, acı, yaş dönümü, ilişkiler üzerine yazar bendeniz bol boool malzeme topladı...

İlk defa gelecekten ürktüm bu gece...
İlk defa dostlarım için canı gönülden şükrettim ve yaşımın hatunu daha doğrusu ruhuna sahip olmadığımı anladım.

Hayat çok ilginç...
Ne hayaller ne beklentiler sonrasında nerede oluyorsunuz...
Hele sevdiklerinizi gördüğünüz yer veya yerler beğeninize uymuyorsa o zaman kötü oluyor...

Bu gecenin en güzel anı cihangirdeki mekanlarda sigara içilebiliyor olmasını keşfetmekti...

Bir daha mahallemden dışarı çıkarmıyım bilmem ama bildiğim hala geeeeenç olduğum ve malesef hala Bon jovi gençliği olduğum...

Ve malesef itiraf etmeliyim ki Ozy ozborn gerçek limanını bulmuş...
Her yerde sevdiceğini sayıklayan, onu aklından geçirip özleyen bir kadınım... Ateş bende çoktan bacayı sarmış bu kadın ruhunuda eşinide limanınıda bulmuş...

Bu gece bir sürü şey toplandı...
Umarım parmakalrımın ucunda hayat bulurlar...

Manastıra gidip rahibe olmaktan kıl payı kurtuldum ya huuuuu... :)))))))

29 Ocak 2010 Cuma

Kırmızı dudaklı, maviş gözlü sarışınım...

Soğuk ve yorgun ötesi bir günden eve son derece bezgin bir şekilde adım atıyorum...
Tek istediğim ılık bir duş alıp kendimi yatağa bırakmak...
Banyoya giriyorum ve birden muzip maviş gözleri, kırmızı dudaklarıyla bana gülümserken buluyorum onu...
Bir anda sevinç ve mutluluk içimi kaplıyor ve kahkahayı patlatıyorum...

40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi... Unutup gitmiştim onu... O ise beni unutmamış, nasıl yapmışsa yapmış en bezgin, en keyifsiz günümde karşıma çıkmıştı !!!

Bunca sene sonra hemde banyodaaaa...

Biraz sapıklaşmış herhalde amaan boşver diyip yıllardır görmediğim sevdiceğime-dostuma sarılıyorum...

Nerelerdeydin?, nasılsın diye başlıyoruz muhabbete...

Bunca sene sonra ortaya çıkıp banyoya saklanıp sürpriz yapılırmı ya diyorum...

Yapılır yapılır diyor... Annen banyoya saklanıp sana merhaba dememin daha doğru olacağını söyledi diyor...

Güzel düşünmüş annemde ama ben eee şey çıplağım...

Amaaan diyor nelerini gördüm senin...

Dimi? nelerimi gördün benimde ben artık kocaman oldum diyorum... memelerim var benim...

Evet diyor... Değişmişsin, kocaman olmuşsun... Saçların uzamış... Kramer kramer'e karşıdaki velet gibiydin eskiden diyor...

Evet ya... Kısaydı hep saçlarım...

Çok uzamışlar... Bakıyorum göbek hala aynı göbek...

Göbeğimi içime çekiyorum ve sen hiç değişmemişsin diyorum... Sana yaşattıklarımın izleri hala üzerinde...

Gülümsüyor ve beni çoktan affetmiş sevgi dolu bakışlarıyla wahşi kızdın... Dişlemeyi çok severdin diyor...

Hala seviyorum ama sana verdiğim zararı kimselere vermedim diyorum geçmişe duyulan pişmanlıkla... Uf ne kadar caniymişim ya...Dişlememin ayarı yokmuş...

Isırılma konusunda hala özelim desene diyor...

Evet diyorum...

Onda bıraktığım izleri okşarken bana hayırsız diyor... Senelerce beni arayıp sormadın diyor...

Evet... hayırsızım...ama isteyerek hayırsız olmadım... büyüdüm ve sen benim çocukluk arkadaşımdın büyüyemedin sen benimle...

Evet ama hala arkadaş olmaya devam edebiliriz... Bak nasıl yüzün güldü, mutlu oldun beni görünce...

Eveeeet diyip kocaman bir öpücük konduruyorum burnuna...

Hadi küçüğüm üşütme gel yıkayayım seni diyor...

Küçüğüm mü?

Eveet, sen büyüsende kocaman olsanda benim küçük kızım olacaksın...

Asıl sensin benim küçüğüm...

Birlikte birbirimize bakıp gülümsüyoruz... Birimiz büyümüş diğerimiz küçük kalmış olsakta birbirimiz için küçük ve özeliz... :)

Hadi hadi duşa su kuşu diyor bana...

Senin de duşa ihtiyacın var diyorum... Biraz kirli ve yorgunsun...

Evet kirliyim ama yorgun dilim... Seni görünce tüm yorgunluğum geçti diyor...

Benimkide geçti diyorum...

Eski günlerdeki gibi birlikte yıkanalım ben seni sen beni yıka diyor...

Yıkanalım bitanesi...Yıka beni, bende seni yıkayayım güzel mavi gözlü, kırmızı dudaklı, sarışın tek boynuzlu plastik zürefaaam...
;)

Sevgili annemin sayesinde yıllar sonra çocukken en sevdiğim oyuncağım olan zürefamla geçenlerde banyoda yeniden buluştum...
Tarafımdan kemirilmiş, kirli...
Ama benim...

Ne tuhaftır dilmi, geçmişimizin bize mutluluk veren şeylerini unutur sonra onlarla sürpriz bir şekilde buluşunca yeniden onca seneye-değişimlere rağmen nasıl mutlu oluruz...

37 yaşında koca eşşek bendeniz, 3-4 yaşımda taaa Alamanyalardan gelip hayatıma girmiş sonra bilmem kaç senesinde hayatımdan çıkarıp attığım zürefamı görünce piyango kazanmışcasına sevinip mutlu oldum.

Çocukluğum onu bana yollamak istemiş... Belki beni mutlu etmek için belki içimdeki çocuğu canlandırmak için...

Bu hafta içinde aldığım en keyifli hediyeydi...
Annemin koyduğu yerde bıraktım...
Sabahları yüzümü yıkarken bana gülümsüyor... Bende ona...
Keşke dişleme huyum olmasaymışta garibim tek boynuzlu kalmasaymış...
Olsun yinede çok yakışıklı maviş gözlü, kırmızı dudaklı, sarışın siyah benekli zürefaaaaam...
;)

25 Ocak 2010 Pazartesi

Evde...

Hava şartlarından işe gidilmeyen bir pazartesi...
Aslında yollar gidilmeyecek kadar kötü değil ama çok üşüyorum...
Evimde bile ısınamazken ofiste çok zor olurdu...

Arabesk-modern ilginç bir gün...
Anneyle yapılan kahvaltı-sabah dedikoduları...
En baş konu kapıcının tembelliği ve sosyetikliği...
Alaman salamının karabiberli gauda ile müthiş uyumunun verdiği keyife uymayan gazete haberleri...

Kata kat bir halde elimde kahve içerken annemin migrosu boşaltıp eve gelmesi...
Mutfağa girmemiz ve çeşit çeşit yemeklerin ilginçtirdiki hiç tartışmadan birlikte yapılması...
Zeytinyağlı kereviz, nohut, karnıbahar ogreten, köfte, peynirli puaça... Ya yatıya misafir geelcek ya da annem 1 hafta boyunca yemek yapmayacak... :)
Sonrasında kedi gibi dolanmam...

Ekranda Derya, kulaklarda Paganini,Verdi... Annemin elinde bilmem kaçıncı bilmem kimin bebeğine ördüğü hırka bende beyaz çay...

Klasik müziğimize alt komşunun piyano derside karışıyor...
Üste ayrı altta ayrı aryalar...

Kar yağıyor...
Çocuklar kartopu savaşıyla arabaların üstünü temizliyorlar...
Ben bir türlü ısınamadım...
Üşüyorum ama keyifliyim...
Pazartesileri evde olmak pazardan daha keyifli...

Çatılar beyaz, görüş mesafesi yok ve boğazım gözükmüyor... Biraz sonra conrad'ın ışıkları yanacak yavaş yavaş akşamın çöktüğünü hissettirecek...

Güzel keyifli mutlu bir gün. Anneyle aynı evde saatlerdir klasik ana-kız tartışması yapmadan nefis keyifli bir karlı kış günü...

23 Ocak 2010 Cumartesi

Kar...

Her yer bembeyaz...
Sonunda beklenen kış, kar geldi İstanbul'a...

Beyazlık birbirinden çok farklı duygular hissettiriyor...
Bir yanda soğuk, sıkıntı... Öte yanda romantik kirlenmemiş saf beyazlık...
İnsanın içi baktıkça güzelliklerle, umutla dolduran neşe veren bir güzellik...
Öte yanda ısınma derdi, yürümenin zorluğu...

Hayat çok ilginç... Umutla umutsuzluğu aynı anda yaşayabiliyorsunuz...
Bir beyazlık her şeyin üstünü örtüp mutluluğu getirip sizi alıp götürebiliyor...

Şehrin ortasında beyazlığın keyfini sürmek pek kolay olamasada üst katlarda oturmanın keyfiyle, çatılardaki ve arka bahçelerdeki beyazlığın keyfini çıkarıyorum...

Martılar uçuşuyor... Kargalar çıplak dallara konuyor... Kediler ağır ağır minik patileriyle karın üstünde iz bırakarak sığınacak bir yer aramaya gidiyor... Bacalardan dumanlar çıkıyor rüzgarla dans edip savruluyorlar bi yana...

Sıcacık yuvalardan dışarısı çok güzel...

İnsanın çocuk olası, karda yuvarlanası geliyor...
Zamansız, genç, dertsiz tasasız ufku, hayal gücü geniş, incinmemiş, neşeli, oyuncu...

Bir beyaz örtü nasıl herşeyi değiştiriyor...
Soğuğa-sıkıntısına rağmen nasıl mutlulukla doluyor insanın içi...
Yüzlerde bir tebessüm, eller kaloriferlerin üzerinde, mutfaktan gelen nefis kokular burunlarda beyazlığın keyfini sürüyor şehir insanları...

20 Ocak 2010 Çarşamba

Nedimenin maceraları...

Sabah sabah arıyor...
Ozy uyandın mıııı?
Sayende evet auuuhhh...
Hadi kalk gelinlik deniceeeez...
Ben diil sen...
Oziiii...
Neee beee tamam beeee...

Sabahın 11'ne randevumu alınırmı ya...
Ne güzel işe gitmeyeceğim bir gün... Rahat rahat biraz daha uyumak varken...

Kabul ediyorum ben biraz bencil bi arkadaşım... Sevgili arkadaşım mesleğimden ileri gelen zevkime, gözüme güvenip sadece ve sadece beni yanına almak istemiş, ben yarım saatcik daha uyusaydım yaaaa pazarlığı ve kavgası yapıyorum...

İnkıridiiipleeeeyim... :)

Neyse kar yağışlı soğuk bir İstanbul sabahında mahallemizdeki lüküs gelinlikçiye doğru yola koyulduk...

Kapıdan içeri girdiğimzde kaç randevusu olduğumuzu sorarak bizi karşıladılar...
Sanki doktora geldik...
Neyse gıcık olmayıp en şirin halimle en iyi kız arkadaş rolüne bürünüp bizimle ilgilenecek gelinlik uzmanına gülümsedim...

Bu arada lüküs gelinlikçide şemsiyelik yok!!!
Eee şemsiyeleri nereye koyalım sorumuzun cevabında hatun antrede baya bi dönüp dolanıp köşeye koyun cevabını verince bir anda marka benim gözümde düşüş yaşadı...

Aaaa zerafet detaylarda gizlidir lütfeeeeen...

Şemsiyelerimizi hatunun gösterdiği köşeye terk ettikten sonra prova oadamıza yöneldik...
Hayatımda ilk defa böyle bir yere gelmiş bir şahsiyet olarak hem ilk deneyim hemide mesleki sebeplerle etrafı incelemeye başladım...

Krem rengi geniş deri koltuklar, koyu kahverengi kadife perdeler, camı oynayan bir cam sehpa...
Açıldığı günden buyana bir daha ellememişler dekorasyonu...

Yastıklarından dolayı rahatsız olan koltuklara çöküp kahvelerimizi içip elimize tutuşturdukları kataloğu incelerken düğün marşı çalmaya başladı...
Giderken her halde İzmir marşını çalacaklar dedim....

Gelinlik uzmanımız illa katoloğa bakmamızı istiyor....
Biz baktık... İnternetten modelllerimizi seçip geldik...
Yaaa ama malesef internetteki her model yok bizde...
Yok mu?
Yok...
Seçtiklerimden hangisi var acaba?

6 modelden 3'ü ellerinde varmış...
Hadi ya bismillah olup denemye başladık...

Bu arada gelinlik uzmanı hatunumuz modelleri gördükten sonra veya arkadaşımı inceledikten sonra size şu gider gitmez gibi bir yönlendirme yapmaya hiç ihtiyaç duymadı...

Deneyin görelim diyor...
Yaw yakışmayacak bişeyi niye deneyip zaman kaybedelim dimii...
Galibam bu benim düşüncem...
Orada işler uysun uymasın beğenilen tüm modelleri denetmekle yürüyor...
Kimse olaya vakit kaybı, aynada kendini görüp beğenmeme bunalımı yaşatmama olarak bakmıyor...

Ben galibam problemli bi müşteriyim... neyse...

Dırınınıııııım...
İlk gelinlik nasıl süper bişey...
Onca modelden benim tek seçeceğim şey.
Ama malesef kuyruğu arkadaşıma uzun geliyor...
Mimar zekası, anında çözüm üretici olarak keseriz diyorum...
Hatun olmaz diyor...
O noooo şaka özürlüyüz biraz...

Aynanın önünde etekleri uçuşturuyoruz, dört bi yana dönüyoruz...

Çocukluğundan beri prenses hayali olmayı kuran küçük kızların sonunda muradına erdiği an sanırsam bu an !

Külkedisinden prensesliğe geçiş...

O la laaa...

Acep yakın arkadaş olarak iki damla göz yaşı akıtmam gerekiyor mu?

Acemi bi nedimeyim ya o bakımdan... :)

Bütün modeller straplez...
Arkadaşım birer ikişer gelinlikleri denerken muhabirliğim tutuyor:

Neden hepsi straplez?
Başka modeller tutulmuyor çünkü.
Herkese gitmez ki diyorum straplez, kocaman memelisi var, sarkığı var, füze gibi dimdik olanı var... tonbişi var, balık etlisi var, obezi var...nasıl sığdırıyorsunuz hepsini diyorum...

Hatun bana cahilliğimden ötürü acıyarak bakıyor ve sığdırıyoruz hepsi için hile hurdamız var diyor...

Sadece dimdik taaaş gibin memeler straplez giyebilir tezi çürüyor yani diyorum...
Evet...
Benim mememler sığar mı?
Sizinki birşey değil ki diyor...
Bu arada odada ki en büyük memeler benimki olmasına rağmen hatun memelerime güccük muamelesi yapıyor!!!
Sensin güccücük memeliiiii hıh!
Eminsiniz yani bana gideceğinden çünkü düğünde işte oğlana bunları aldınız şeklinde show yapmak istemem diyorum...
Yapmazsınız diyor...

Bu arada bana balık modelin gideceğini söylüyor...
Balik etli hatuna balık model gelinlik...
Süpeeer...

Bu arada salak uzman dicem, arkadaşımın vücut hatlarına uymayacak modelleri ona getirip getirip duruyor...

Sahiplenici arkadaş olarak arkadaşımın üzerinde nasıl modeller getirmeli gösteriyorum...
Mesleki oran-oarantı bilgim saolsunda;
Gören 40 yıllık biçki-dikiş bilen sanır...
Gören tasarımcı sanır...
Gören hangi bedene ne gider bilen sanır uzmanlığında ahkam kesiyorum hatuna...

Yavaş yavaş damarlarım sigara diye inlemeye başlıyor bu arada...
Arkadaşım kıvranmamdan nerde sigara içebilir gösterirmisiniz diyor...
Canım beniiiiim... halden anlayan biricik arkadaşım, büyüdüde gelin olacak, elllere karışacak, İzmir'lere yerleşecek ühü ühüüüüü...
Acilen sigara içmesi lazım diyor...
Hatun storları açıp balkon kapısını açtığı anda duygusal dünyam normale dönüyor...
Cigaradan ilk nefes ve oh...
Balkondan profesyonel bilgiçlik yardımı moduna geçiyorum...
Bak bu oldu ama o fiyok gitmeli...
Bu duvak nefiiiis... Kapa bakim duvağını... Kapa görcem... Dön şimdi, bide göbek at... (Hödöö göbek atmamı niyeyse...)Tamam model bu...
Eheee...

Modeli seçip fiyat konusuna gelince ben sana demiştim İzmir marşıyla bizi uğurlayacaklar diye diyorum... Yani İzmir'e gelin gidiyosun sonuçta güzel uğurlama...
Oziiiii diyor...
Yalan mı söylüyorum diyorum...
Cık diyor...

Nefis gelinliği içinde kuğu gibi arkadaşım maşşallah süpaaan allahtaaa prenses olmak pek ucuza maaal olan bişi diil malsef...

Erkeklerin işi zordur be gülüüüüm...
Allah eniştenin kesesine bereket versin deeer, kendi gelinlik provamda elimde şampanya kadehimle deneme yapmak isterim diyorum...

Harbiden, düğün müziği çalan, dünya parası isteyen bi yerde şampanya ikramıyla olmalı bence bu deneyim...

Daha güzel, özel hisseder insan kendisini...
Yalan mıııı?
:p

Gölgelerin gücü...

Dayanma gücümüzün ölçüsü neyle ölçülür?
Bir ölçüsü bir sınırı varmıdır?
Ölçüsü varsa ne cinsindendir bu ölçü? Litre, metrekare...?
Hani taş olsa çatlar deyimi gibimidir bir insanın dayanma gücünün sınırına gelmesi?
Aaa çatladı...
Dayanma gücü sınırına gelmişti ikiye ayrıldı normal...
Ha... tamam o zaman...

Derdi veren allah sabırda verir derler...
Bir türlü dolup taşmayan bir kaba durmadan su ekleyip dururken, aha tam taşacak derken yeterli boşluğun oluşması gibi bişey galiba dertle sabır ilişkisi...

Matematiksel bir formülü varmıdır acaba? E=mc2 gibin yada uzuuuun bir denklem açılımı formülü gibin...

Tam yeter artık derken yeni birşey için gücü nasıl buluruz?
Güçlü olamayız sanırken nasıl güçlü oluruz?

Veya güçlü olmak zorundamıyız?
Dayanmak zorundamıyız?

Acıları, üzüntüleri deneyimlemek nasıl bir tecrübedir? Ve bu tecrübeye sahip olmak bi işimize yarayacakmıdır?

Yaşadıklarımızla büyüyüp, olgunlaşmak tercihimizmidir? Yada illa olması gereken şeymidir?
Alooo ben belki olgunlaşmak istemiyorum, bana fikrimi soruyomusunda gönderiyosun bunları deme şansımız-lüksümüz yokmudur?

Gölgelerin gücü adına güç bende diye He-man gibi haykırınca bir anda güçlerle kuşatılsak güzel olmazmıydı?

Güç bende dediğinde gelen, seni kuşatan böylesine basit, kolay bişey olsaydı iyi olmazmıydı?

Dayan dayan nereye kadar?
Sabret sabret nereye kadar?

Ölümsüz olsak bunca çabaya eziyete değer dicemde...
Yarını, yarını geç 1 saat sonramızı bile bilmezken bunca eziyet, acı, dayanma, sabır, güç fazla değilmi?

Neyse güzel akılcığımı yormim böyle şeylere...
Gölgelerin gücü adınaaaaa güç ve dayanma gücü bendeeeeee...

U=IxR
Bıızt bıızt bııııııızt...
Akım biraz fazla geldi sanırsam bıııızt...

19 Ocak 2010 Salı

Sulu götürüp susuz getiren pisuvar...

Yeni senenin yeni ayının taze mesleki dergileri bugün elime ulaştı…

Hıım hııım hepsi nefis ve taze mimarlık kokuyorlar…

İkea'dan yeni aldığım koltuğuma kurulup şöyle bi göz atayım derken üç ayda bir yayınlanan Mimarlıkta Malzeme dergimde yeni bir ürün tanıtımı gördüm…

Susuz Pisuvar!

Susuz… Evet susuz…

Ve okumaya başladım… Gelişen teknoloji hayatımızın her alanında kendisini gösteriyor o ne güzel o la laaa derken uyuyan geyikim uyandı ve laptopun tuşlarının başına geçti…

Efenim, yeryüzünün sınırlı su kaynaklarının korunmasına katkıda bulunmak ve düny

ayı bekleyen susuzluk tehlikesine karşı önlem almak amacı ile düşünülmüş, tasarlanıp üretilmişmiş susuz pisuvar…

O la la…


Gelişmiş bi memleket olsak erkeklerimizin çiş ettiği yerdeki su harcamasına elbet çoktan konu gelmiş olurdu ancak hala daha diş fırçalarken suyu kapatmayan bi topluma su kaynakları tükenmesin diye susuz pisuvarı üretip sunmak bana erken gelen ultra sonik bi çevrecilik-hayalperestlik olarak geliyor…


Neyse birilerinin düşünüp memlekette üretip satıyor olması da sonuçta iyi bişeydir diyorum ve sizinle su kaynaklarımızı koruma altına alacağımız ürünün özelliklerini paylaşıyorum:


Birim maliyet açısından diğer pisuvarlara göre daha ucuzmuş…


Hijyenik ve kokusuzmuş… rastlantı eseri gördüğüm tüm pisuvarlar iğrençti… Nasıl hijyenik ve kokusuz olabilirin cevabı şu kadar basitmiş: Suyla çalışanlara göre 5 kat daha hijyeniklermiş çünkü bakteri ve virüsler nemli ortamda yaşarlarmış. Rezervuarlı bir pisuvarın ıslak yüzeyi domestos reklamındaki yaratıklarla dolu olurmuş… Bu mantıkla klozetlerimizde hiç hijyenik diiil o zaman! Hangimiz her dakika elimizde fırça ve dezenfektan klozet temizliyoruz?


Koku üretmemesinin nedeniiiii asıl koku yaratan suyun olmamasıymış. Arkadaşlar çişlerimiiiz aslında kokusuz mis mislermiş… Kokunun suçluları su ve havanın reaksiyona girerek amonyak gazı üretmesiiiiiiiiiiiiiiymiş.!


Su olmayınca hava çişe bişi edemiyo kokmadan gidiyooo…


İğrenç geldi dimi size bu muhabbet… Heey ben mimarım. Bizler maalesef kıçınızı koyduğunuz şeyden çatınızdaki kiremitte kadar her şeyi bilmek zorundayız ki sizlere konforlu mekanlar, ihtiyaçlarınıza göre doğru çözümler üretebilelim… Yaaa mimarlık masa başında sadece çizittirme dil işte…


Susuz pisuvar işletme maliyetini de düşürüyormuş…Eski tipe göre %100 su ve kanalizasyon maliyetinden tasarruf sağlıyormuş… Sifon sistemi olmadığından bozuk vanalar, tıkanmış borular vs. derdi ortadan kalkıyormuş…


Alooo hatun wcsi olmayan işletmeler… İğrenç wclerinize susuz pisuvar diyorum…


Bakımı kolaymış… Eline seramiğin spreyini bi de bez alıyomuşsun… İki fısfı bi bez… Temizlik ürünlerinden de tasarruf ediyomuşsun…


En önemlisi doğal kaynakları korumak için sosyal sorumluluk faliyetiymiş..

Ünzile münzile okutupta napıcan sök sulu pisuvarlarını tak susuzları göğsünü gere gere sosyal sorumluklarımızı yerine getiren bi kuruluşuz/kurumuz de! Süpeeer!!!


Sevgili bendeniz evde internetinde olması rahatlığıyla bu konu hakkında gece gece bi araştırma yaptım… Lüzumsuz bilgilerime bir yenisini daha eklerken sizleri de mahrum etmek istemedim… Bi şey diil rüyamda şeyler görücem… töbe töbe…


Pisuvar, Fansızca pissoir kökünden gelme bir sözcükmüş. Genel tuvaletlerde erkeklerin kullandığı duvar kenarına yerleştirilmiş sidiklik olarak açıklaması yapılıyor…


Ekşi sözlükte ise; erkeklerin ayakta şipşak işemelerini sağlayan minyatür klozet deniliyor. Bazıları da erkek tuvaletlerinde olup kadınlarınkinde olmayan icat olarak niteliyor.


Eee ayakya işeyebilseydik bizde de olur diyip kıskançlık yapmamaya çalışsak da arada bazı durumlarda hasetle iç geçiriyoruz bu duruma…


Mukadderaaat !


Ekşi sözlükten çok keyifli birkaç entryi sizlerle paylaşmak istiyorum:


Birisi pis su var ya da pis duvar kelimelerinin değişe gelmiş versiyonu demiş !!! Süper Türk erkeği zekası diyorum başka bişey demiyorum!


İlk kez Romalılar kullanmışlar pisuvar'ı… Şu Romalılar olmasa halimiz yaman olacakmış ya neyse… :)


Bi arkadaş çok güzel tanıtmış aleti buyurun yurdum pisuvar manzaralarına:


İçinde bir miktar naftalin bulunur eriyen naftalinler delikleri kapayıp pisuarin dolmasına belki sonradan taşmasına sebep olur. Lazerli olanları otomatik sifonludur. Yurdum insani önüne geçer kaçar 100 kere sonra lazeri bozmanın verdiği huzurla işer.


Lazerli pisuvar… Hiç duymamıştım… Ekşi sözlük bu konudaki bilgisizliğimi giderdi…


Leeyn arkadaş-sevgili erkekler insan haber eder dimi gelişmeleri… Kullanmasak ta bilelim gelişen değişen teknolojileri… Belkim konusuz kaldığımız bi hatun muhabbetinde lazerli aletlere işiyolarmış diye geyik yaparız… :p


Başka bi arkadaş memlekette ki gerçek kullanımını anlatmış: Bir zamanlar İtalyan lisesinde bir hademe tarafından yer bezlerini yıkamak için amaç dışı olarak kullanıldığı suçüstü tespit edilen cihaz. Ehee… garibim ne güzel bel hizasında lavabo sanmış… Adam görmüşmü, kullanmış mı ki daha önce… :)))


Arkadaş beni güldürerek anlatmaya devam ediyor; bunların fotosellileri de mevcuttur diyor. İçine işediğiniz bu teknolojik kenefin tek bir bugi vardir. Bazen fotosel havadan nem kapar (muhendiscesi, trigger alir), siz sakin sakin işerken sifonu üzerinize boca eder. o vakit 2 seçenek mevcuttur… Ya "cumle aleme altına işemiş imajı verip rezil olmiim" diyerek takim taklavati toplayamadan geri çekilirsiniz, ki bu sefer içerdekilere rezil olursunuz, ya da pantolonunuzda güzel bi lekeyle çikar, şempanze gibi dolaşırsınız. Bu fotoselli pisuvarlar bazen böyle iki ucu boklu değnektir.


Wallah tanıdığım hiç bi adamın başından böyle bi hikaye geçmedi… Bu lazerliler çok yaygın değil sanırsam… Harbiden böyle bi deneyim rezil bir vaziyete düşürür… :)


Ahaa işemiiiiiş…!


Bu entry ise dünya örneğinden memleketimizi ele alıyor:


Almanya 'da birçok wc 'de içinde bir adet maket kale ve kalenin üst direğine bağlı olup ortasına kadar sarkan bir ip ve ipin ucunda futbol topu barındıran versiyonu da üretilmiş olan zımbırtı... Amaç işerken çavuşla nişan alıp, çişinizi de bir mermi edasıyla kullanarak topa isabet ettirip, topun ağlarla kucaklaşmasını sağlamaktır ki; bu düzeneğin futbolla yatıp kalkan Türkiye 'de kullanılmaya başlaması düşüncesi bile tüylerimi diken diken etmeye yetmiştir... Düşününüz ki; onlarca belki yüzlerce kişi aynı anda tuvalette aleti elinde gol sevinci yaşıyor, birbirine sarılıyor. Tabii bi de erken gelen gollerin sonuçlarını düşünmek bile istemiyorum.
"çek onu gözümün önünden şeytan doldurur
!!"
"… golünü attı ve taraftarıyla bütünleşti."
"… skoru eşitledi, ortalık kan gölüne döndü!"


Yaratıcı…


Ben yurtdışından kendi deneyimimi paylaşmak istiyorum:

Boston'da yaşayan bir arkadaşımın yanında yaşadım bir dönem. O ve ev ahalisinin tümü şimdi adını hatırlamadığım bir restaurant-club'ta arada garsonluk yapıyorlardı. Eskiden banka olarak hizmet veren yer bir club'a dönüştürülmüş ve bu dönüşüm yapılırken kasa dairesi korunmuş çok ilginç bir iç mimariye sahip bir yerdi. Erkekler tuvaletinde pisuvarlar ortada buz dolu siyah dikdörtgen panolar şeklindeydi. Erkek müşteriler ilginç gelen bu tasarımı sevgililerine göstermek için devamlı içeriye hatun soktuklarından işemesi baya zahmetli bi wcydi. Eee bende doğal olarak götürülüp gösterilen hatunlar sınıfına girmiştim ve her hatunun yaptığı şeyi yapıp içkimdeki buzu dökmüştüm… Kafası iyi olanlar oradan buz almaya filanda kalkıyomuş ki ıııyk… O tarihlerde bana ilginç gelmiş ve memlekette kullanmak için fotoğraflarını çekmiştim… Kısmet olmadı kullanamadım… :)

Pisuvar hiçbir ülkede olmayacak şeyi başarıp geçtiğimiz senelerde Ordu valisinin pisuvarları kaldırtmasıyla memleket gündemimize girmiş birşey…


'…Ayakta işemek prostat kanserine yol açar diyenler var. Meğer ayakta işerken sidiğin yarısı içeride kalır, o da sizi prost edermiş… Bu haberi okuyunca gerçekte Avrupalıların haline üzülmedim desem yalan olur... Demek ki, onlar ayakta işediklerinden hemen hepsi prostat kanserine ya yakalanmışlar ya da yakalanacaklar…


Siz ayakta mı, yoksa oturarak mı işersiniz?...'


Kenthaber Erdem Yücel'in yazısından alınma bu satırlar… Vali sebebiyetiyle koca adamlar bu konuda araştırma yapıp köşelerine taşımışlar… İlginç bi memleketiz…


Erdem Yücel şöyle bir fıkrayla yazısını noktalıyor:


İki adam pisuvarlarda yan yana bevledirken sohbete başlamışlar. Biri diğerine sormuş, sen filanca ilden misin? Evet, yanıtını alınca sorusunu sürdürmüş; falanca köyden misin? Yine evet yanıtını alınca; seni Kör Rıza mı sünnet etti? Bu sefer diğeri şaşırmış; nereden bildin?
Deminden beri paçalarıma işiyorsun da!... :)


Ekşi sözlüktende pisuvarda yapılması gereken kontroller diye bir entyr var:


- sağ taraftaki herif bakıyor mu
- sıçratıyor muyum, sıçratmıyor muyum
- fayanslar yeterince beyaz mı
- tavana doğru genel bir kontrol
- sol taraftaki herif bakıyo mu
- son damla dona düşüyor mu
- fermuar kapatıldı mı
- pisuarın altı delik miydi (bunu en başta yapmalıydın dostum.)


Zor iş bence… Yanında birileri varken çıkar ve işe… Bide biz meraklı bi toplumuz daha bi zor olsa gerek bizim memlekette bu eylemi yapmak…


Allahtan biz hatunlarda pipi yok ve pisuvar kullanmıyoruz…


Eleştirmeyi, gözlemlemeyi sever bizler için pisuvarda işemek erkeklerinkinden daha zor olurdu:


Ayşeninkini gördünmüüü? Botox yaptırmış… Ucunada pırlanta taktırmış…

Ay asıl sen bilmemkiminkini görmedin, solaryumda yakmış…

Ay şekerim onunkisi kaçıncı silikon…


Yaaa basit bi işeme ey lemi sizdeki gibi zararsız büyük mü küçük mü kontrolü gibi olmazdı bizde… : ))) Tanrı kime ne vereceğini biliyor da veriyor işte…


Bu bir kültür işi… Bizim memleketimize daha gelmedi ama dünyada çeşit çeşit ve her biri ayrı sanat eseri niteliğinde pisuvarlar üretiliyor. Kimine çiçekleri sulama zamanı, kimine dikkat ısırır, kimine kaleye atış serbest diye ayrı ayrı isimler verilmiş… İçlerinde en popüler olanı ABD de Bush'u sevmeyenler için yapılan pisuvar imiş…


İnşallah maşallah bir gün memleketimizde susuzundan sonra eğlencelileriyle tanışır…


Bu arada pisuvar diyip geçtiğiniz pisuvarın en önemlisi Fransız sanatçı Marcele Duchamp'ın Fountain isimli eseridir… İngiltere'deki Çağdaş Sanat Müzesi bir anket düzenlemiş, modern sanatın en çok iz bırakan eseri nedir diye sormuş… Marcele Duchamp'ın pisuvarı P.Picasso ve Henry Matisse gibi sanatçıları geride bırakıp ilk sıraya yerleşmiş… Tarafımdan görülmüştür en ünlü pisuvar…


Duchamp'ın pisuvarı her şeyin anlamsızlığını ve hiçliğini vurgulayan bir sanat akımı olan Dadaizm'i başlatmıştır…


İşediğiniz şey koca bir sanat akımını başlatan bişey ona göre işeyin… ;)


Bu arada Hürriyet gazetesinde çıkan bir habere göre evde pisuvar olması prestij göstergesiymiş…


Yazımı memleketteki en ünlü pisuvar duvar yazısıyla bitiriyorum "ben senin kül tabağına işiyor muyum da sen benim pisuvarıma sigara izmariti atıyorsun"


Susuz pisuvardan nelere geldim dimi… ;)

Çişiniz gelmedimi?

16 Ocak 2010 Cumartesi

Tai chiii

Sonunda Tai chi çekirgesi olmayı başardım!Aslında çekirge adayı olmayı başardım desem daha doğru olur...

Yaklaşık iki senedir Tai chi eğitimi alan ve eğitmen olucam ben diyen ve olmuş bir arkadaşımla gelicem denicem ve yapıcam muhabbetimiz var...

Yeni senenin ilk ayında uygulamaya konulan arzulardan biri Tai chi oldu sonunda !!!

Çin yakın dövüş sanatlarının en ünlülerinden bi tanesi olan Tai chi'nin özelliği belli kanal ve noktalarda dolaştığı farz edilen enerjiyi nefes alma teknikleri ie dövüş sanatı hareketlerini uyumlu bir şekilde entegre etmesidir.

Tai chi chuan sürekli hızlı ve sert hareketlerden değil, Çin’de meşhur olan Yin -Yang (karşılık prensibi)’e bağlı olarak hızın ve gücün sakin ve yavaş hareketlerle birleşmesinden oluşur. Bir diğer deyişle maksimum gücün açığa çıkması için sükûnet ve yavaşlıkla birleşmesi gerekir.

Vücudun dayanıklığının artırılmasına yarayan tai chi egzersizleri kan ve enerji sirkülasyonunu olumlu etkilediğinden hastalıklara karşı direncin artmasına yardımcı olur. Tai chi chuan’ın bu özelliği onun bilhassa Batı ülkelerinde daha çok dövüş sanatı olarak değil de sağlık ve rahatlama için yapılan, dansa benzeyen bir dizi egzersiz rutinleri olarak bilinmesine yol açmıştır.

Tai chi chuan’ın bu şekilde bilinmesinin asıl önemli sebebi dövüş uygulamalarının ancak son 15–20 yılda ve çok kısıtlı olarak Batı dünyasında tanıtılması ve dolayısıyla pek bilinmemesidir. Karate, Judo, Aikido gibi Japon dövüş sanatlarının aksine Tai chi eğitiminde dövüş uygulamaları hemen değil, ancak solo (tek başına yapılan) egzersiz rutinleri ile bedeni ve qi’yi kontrol etme yeteneği belli bir seviyeye erişince başlar. Bu seviyeye erişmek, yani sağlık için tai chi yapmaktan bir dövüş sanatı olarak tai chi chuan öğrenmeye geçmek için gerekli zaman, çalışma kalitesi ve yoğunluğu ile doğru orantılı olduğu kadar kişisel yeteneğe de bağlıdır.

Kısaca nedir diye tanıttıktan sonra deneyimime geçiyorum...

Nişantaşında ev-ofis bir mekanda, gördüğüm en geniş salonun yoga-thaichi egzersiz alanına dönüştürülmesiyle oturdukları yerden para kazanma fikirini uygulayan iki hatunun arkadaşıma salonlarını kiraya vermeleriyle arkadaşım mekan derdinden kurtulmuş...

Mumlar, tütsüler... Mistik bir müzik...

Matların üzerinde yavaş vavaş Çin öğretisine adım atıyoruz...

Tai chi'yi çok sevdim çünkü ben sağlak olmama rağmen hep ilk adımı ilk hareketi soldan yaparım. Thaichi de kural ilk adım soldan olacak !!! Yuppiiii... Millet bilmem nereye gider ben tersine durumu bu sefer olmadı süper bi duyguydu...

Son derece zarif ve etkileyici bir biçimde bir takım hayvanların adının aldığı hareketleri yaparken arkadaşım aslında bu hareketlerin dövüş sanatında neye yaradığını anlatınca zarifçe yaptığım hareketin aslında hızlı yapılınca adamın kulağını koparmama yaradığını öğrenince gulup oldum!

İçimdeki kubbaaa canavarının çok hoşuna gitti. Dövüşçü olabilmem için 10 sene geçmesi gerekiyomuş... Öle bi neiyetim yok... Şakadan kulağını alırım bak, böğrüne tekmeyi basarım şeklinde takılsamda yeter bana... :p

Ben ruhu sabırsız bir insanım...

Yavaşlamayı öğrenmek ruhuma çok iyi gelecek... Sakince hiç birşey düşünmeden hareketlere ve nefesinize odaklanıp bambaşka bir aleme yolculuk yapıyorsunuz...

Denge, iç huzur Tai chinin kazanımları...

Çok ilginç sol tarafım çok dengeli ama sağ tarafımda denge sorunu olduğunu keşfettim... Sol ayak havada kıpraşmadan durabiliyorum ama sağ ayak havadayken ı-ıh... Vücudum eşit dengeye ve ruhum iç huzura kavuşacak.

Sağlık açısından çok faydalı Tai ci... Bağışıklık, stres hepsi gidiyormuş...

Arkadaşım gençlik pınarı diyor Tai chi için...

40'ma 3 kala gençlik pınarından su içmeye başlamış bendeniz düzenli bir şekilde gitmeye ve yapmaya devam edersem edebi gençliğimi sonzuza dek koruyacağım sanırsam... :)))

Estetik mi yaptırdın? Hayır Tai chiiii...

Böyle hayallerim var...

Ders çok eğlenceli geçiyor... Arkadaşım süper kafa ve çılgın bi şahsiyet olduğundan hiç bir yerde deneyimlenmeyecek keyifler deneyimleniyor...

Yaşlanınca bana dua edeceksiniz... sıkın alt kaslarınızı... Altınıza çiş yapmayacaksınız yaşlanıncaaa!

Hiç bir Tai chi örtmeninin bu gibi yaklaşımlarda bulunmayacağına eminim...

Ruhumuz arındı, organlar yerlerine yerleşti, dengemiz sağlandı ve yaşlanınca altımıza çiş yapmayacağımız garantilendi... Daha ne olsuuuuun... :))

Yoga mı Tai chi mi? Yogadan daha keyifli... Evde yoga yapmak bana zor geliyor... Sezsizlik, huzur vs. ev ortamında bunu sağlamak güç ama Tai chi dış dünyaya birebir kendinizi kapamadan ayakta yapabileceğiniz bir meditasyon olduğundan daha kolay ve daha uygulanabilir geldi bana...

Bilmece çözmeyi sever bi şahsiyet olmadığımdan hareketleri akılda tutmak-hatırlamak babındada hafızayada iyi gelebilecek birşey olduğuna karar verdim...

Şimdilik 4 hafta boyunca günde 1 defa gideceğim... Adam akılı öğrenebilmem için 5-6 ay gerekiyormuş... İnşallah maşallah bir aksilik olmaz ve devam ederim...

Otluk arazide veya deniz kenarında yavaş yavaş kungfu hareketleri yapan bi hatun görürseniz bilin ki o benim! :p

Eheee ben çok mutlu oldum...

Galibam kendim için iyi bişey yapmaya başladım... Hadi hayırlısı...

2010 dileklerin, arzuların pıtır pıtır yerine geldiği bir yıl oluyor... :)

Sağlıklı, huzurlu, iç dengelerin ve organların yerli yerinde olduğu bir hafta dilerim...

:)

15 Ocak 2010 Cuma

Baş nedime...

O noooo...
Sabah sabah kahvemi içmeden baş nedime görevini alıyorum!!!
Ben kim nedime olmak kiiiiim!!!
En yakın dostların düğününe sadece teşrif edip sadece o an gerekliyse yardım etmiş benden herşeyle ilgilenmemi bekliyor !!!

O nooooo...
Ben kim evlilik kim derken, ucundan acık düşünmeye başladığım henüz %100 alışmadığım fikirle flört halindeyken o bana sanada prova olmuş olur diyor!!!

Eheee... Bana prova olmaz benim kaçak gelinin yerli versiyonunu çekmeme neden olur bu deneyim...

Oooo çok iş var...
Gelinlik bakıcaz, şeker bilmemnesi edicez, ailelerin resmi olarak buluşmasını organize edeceğiz...
Gakda guuuk...

Ben gelinlikçi dolaşmaktansa kendi tasarımlarımdan birini verim sana dedim kabul etmedi...
Eski iş arkadaşım için iç organlarına kadar sergi imkanı veren nefis ve ötesi tasarımlarım vardı...
Onlar değerlense fenamı oluuuur...
Mimarlığımın yanına tasarımcılığıda eklerim olmamıııııı dedim ama şincilik olamadı bu fikir...

Neyse efendim internetten baş nedimenin görevlerini araştırmam, benim gibi ruhu çok çabuk sıkılan, asi, tez canlı bi şahsiyetin bu işi nasıl başaracağını öğrenmem gerekiyor...

Oy oooy çok ama işim vaaaar !!!
Önümüzdeki hafta itibariyle gelinlik deneyimlerini okuyacaksınız...
Eminim sigara içilmesi yassak yerlerdir ve ben gelin adayı olsam böyle önemli bi olay için deneyim yaparken beynimin çalışması lazım sigara içmeliyim üleeyn diye olay çıkarırdım ama benim arkadaş benim kadar bağımlı diiil o kötü işte... Bööööö...

:)

Su acıtır...

Her şeye rağmen dayanma, devam etme ve güçlü olma...
Her sabaha yeni bir gün diye yeni bir umutla başlama...

Ne güzel yazmıştı, en güzel anlar gözleri açana kadar olanlardı...
Kaybediş, yitiriliş duyguları o kadar aynı ki...
Yazısını okurken tanıdık, bildik geldi...
Burnumun direği sızladı...
Herkes aynı duyguları-acıyı yaşıyor ama dile getirilişler farklı...

Ne güzeldir uykuyla uyanıklık arasındaki o an...
Rüyada yaşananları elini uzatsan yanında bulacakmış hissiyle gözlerini açarsın...
Yüzün güler...
Mutlusundur...
Taki beyin düşten gerçeğe geçirene kadar seni...

İnatla o düşlere sarılmak, yitirmek istemezsin...
Ama beyin çoktan uyanmıştır...

İnsana kendisi kadar acı ve sıkıntı yaşatan başka kimse veya birşey yoktur...
Kendi beynin, kendi bedenin, kendi ruhun sana ne ederse eder...

Acınıda unutturan, hatırlatanda o!
Mutlulukla mutsuzluk
Sevinçle hüzün
Acı ile tatlı bedenin iki yanında...

Önce biri, sonra biri gösterir kendisini...
Sabırla her yeni gün dayanarak, güçlü olmaya çalışarak başlarsın hayatına...

Doğru yazmış...
Su acıtır...
Sabah anıların yüzüne vurulan su, anıların izlerinide yaralarıda acıtır...
Yıkayınca geçsin istersin ama geçmez...
Belki geçer bi sonrakine kadar...

Sabır...
Güç...
İnanç...
Bol acı ve göz yaşı...

Derin bi nefes alıp verip bi cigara yakmalı...
Ağırdı...
Çok ağır... Etkisi hala ruhumda ve bedenimde... okuduğum en güzel kaybediş yazısını yazıp beni hiç yoktan dumura uğratıp çook zaman önceki bana kalem olmuş acısıyla kavrulmuş kişiye...

Göz yaşlarım tüm kaybedişlere...

14 Ocak 2010 Perşembe

İkea ikeaaa evimizin herşeyi...

Ne geliyorsa başıma mesleğimden geliyor...
İlla düzenli ve estetik olacak herşey...

Hey gidi heeey, öğrencilik yıllarımda inşaat kalaslarından kendi imalatım olan kütüphaneyi, karton kutuları paketleyip sehpa yapıp kullanmışlığımı hatırladıkça şimdiki halim pek bi entresan geliyor...

Uydur bişi kullan yine dimi?
I-ııııh !

Bu aralar yatak odamın düzenine sarmış durumdayım...
Anneyle yaşadığımdan orası benim yaşam, yeme ve uyuma alanım...

Öyle bir tasarladım ki o odayı başka odalara heeç mi heeç ihtiyaç duymuyorum...
Amma velakin bu tasarımda marangoza yaptırılmayıp başka yerden temin edilmesi gereken ihtiyaçlar vardı...

Tembel mimar bendeniz sonunda kendimi gaza getirip odamı kağıt üzerindeki haline getirme çabalarına giriştim !!!

İkea bunun için uygun çözüm oldu olmasına amaaaa...

Allam yarabbim, artık arabasız olduğumdan gitmek bi dert, alışveriş yapıp dönmek bi dert, aldıklarımı imal etmek başka bi dert !!!

Her İkea çıkartmasından sonra töbee bi daha demekteyim ancak töbemi tutamamaktayım.

Kitap manyağı olan bendeniz için bir kitaplık ve ıvırzıvır aygıtı gerekmekteydi...

Katalogtan Molger shelving unit'i seçtim bu iş için...
Banyolar için tasarlanmış açık raf sistemi ve ahşap.
Yatak odamın malzemelerine ve rengine süper uyan bişi...

Ya bismillah bi cumartesi yanıma süpermanide alıp gittim...
Süperman sadece ulaşımıma yardımcı olabildi... :(
Eve gelip onu inşa etmek bana kaldı...

Yarabbiiiiim, seneler önce bir inşaattan kalas yürütüp evdeki mevcut çivi ve boyalarla inşa ettiğim kitaplığı yapmak daha kolaydı !!!

O vidayı oraya tak, tornavida yerine geçen çevirgeçle çevir allah çevir... Çeviiir ve çeviiiiir...
Alet bittiğinde benimde ellerim ve belim bitmişti !
Amma velakin nasıl uydu, nasıl güzel durdu... Ve nasıl tüm kitap, kalem, çizim ve ıvırzıvırlarımı topladı... :)))

Mimarsanız her daim kalem kağıt yanınızdadır...
Mesleği yapalım yapmayalım... İlla çizittirecek bişi, okuyup işaterlicek bişeyiniz her daim vardır. Ve bunlar bekar hayatımdan dolayı nedense illa baş ucumda durması gereken şeylerdir... Sanırsam evlensemde başucumda böyleee bi tepecik olacak... Mukaderat! Napim mimarım ben! (nefis bi bahane, yer mi? yemez... ama osssun denemeye değer eheee)

Kütüphane bitti bu sefer koltuk ihtiyacına sıra geldi... Şöyle rahatça oturup ayaklarımı uzatıp tivimi seyredeceğim yada kitabımı okuyacağım bişi...
Koltuk için tırınım tırınım haldeyken laptop aldım!
Yatakta kucağımda laptopla rahat edemediğimi ve ne güzel geçmiş olan bebek boyunfıtığımın hafiften sinyaller vermeye başladığını görünce liste başına laptop için bir çözüm bulmaca geçti...

Yeniden İkea yollarına düşüldü...
Portatif laptop masası ve halı alındı... Koltuk denendi karar verildi ancak gidilen arabaya sığamayacağı ve taşıyamayacağımdan koltuktan vazgeçilip süpermanin başına bela edilmeye karar verildi... :)

Dün yine ahlaya puflaya inşa eylemi vardı...
Ve dün gerçekten töbe ettim...

Bi mimar olarak ve elinden azcık uzcukta olsa inşa etme eylemi gelen bi şahsiyet olarak ne var leeyn koltuğuda ben yaparım diyodum ama o güccük laptop masasının çektirdiği eziyet sonucu uğraşamam olup, ben bi güccük hanfendüyüüüüm imal edip evime getirsinler moduna geçtim...

Bu haftasonu itibariyle sonunda odam kağıt üstündeki haline kavuşacak... İki sene sonra... Süper ötesi hızlı bi mimarım tebrik ediyorum kendimiiii...

Hemen tasarım yaparım ama iş imal etmeye gelinceeeee bezgin bekirim malesef !
Eeee hem tasarla hem git al hem taşı hem imal et...
Yani piyasada yoktur benim gibi mimar :ppp

İnşallah maşallah sıra banyoya-mutfağa ve salona gelecek...
Benim bu hızımla ev kağıt üstündeki halini bi 10 senede alır sanırsam...

Size tavsiye tasarlatmaya gelin, imal ettirmeye diiil...
Bu böyle bi mimar...

İkea ikeaaaa evimizin herşeyiiiiide paketlerden ücretsiz imal edici adamda çıksa...
Hatta ücretsiz eve servis filanda olsa...
Hatta hatta...

12 Ocak 2010 Salı

Paronayak İstanbuuuuul...

Yürürken bazen farkında olmadan yanınızdakiyle yarışırsınız hani...
Bu sabah öyle bir şey geldi başıma...
Ve şehir tuhaflıklarım kategorime üst listeden giriş yapmayı başardı...

Sabah sabah apartmandan çıkmış, Teşvikiye'nin en kedi sever apartmanı olduğumuz için bahçeye toplaşmış kedilerle kedi sevmeyen bi yaratık olarak kıııhhh kuuuuğğğ gibi abidik sesler çıkarıp, laptop çantamı savurarak onlara günaydın derken, karşı kaldırımda kahverengilere bürünmüş tak tuk tak diye topuklularıyla tüm sokağı inleten Türk sarışını ortayaş bi hatun gördüm...

Sabah sabah ne ses bu leeeyn diyip son kedi kaçırma hareketimide yapıp bahçe kapısından çıktım...

İkimizde karşı kaldırımlardan yürüyoruz... Kendi hızımızda...
Ancak hatunun topukluları makineli tüfek sesi çıkardığından beynim bu sese sabah sabah tahammül edemeyeceğinden hızlan sinyali beynimde yanıp sönmekte...

Sinirlerden beyne, ordan dün isporda maşşallah supaaanallah güzel mi güzel çalıştırdığım bacak kaslarıma sinyalin gitmesiyle topuklamaya başladım...

Yolum sebebiyle hatunun kaldırımına geçmek zorunda kaldım ve hatunun arkasına düştüm... !!!
Bir an önce geçmek istiyorum hatunu...
Hem acelem var, hem topuklarının sesi kahve içmemiş beynime eziyet bide benim kötü bi habitim vardır, önümde laylaylom yürüyenlere tahammül edemem... Önüm açık olacak... Tüm arkadaşlarım bunu bilirler ve benden cadde gezintilerinde birlikte yürüme eylemi beklemezler... Önüme biri düşüp adımlarımı ona göre ayarlamaya başlayıp, önümü göremezsem afacanlarım gelirler bana... Napalım herkesin ayrı pisi pisi sorunları var benimkiside böyle şeyler işte mukadderaaaaat !!! :)

Neyse insanın kendisini bilmesi iii şeydir diyor ve hikayeme dönüyorum...
Belediyemiz saolsun, genişlettiği neredeyse güccük bi uçağın park edeceği genişliğe sahip olmuş kaldırımımızda hatun zik zaklar çizerek takata tukada yürümekte... Bi türlü geçemiyorum hatunu... Yer elması bişi... Uzuuunmu uzun bacak boyumun adımlarına izin vermiyor namussuz!

Tam adım atıyorum hatun depara geçiyoooo...
Manyakmısın hastamısın...
Hatun kasıtlı olarak bana yol vermiyor!
Ahaa sabah sabah yol yarışı... Mahallenin bi delisi daha...

Tam peleki'nin (mahallenin ekmekçisi) önüne geldik gözümü kararttım, leeeyn yarım santimlik bacacıklarınla, henüz sigara içmemiş, atletik ve uzuuuun bacaklara sahip beni geçebileceğinimi sandın gazıyla hatunu bi solladım sollayış o sollayış...

İki adım sonra hatunun tak tak sesi kayboldu...
Ohhh...
Huzur...
Ve na nanaaay modunda postaneye doğru yöneldim...
Anaaa ne biçim resmi daire leeyn bunlar saat 08.30'a 5 var ve elemanlar keyifte...
Mesainiz 8'de başlamıyomu diye sorim dedim ama mahallenin ptt'sinin müdürünün bi günaydına bile cevap veremeyecek suratsız bi mahlukat olduğunu görünce vazgeçip 5 dknın dolması için koltuklara çöktüm...

5dk. doldu... Tam buçuk olmadan konuşması herhalde yassak olan eleman aps için yukarı çıkmanız gerekiyor dedi...

Gıcık!

Neyse çıktım... Oooo daha bilgisayarlar açılmamış...
Yine çöktüm... Beklemeye başlamışkeeeen birden o tanıdık sinir sesi duydum... Merdivenlere doğru döndüm ki benim tak tak hatun !

Yok artık!
Sabah sabah yol vermeme yarışından sonra bide ilk ben posta işlemi yapıcam yarışımııııı?
Önce ben geldiiim, önce ben geldiiiim naniiiik şeklinde sabah sabah kendi kendime iç eylencemi yaşarken hatunun fatura ödeyeceği çıktı ortaya...

Neyse aps fiyat bilgilerini öğrenmek için beklediğim bilgisayar açıldı ve hatundan önce ordan çıkmayı başardım...

Ofise gelirken acep, bu benim işyerimede gelir mi oldum...
Olur olur...
Ben trafiğe takıldım bu sabah...
Bi gidiyorum ofise hatun orda...
Yok, çüüüş... daaa neler...

İstanbul şehir hayatını paronayakça yaşama merkezi...
Yok NY'da daha normal yaşarsınız emin olun...

Arada bu hatunla karşılaşırsak rövanş müsabakamız olacak sanırsam...
Aha mahallede kendi kendime yürüme hızı düşmanı edindim!!!

Tak tak... tak...
O nooooo yoksa...?
:p

10 Ocak 2010 Pazar

Pazar alışverişgenleri...

Şöyle bi marks&spencer'a girim dedim...
Girmez olaydım...
İndirim var diye hatunlar kocalarını kollarına çocuklarını eteklerine takıp gelmişler...
Sanki bedava dağıtılıyor herşey...

Adamlar oflaya puflaya ya çocukları ellerinden tutup dolanıyor mağzada yada mevcut tek tük koltuğa çökmüş içlerinden ya sabır çekiyorlar...

Hatunlar çıldırmııııış !!!

Pazar pazar mahallede spencer bayramı...

Ben tez canlı bi insan olduğumdan yanımda biriyle alışverişe gitmeyi sevmem...
Işık hızında bakar inceler beğendiğim bişey varmı görürüm...
Saatlerce o reyondan bu reyona gezmem, gezemeeeem afacanlarım basar!
Allahtan sevgilide yay burcuda millete ultrasonik tuhaf gelen tezcanlığımız bize normaleeee gelip şip şak herşeyimizi hallediyoruz.

Genelde erkekler kadınları boğmak ister beklemekten, ben bu güne kadar hep erkekleri boğmak istemiştim taki sevgiliye kadar... :)

Adamlara bakıp bakıp bi acıdım ki hallerine...
Benim sevgilim sadece zaman zaman bişey alırken aynada ki görüntümü beğenmemenden, onun beğenmesinden sıkıntı yaşıyor...

Çok güzel al...
Olmaz mememler görülüyo...
Açkım sen memeli bi hatunsun...
Hee dimi...
Heee...
Cık olmaz... görünüyo...
Üstündekinde görünmüyomu sanıyosun?
Ona gözüm alışmış rahatsız etmiyo...
Ozy...
Neeee?
Al hadi...
Alim mi?
Al...
Tamam...

Birkaç zaman sonra:
Açkım ya iyiki aldırmışsın ya...
Ah ah sözümü ilk seferde dinlesen...
Heee ehi ehi...

Bizde olay budur...
Ama bugün şahit olduklarım wallah billah o adamların yerine akrılarına çakmak, kocan boşanıyorum üleeen senden diyecek huuuu demek istettirdi bana...
Ayyy bide çocuklarının viyaklamasını, mağazada koşuşturup ayağınıza takılmasını umursamayan anne tiplemesi varya, taksim meydanında sallandırıcan iki anne bak bidaha yapıyorlarmıyı söylettirdi bana...

Huuuu hatunlar, alışveriş yapacanız diye kafamız, ayaklarımız şey oluyoooo... Eniklerinizi yaparken iyide bakmaya gelince ne iiiiş huuuuu... şeklinde biraz asabiyet hormonu salgılamış vaziyetteyimki alışveriş hormonum bile indiremedi seviyesini düşünün artık spencerın halini...

Allah sabır versin hepiciğinizeeee...
Marksııımın spencırımıııın kesesi dolsun taşşın inşallah maşallah...
İndirim çılgınlığına ucundan da olsa katılan benide allah bildiği gibi yapsın inşallah maşallah deeer iii pazarlar dilerim ;)

Prag Filarmoni

Bu sene Strauss'a doydum...
Birbirinden nefis Strauss yorumları izleyip Viyana'da olma hayalleri kurdum...
Strauss keyfine son veren en leziz dinleti dün gece İş Sanat'ta oldu...
Geçen sene geldiklerinde izleyemediğim Prag Filarmoniyle dün gece tanıştım...

Nefisti...
14 sene önce kurulmuş olan topluluk klasik viyana orkestrası yapısını korurken, klasik ve romantik dönemden 20.yy ve hatta çağdaş müziğe uzanan geniş bir repertuara göre değişiklikler yapıyor...

Klasik orkestraları izlerken şurda dans edenler olsa ne iyi olurdu arzunuzu gerçek kılan bir orkestra Prag Filarmoni... Orkestraya 6 dansçı eşilik ediyor ve yaptıkları valslerle, polkalarla sizi alıp rüya ve hayal alemine uçuruyorlar...

Dün akşam Strauss Jr'ın polkalarıyla, valsleriyle coştuk coştuk... Ve en ölümcül coşma Antonin Dvorak'la oldu... Slav Dansı...

Dvorak benim taptığım bir bestecidir... Vivaldi, Bach, Mozart, Strauss evet hepsi keyiflidir ama Dvorak benim klasik müzkteki Metalicamdır...

Dün gece tek parçaylada olsa damarlarımda o müthiş titremeyi hissettirdiler...

Arkamda oturanlar orkestraya pek bi kıskançlıkla yaklaşıp ulan harbiden Prag'ta olmak vardı düşüncesini aklıma getirmeyi başardılar...

Hepsi Prag'ın eski sokaklarında yürüyor...
Ne şanslılar...

Birden şeytan perşembe-pazar küçük tayni bir Prag gezisi yap dedi...
Karel köprüsünde şu mevsimde kıçın donsada yürü...
Nefis Kurusovice'ni saate kaldırarak iç...
U Fleku'nun enfes kendi yapımı birasını ve sosislerini ye...
Her kilisede neredeyse her saat başı olan konserlere git...
Masal şehrinde peri kızı ol yeniden...

Prag Filarmoni kulaklarımıza bayram ettirdiği kadar hayallerimizide uyandırdı...
Fırsat olup gelirlerse birdaha izleyin derim...
Yada bir şelilde cd'lerini bulun...

8 Ocak 2010 Cuma

ego-eko

Sevgililerle yakın arkadaşlar arada sorun oluşturabiliyor...
Kimse kırılmasın diye uğraşırsınız...
Her iki tarafta arada egolarıyla eko etkisi yaratırlar...

Genellikle hatunlar daha çok sorun yaşar yakın arkadaş-sevgili ekosundan...

Sevgiliden önce eliniz ayağınız olmuş, güven duyduğunuz kişinin pabucunu dama atmanız gerekmektedir...
Atmazsanız sevgili gücenir...
Attığınız kişi daha bi fazla gücenir...
İki ucu boklu değnek misalidir durum...

Geçen gün bir arkadaşımla elektronik shophinge gittik...
Hatun tekleyen tivisini değiştirmek istiyor...
Kankisi başka bir şey öneriyor, sevgilisi başka...
Bende yancı olarak kendime göre başka bişey öneriyorum...
Hatun çıldırmak üzere...

Hangisinin elektronik bilgisi daha fazlaysa onu dinle dedim...
Parayı veren sensin düdüğüde sen çal!

Malesef bu kadar basit değildi...
Sevgili güvenilmek, inanılmak, tapınılmak istiyordu...
Kanki bunca senelik bilirkişiliğin bi adam tarafından yıkılmasını hazmedemiyordu. Ne malumdu o adamın ömürboyu var olacağı... Adam gidince herşeyi her zamanki gibi o üstenecekti... Belkide bu sefer üstlenmemeliydi...

Bilmem her halde böyle düşünür kankiler diyorum...

Hatun e şıkkı heç birisi dedi ve satıcı çocuğun dediğini seçti...
Bi bakıma temiz sorunsuz bir çözümmüş gibi görünsede her iki erkek bu sefer dışında dışı kapının mandalının sözünü dinleyip parasını çarçur ettiği için hatuna vıdı vıdı yapacaklardı...

Aaa yani mutlu olun ya...

Geçenlerde laptop alışverişim geldiğinde, sevgilim araştır sonra bana haber et dedi... Peki dedim.
Birkaç gün sonra amcamın yanına gittiğimde amcam gazın allahını verip senelerdir her konuda süpermanimiz olan şahsı yanıma verip beni laptop almaya gönderdi...

Para limitim, isteklerim belli olduğundan 5 dk bile sürmedi seçim...
Sevgiliye buldum alıyorum haberini verdiğimde stop dedi... Araştıralım...
Peki oldum...
Süperman bu duruma bozulup, benden daha iyi biliyor demekki siz halledin dedi...
Hödööööö???
Senelerdir bilgisayarlarıma çözüm üreten şahsiyet bi anda ben oyanamıyorum moduna geçti...
Leeeyn şimdi ne etmeli... İkiside kırılamaz... Süpermani ise hiç kırmamalıyım 7 gün 24 saat müşteri destekçim o benim...
O nooo diye tırınım tırınım düşünürken sevgilinin yarı almanlığından ötürü fiyatı araştıralım dediği çıktı ortaya...
Oh oldum...
Bende kimse kimseye gücenmedi...

Ama malesef arkadaşımda öyle olmadı...
Her iki tarafta biz oynamıyoruuuuz, sen kendin oyna bundan sonra modundalar...
Ona 3. birisini bulmasını önerdim. Sadece teknik destek alacağı ilişkinin tamamen duygusal boyutta kalacağı bir ilişki... Yüz yüze görüşme, hatır sorma, incitme derdi olmadan sadece arayıp bilgi alıp dediklerini arzu edersen yapıp yapmayacağın bi ilişki...

Güzel çözümdü ama böyle bi şahsiyet nasıl ve nerde bulunurdu onu bilemedik! ;) Bulsak bile yine hayatımızdaki erkekler vıdı vıdı yapardı...

Beni dinlemeyip onu dinliyosun!
Adam bilgisayar mühendisiiiiiii profuuuu
Olsun !
?
O bilmezki hangisi ucuz?
Pahallısını istiyorum belkiiiiii !
Hıh tipik kadın!!!
Nolmuş tipik kadınsam hııım nolmuuuuş? Pempeee gönlüm sende tüylü svaraowwskiiii taşlısından alıcam hıh!
Ne alırsan al beeeee, bana ne beeee... Karışanda kabahat beeeee! Çaaat! (kapı setçe çarpılır ve adam odadan çıkar)
Pat! (hatun terliği kapıya fırlatır, ışıklar söner sahne kararır)

:)

Egolarımız...
Tapınılma arzularımız...
Hep bana koşup gelinsin arzularımız...
Eskisinin yerine yenisini koymadaki zorlanmalarımız...
Kimseyi incitmeyelim derken bizim katır kutur çatır çutur incinmemiz...
İlişki yürütmek çok ince bir sanat!
Dengeleri doğru kurmak gerçek bi zanaat...

Heey kimse kimseyi kıskanmasın, egolar eko yapmasın...
Sevgililer daha bi en bi eeeen canımız, değerlimiz, sözleri, fikirleri önemlimiz...
Walla ya...
;)

5 Ocak 2010 Salı

Arı vız vız...

Bazen itinayla nerde abuklukluk var çekiyorum zannedersem...
Yeni yılın ilk haftabaşı...
Güzelmi güzel cici mi cici laptopuma internet bağlantısı lazım...
Ofis durmadan şimdi yassak şimdi diiil eylemi yaptığından sabrım taşmış durumda...
Özgürlük için arıııı vız vııız almaya karar veriyorum...
Bunun için Turkcell'e gidilip kampanya bitmeden alınmalı ve doğruca yeni yılın ilk iş gününe başlanmalı...
Amaçta, planda bu! Bu kadar basit !!!


Sabah sabah City's'e gidiyorum...
Üst kata çıkıyorum Turkcell daha yeni uyanıyor...
Hoş ben daha uyanmamışım... Kahvemi ve sigaramı içmeden atmışım kendimi dışarıya...
Oh ne güzel ilk müşteri benim derkeeeen, mağazanın mimarisi yüzünden oluşmuş kör noktadan dağnık dalgalı saçlı hafif kırıtık bir tip çıkıyor ve ben daha ne istediğimi söylerken satışla ilgilenen elemanın önüne çöküyor...


İçerde 3 tane eleman var... İşimi diğer 2 kişi görür düşüncesiyle sakin sakin ürünümü bekliyorum...
Hatun gidiyor getiriyor...
Lütfen oturun diyor, işleminizi arkadaş yapacak...
Arkadaşın önünde tek mi çoktan seçmeli seksüel mi olduğunu anlamadığım şahıs var...
Telefon alıyor...
İşi uzun sürmez diye tahmin edip çöküyorum...


Türünün ne olduğunu anlayamadığım yumaşakça dağnık ve kirli ötesi uzun saçlarının ucunu kıvıra kıvıra çocukla flört ede ede telefonunu alıyor...

Sabahın bu saatinde flört edebilme yetisiiiiii !!!
Damarlarım kahve ve sigara diye inlerken yumuşakçanın çok doğalca yaptığı ama bana ııyykça gelen flörtleşmesini mantığım anlayamıyor.
Bu arada yumuşakçaları severim... Ahtapot, kalamar ve salyangoz vs. yumuşakçadır... Salyangozu yemeği değil üstüne basıp çıtırt diye kabuğunun kırılıp tarafımdan öldürülmesini severim... :)))
Evet kabul ediyorum azcık canice bi tarafım vardır... Gayciklerlede bi sorunum yok ancak, işe gitmem gerekiyoooooooooooooor !!!


Ulan hatun olaraktan bu yaşıma kadar hiç bi konuyu flörtleşerek halletmedim ben !!!
Herif mi kadın mı ne olduğunu eminim kendisininde bilmediği yaratık göz süzüp kirpik kırpıştırarak BlackBerrysini alıyor... Almakla kalmıyor internet ayarlarınıda yaptırtıyor... Biraz daha gözü pek bişi olsa para ödemeden alacak aleti...

Ya sabır modunda yavaş yavaş kafamdan dumanlar çıkaraktan izlerken olayı hatun elime kahve tutuşturuyor...
Kahvemden ilk yudumu alıyorum ve telefonum çalıyor: Patron gelmiş! İyi halt etmiş !!! Söyleyin ben Turkcell'deyim diyorum.
?
İşim var işim...
Seni soruyor...
Gelcecem!
Ne zaman?
Yumuşakça kulak memesi kıvamına gelip ondan küççük toplar yapar yapmaz...
?
O nooooo...
Ofise dönünce sabah sabah aldığım flörtleşme derslerini patronun üzerinde uygulasam fırça yemekten kurtulabilirmiyim acep?
Bencedeeeee... O nooooo !

Lütfen işlemimi siz yapsanız acelem var!!!
Arkadaş biliyor kampanyaları...
Peki siz?

Hatun onun orda öleee korkuluk misali durmasını yüzüne vurmamdan rahatsız olup arı vız vızımı alıp çocuğun masasına gidiyor...

Yumuşakça bana hışımla dönüyor...
Wahşi bakışlarımın büyüsüyle, sert bi şekilde hııh yapıp savurmayı planladığı saçlarını masumca geriye atıyor ve facebook'a nasıl girerim gösterirmisiiiiiiiiiiin diyor çocuğa...

Hasbinallah!
Ben seni şimdi facebook'a sokucam... O vıcık vıcık düğüm olmuş saçlarının düğümünü çözüp öyle bi sokucam kiiiiiiiiiiii... Bi daha çıkamicaaaaaaaan !

Aaaa yeter ama...
Madem zeka ve teknoloji özürlüsün ne işin var BlackBerry'leeeeee!
Sabrın sonu selamet derler ama, ki ben kendi üstüme sabırlı insan tanımam ama malesef sabah sabah oynaşası gelmiş bi şahsiyetin lüzumsuz ilgi ve alaka kaprislerine-isteklerine sabremicem olup kalkıyorum ayağa...

Ben gidiyorum diyorum...
Dememle bir anda müşteri velinimetimizdir ne isterse yaparız mantığını bana çeviriyorlar...
5dk. içinde kapıdan çıkabileceksem başlayın işlemlerime diyorum...
Size anlatayım diyor çocuk...
Anlatma anlatma...
Hadi hadi yaz çiz imzala, imzalim ışık hızında ofise gitmem gerek...

İşlemler ışık hızıyla halledilirken, yumuşakcam cüzdanım nerde diye olay çıkarıyor...
Ayyy sisseee vermistim...
Manyakmıdır nedir, dişlek değil ama dişlek edasıyla konuşuyor...
O nooo...
Çocuk ben almadım cüzdanınızı derdinde...
Ben işlemim derdindeyim...
Bir ara yumuşakça bana doğru yelteleniyor ve sizin cüzdanınızla işim olmaz benim diyip uzaklaştırıyorum onu yanımdan.
Hödööö sanki başka cüzdanlarla işim olabilirmiş gibi abuk bi cevap benimkiside ama yani durum pek bi bayıcı... Hanfendünün facebook'u bitti cüzdanı başladı durumları... 1sn'ye ilgisiz duramıyo kereta!

Yani eminim hiç bir hırsız karizmayı çizdirtmek istemez ve çalmaz bişeyini öyle bişi yaniiii...
Anlatabildim miiiiiiiiiiiiii canıııım... :p

Salakcığım meğersem nüfus cüzdanını arıyomuş...
Benimkinin fotokobisi çekilirken olay çıkıyor ortaya.
Ayyyy ben nüffus çüzdanımı söylüyoduum siszeeee diye şakımaya başlıyor bu sefer...

Yarabbim...
2010'un ilk hafta başısı, ilk alışverişim...
Yani bumu yaaaa yeni yılın ilk cik cik umutlarının karşılığı yaaaaa...

Ben kendi kendime allahla sohbet ederken, çocuk buyrun diyor...
Oh çok şükür binşükür...
Teknoloji çağında abuk sabuk şeylerle hıza ayak uyduramamak ne kötü ya...

Patron sebebiyetiyle mükelelf kahve keyfim imkansız olduğundan Turkcell'i bi kahve daha batırmaz oluyorum ve ayak üstü kahve keyfi için kahve aşırırken yumuşakçamı sümüklü böcük kıvamında elemana sürtürken görüyorum; yaaa siis baksanız, hanfendi yapamadıııı...

Çocukken en sevdiğim oyunu oynamak için dayanılmaz bir istek duyuyorum birden;
Sümüklü böcük ezmece!