Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

31 Ocak 2012 Salı

Haydi Erkekler Ultrasona...

ABD Kuzey Carolina Üniversitesi uzmanları, 15 dakika ultrasona maruz kalan erkek farelerin sperm seviyelerinin üremeyi imkansız kılacak derecede düştüğünü belirlemişler !!!

Cinyıs uzmanlar gelecekte erkekler için doğum kontrol yöntemi olarak ultrason kullanılabilir demişler...

İnanmıyorsanız bu günkü Hürriyet gazetesi sayfa 5'e bakınız efem!

Deneyler en etkili yöntemin iki gün arayla iki ayrı 15 dakikalık ultrason seansı olduğunu göstermiş !!!

Ultrasonun ne kadar süre işe yarayacağı ya da zararları henüz bilinmiyormuş... Prezervatiften başka seçeneği olmayan erkekler için şimdilik sadece 'umut verici' bir gelişme olarak görülüyormuş !!!

Efenim sırf kadın kısmısının değil erkek kısmısınında korunması gerektiğini savunanlardanım da, hatunlar için uygulanan haptır, deri altı iğnelerdir vs. gibi yöntemler neden erkekler için geliştirilemiyorda, adamlarımızı doğum kontrol uğruna kanser yapıyoruz???

Onca gelişme olurken bu konuda hiiiç adam akıllı ilerleme olmayacak! 
Çünkü bilim insanları kim kuluçkaya yatıyosa korunmayıda o yapacak maçoluğunda !!! 
Üreyen kadın korunan da kadın olmalı mantığı, bu konuda erkekler için adam akıllı fikirler üreten çalışmalar yaptırtmıyor! 

Yani buda bi şeydir diyip  doktor olan-görüntülü tanı merkezi olan yakınlardan 'aaay 2 güncük ultrason lazım' diyerek alıp denemek lazım... :P

Lazımda, kek kalıbı istemiyosun ki... Ne diyip isteyeceksin...
Kocayı 2 gün ultrasona tabi tutucam doğum kontrol amaçlı desen, eğitimsiz o alet kullanılmaaaz diye car car ders verecek!!!

Anlamayıp kötü niyetli sanacak!

Artık eş-dost-kankiler olarak bi araya gelip ortaklaşa bi alet almak daha mantıklı sanırsam... Günleri bölüp 2 günde bir ev değiştire değiştire de... Adamı ultrasonlamaya nasıl ikna edicez işte bu harbi kadınlık-cilve ve ikna yetisi gerektiren bi durum! 

Türk erkeğini ancaaak, güç ve kuvvet veriyomuş wallah billah diye ikna edebilirsiniz gibime geliyor... :pppp

Walla bu ekip benim altımda çalışıyo olsaydı manyakmısınız leeeyn diye kovardım onları...
Ama bilim dünyasında bilim insanlarının yaptığı her araştırma ve çıkan sonuç bi şekilde saygıyla karşılanıyo ki mukadderaaat!

Ben şimdi abidik bi şey araştırsam çıkan sonuçta aha bunun gibi bişi olsa beni yerden yere vurup dalganın alasını geçersiniz! 

Ama adamlarla dalga geçilmeyip teee ABD'den buraca haber oluyolar...

Neyse...
Ne diyelim... Sevgiliyi ikna edelim diyelim...
Aşkıııııııııııııım gel, ultrason fentezisi yapıcaz...
Tamamen sağlık için...
Huzurlu geleceğimiz için...
Walla...
Korkma gel...
Geeel leeeyn... Kaçma... Kaçmaaaa...
Kaçıyoooo tutun adamı 2 dakka daha şey etmem lazııııım...
Tamam gel walla yapmicam, geeeeeel... !!!
Bari donunu çeeek kaç Hüsnüüüüü... Konu komşuya rezi olduk Hüsnüüüü.... Huuuuu...

:pppppp

Hadin hayırlı ultrasonlar ;)


Yazıyı yazdıktan sonra geldi aklıma, uyanık işadamları görüntülü tanı merkezlerinde bu konuyla ilgili kampanyada yapabilirler...


Ultrasonla doğum kontrol 150 TL.
Kocasının yanında bir aile üyesini yanında getirene indirim! :ppp
Kocanın yanında, dayıyı, küçük kuzeni kapıp götürür millet! :ppp


SSK acaba bu tedaviyi karşılarmı acep? ;))))


Sıra beklerken yaşlı teyze ve amca evladım benim fıtığım var onun için geldim siz neden geldiniz diye sorduğunda;
Doğum kontrolü için bey amca/hanım teyze dediğinizde eğlenceli olur dimi sıra beklemek... :ppp


Cinyıs fikirler üreten Türk halkı ahanda sana yeni para kazanma kapısı buldum... Şşşşş benim kocayı indirimli şey edersiniz artık hııım? ;))))) :ppp

30 Ocak 2012 Pazartesi

Yazmacı ;)

Hatis yazıyı beğendi... Ancak mesleki deformasyonumu gösterdiğimden ucundan acık mutsuz oldu...

Yazı üzerine bi yazı olacakken benim el, öğrencilik anılarımı döktürttü...

Orta okulda-lisede dönem ödevlerimiz vardı...
Hatırlarmısınız...
Çizgisiz kağıtlara dolma kalemle yazdığımız...
Oy oy ne kadar özene bezene yazdığımız ödevlerdi onlar...
Bizim neslin çizgili sayfa kağıdını tükenmez kalemle çizmişliği vardır...
Çizgisiz kağıdın altına şablon olarak kullanmak için...

En zor dönem ödevleri matematik veya fizikti...
Pergelle dolma kalem kullanma yetimiz yoktu... Daire çizmek ne zor zanaattı!
Benim baba ilkokul bittikten sonra cofladığından evde bana sanatsal yardım yapacak kimse yoktu...
Amcam bir mühendis olmasına rağmen eli ve estetik duygusu süper gelişmiş (ki bence imkanı olsa Türkiye'nin Calatrava'sı olacak adamdır kendisi) olmasına rağmen el atmazdı ödevlerime...

Beyaz kağıtları ziyan ede ede ödevi en temiz en özene bezene haliyle teslim ederdik...

Ne günlerdi değil mi?

Üniversiteye başladıktan 1 sene sonra bilgisayar derslerimizde başladı... Başladı ama kimsenin evinde bilgisayar yok... Ödevler bilgisayarda  yazılacak diye bir ısrar da yok... Son derece anlamsız geliyordu bize bu ders... 

Zamanla bizim takmadığımız bu alet yaşamımıza öyle bir girdi kiiiii, ailemden gizli aldığım ilk arabam Fiat Panda'yı aileme söyleyemeden ailemin karşısına çıkıp kem küüm bana bilgisayar lazım demiştim!

Pentium 120 Escort'tan alındı... Murat 131 gibi bişey şu an!:))))))))
Türkiye'den alıp onu Kıbrıs'a getirdiğimde günlerce eve ziyaretçi akını olmuştu...
Şu yaşta altız doğursam o kadar ziyaretçim olmaz wallah billah !!!

Waaay Ozy'de bilgisayar vaaar...
Ulan şimdi çöpçüde ayfon var beeea !!!

O zamanlar öyle afilli bi durumdu... Şşşşş ;))

Okulda aldığımız dersler yavaş yavaş anlam kazanmaya başlamıştı...
Bilgisayar alemine baya keyifli bi giriş yaptım önceleri... Çok hoşuma gitti teknoloji... 

O dönemde Mağusa'da elektrik elektronik mühendisliğinde okuyan sevgilim teknolocik sevgilisi olduğu için çok mutlu oldu... Birden onunla aynı dili filan konuşacağımızı sandı... Sandı da ben mimarlık öğrencisiyim, o kadar da teknoloci delisi dilim... 

Pasif kullanıcılığın bana yeteceğini çok kısa bir süre sonra idrak ettim ben... Ama adam benim kendi kendime bilgisayarıma format atmamı, yeni programlar filan yüklememi bekleyince iş biraz sevimsiz olmaya başladı !

Adamın el yazısı güzel diye ben ondan teslim projelerimde yazı yazmasını bekliyomuydum sanki ???

Hatırlarmısınız o zaman CD filan hak getire, bi şey yüklemek istediğinizde nerdeyse 100 tane disket kullanıyorduk !!! Onu tak bunu çıkar, onu tak bunu çıkar !!!

Bu dönemde 2 hocam hayatımın dönüm noktası oldular...
1-Yanında çalıştığım professionel practice dersini aldığım Yücem hocam
2-Amerika'dan gelip bilgisayarla ilişkimizin içine eden hatun !!!

Hatunun verdiği dersin adını hatırlamıyorum ancak dersin özü; Arazinize en doğru yatırımı yapmak için araştırma yapma ve size rapor sunma idi. Hatun dönem sonunda bir takım kurallar sıralayarak bilgisayarda hazırlanmış raporlar istedi bizden !!! Ulan sekreterlik bölümünde okumuyoruz... Mimarlık öğrencisiyiz... Bilkent'in büro yönetimi diye bi bölümü var, bizde öyle bi bölümde yok! Dekanın hatta rektörün sekreterine para versek dahi hatunun istediği şekilde hazırlamalarına imkan yoook !!!

Yokta çakarsak kredi derdi var, ortama derdi var anasını satim...
Her şeyi bi kenara bırakıp world'le aşk yaşamaya başladım...
Yok anam yoook !!!
Hatun istiyorki;
1.1.1.1'i
1.1.1.2.a'sı besi cesi... 
I.bölüm 2'nin 1'inin 3.a'sı...
World uzmanı olmadığımızdan bu ayarlamaları yaparken bir öncekiler bozuluyor...
Aaa sıçarım diyip arabaya atladığım gibi Mağusa'ya sevgilinin yanına gitmiştim... Adamı basket maçında buldum... Maçı bastım adamı aldım doğru eve götürdüm ve hadi uzman dedim hadi... Bilirkişiliğini konuşturma zamanı...

Sabahladık abi... Çok bilmiş ex beceremedi...
Ertesi gün Girne'ye geri dönüp ödev-tez yazan uzman bi abi bulup o zaman için harbiden çoook ama çoook oha ötesi olan ücreti ödeyip ona yazdırmıştım raporu. 60 kağaat. Sene 96 amaaaa !!!

Bu ex beni bilgisayar konusunda pasifim diye çok eziyodu. Ulan senin sevgilin tek başına stepne değiştiriyo, motoru elliyo kurcalıyo, arabının altına yatıyo çıkıyo, uzun zaman Kıbrısta olmayınca akü ölmesin diye akü başlarını söküp takıyo... Ama sen bilgisayar konusunda pasif diye bu hatunu bağımlı parazit sevgili sınıfına sokuyosun !!!

Gençlik işte ah ah, akünün başlarını söküp aküyü bi kuvvet çekip kafasına çakaymışım ya... Bilememişim...

Bu çok bilmiş abi bana bi sürü olumsuzluk sayıp beni terk edip gittikten sonra ben bunun bilgisayar mühendisiyle filan birlikte olmasını bekledim... Ama gitti menepozuna 1-2 sene kalmış çocuklu bi hatunla evlendi benden sonra !!!

Seneler sonra ilk defa bu yaz Ilıca plajına giderken gördüm onları!!!
Ve, bu enşınt hatun biliyomu leeeyn bilgisayara format atmayı dememek için kendimi zor tuttum! Hatun bilmiyosa da 15'lik delikanlı oğlu seni teknoloci konusunda tatmin ediyodur ha hiho hooyt yapmak çok istedim ama malesef ailem beni çook terbiyeli yetiştirdi... Sadece yazıda benim şirretliğim... Mukadderaaat !!! :ppp 

Neyse konu daaaldı... Hiç akılda yokken exe geçirmece de yaptık oooh yağlarımızda eridi :ppppppppp 

Nerde kaldık; Beni etkileyen 2. hocada... Yücem hoca bizleri mesleğe hazırlamak için okumayı-araştırmayı teşvik edip yazılı ödevler veren bi hocaydı... Onun sayesinde mesleğimin 'kuram' tarafını çok ama çoook sevdiğimi fark ettim... Yaz babam yaz, oku babam oku... Tüm ödevlerim A+'tı... 2. ödev tesliminden sonra aramızda felsefeci mimar var diyerek beni onurlandıran bu hocanın ben yanında çalışırım abi diyerek 'eti sizin, kemi benim mesleği öğretin hocam' diyerek elemanı oldum... Oldum ama bana hiç iltimas geçmedi... Okuldan sonra ofise gidiyor 6'ya kadar yanında çalışıyor sonra eve gelip oku allah oku ödevlerimi hazırlıyodum...

Mesleki olarak yazma sevdamı Yücem hoca başlattı... Ve onun sayesinde bir çok yazım Mimarlık dergilerinde yayınlandı... 

Ex bilgisayarım ex evin voltaj problemi yüzünden havaya uçmasaydı (evet resmen bilgisayar havaya uçtu) bir sürü mesleki yazım dergi sayfalarında olacaktı... Maalesef yedekleme huyum yoktu...

Tüm çizimlerim, tasarımlarım, yazılarım tarih oldu... :((((((((((((((

Günlerce kurtarılamayan hard disck yüzünden leyla gibi dolandım ortalıkta...

Sil baştan sıfırdan bi hayat kurmak kolay olmadı... Giden şeyler çoook değerliydi... :(((


İş başvurusunda bulunmuşum, adam çağırıyo gidiyorum... Çalışmalarımı gösteren bi dosya bekliyo benden...


Yok ki! var da yok! Uçmuş-yanmış...
Bizim meslekte CV+çalışma dosyası sunulur...
Ne sunucucam? Mukadderaaat !!!
Uçmuş bilgisayar ve benim yedeklememem yüzünden bir çok başvuruda gençlik hatam sebebiyetiyle vasıfsız durumuna düştüm!
Ah aaah !!!

Elle yazınca insan uzuuuun yazamaz...
Elin bi dayanma limiti vardır...
Bilgisayarda yaz allah yaz... Şekil 1 A :)))

Uzun bir yazıda yazan kişinin nerde yorulmuş, nerde sinirlenmiş değişen yazı karakterinden anlarsınız...

Yazarken ağlamış mı? Yemek yerken mi yazmış yoksa kahve içerken mi...

Bu satırları acep ne yaparken yazıyorum bilginiz ya da fikriniz var mı?

Küçük bir ip ucu veriyor mu ekran size...

Vermiyor...

Değerli ve özel dolma kalemlerim çekmecelerde çürüyor...
Mürekkepler bayatlamıştır artık...

Zaman kolaylığa çabuk alışma zamanı... Undo tuşu varken silgi ı-ııh!

Uzuuuun yazıyorum biliyorum...
Bunun sorumlusu Felsefeci mimar var diyerek bana araştırma-okuma ve yazma gazı veren beni mimar yapan üstadım hocam Yücem hocam ;)))

Şikayetlerinizi ona alim efem... ;)

Yazdık çizdik effeeeem... Yeter mi Hatis'im... Bence yeter... ;))

Eski ressam ;)


Çok uğraşmadan 10 dakka içinde karaladıklarım... Elin terbiyesi bozulmuş artık... Düzeltmem için sil baştan eşşek gibi çalışmam gerek... Bardaktır, çanaktır, kuştur, böcüktür, ayakkabıdır allah ne verdiyse gözümün önüne koyup çizittirmem gerek... Bi de sabır gerek... Gördüğünü orantılı bir biçimde aktarabilmek için sabır gerek... :)))) Emekli olduğumda uğraşırım her hal... Ya da yazın Çeşme'de... Bilemedim şimdi... :))

Yazmaca-çizmece...

Bu yazı Hatis yüzünden yazılıyor...
Facebook sayfama geyikine Timberland'in ajandasının fotosu koydum... Benim gibi bir gezgine hediye arıyosanız işte bu güzel hediye olur diye... 
Ve başladı muhabbetimiz...
Ece ajandadan girdik kalem kullanmadan çıktık!
Ajanda kullanma alışkanlığınız varmıdır bilmem... Benim aileden gelir alışkanlığım... Anne ex bankacı baba mimar olunca kalem-kağıt-not alma üçlüsü bizim aile için çok normal bir alışkanlıktır.

Yeni yıldan önce ajanda taramasına çıkarız...
Yooo öyle her ajanda bize uymaz...
Annemin, amcamın ve benim ajanda alışkanlıklarımız farklıdır...
Her ne kadar ece ajandayla ajanda kullanımına başlamış olsak da zaman içinde artan çeşitlerle ihtiyacımıza göre bir tür takıntımız oluştu...

Ben masa üzerinde katlanabilenleri seviyorum... Sadece o günü önümde açık tutmayı seviyorum... Bu yüzden kalın ciltliler bana uymuyor...

Çantamda ise Kabalcı kitap evinin ajandası bulunur hep. Dünya para verilen çanta ajandaları beni mutlu etmiyor. Daha doğrusu ihtiyacıma cevap vermiyorlar... Ama Kabalcı'nın 3'mü-5'mi liralık şeyi beklentilerime cevap ötesi cevap vermekte...

Bir bir mimar olarak (şimdi Benü yine mimarım demişsin diyecek) çantam da ajanda harici not defterim de hiç eksik olmaz... İnce uçlu yazan bir kalemde...

Çizerim çizittiririm, not alırım, bir şey yazıp veririm... Kutuplara dahi gitsem çantamda not defteri olur!

Çok planlı programlı bir insan değilimdir. Ancak ajandama not almayı severim. Hangi gün nereye kaçta gidilecek, kime ne kadar para verdim ya da verilecek...

Bankacı bir annenin kızı olarak para mevzularını hep not almam öğretildi bana... Hesabımı kitabımı bileyim diye... 

Öyle günlük gibi şeylerle hiç alakam olmamıştır. Arada önemli günleri not düşmüşümdür ama klasik günlük gibi değildir onlar...

Bazı ajandaları atmam saklarım... Arşiv misali... Aslında önemli günleri yada notları temize geçmek mantıklı olabilir de uğraşmıyorum onun yerine ofise aldığımız A4 kağıtlarının kutusunu kaplayıp ajanda arşivi olarak kullandığım kutucuğuma sallıyorum ajandaları... Bi şey gerekli olduğunda ordan arama kurtarma yapıp bakıyorum... 

Şincik teknoloci ilerledi... Telefonunuza bilem bilmem kaç satır notlar alabiliyorsunuz... Özel ekranınız varsa çizim bile yapabiliyorsunuz...

Herkesin elinde ultrasonik telefon harici bir sürü işlev gören alet!
Güzel güzel olmasına da kağıdın-kalemin yerini tutmuyor...

Kağıdın kalitesine göre kokusu-yazma keyfi bambaşkadır...
Kurşun kalemi açmanın sırrı...
Yeni açılmış kalemin kokusu...
Tutuş alışkanlığınıza göre orta parmağınızda bıraktığı iz...

Öğrenciyken Auto-cad'le yeni tanıştığımız dönemde, özel bir kalem ve padle çizim yapılabildiğini öğrendiğimizde wooow olmuştuk! 
Sketch yapıp onu ölçülendirerek çizmek zor geliyordu... Alet karaladığını ekrana ölçülendirerek geçiriyor haaaa waaay... Gelse Türkiye'ye de alsak... Ulan çok pahallıdır leeeyn almayız beaaa diye geyikler yaptığımızı hatırlıyorum...

(Ulan böyle yazılar yazdıkça benim tevellütte çıkıyor ortaya ya neyseee... :ppp )

Bilgisayar ortamında çizim yapmak çok kolaydır... Yanlış yaptığında pafta ziyan olmaz... Yeni bir ekrana geçersin... Çizersin, çizersin, beğenmezsin 'undo'ya basarsın... 

Ama elde böyle bir şansın yoktur!
Yanlış çizdiysen aydıngeri jiletle yavaş yavaş kazırsın... Acemiysen masayı bile kazırsın! 
İğne yapan hemşire gibi elinin hafifliği önemlidir...
Rapidoyu sertçe bastırırsan ucu kırılır... Rapido denen şey ucuz değildir... 0.1'in ucu gittimi 4 çocuk geçindiren fakir-fukara babanın maaşını kaptırması gibi için cız-bız olur!

Fazla mürekkep koyarsan veya yıkarken dikkat etmezsen elin mürekkep olur... O tırnaklar 2 gün boyunca kömürcü çırağı gibi kalır!

Bilgisayarda yoktur böyle riskler... Kaydetmeyi unutursan bi de bilgisayarının çökeceği kaderde kısmette varsa yaşarsın felaket!

Mesela ben bi akşam Auto-cad ödevimiz için ona yardım etmemi isteyen bir arkadaşa yardım ederken hala nasıl becerdiğime dair bir fikrim yok Auto-cad'i uçurmuştum bilgisayardan!!! Dos'taki gitmişti ama allahtan geleceği gören sevgilim windows'ta çalışan versiyonunu da yüklediğinden ödevler kazasız belasız halledildi ! :)))

Kıbrıs'ta yanında çalıştığım hocam Yücem Erönen'in  oğlu ODTÜ mimarlıkta okuyordu... Bir sömestr oğlan geldi, çizimlerini yaydı masaya... Amanın amanın... Yücem hocayla bakakaldık...  


ODTÜ bilgisayarda çizime izin veriyomuş... İyi halt ediyomuş... Oğlan yakında mezun olacak amma paralelle çizmeyi bilmiyor!!!


Baba ne dediyse dinletemedi oğlana... Hatta bizde de kızdı elde niye çiziyosunuz diye...


He walla niye? Kıbrıs'ın cehennemi sıcağında Lefkoşa'da bi ofiste sabahtan akşama kadar aydıngeri bozmicam diye çektiğim eziyet niyeeee...


Niyesi efendim, bizim mesleğin el işi göz nuru olması...
Ustaya-müşteriye hatta yeri geldiğinde kendinize bile elle çizip anlatacaksınız-göstereceksiniz derdinizi-dermanınızı...


Bizde ilk baştan bilgisayarla çizmeye başlasaydık şu an en basit çizimi bile yapamaz olurduk...


Benim evim çeşit çeşit kalemle doludur... Bu yazıyı yazarken öğrenciyken oha paralar vererek aldığım markanın sitesini ziyaret ettim. Derwent pencils bizim kullandığımız tek markaydı. Kıbrıs'ta bu marka vardı. Fabel Castell'in çizim kalemleri değil boya kalemleri boldu... Suluboya olabileni, pastellisi, renklisi, kömürü... Ev doludur çeşit çeşit kalemlerle... Hepside kullanılmıştır... Mezun olup geldiğimden beri pek onlar için tasarladığım çekmeceden çıkamadılar... Uzun zamandır adam akıllı çizim yapmıyorum... Elini çiz desen çizemem! 


Bir arkadaşımın eniştesi ressamdı... Bizi gördüğünde oturtup desen çalıştırırdı bize... En çok da el çizdirtirdi... Efenim bendeniz bilekten paşparmağın ucuna kesintisiz tek bi seferde gördüğümü doğru olarak bir zamanlar kağıda aktarabiliyordum. Bu özel bi şeymiş efendim... Bana sakın bu becerini bozma demişti... Herkes eğitimle bunu başarıyor sen okulda aldığın sketch dersiyle bu haldesin bide çalışsan... Sakın karikatür çizip elini bozma dedi... Bozdum ama... Sınıf yükseldikçe sketch dersi eziyeti bittikçe benim de aaa ne güzel kuş, beee ne güzel börtü böcek du çizim şunları demem bitti... Eee klasik öğrenci adamda ne beklenir... Zamanla kaş yapim, göz yapim, karikatürcüleri taklit edeyim derken el kaydı... Geçenlerde bi kase karalayım dedim görseniz M.Ö. bilmem kaçta çizittirilmiş sanırsınız gibi oldu bende mukadderaaat dedim... :)))))


Artık kimse eliyle bir şey yazmıyor...
Üşenmeyip printerlarımızı ayarlasak yılbaşı kartlarını bile bilgisayarda yazıp çıktısını alacağız! 
Hoş artık kimse kimseye kartta göndermiyor!!!
Zavallı postacılar şirketler olmasa işsiz-güçsüz kalacaklar...


Mail attım, sms gönderdimle olay bitiyor...
Ya da facebook-twitle...


Birisinin elinden çıkmaz taynide olsa bir kağıt parçası ne kadar özeldir...
Sizin için güzel bir kalemle özene bezene en güzel yazısıyla yazılmış bir yazı...
Kendinizi özel ve değerli hissettirir...


Ama gel gör kimsenin buna ayıracak vakti yok...


Artık ilkokul öğrencilerine el yazısıyla okuma-yazma öğretiliyor...
Bence boşuna...
Bir kaç sene sonra onlarda daha bi afillenmiş teknolociyle hayatlarına devam edecekler çünkü...
O kadar güzel yazı yazma derslerimiz vardı ne oldu?
Mimarlık eğitimimizin başında tek tek alfabeyi güzel yazıcaz diye bize verdikleri o derslere ne oldu????


İnsanın 5 duyusuyla temasa geçmeyen şey bence çok keyifsiz ve tatsızdır...


Kalemin ucuna göre kağıtla dans ederken çıkardığı ses, mürekkebin kokusu... 
Ellerinizin hareketiyle parmak uçlarınızdan kağıda çıkan harfler bence mucizevidir...


Özlemiyormusunuz  size özel kalemle yazılmış satırları...
Kağıdın-mürekkebin kokusunun yanında ondan bir koku aradığınız günleri...


Canım çok çekti walla...
Bi çizttiresim geldi ki sormayın...
Sketch kağıdı yokken çizmeyi de sevmem ama napalım A4'le idare edicez bu gün...


Kaleminize defterinize sahip çıkın derim...
Bence medeniyet I fonun-mayfonun 4'mü 5'mi 15 bin mi S olduğunda değil...


;)

29 Ocak 2012 Pazar

Hoşuma gitti burdan da paylaşim dedim ! ;))))




Turkcell değilim... kimseyi hayata bağlayamam !
Pepsi değilim.. kimseyi yaşatamam !
Hamal değilim.. kimseyi taşıyamam !
Terazi değilim.. kimseyi tartamam, dengede tutamam !
Anten değilim.. kimseyi çekemem !
Nokıa değilim.. herkese el uzatamam !
Doğru veya yanlış hayatımı yaşar, sonuçlarına da katlanırım !
Hayatta benim hayatım ! Kimseye burnunu sokturmam !
Duymayı bilene ses olurum;
Anlamak isteyene anlam olurum !
Uzaktan bakmayın, bilinmeyenli denklem olurum !
Beni Anlamayana Hafif , Anlayana Ağırım !
Anlayan yanımda anlamayanda kapımın dışında ...

28 Ocak 2012 Cumartesi

Yaseminler Tüter mi hala?

Oooof ulan oooof !!!
Öyle böyle değil efkar ve özlem bastı !!!
Bu ay üniversite eğitimini Kıbrıs'ta almış arkadaşlarla buluşma-görüşme ayı oldu...

Son Kıbrıs seyahatimin fotolarını facebookta paylaştıktan sonra, yıllardır görmediğim insanlardan arkadaşlık daveti aldım...

Süperdi!!!

Başladık geçmişten, şimdiden muhabbetlere...
Sonra bir sürpriz oldu ve İstanbul dışında yaşayan ex üniversite arkadaşlarımdan bazılarının İstanbul'a gelmiş olduğunu öğrendim... Ve İstanbul kar altında kalacak diye kırmızı alarmlar verildiği günde senelerdir görüşmediklerimle kanlı canlı karşı tarafta buluştum! 

Yılların özlemine Kıbrıs özlemimiz eşlik ediyordu...
Çok keyifli tadına doyulmaz bir gece geçirdik... Kar yağmaya başlamamış olsa muhabbet sabaha kadar sürecekti de... Kar yüzünden mahsur kalırız korkusuna doyamadan ayrıldık...

2 gündür aklımda Kıbrıs... Burnumun direği nasıl sızlıyor anlatamam...

Dün akşam uykum kaçtı, gecenin 3'de balkonda sigara içerken, bu saatlerde Kıbrıs'ta yaptığım yollar geldi aklıma...

Ben ezelden beri eserekli bi hatunum... Gelenler geldi mi atlardım arabama yol yapardım... Gecenin sessizliğinde yol yapmak bana çok keyif verirdi... 

İlk arabam Panda 60'dan hızlı gidemediğinden onunla zevk değil eziyet olurdu yol yapmak... Ama 2. arabam 1.9'luk 205 GTI'la boş yollarda motorun sesini dinleye dinleye yaptığım azcık sürat denemeli yollar çook ama çoook zevkli olurdu... 

Mezun oldum geldim kendime Golfçük aldım... Kıbrıs'ta arabayla yaşamaya alışmış birisi İstanbul'da da arabasız yapamaz gibime geliyordu... 

Park yeri sorun, yol yapmak imkansız... 
Bi şöyle rahatlamaya arabayla tur atmaya çıkayım dersiniz, trafikten ebenizle aşk yaşarsınız... 

Gece-gündüz fark etmez İstanbul'da... Sessiz sakin huzurlu yol deneyimi için İstanbul dışına çıkmanız gerekir! O da otoban keyfine... 

Kıbrısımda öylemiydi? 
Şimdi yolların çoğu çift gidiş-geliş olmuş... Ama yinede nüfusun azlığından ötürü size keyifle yol yapma tadını yaşattırıyor...

Dün akşam yine yol yapmak istedim...
Arabanın tüm camları açık, ılık rüzgar bedenimi yalayıp geçerken, Kıbrıs'ın kendine has kokulu havası burnumda, sessizliği bozan tek şey 1.9'luk motorumun sesi kulaklarımda...

Eygidi ey...
Girne dağ yolunun büyük bölümü askeriye ile çevrilmiştir.
O yolda durmak yasaktır...
Ben Pandacığım varken bi gece, adam gibi işlevini yapmayan sileceğim yüzünden durmuş ve askerlerin silahları bana çevrilmiş halde, onları iplemeden 'sileceğimi düzeltiyoruuuum, gidiceeem vurmayın beni' diye cırlamıştım !!!

Cesarete bak!
Durmak yassaaak hemşerim yerde dur, adamlar silah doğrultsunlar ve iplemeden camını sil !!!

Biraz manyak bişeymişim sanırsam! (biraz mııııı:ppppp) 

Bi gecede  arabada benzin azken sevgilinin yanına Mağusa'ya gitmiştim...
Sabah sevgili arabaya binip benzin ışığının yanıyo olduğunu görünce beni uyandırıp saydırmıştı bana...
Ne var beaa yapmıştım, 1.9'luk devirli ötesi devirli bi arabayı benzini tayni kadarken Girne'den-Mağusa'ya getirmiş bi hatun olarak başarım tebrik edilmeli ne böğürüyooon!!!

Yok gecenin bi vakti yolda kalsaymışım, gak-mış gukmuş...
Ehee askerlerle yaşadığım olayı söylememiştim ona... Söylemiş olsaydım... :)))))

O yıllarda cep telefonu filan yok... 
Ay arabam bozuldu yardımı arim gelsin diye bi şeyde yok!

Pandam'la az lastik sorunu yaşamamışımdır!
Araba o kadar eski ki, evdekilere söylemeden cep harçlıklarımı biriktirerek aldığım tekerlekli konserve kutusu!!! 
Lastikler kabak ötesi kabak! Amortisörler patlak! Egzoz patlak olduğundan arabayı görmeden sesini duyanlar tank geliyo herhalde diye  bekliyor...

Arabanın altı çürümüş olduğundan lastiklerim patladığında krikoyu yerleştirip lastiği değiştirmek öyle böyle eziyet değildi!!!

Nasıl tarif etsem, arabanın altında yuvalar vardı... Krikoyu o yuvalara takıp kaldırıyodunuz arabayı... Çürümüş olduğundan yuvalar iptaldi... O halde bi şekilde krikoyu takıp arabayı kaldırma deneyimlerim süper hikayedir!

Bi sefer araba manyağı, Kıbrıs'ın en baba Camaro'suna sahip komşumla Girne dağ yolunun girişinde lastiğim patlamıştı! 

Adam araba uzmanıya ben hallederim dedi...
Dedim bu senin 3 tonluk arabana benzemez, beceremezsin...
Elinin hamuruyla erkek işine ne karışıyosun diye bana bi bakış atmıştı...
İyi diyip bi sigara yakıp kenara çökmüştüm...
Onu yaptı bunu yaptı olmadı!!! 
Geçen arabalardan yardım isteyelim mi demeye başladı !!!
Geç kenara dedim, geeeç... Ben yaparım... Kızımın huyunu suyunu biliyom ben...

O günden sonra Engin tövbe edip bi daha benim arabama binmedi! :))) Hatta benimde binmemi yasakladı ama yasaklarken al benim arabamı kullan demedi :pppppp Komşu olarak oha benzin tüketen Camarosunu depo ful verseydi bana kullanmazdım pandamı! :ppp :)))))

Panda'dan çok şey öğrendim... Şimdi herkescikler araba alıyo-kullanıyo... Başları derde girince alooo servis!

Kıbrısta yoktu böyle bi şans!
Motordanda anlıyodum, lastik değiştirmektende...

Aldığım tüm arabaların ilk önce stepnesine bakarım. Nasıl değiştirilir öğrenirim. Dünya hali bu. Cep telefonu çekmez, otobanda da olsan belki araba geçmez...

Kıbrıs hepimize bir şekilde hayatta kalmayı öğretti.
Ekmeksiz, susuz, elektriksiz çoook kaldık!
Siz hiç mum ışığında ya da ışıldakla çizim yaptınız mı?
Biz yaptık!
Evinizde telefon olmasına rağmen dünyayla iletişim kuramadığınız oldu mu?
Bizim gittiğimiz yıllarda Kıbrıs'tan Türkiye önce 00'ı arayıp hat alınarak aranırdı...

Yılmadan saatlerce telekominikasyon dairesinde bekleştik... 00'ı çevirdik hat bekledik sonra 90 ve numara... Onca eziyete aradığınıza ulaşamamak ise tarifi olmayan bir hayal kırıklığıdır!

Bankamatik denen zımbırtı sadece Lefkoşa'da vardı.
Ailen para yollamış ama çekemiyosun...
Lefkoşa'ya gidiceksin ve çekeceksin...
Birbirimize kartlarımızı ve şifrelerimizi verirdik...

Toplu ulaşım gelişmemişti...
Taksi pahallıydı...
Başka çaremiz olmadığında 3 kuruşluk harçlıklarımızı verirdik taksiye...

Güzelyurt'tan Lefke'ye son otobüs 5'teydi!
Kaç defa kıl payı otobüsü kaçırıp otostop yaptım...

Kıbrıs'ta araba sahibi olmak lüks değildi...
İhtiyaçtı!
Okulun servisi vardı... Ama kaçırdığında, ya da mimarlık öğrencisi olarak elinde maketin-gakın gukun varsa servis kabus oluyordu!!!

Üniversite hayatı Kıbrıs'ta geçmiş hiç tanımadığınız biriyle tanıştıktan 5dk sonra kanki olursunuz!

Askerlik arkadaşlığı gibidir Kıbrıs'ta geçmişi olmak...
Ne kadar varlıklı bir öğrenci olmuş olsanız da yaşamışsınızdır bir yokluk...

Başka bambaşka bir kardeşliktir Kıbrıs'ta yaşamış olmak...
Aynı acıları, aynı sevinçleri, aynı özlemleri yaşamışsınızdır...
Yatılı okul öğrencilerinde vardır bu kardeşliğin benzerliği...

Namussuz adadan mezun olup dönerken hepimiz bi daha Kıbrıs'a geleni bilmem ne etsinler diye ayrılmışızdır...

Ama ne hikmetse, havasında mı-suyunda mı bir virüs var!
Onca sıkıntıya rağmen orasız yapamıyorsunuz...
Özlüyorsunuz...
Gidip görmek kalmak istiyorsunuz...

Nasıl bi memleket ki o yok bu yok, şu dert bu bilmem ne tövbe allah dedirtse de çekiyor sizi yine !

Gençliğimiz orda geçtiği için mi diyeceğim de, ulan başka şehirlerde, ülkelerde okuyan onca arkadaşımda yok böyle okudukları yere karşı özlem!

Kıbrıs'ın bir büyüsü var arkadaş!
Namussuz ada aşık ediyor kendisine! Bağlıyor! Gidip görmeden yapamıyorsunuz!

Şeytan diyor ki git kal 15 gün! Araba kirala köylerine, dağlarına, tepelerine gir çık gez...

Ee şimdi parada var tabi... Öğrenciyken gidip yiyip-içemediğin yerler ye iç yat! :))))

Çok özledim yaaaaa !!!
Bilmemnesini bilmem ne ettiğim ada, ölene kadar damarlarımızda dolaşacak bi virüs!

Tedavisi yok!
Maalesef ölene kadar ara ara taşınıcaz adaya... ;)

26 Ocak 2012 Perşembe

Yarışmaya İstanbul'dan katılıyoruuuum...

Şu büyük şehirde yaşayan insan olmak ne stresli bir şey...
Sabah kuafördeydim...
Üniversiteden arkadaşlarla buluşacağım bu akşam... Seneler var çoğuyla görüşmüyoruz... 
39 yaşında mimar hatun olarak azcık janti olayım dedim... Gitmişken azcık katlarıda düzelttireyim dedim... Demez olaydım önleri öyle bi kısalttı ki benim lügatıma göre perçemciklerim oldu !!!

Neyse... Ben jantileşirken bir teyze geldi...
Eskişehir'e düğüne gidiyorum dip boyam yapılacak bi de fön çekilecek...
Benimle işi bitmiş manikürcü hatun onun yanına doğru giderken teyze heyecanla; evet evet manikür de olacak, İstanbul'dan gidiyorum bakımsız demesinler dedi !

İstanbul'dan gelen-giden adamın bakımsız ya da modern olmama gibi bi şansı yok sanırsam!

Böyle bi düşünce var nedense...

İstanbul'da yaşayan herkes dergilerde-tvlerde gördüğünüz gibi yaşamıyo kiiii !!!

Yani her hafta sosyetik dergilere çıkan bi hatunsak ancak bizden son moda şıklık ve bakım beklemelisiniz !!!

Kuaförün-terzinin iyisi hası illa büyük şehirde olacak diye bi kaide yok !!!

Bak gittik adama şirin şebelek olduk !!! :ppppp

Büyyük şehhir insanı üzerinde her daim bir baskı vardır böyle...
Kılığınıza, konuşmanıza, tavrınıza bi bakarlar...
Bi eşleştirirler...

Camper'lar Türkiye'ye ilk geldiğinde aşık olup almıştım ayağıma... 
Aldıktan kısa bir süre sonra Ordu'ya kankimin yanına gittim... O hariç tüm çevresi ayakkabılarıma uzaydan gelmiş bir nesne gibi bakmışlardı...
Kocası golf ayakkabısı mı onlar demişti !!!
Hödööö??? olmuştum...
Ve bana eee İstanbul'da yaşıyo her türlü ilginçliği yapabiliyor orda demişlerdi !!!
İlginçlik miiiiiiii???
Sade siyah bi yürüyüş ayakkabısı leeeyn !!!

İstanbul'dan memlekete yayılana kadar en sade şey bile ilginç gelir millete...

Saçınızın kesimi, giyiminiz pek bi büyyük şehhirli olmalıdır...
Diğer illerde yaşayanlarla bi farkınız olmalıdır illa...

Bakımlı eller, dip boyası şahane saçlar...

Bende yıllar var görüşmediğimiz en son 20'lik halimizi bildiğimiz erkedeşlerime okumuş, mimar çıkmış beni göstertmek için jantilenmedim miiiii !!!

Toplum baskısı denen şey kötü şey...
Ne var yani hala 20'lerimdeki gibi yırtık jeanli, manikürsüz, arkadan tek örgü saçlarla gitsem... 

İlla bi şey olduğumuzu gösterticeeez !!!
Bi şey olmuş dedirticez...
İlla bilmem nerede yaşıyooo hııım dedirticez...

Eller bordo, saçlar inatla bozmaya çalışsam da bozulmayan fönlü, üste kaşmir mor bir kazak, boyunda inciden'in deri kolyesi, altta siyah jean... Aaa hiç kumaş pantolan havamda değilim... Ayağıma da penguenli çizmelerimi giymek istiyorum da... azcık bi olgun görsünler istemekteyim o bakımdan kararsızım... Cıks topuklu giymek istemiyorum... O kadar hava-civalı olma arzusunda değilüm...

:pppppppp

İstanbul'da yaşayan mimar hatun desinleeeer huuuuu !!!

:pppp ;))))))))

Toplum baskısına sooon pleaseeeeee !!! Büyyük şehirde yaşşasakta, bilmem ne olsakta yani sonuçta insanız ayooool !!!

Hep desinlere-yesinlere mi yaşicaz bu hayyatta !!! Diyip üstümü değiştirmeliyim de kim eve gidip üst-baş değiştirecek şimdi! ;)

25 Ocak 2012 Çarşamba

Ayşe+Aşıkların cüreti+Boyoz

Ayşe Arman bu gün Aşıkların cüretinden korkulur diye bir yazı yaşmış....

Evli ve kocasını aldatan bir kadının aşkı için yaptıklarını anlatan bir yazı...

Evli ya da bekar aldatma aldatmadır benim için... Ancak hatun aşkı öyle güzel tarif etmiş ki...

''Bir gece, ona özlemimden ölüyorum...
Bir yerim acıyor gibi...
Görmezsem o geceyi çıkartamayacakmışım gibi...
Aşk denen de bu zaten...
Aşık olmayanlara anlamsız gelen bir delilik yapışıyor insanın üzerine.
İnalılmaz şeyler yapıyorlar. Ben de öyleyim.
Nasıl çocuklaşıyor, nasıl keyfini çıkarıyorum...
Ama biraz tehlikeli oluyorum, çünkü her şeyi oldurabilme gücünü ve hakkını kendimde buluyorum...''

Kadının yaptığı şey bence çok tehlikeli... Evet bence de aşk her şeyi oldurabilme gücünü ve hakkını kendinizde bulmanız demek... de... Kadının hikayesi helal olsun dedirtti bana ! :)


Ben sıradan aşkların insanı hiç olmadım...
Aşkınız sizi, sakin sakin otururkende içinizi karıştırmıyor, ordan oraya savurmuyorsa bence aşk değildir...

Ben hep tutkulu aşkların insanı oldum...
Ve karşıma tutkumu körükleyecek adamlar çıktı hep...
Doğru insanlar olsalardı hayatımda kalırlardı ama kalamadılar... Kendimi tanımama, aşktan ne beklediğime yol gösterdiler...

Onu görmezseniz eğer o geceyi çıkartamayacağınızı size hissettirmeyen bir kadın veya adamla yaşanan şey bence sıradandır...

Hep aşk için cüretkar olmuşumdur... Dolu dolu yaşarım... 
Yüreğim nasıl mutlu olacaksa-ne istiyorsa vermişimdir ona... Ve karşımdaki nede...

Bir sürü arkadaşım hayatımdaki es dönemlerine kafayı takmışlardı... Güzelsin, istediğini elde edersin, gez-toz, takıl... 

Malesef sıradan olan birşey bana keyif vermez... Sıradan, tutkusuz bir şey yaşamaktansa tek başımalığımın keyfi huzuru daha güzeldir...

Aşk olmayacağı oldurabilme kudretidir...
İmkansız geleni imkanlı kılma...
Yüreğin nefis bir arap atından daha hızlı dört nala devinmesidir...

Aşık aldatıcı hatunun hikayesinde tüm gece konuşamıyorlar ancak yan yana bir masada oturup küçük dokunuşlarla görünmez ateşle içi kül eden yangını dizginliyorlar...

Bazen bedenler birbirine değemese de gözlerin değmesi yeterdir o özlemi dizginleyebilmek için...

Aşık olmayan için aşıkların hareketleri anlamsız gelir...
Deli diye yaftalanırsınız...
Aşk akılla yaşanmaz ki!
Mantıklı aşk diye bir şey duydunuz mu?
Mantık evliliği vardır ama mantık aşkı yoktur!!!

Aşkta mantık arayan gelişen teknolojilerle mümkün kılınacak robot beyinleri beklemeli !

Evet, aşıkların cüretinen korkulmalı...
Koca dağı kazdıran, çölü geçtiren bu cüret!
Onca dikenli tel-silah arasından kavuşan ellerde de bu cüret var...

Tutkulu, olmayanı olduracak kıldıran fikirler beyinde gidip gelmiyorsa o aşk bence aşk değil...

Sabah gazeteyi okurken, televizyonda da bir yemek programı vardı.
Bu hafta İzmir'e gitmişler... Gittiklerin evin sahibesi önce onları alıp boyoz fırınına götürdü...

Bir gözüm gazetede diğer gözüm televizyonda düşüncelere daldım...
Yüreğim gündüzü-geceyi çıkartamayacakmışım hissiyle doldu...
Boyozla yarin özlemi aşk yazısını okurken içime düştü...

Kahvemi alıp sigara içme yerim olan balkona çıktığımda, boyozun tadını yarin dudaklarında sevdiğimi fark ettim...

Fırından sıcak sıcak alınmış boyozların nefis kokusuyla uyandırılıp kahvaltı masasına geçtiğimde boyozdan aldığım ilk kocaman ısırıkla tüm yüzüm gözüm boyozla kaplanırdı... (ben boyozu kibarca yiyemiyorum... tüm yüzüm ve masa boyoz kırıntısı oluyor :) )

Yüzüm gözüm kırıntı dolu yarin kucağına hamle yapıp ona da koca bir parça ısıttırıp onu teşekkür öpücüklerine boğardım...

Boyozla haşlanmış yumurta iyi gidiyor derler, ı-ıh bence yarin dudakları... :))

Özlem denizim kabardı kabardı tam taşmak için hamle yapacakken, çok güzel iki kuş geldi ağaca kondu...

Kuşların türünden de anlamam ki! Fıstık yeşili tüylerinde ara ara kırmızılıklar olan uzun kuyruklu, papağanı çağrıştıran bir çift...

Başka zaman olsa bunu başka türlü bir işaret olarak algılayıp yarin dudaklarından boyoz yemeğe İzmir'e uçardım... Kimsenin ruhu duymadanda dönüverirdim İstanbul'a... :)))

Ama koşullarımız özlemlerimizi bastırmayı gerektiriyor...

Kuşlar kabaran özlem denizimi indirdiler ve içimi huzurla kapladılar...

Başka bir evrende sevdamız özgürce yaşıyordu...
Onlara bakıp gülümsedim...
Boyoz ve yarin aşkı her daim baki kalacaktı...

Aşk, olmayanı oldurtabilme arzusuydu...
İçinizde tüm dünyaya savaşa açak deli bir güç...

Aşk ve tutkularınız size yaşam veren şeylerdir...
Her ikisi olmadan yaşam kuru bir ekmek gibidir bence...
Aşkların ve tutkuların peşinden gitmeli insan ama kimseye de zarar vermemeli-yıkıp-dökmemelidir...

Bedenler kavuşamasa da gözlerin kavuşması yetse de bazen uzaktan kuşların kavuşması da yetiyor... ;)

Aşk hem içinizde zapt edilemez bir siz yaratıyor hemde bazen sizi dizginleyen güç oluyor...

Bu aşık şu an obezliğine yenik düştü... Yarin dudaklarından yemeği geçti, şöyle şurda sıcaak sıcak boyozlar olasa da afiyetle yiyip içsem dedi...

Boyoz İzmir'li yahudilerin İzmir mutfağına bir hediyesidir... Şimdi bu obez aşık, juwish arkadaşlarını arayıp ne biçim İstanbul'lu yahudilersiniz beaaa bi boyozunuz yok diyecek kadar gözü boyoz aşkıyla dönmüş bir aşık! ;) 

Bu yürek maaaalesef aynı anda 2 aşkı dizginleyemiyoooo... ;))))

24 Ocak 2012 Salı

What the fuck !!!

Enşınt dönemde barbar...
Kıbrıslılar tarafından karasakal...
Şimdi...


Milletçe kendimizi çizgi filmlerdeki kötü karakterlere benzetiyorum...
Hepimiz Şirinlerin Gargameli gibi taş duvarlarımıza çarpan kötü ve ürkütücü kahhakalar atıyoruz ve neeext ülke diyoruz !!!


Eskiden ecnebi adamları bizim dinimizde şu şöyledir bu böyle yassaktır, namus şöyle önemlidir diye korkutuyoduk... Ama şimdi;


Kılıç kalkkan ekibini gösterip kıyarız walla ayağını denk alı rahatlıkla diyebiliriz !!!


Geyik biliyorum... Çok geyik...
Asıl yazmak istediklerimi ve hislerimi dile getiremiyorum...
O yüzden geyik ötesi geyik yapıyorum! 


Ulan ne milletiz yaaa !!! Baktığında ekonomisi gakı-guku bilmem ne, gelişme evresinde, korkulacak bi tarafı olmayan... amma velakin hala efsaneyiz hala ürkütücüyüz ve hala alınamamış hınçların gazabındayız...


Karasakal'ı hala hazmedememişken bu bana fazla geldi...
Feci gaz yaptı...


Neyse ne diyelim, wahşi çekiciliğimizle dünyaya gülümseyelim, genetik kodlarımızla ne halt edeceğimiz belli olmaz ayağınızı ucundan acıkta olsa denk alın diyelim... :ppppppp


Walla sizi bilmem ama bana harbiden fazla geldi bu sefer...
Öyle böyle gaz yapmadı...
Elime kurtçuk yapıp durmaksızın uluyacak kadar tepkiler verdirtecek kadar dokundu !!! Ki ben kiiiiim kurtçuk ve uluma kiiiim... 


Genetik kodlarım son gelişmeler sonucunda dedeme işkence etmiş Bulgarları sevmek istiyoo...da... sevemiyooom ama millet bizi seviyooo!!!


Neyse fuck your self  bücür adam !!! O boyla onu bile beceremeyip bize yaptırırsın ya !!!


Bu kadar yeter, öfkem başıma bela olmasın !!!

23 Ocak 2012 Pazartesi

Aaaa fanfini finfon... :ppp

Bi arkadaşım Güney Afrika'ya gidiyo...
Face'de güvenlik üzerine bi konuşma başladı...
Sıtma ve sarı humma için aşı gerekir mi gerekmez mi vs. derken daha önce gitmiş bir arkadaşım ' Güney Afrika için ilaca gerek yok sadece aids olmayın yeter' diyince konu baya eğlenceli olmaya başladı...

Benü'nün verdiği infodan, Kürşat tırstı amaaan hiç bir şeye el sürmemeli, dikkatli olmalı demeye başladı...

Benü, 15 gün boyunca başımıza bi şey gelmeden dolandık takma kafanı, kimse pazarda koluna aids'li şırınga batırmıyo diye onu rahatlatmaya çalışırken, allah korusun seks yapmadan aids'e yakalansak halimiz yaman olur diye düşünmeden edemedim! 

Türk milleti bi kere kafasına yazmıştır aids=seks!
Hatta erkek erkeğe fanfini fonun sonucu=aids !

Böyle bi zihniyetteki topluma elime iğne battıda oldum, manikür kurbanı oldumu anlatamazsın!!!

Gitmiş sekiiiiz yapmış olmuş !!!

Walla çok eğlenceli bi toplumuz...
Allah korusun kimsenin başına böyle bi durum gelmesin diyorum da, her şeyden çok yafta yapıştıran cahil insanlardan tanrı bizleri korusun amin diyorum... 

Şimdi geri dönüp Kürşat'ı korkutmacaya devam etmeye gidiyorum ;)

Çaylı çekmece...

Hafta sonu Twinings Tea kasırgası yaşandı...
Efenim ben çok çay tiryakisi bir hatun değilimdir... Sabahları 1 bardak öğleden sonrada bir bardak şeklinde çaycıyımdır...
Çay tiryakisi değil marka tiryakisiyimdir ammaaa...

Kıbrıs'da okuduğum, İngiltere'de kaldığım dönemlerden kalmadır Twinings bağımlılığım... 

Twinings'inde her türü sevmem... sadece English Breakfast'ını severim.

Makro'da satılmakta galiba 3M'lerdede... Ancak Türkiye'de satılanlar benim hastası olduğum değil... Bu bakımdan her yurt dışı seyahatimde Freeshop'a adım attığımda sigaramdan önce çayımı alırım...  

Londra'ya gittiğimde de Fleet Street'teki ilk binasından alışveriş yaparım... Aynı zamanda müzedir orası... Aynı zamanda çeşit çeşit çayların tadımını yapabileceğiniz tadım evi...

Twinings yoksa çay içmem abi gibi bi ukalalığım yoktur... Early Grey gibi çayları içemem sadece... Yok manolyalı yok limonlu yok bilmemneli çaylar bana uymaz... 
Çalışma hayatımda arada keyif yapmak için çayım benimle ofise gelir...
Mutfağa koymam bu çayı... Çalışma odamda durur... Güzel keyif yapmak istediğimde, değer verdiğim bir misafirim geldiğinde ortaya çıkartırım...

Memlekette birebir aynısını bulsam, yurt dışından taşımak zorunda kalmasam mutfağa koyup herkesin kullanımına sunarım da... Böyle olmayınca özel muamele görüyor çay!

Bizim Moldova'lı Elizabeth torununu görmeye ülkesine gitti... O yokken kızı geliyor...

Hanfendüüü Lipton içmeyi sevmiyormuş diye benim çayıma dadanmış!!!

Hayatım boyunca kimsenin özel eşyasına parmak atmadım...
Sormadan almadım-ellemedim...
Ortada durmayan bir şey özeldiri düşünememeye tepki verdim diye arkadaşlarım beni esefle kınadılar...

Alt tarafı bir çaymış!
Evet alt tarafı bir çay...
Kimsenin kalbini kırmaya değecek bir şey değil ancak özel bir alanda duran bir çay!

Bu çay meselesi pimlerini çektiren son oldu!
Anne geldiğinde yollanacaklar...
Küçük küçük aşırmalara göz yumuyorduk... Ama bu bardağı taşıran son damla oldu...

Bütün yaz amcama yemek yaptım... 1.5 ayda 1 litrelik zeytinyağını bitirdik!
Burda 1 hafta dayanmıyor...
Her gün amcama 2 zeytinyağlı pişirmeme, akşam balıkta kullanmamıza rağmen 1.5 ayda biten yağ nasıl oluyorda burda 1 haftada bitiyor...
Yağdan alıp evlerine götürüyorlar çünkü!
Hadi bi defa iki defa yaptın da her sefer yapmak !!! 

Amcamın kendisi için aldığı peynirlerde bitiyor!
Adam kendisine özel tuzsuz peynir alıyor... Hiç birimiz kullanmıyoruz onu... Akşam üstleri acıktığında atıştırmalık peyniri hafta olmadan bitiyor!

Arada börek yapılıyor, koca tepsi börekten 4 dilim yiyebiliyoruz... Tepsinin geri kalanı eve gidiyor...

Her şeye sabrettik-görmemezlikten geldik... Annesine-oğluna para gönderiyor dedik...  
Ama ortak kullanım dışında olan ürünlerin tüketilmesi işte bu fazla geldi...

Hele çekmecemde duran çayın içilmesi bana çok ama çok fazla geldi ve patladım!

Biz verici bir aileyizdir...
Bu güne kadar yanımızda çalışan hiç kimse küçük görülmemiştir... Yediğimizden içtiğimizden ayrı yedirilip içirilmemiştir... 
Ancak bi sınırda olmalı!
Hanfendü Lipton içemiyo diye ben onunla kendi çayımı paylaşacak değilim... 
İzin isteyip alsa yine bir nebze...

Çay manyağı ilan etti beni herkes...
Evet manyak olabilirim... İzinsiz kullanıma çıldıran bir manyak!!!

7 sene belediyede çalıştım... Durmadan odacım değişti... 1 kere bile hiç birşeyim ellenmedi!!! Ki belediyenin ortamı ellemeye çok müsaittir... 

Hiç bir zaman ona dokunma-bunu yeme demedik... Ama çekmecelerdeki şeylere dokunma demek gerekiyormuş galiba !!!

Bu anne-kız çok ilginç bir tecrübe oldu bize...

Elemanlarının çantalarını kontrol eden iş yerleri vardır ya yakında biz de öyle olucaz! 

Cumartesi günü bulaşıkları makineye koyarken Fatih, allahtan evlerinde bulaşık makinesi yok, olsa dedertjanda dayanmazdı dedi ve kahkahayı patlattık!
Yupppiiii şanslıyız diyip!

İyi niyetin suistimal edilmesi kadar kötü bir şey yok! 
Demek ki bazı insanlara eşit muamele yapmamak gerekiyor... Manyak patron olmak gerekiyor!!!

Neyse, çay isteyen? ;)