Sabah sabah annem öldü diyor... Kim öldü?
Pavarotti...
1991 yazı... Cambridge The Bell School'da yaz okulundayım...
Sabah derste Pavarotti'nin Hyde Parkta konser vereceğini öğreniyorum... İlk arada ilgileneceklerini düşündüğüm insanları fişekliyorum ve okulu kırıp trenle Londra'ya gidiyoruz... Konser akşam ama biz öğlen Hyde Parka konuşlanıyoruz... Ortalık boş... Sahnenin son kurulum işlemleri yapılıyor...Gök delinmiş gibi yağmur yağıyor... Ne şemsiye almışız ne çok para... Olsun, Pavarottiyi canlı dinleyeceğim... Açta kalırım ıslanırımda... Hava güzel olsa o güzelim çimlerde yuvarlanmak, küçük göle bakarak İngiliz hatunlara özenerek başladığım sigaramı tellendirmek zevkli olacaktı da ya... Neyse...
Serseri mayın gibi dolanarak akşamı ediyoruz...
Hyde Park mahşer yeri gibi... Nasıl kalabalık... Ellerde şemsiyeler, içkiler... Rengarenk ortalık...
Yağmur ara vermeden yağmaya devam ediyor, arkadaşlarım bir sosisçinin şemsiyesinin altına sığınıp izlemeyi seçiyorlar, ben manyaksınız diyorum ordan görülmez... Sahnenin önüne çöküyorum... Sıçandan farksızım... Üzerimdeki canım süet ceket ceketlikten çıkmış, suyu öyle bir yemişki sırtımda 2 ton ağırlık var sanki... Olsun...
Önde olmanın faydalarını görüyorum; Kraliyet ailesi, sevgili Di' ve bir kaç ünlü isim önümden geçiyor... Sadece Pavarotti değil bu akşam bir sürü bonusum var...
Çok mutluyum... Memlekette ne böyle bir park var ne böyle bir etkinlik... Yanımda İtalyan sevgilim, elimizde biralarımız... Yirmilerindeki birisi daha ne ister...
Orkestra sahnedeki yerini alıyor... Yağmur şiddetini arttırıyor, uvertürden sonra o koca adam sahneye çıkıyor... Ortalık alkış kıyametten yıkılıyor... Ağzım kulaklarımda... Ve o nefis sesiyle bizi alıp götürüyor... Ortalık romantizmden geçilmiyor... Sarılanlar, öpüşenler... Hiç aşık olacakları olmayanlar bile aşık oluyor... Ben Luca'ya daha bi aşık oluyorum... Yamuk aksanlı ingilizcesini değilde İtalyancasını duydukça... Pavarotti'ye eşlik ettikçe...
Konserden sonra Mc Donalds'a gidip tuvaletinde el kurutma makinesinin altında kurumaya çalışıyoruz... Paramız bitmiş, iki hamburgeri 5 kişi paylaşıyoruz... King's Cross'a trenimize giderken kahkahalarımızla metroyu inletiyoruz... Islak, sarhoş ve aşığız... Hepimizin dilinde kendi aksanlarımızla o sole mioooo...
O yaz akşamı hayatımın en unutulmaz gecelerinden oldu.
Ertesi gün ateşlenip doktorluk olmuş olsamda, o adamı kar fırtınasında bile dinlerdim... Evliyken manken aşkıyla sadakat duygularımı incitsede hep en sevdiğim ve dinlediğim oldu...
Çok istememe rağmen hiç opera sahnesinde izleyemedim onu... Ben yanarım ona yanarım...
Şu an kulağımda Carmen... ve sesiyle beni coşturuyor...
Ben ıslak yaz akşamını yeniden yaşıyorum...
İyiki asmışım okulu, iyiki ıslanmışım ve dinlemişim onu canlı canlı...
İyiki...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder