İnsanları yıkan, üzen, darmadağın eden şey;
İşsiz kalmaları, boşanmaları, ayrılmaları, terk edilmeleri, tatile gidememeleri, arzu ettikleri primi alamamaları vs. değil...
Onları darmadağan eden şey hayalleri!
Kurdukları-kurduğumuz hayaller...
Biriyle beraberken...
İş yerinizde ki daha iyi bir pozisyon için...
Tatil için...
Çocuklarınız için...
Çoğunu herkesten sakladığınız yüz kere-binkere arzularınıza-isteklerinize göre sil baştan kurguladığınız hayaller...
Adam onu terk ettiğinde kız; 'Ama biz evlenecektik, 2 çocuk yapacaktık ühü ühü' der...
Büyük ihtimalle adamın böyle bir şeyden haberi hiç olmamıştır...
Kız kendi kendine kurgulamış, tamam bu yuva kuracağım adam demiştir ve gelmiştir iğne-iplik kutusuna varıncaya kadar detaylı hayaller...
Patronuyla konuşmamıştır... Ama o göreve ondan iyisi olmaz diyip başlamıştır müdürlük hayallerine... Hatta müdürlere tahsis edilen arabanın modeline kadar...
Gerçekte yaşarız... Şimdide geleceği kurgular dururuz...
İşler yolunda gitmeyince yıkılırız-üzülürüz...
Evet bu normal ama çoğumuzun kimselere diyemediği, daha fazla sarsılmasına neden olan beynimizdeki rüya alemidir!
Sil baştan yeni bir hayata başlamak için güç bulunur ama sil baştan yeni hayaller ve umutlar için o kadar kolay güç bulunmaz...
Hepimiz dönem dönem, dıştan nefis gözüken ama kırdığınızda içi kupkuru-boş cevizler gibi bir dönem geçirmişizdir...
Yitip giden hayalleri-umutları anlatamayız-paylaşmayız...
Özlemlerimiz,umutlarımız, mantıklı veya mantıksız hayallerimiz bize ait bir dünyanın eserleridir...
Paylaştığımızda ya deli, ya çılgın, ya hayalperest ya manyak olarak adlandırılırız...
En kelli felli, oturaklı adamın bile beyninde uçuşan ne hayaller vardır... Ama bilemeyiz kimsenin iç dünyasını...
Kadının/adamın terk etmesinden, patronun müdür yapmamasından, işten atılmaya hatta doğan çocuğun cinsiyetine kadar yaşadığımız üzüntünün derinliği-süresi hayallerimizle ilgili...
Elle tutulmayan, sadece gözler kapandığında görünen hayaller-umutlar sarsıyor bizleri...
Dıştan nefis kabuklu içi kupkuru cevizler gibi dolanıyoruz...
Yeni bir başlangıca-yaşama-işe dair yeni kararlar alıp popomuzu sıka sıka bunları uygulayabiliyorken, yitip giden hayallerin yerine yenilerini çabucak kurgulayamıyor olmamız tuhaf...
Bir ölünün arkasından da en çok ölene değil arkada kalanın çaresizliğine dökülmez mi gözyaşı...
Ölen kişi bir daha yiyemeyecek, içemeyecek, göremeyecek, yapamayacak, edemeyecek diye ağıt yakılmaz... Beni/bizi neden bırakıp gittin diye ağıt yakılır...
Yitene, gidene, kaybedilene, başarısız olunana değil en çok gerçekleşemeyecek ya da yarım kalmış hayallere üzülür insanoğlu...
Evet, insanın en büyük düşmanı hep kendisi...
Bizi mutlu böcük eden, yaşam sevinci-umudu veren hayallerimiz hem yararlı hemde zarar verici...
Düşüp kalmayı becerebilen insanoğlunun fiziki olmayan bir şey karşısında bu kadar güçsüz olması... İlginç...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder