Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

9 Nisan 2009 Perşembe

Hikayeler

Çocukluğumun sosyetik dergi ve magazinlerinden tanıyorum onu...
Hep eğlenir bir halde yayınlanan fotoğraflarından tanıyorum onu...
Birde üniversite yıllarımda ortya çıkan büyük skandalda hepimiz tanıdık onu...

Mimar olunca, para kazanıyomusun-kazanmıyomusun bakmadan seni bir yerlere davet ediyorlar.
Bir şekilde kartvizitim ellerine geçince iş bitiyor...
Sergi açılışı, müzayede tanıtımı...

İlk başlarda gidiyordum...
Sanat sanatttır, eser eserdir, kültür kültüdür diye...
Ama sonra gördüm ki memlekette bu tür etkinliklere katılanlar kendilerini göstermek, gazetelere çıkmak için geliyorlar. Bu şansa sahip olmayanlarda bedava yeme-içme için...
Allahıma çok şükür evime şarap alabiliyorum... Eee öyleyse 2 kadeh şarap için birkaç kanepe yemek için o rezilliklere katılmaya ne gerek vardı?

Belli başlı etkinliklerde malesef hep aynı yüzleri görürsünüz...
Dışardan bakıldığında İstanbul'un kültür ve sanat hayatı kalabalık görünür.
Evet kalabalıktır ama kuru kalabalıktır...
Çoğu bedavacı-yancı ve karnını doyurma meraklısıdır.
Çevirip sorsanız etkinliğin 'e'sinden öte bilgi veremez size...

Anlamsız kuru ve boş kalabalıklar nedeniyle zaman içerisinde milletin davetiye almak için çabaladığı etkinliklere gitmez oldum. Benim yerime annemi göndermeye başladım...
Yaşıtım insanlar malesef benim ilgi ve alakamda değiller.
Erken yaşta değil, belirli bir yaşa gelince veya bir takım çıkarlar nedeniyle gidiyorlar böyle etkinliklere...

Sevgili annem bir mimar olarak ondan çok benim oralarda olmamı söyleyip durur. Gelmeyeceğim desemde etkinliğe gider gitmez beni arar. Ozy gel bak bilmem kimler burada, tablolar harika, konser nefis falan filan...

Arada onu kırmamak adına giderim ama insanların bayalığı, 1 kadeh şarap için birbirlerinin üstlerine çıkmaları, eserleri rahat arhat adam gibi izleyememek beni deli eder ve her seferinde söylene söylene çıkarım.

Salı akşam üstü semtimizin sosyetik otelinde bir müzayede tanıtımı vardı.
Yazının başında bahsettiğim bir zamanların ünlü ve zengin sanayicisinin müzayedesi.
Onca zenginlik-onca para pul derken şimdi elindeki avucundakileri satıp hayatına devam etmek zorunda olan bir adamın...

Oflaya puflaya sırf annemi memnun etmek için gittim. Kılığım kıyafetim ortama uymuyordu. Pür makyaj ve dekolteli hatunlar birer ikişer objektiflere poz veriyor, veremeyenlerde garsonun peşinden koşturup akbabalar gibi kokteyl mamalarını mükellef akşam yemeği mantığında yemeğe çalışıyorlardı.

Satılacak eserlerini tanıtırken aynı zamanda da eski sanayici bey kitabını imzalıyormuş... Annem imza sırasına beni zorla çekerek soktu... Ve durduğumuz yerden semtin kaliteli hanımlarının ve beylerinin garson peşinde koşturmalarını, alım güçleri yok herhalde diye acıyarak izlemeye koyulduk. Evet üst baş bilmem ne markasıyla doluydu ama otelin iki adım ötesinde yer alan Saraydan bi su böreği alamıyorlardı her halde kendilerine... Su böreği servisi yapan garsonun üstüne üşüşen 15 kişinin tepsiyi al aşağı etmemeleri için nasıl uğraştığını anlatamam görmeniz lazımdı.

Sıra bize yaklaşırken mahallemizin yerli ve ünlülerinden bir jienekolog hatun olan ve beni çook ama çok seven teyze bize doğru yaklaştı ve ahh Ozy'ciiiim seni çok özledim nerelerdesin diye boynuma sarılarak araya kaynadı... Hatun beni çok seviyordu. Bende onu. Bir zamanlar hayatındaki erkekler sebebiyle muhteşem bir hayat yaşamış bu şahsın anılarını dinlemek çok hoşuma giderdi ve dinlerken neyken ne olunuyormuşu düşünmeden edemezdim. Son derece lüks hatta lüküüüs ötesi bir hayattan şimdiki hayatına gelmesi beni üzerdi... Aslında üzülecek bir durumu yoktu. Şimdiki hayatı da fena değildi. Semtin en nezih caddesinde ev ve muayene... Hala takabildiği mücevherleri ve giyebildiği kürkleri vardı... Şükredilmesi gereken bir durumdu ama teyze tereyağ yerine ekmeğe havyar sürüp dünyaca ünlü bilmem kimlerle takılmıştı. Artık takılamıyordu bilmem ne prensesi veya prensiyle... Hatunun anılarını her anlatışında ben onun yerine travma yaşıyordum. Acep niye bilmem? Belkide onca şatafattan sonra bilmem ne etkinliğinin kokteylinde garson peşinde koşturması benim ağrıma gidiyordu... Galiba ben sandığımdan da gururlu biriyim. Petrus'tan sonra Kavaklıdere peşinde yapılan koşturma bana ağır geliyordu...

Sıra bize iyice yaklaştığı sırada teyze yaşının verdiği samimiyetle doktorluk yeminini bir kenara bırakıp kulağıma az onun için kürtaj yapmadım dedi.
Hödöööööö!!!
Bir anda hiç tanımdığım adamın en mahrem sırlarına sahip olmuştum.
Teyze sırrı bana verdikten sonra nefis bir kahkaha patlattı...
Bense elimdeki şarabı fondiplememek için zor tuttum kendimi...

Hayatlar ne kadar değişik ve farklıydı. Yanınızda en sırdan bile duranın aslında nasıl bir geçmişi vardı. Semtimin bir çok nezih şahsiyetiyle etkinliklerde tanışmıştım, beni ve annemi çok seviyorlardı. Magazincilerin deli olacağı bir çok bilgi-anı ayak üstü bir-iki yudumluk şarap aralarında bize geçiyordu... Bilinmeyeni bilmenin sevinci ve gururunu mu yaşamalıydım yoksa bunları bilmenin ayıbını mı...

Bilemiyorum bildiğim insanları tanımadan değerlendirmenin yanlış olduğuydu.

Neyse beyefendinin kitabını aldık ve eve geldim...
Otobiyografi yazmış amca...
Güzelde yazılmış... Akıcı-sıkmayan-sürükleyen...

Bir elimde kitap diğer elimde müzayede satışa çıkarılanların katoloğu...
Hayatımda hiç gümüş yemek takımlarında yemek yememiş ben kitapla birlikte adamın hayatına daldım.
Para olsada olur olmasada olur mantığındaydım hep diyor.
Lüksüzde yaşarım ama varsa imkan lüksüde sonuna kadar yaşarım. Lüks yoksa aramam...
Güzel bir mantık ta insan nasıl travma yaşamadan normal bir çatal bıçak takımıyla yemek yemeğe adapte olur?

Belki bir erkek bir kadın gibi aynı hassaslığı yaşayamaz...
Ama bir kadın bilmem ne porselenleriyle servis yapmaya aşıkken birden gazete kuponlarıyla alınmış ürünlere benzerleri kullanmaya nasıl adapte olur?

Hayatlar ilginç...
Ne oldum değil ne olacağım demek lazım denir hep.
İnsan geçmişi nasıl hatırlamaz... Canı acımaz mı?

Bilemedim. Hiç o kadar zengin olmadım.
Beyefendinin kitabı ilginçti. 2 günde okundu bitti. Kendini aklamaya-açıklamaya çalışmış...
Ben belkide yapması gerekenleri yapmış ama yinede suçlu dedim kendi kendime...
En çok şaşırdığım ise kitap kurdu olması...
Tahminimden de kültürlü çıktı beyefendi.

Para ve iman kimde belli olmazmış... Birde acaba kültürde mi?
Magazin dergilerinden-gazetelerinden tanıdığın birinin kültürlü olacağına pek ihtimal vermiyor insan...

Müzayede sonucunda kimler nelerin sahibi olacak bakalım.
Gümüş yemek takımlarım olsun istemezdim...
Temizliği zordur onların.
Birde evindeki insanlara güvenmen gerek... Çalar malarlar diye manyak olur insan...

Kalite ve kültüre parasız sahip olunamıyor...
Kitapta çok doğru bir tespit vardı; memlekette bilgiye değil paraya değer veriliyor. Paran yoksa bir yere gelemiyorsun. Ama bilgin varsa parayada sahip olduğun ülkeler mevcut.

Ne değişik hayatlar var...
Nerden nerelere geliyor insan...
Başka hayatları tanımak- öğrenmek güzel oluyor.
Başka bakış açıları yakalıyorsun...
Başkalrının hayatlarının da sana benzerliğini bulabiliyorsun ve sonuçta onlarda iki yaklı iki kollu bende diyorsun...

Biraz karışık bir yazı oldu...
Sırlar, şatafat, nerden nereye gelme üzerine ortaya karışık bir yazı oldu.
İnsanları tanımadan değerlendirmemek gerek ve birde onları bu noktaya getiren sebepleri anlayıp illada bir kalıba veya değer yargısına sokulacaksa öyle sokulması gerektiğine inanıyorum.

İsviçrede bir insanın geçmiş hayatıyla ilgili konuşma yasağı varmış. 7 sene öncesi açılmazmış. Kanun varmış.
Beyefendi diyorki geleceğimizin geçmişimizle alakı yoktur.
Bi bakıma doğru. Geçmiş geçmişte kaldı.
O anki biz biz değiliz artık. O anki koşullarla şimdiki koşullar, düşünceler, ortamlar farklıdır.
Bizler pek şimdiye bakmayız. Hep geçmişle yargılarız... İlginç bir toplumuz. Şimdiye bir şans vermeyiz...
Hataalr insanalr içindir.
Hata yaparak öğreniriz, büyürüz...
Ya tekrar ederiz ya etmeyiz...
Hatırlamak ve hatırlatmak bence hatadır.
Herşey değişiyorsa, değişmeyen tek şey değişimse neden insanlarda değişmesinler...

Felsefik bi duruma girdim...
Ağrıyan dişim bedenimi ele geçirdi...
Neyse... Öylesine düşünmeden yazılan düşünceler yazısı oldu...

Herkezin ilginç birer hikayesi var.
Kimsenin hikayesi de kimseden üstün değil.
Her hikaye dinlemeye değerdir bence...

Hiç yorum yok: