Ozborn'dan Merhaba...

Ortaya karışık, akla, yüreğe ne düşerse buraçta...

Etiketler

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Çeşme'den tasarım manzaraları...

Yazıma alt yapısız, çözüm üretmeden fikir üreten, inşa eden ve kullanıma açan zihniyetleri tebrik ederek başlamak istiyorum...

Sizin düşüncesiz beyinlerinizi seviiiim !!!

Kimse yazın şu kadar nüfus artışı oluyor ona göre tasarlayalım, yapalım, yasaklayalım dememiş !!!

Alaçatı Belediyesi bu sene ana cadde üzeride parkı/konaklamayı yasaklamış...

Alla alla neden acep derken, kuaföre gittiğimde öğrendim nedeni, bisiklet yolu yapmış amcamlar !!!O yüzden durmak/park etmek yassaaak hemşerim olmuş !!!

Bisiklet yolu yapmayı düşünmeleri harika bir fikirde, leeen salaklar o yol üzerinde, nalbur var, market var, bakkal var, kuaför var, bir sürü ticarethane var !!!

Alaçatı'nın girişindeki off-road deneyimi yaşatan o otoparka park edip, bayır aşşa yürüyeceğine millet evine ekmek almaz, çatısına çivi almaz, evlenirken saç yaptırmaz... Gittiğim kuaför orda olduğundan ben de bütün yazı tımarsız geçiririm !!!

Bayır aşşa yürücen, sonra dil dışarda tırmanıcan !!!

Kardeşim, arabasız hayat imkansız bu yörede! Tek toplu ulaşım aracı olan dolmuşta bi yere kadar... İnsan yol üzerinde bölge bölge kısa süreli parka imkan tanıyan 3-5 araçlık bi yer ayırmazmı?

Geçen gün kaşlarım mı alındı, ruhummu bilemedim !!! Jandarma dayandı kuaföre !!!

Çekin araçları diyor...
Çekim komutanımda, 2 kaş kaldı şuraçta, önce onlar çekilsin sonra ben arabayı çekerim...

Asker adam kadın kısmısının kaş derdini dinler mi, anlar mı anlamaz tabi de, içerde gelin var... Gelin akşamüstü olmasına rağmen şıpır şıpır terleten sıcakta, gelinliğiyle damadın arabayı çektiği yere mi yürüsün?

Asker mantığı düz mantıktır... Çekeceniiiz diyor! Pisiklet yolu burası!

Wallah billah 1 aydır burdayım oraçtan pisklet-misiklet, doğrusuyla bisiklet geçtiğini görmedim !!!

Damat komutanla bıdı bıdılaşırken benim kaşlar çekildi bende eyvallah komutanım diyip arabaya atladığım gibi hem arabayı hem kendimi mantıksızlıktan çektim-gittim...

Bu akşamda Marinaya ineyim dedim. Cumartesi akşamı deli kalabalığa inmemdee, bir arkadaşımın kardeşi burda... O bakımdan indim... Ben arabadan inemedim, arabam bi Çeşme'ye indi...

!!!

Yatlar için umarım sorun yoktur ancak bizler için, marinayı tasarlayan zihniyet park yeri düşünmemiş !!! Yaptıklarıda 15 arabayla dolan bişey !!!

Ulan bu tasarımları yapan mimarlar araba kullanmıyomuuuu? Kullanmasalar bile bindikleri araçlarda hiç 'park sorunu' yaşamamışlarmıııııııı???

10 sene belediyede çalıştım. Başkanın danışman ekibinde... Palanlamada sevdiğim bir iş arkadaşım bana bir gün geldi, koskoca İTÜ mezunu planlama müdürünün tasarladığı yolu gösterdi. Formula 1 pistlerinde bilem öyle viraj yok ! Araba yarışı oyunlarında bile! 'Oyunlarda' bile diyorum bak ! Kaymak gibi yoldan geliyosun ve baaaam !!!

Hatunla ne dalga geçtik !!! Ulan hiç mi yol görmedi, bu araba kullanmıyomu, planlamacı dimi bu vs. diye... hatun araba kullanıyo çıktı... Nasıl kullanıyosa artık...

Üniversiteyi bitirdiğinde Karayolarında çalışmış olan mühendis amcam, öğrenciyken çok eğimli bir arazide yer alan projemde 'heee işte burası yol' diyerekten yalan yanlış çizmim diye bana hesabıyla-kitabıyla yol çizmeyi öğretmişti. Ulan ben mimarım, yolcu olmayacaksam işime yaramayacak bi hesaplama ve çizim teferruhatı !!! Hayır dedi amcam bil. Ama aynı bili statik dersinde yapmadı o ayrı... Sen mimarsın ne bilcen o kadar hesap-kitap, çiz mühendisin hesaplasın diyerekten beni statik çalıştırmamıştı ve bende çakmıştım o ayrı... :))))

Demem odur ki, sen koskaca planlama müdürü olaraktan, tüm İstanbullunun kullanacağı bişeyi planlıyorken 'heee işte bu da yool, bööyle gelcen, böyle kıvrılcaaan, dönceeen' mantığıyla bi ebleklik yapamazsın !!! Ama yaptı ! Ve ne planlamacı, ne mimar, ne mühendis olmayan arkadaşım o çizimi düzelti ! Düzeltmeseydi hepimiz tosluyoduk anacııım...

Şimdi neye bağlıyorum, küccük bi tatil kasabasına, yazın akın eden insanlar için onuda yapalım, bunuda ayapalım, ayyy hayıır bunuda yapalım diyip yapıyosanız, her şeyi tam ve bütün eksiksiz düşünmeniz lazım !!!

Tasarımcıysan, planlamacıysan, onca gelen insanın nereye park edeceğinden, sıçacağı yere kadar senin sorumluluğunda!

Aha bak, park yeri bulamadım döndüm!
Kusura bakmayın taaaa Çiftlikköy'e uzanan park zincirinin bir parçası olmak istemedim bu akşam! Bu akşam nazik popom o kadar yürümeyi göze alamadı ! Hatun başıma izbenin allahı bi yere park edip yürüyemedim ! Çeşme içinde de yer bulamadım...

Meslektaşlarımı ve yetkilileri tebrik ediyor, allah ne müstehakkınız varsa bin beter şeklinde versin diyorum !!!

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Duyuru...

Hatunun blogunu kitap yapmışlar !!!
Hasetimden çatladım mı? hayır... yayınevim var benim, borumu yazar yazar-çizer çizer basarım, istersem boş sayfa bastırırım !!!

Benim gıcık olduğum blog açma nedenim olan ve bu nedenden istemeden beni vazgeçirenler !!!

Ben bu blogu Td'nin sitesinde rahat rahat yazamamaya başladığımda açtım.

Herkeste bi alınganlık, ay beni yazmışsııııın, ay lütfen sakın yazmaaa... ay o kadarda gerçek yazılmaz ki...

Ulan yazıyorumda isim mi veriyorum !!! Milletin başından geçmiş hikayeyi alıyorum kendimce geliştiriyorum ve benim başımdan geçmiş gibi yazıyorum. Sadece esinlendiğim kişi veya kişiler biliyor gerçeği...

Amma velakin her boku yiyen ama yedikleri boktan esinlenerek yazılmış bir yazıyı okumaya dayanamadıklarından bir gün beni deli ettiler ve eeeh sıçarım size oldum ve blogumu açtım.

Yüzümü gizlemekten korkmadım. Evet nick name ile yazıyorum ama bu adı bilmeyen yok zaten... Gizlemiyorum kendimi aslında. Sadece beni hiiiiç tanımayanlar gizlemişim sanıyor... Sansınlar baneee!

Çekinmeden herşeyi yazacak cesaretim vardı.
Kız kıza erkek muhabbetlerinide, seks muhabbetlerinide...
Ancak ve ancak okuyucularım bi namuslu-bi mahremiyetçi çıktı !
Ulan her seks yazısı benim başımdan geçecek değil ya ! Siz orospu olmadığımı biliyosunuz, tanımayanda öyle sansın napim yani... Yazarım ben ! Aynı zamanda mimar ! Genelev projesi gelse tasarlamadan önce incelemeye gidicem, gitmiş insanlarla konuşucam ki işlevi ne olursa olsun tasarımım şahane olsun ! Her mimar böyle düşünür... Her yazarda çekinmeden yazmak ister... Beslenmek ister, hayal gücünü kullanmak ister...

Ben kişiler oluşturmak yerine kendi başımdan geçmiş gibi yazmayı seviyorum. O zaman hikayenin içine girebiliyor, gerçekçi diyaloglar uydurabiliyorum... Hemde ay beni, ay onu yazmışsın geyikinden kurtuluyorum...

Du! İnsanlar aaa-aaaaa yapınca bir sürü yayınlanmamış yazım oldu!

Sizler yüzünden elin hatunundan daha iyi yazdığım halde hatunun yazıları kitap olmuş, takipçileri tavan yapmış !!!

Bok yiyin emi !!!

Bide sevgili yapınca işler iyice eğlenceli oldu!
Ay sevgilin ne yazmıııış...
Ne yazmış? Ebeni yazmış !!!

O benim 20 senelik dostum. Aldığım nefesin şeklinden ruhumu anlar-bilir, onsuz ayrı şehirlerde uyurken bile gece pırtladım mı pırtlamadım mı söyler size...

Sevgili olmadan öncede böyleydi, sevgili olduktan sonra da... Adam neyi neden yazdığımı, bahsettiğim gibi bi flört olmuş mu olmamış mı bilir...

Ey ahaliiiii, burası sanal bir ortamdır... Ben kendi başından geçmiş gibi cart caaaart tüm gerçekleri yazmayı sever ve isteyen biriyim.

Bloguma bakıp, kirli çamaşırlarımı aramayınız... Benim sandığınız şey sizin çıkabilir !!!

Burnunuzu benim bokuma sürüp koklayacağınıza, kendi bokunuzu koklayınız !!!

Ya yeni bi blog açıcam, ya da sıçarım laaaan kim ne derse desin, kim ne düşünürse düşünsün diyip yazmanın keyfine, organzmına varıcam !!!

40'a 2 kala hesabımı vericem 3-4 kişi var hayatımda gerisi Mikamusumdan aşaaaaaa....

Çok mutasıpsanız, ay aaay ne ayıp, neler yazmış dicekseniz okumayınız !

Kıl-tüy, aldatma, pırtlama, sevişme, yemek-içme, tuvalet muhabbeti... yaşama dair ne varsa cart caaart artık klavyemin ucunda ! Benim başımdan geçmiş olsada, olmasada yazılarımın baş karakteri hep ben olucam !

Elalemin yazılarına hayıflanıp ah aaah yapacağıma, varsın yazdıklarımı kimse okumasın, varsın aaaa orospu densin !!!

Noktaaaaaaaaa !

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Benden haberler... ;)

Oh gel keyfim gel...
Pek ekmek elden su gölden değil malesef... Ama ona yakın...
Üst komşudan kalma alışkanlık mı yoksa, nerden geldiğini bi türlü tespit edemediğim bangır bangır pavyon vari sabahın 4.30'daTürkçe müzik yapan yerden dolayımıdır bilinmez ilk göz açmam 5 civarı oluyor... Sonra hadi uyu, uyu yapıyorum... Yeniden uyandığımda saat 6.30 olmuş oluyor ve eee hadi çok uyudun diyorum, kalk...

Çok uyumak mıııı? Beni tanıyan tanımayan herkescikler benim uykuyu ne çok sevdiğimi bilir... Haftasonları 12'den önce hafta içleri ise 10'dan önce naazik popomu yataktan kaldırmadığımı bilirler...

Bi şey oldu bilmiyorum... Zınkdanak erkenden uyanıyorum... İnşallah maşallah İstanbul'a döndüğümde de devam eder bu durum... :)

Kalkıyorum yürüyorum, moduma göre havuza giriyorum, sonra kahvaltı yapıyorum... Yine moduma göre Migros'a yürüyorum... Amca uyanmadan gazetelerini hazır ediyorum...

Yemek varsa doğru Ilıca plajına... Yoksa mutfağa... Öğleden sonra plaja...

Ay bana bi haller oldu... Adam aç kalacak diye hamaratlık geldi !!!
Eee tabi bütün kış Moldovyalı bakıcının yemeklerine alıştık... Düzenli ve sağlıklı yemeğe... Buraçlarda da devam etsin düzeni istiyorum...

Az yağlı ve nasıl beceriyosam annemdende daha tuzsuz yemekler yapıyorum ona.

Kilo verdi... Şekeride düşük... Ala ala...

Yaşlanıyorlar... Bu senenin ikinci yarısı itibariyle ailemle daha fazla vakit geçirme psikosuna girdim.

Daha çok kaliteli vakit, bir sürü güzel anı... Sonrasında ahlar ve keşkelerin sayısını azaltmak... :)

Bahçeylede ilgileniyorum...
Ooo busene tam bahçevanım.
Geçen gün kazmayı elime alıp bi giriştim ki... Of of... Birikmiş bütün ayrık otları ve içimdeki stres çıktı gitti...

Geç gelmemden dolayı geç ektiğim tohumlarım büyüyor. Dün kaktüs manyağı olarak, kaktüs koleksiyonerlerin deli olduğu bir karışımı ektim. Gözüm gibi bakıyorum... 2 sene sonra çiçek verecekler. Kaktüs severler alışıktır sabra... beklicez... Önce bi filizlensinler gerisi kolay... :)))

2 senedir 15 günlükçü Çeşmeliydim. Bu sene neredeyse Eylül sonuna dek buraçta olacağım için pek bi ağır çekim yaşıyorum. Daha önce aman denizi kaçırmayayım, aman bilmem nereye gitmeden olmaz telaşı yok bu sene... Heee giderim bir ara şeklinde yavaş şehirler-salyangoz kıvamında yaşıyorum...

Alaçatının pazarını çok sevdim. Ah nasıl pişirildiğini bilmediğim binbir çeşit otta aklım kalıyor... :( Neyse bir ara Alaçatı'da sırf ot yemekleri ziyafeti çekeceğim kendime...

Sevgili anacığımın çabalarıyla Yunan vizeside aldım. Ben burda yan gelip yatarken annem vize kuyruklarına girdi... İlk başta namussuzluk yaptılar. Bırak 1 seneliği 6 aylık vize bile alamayacağım her halde derken bana 1 senelik annem ve amcama 6 aylık vermişler... Ne dim, şu vize eziyeti bitsin bi gün...

Ağustos'ta başlıyor vizem. Sakıza gidip sakız çiğnemek niyetindeyim. İğreeenç bi espirik ama yapmak hoşuma gidiyo... :))))

Bu akşam evim evim, canım terasım modundan çıkarsam Alaçatı'ya arkadaşımın mekanına gideceğim. Bi görelim bakalım çakma İstanbul'u/Nişantaş'ı.

Eee yani Alaçatı İstanbullular için oluşturulmuş yapay bi yer. Yani bence öyle...

Hııım hıım... Yarın üniversiteden beri yapmadığım zeytin yağlı pırasa pişireceğim... Geçen hafta pazarda yavru enginarlar vardı, amcam aşçılığımdan gaza gelip alsana yaptı ama yok amcacım dedim o kadar da değiiiiil... O anacığımın şaheseri... Günahtır ziyan etmeyelim... :p :))))))

Böyle bi ev ev hali içindeyim... Ütü yap, evi temizle, yemek yap. Ama plajından da geri kalma...

Bi haller geldi banaya hadi hayırlısı...
Gerçek yaşam alanıma dönünce geçer diyorum ya... Mukadderaaaat !

;)

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Çeşme 2011 1. Tefrika... ;)

Bu gece yarısı geleli 1 hafta oluyor...
Bu 1 haftada naptım?
Bol bol temizlik yaptım...
Amcamın çevirdiği feminist oyunu ondan dinleyip, eğlendim ! Süper bir oyun... Eylül'de piyasaya çıkacak. Çıkınca detay veririm. Bu aralar yeni basılacak kitaplarımızın bilgisini saklıyoruz. İşbankası sener sonra yeniden tiyatro dizisine el atmaya karar verdi de... Versinde Türkiye'deki bu konudaki tek yayın evi olan bizi kaaale almadan kafasına göre basıyo ediyo o bakımdan ondan hızlı olma ve saklama telaşındayız... :p

Efendim, Ilıca plajı zamlanmış !!! 2 şezlong 1 şemsiye 25 kaaaat !!! çüüş ! Ve bu sene Tuborgla anlaşmışlar ki tam bir hayal kırıklığı... Bira biraaaa diye ölsemde içmem !!!

Her sene çıtır oğlanlar çalışır Ilıca plajında. Bu seneki benim oğlanın adı Umut. Her sene bir çocukla anlaşıyorum. Benim koşullarıma uygun yer ve hizmet gittiğim her an kesin oluyor.

Geçen sene 1 şezlong-şemsiye 7 kaattı bu sene 15 veriyorum! Çoook biliyorum, ama Ilıca plajını çok seviyorum. İskeleden denize gireyim, beachlerde bilmemne yapayım sevmiyorum ben. Elimde kitabım, güneşe göre sakin sakin takılmak, denize girip çıkmak arzum bu...
Ben hey demeden Ozy abla bişey istiyomusun diye sorulması... bide çıtır veletlerin bi süre sonra seni namusu belirleyip ablama aman yan gözle bakılmasın diye çabalamaları güvenli ve keyifli bir ortam sunuyor bana...

Daha ne istiiiiim !!!
İsticem 2 şey var ah aaah Efes geri gelse bide bu çıtır veletler güneşten öyle bir kararıyolarki bide sanki askere gideceklermiş gibi saçları kazıyolar benim oğlan hangisiydi karıştırıyorum arada, hepsi birbiirnin yanı olmasa... !!! (Simbat okuduğunda yaşlılık işte dicek... Heee yaşlılık... Senide görücem benim yaşıma geldiğinde :pppppp)

Migros aynı kalabalıkta... Yanlız bu sene içki reyonunda bir düşüklük var. Ramazan yaklaşıyo dicemde daha ramazana var... Bu kadar erken ramazandan etkilenmesi mümkün değil... Tuborg Migrosta'da her yeri ele geçirmiş... Kibar 33'lük şişeler buzlukta yok !!! Sadece kocaman tombul şişe fıçı efesler buzlukta... Eskiden böyle değildi...

Farkında olmadan yavaş yavaş değişimler var efem... Ege ki, açıklığın, modernliğin, GAVURLUĞUN (bence diiil ama söylem öyleya o bakımdan ) merkezi... Burası böyleyse oooo ki oooooooo...

Evi düzenlemekten henüz alemlere akamadım... Alem derken akşam üstü limonata içmeye Köşe Kaveye gitmek osssun yada akşam üzeri Altın Yunus'ta klasik müzik dinletilerine gitmek osssun... İnşallah maşallah önümüzdeki haftadan itibaren...

Sevgilimin içime cin kaçtığını düşündüğü yeni habitlerim var.
Sabahları 5.30'da uyanıp yürüyorum. Yürüyüş sonrası sitenin havuzuna cuuup diye atlıyor yüzüyorum, ordan çıkıyor 1kilocuk dumbılcıklarımla kol çalışıyorum... Sonra duş alıyorum veeee içimdeki ev kadını-ahçı ortaya çıkıyor... Amcama yemecikler yapıyorum...

İstanbul'da ofiste Moldavyalı elizabet dursun ben buraçlarda 2 tane yemek çıkarıyorum... 2 yemek çünkü akşamları balık yiyoruz. Öğlenleri sebze ve zeytinyağlı... Akşamları buğlama balık. Biizm ailede bol soğanlı, domatesli ve biberli balık çok sevilir... Kızartma balıkla aramız pek yoktur... Neden? Bilmeeeem... :)

Cumartesileri Alaçatı'da pazar kuruluyor. Bu gün 11'de gitme gafletinde bulundum...
Amanıııııın İstanbul trafiği halt etmiş !!!
Cinnet geçiriyorum sandım bi an !!!
Pazar alanındaki otoparka gitmenin imkanı yoktu, bi yere park ettim ve yürüdüm... Yürümek güzeldide, dönerken eziyetti...
Çok güzeldi pazar...
Elim kolum dolu diye alamadığım kirazlarda aklım kaldı !!!
Haftaya erken erken gideceğim...

Bu sene haftasonalrı feci trafik oluyor...
Bu sene ciddi bir artış var...

35'liler kızacakalr bana ama pek bi aheste araba kullanıyorlar... Yeşil yanmış adam kıpırdamıyor !!! Aaaa !!!
34'lüler olarak öğreteceğiz inşallah maşallah ! Ama 06'lar onlar, Ankara dışına bence hiiiiç çıkmamalılar !!!

Geçen sene açılmış olan Bumba Bistro Alaçatı'yı tavsiye ederim size... Sevdiğim deli dolu bir arkadaşım ortaklarından... İnşallah maşallah önümüzdeki hafta itibariyle müdavimleri olacağım... ;)

Bu arada Alaçatı belediyesi ana cadde üzerine babalar koymuş. Cadde üzerine park edemiyorsunuz !!! Sınırlarımızdaki otoparklar ücretsizdir demişlerde, kalabalıktan otoparklara ulaşamıyoruz kiiiiiiiiiiii !!!

Gezdikçe-tozdukça yazacağım efem...

Erken yatıp, erken kalkıp kendimi spora vermiş bir haldeyim mukadderaaaat efem, mukadderat !
Çeşme'nin sabah kokusunu içinize çekmeden dönerseniz olmaz efem olmaaaaz !

Mutlu böcük amca ocağından bu kadar... ;)

14 Temmuz 2011 Perşembe

Kekik kokulu Çeşme Sabahı ;)

Nefis bir Çeşme sabahından günaydın... ;)
Dertleri-tasaları arkamda bırakıp 3 aylığına geldim...
Oh... Tatil süresi olmadan tatil yapmak ne güzelmiş, ne rahatmış !!!
Tatil sürem olmayabilir ama yapmam gereken işlerim var... Eylülde basılacak kitapların hazırlıkları...
İnşallah başlayacağım onlara bir ara...
Durun ayol daha geleli 1 hafta olmadı !!!

Her zamanki gibi en büyük macera ve eğlence sabah Migros'a erken gidip araba kapabilme !!!
Ben diyorum bi 'Öz Migros' açalım, paraya para demez, 1 yazlık kazançla ömür sonuna kadar Kopakapana'da yaşarız diye ama... İkna edemiyorum kimseyi... :pppp

Migros aynı kalabalıkta...Değişen bir şey yok !
Karayolları üst geçit yapmış... İlk defa bu sabah koşuya giderken kullandım, İşbankası sosyal tesislerinin üzerinden gün doğumu harika seyrediliyor... ;)) Üst geçidi güneş doğumunu seyretmek için bi ben kullanırım zaten !!! :)))

Doğrudüzgün akamadım bir yere...
Amcam 2 ayda evi öyle bir hale getirmişki... Cumartesiden-Çarşambaya dur duraksız temizlik yaptım !!!

Arada üstümdeki bilumum dezenfektanı temizlemek için Ilıca Plajına indim.

Zamlanmış keratalar !!!
2 şezlong 1 şemsiye 25 lira !
Çüüüş !!!
Halk plajı leeeeyn orası !!!
Duvarlar muvarlarda yıkık dökük...
Ilıca belediyesi anlamsız kolonatlarla yeni belediye binasının önünü süsleyeceğine plajına el atsaya !!!

Yok yok, ben bu sene her şeye burnunu sokan yaşlı teyzeler modunda, kentsel tasarımcı kimliğimi şortumun üstüne geçirip belediyeleri ziyaret edicem !!!

Azcık fikir-uyarı şart !!! Dinlemezlersede en azından sosyal sorumluluk gakımı gukumu yaptım ben derim !!! :ppp

(Benim yaşlılığım wallahide billahide çekilmeeez dostlarım!!! :p)

Ev temizliği, bin bir özenle seçilmiş tohumların ekilmesi ve onların çimlenmesinin beklenmesiyle neredeyse 1 hafata geçiyor...

Uzun soluklu kalınca, pazarıydı, köyüydü gezilebiliyor...
İnşallah maşallah bol bol incik cıncık yazacak detayım olacak !

Bu arada Alaçatı'nın girişindeki Dalgıç'a tapıyorum. İnşaat malzemelerinden-mutfak malzemelerine herşeyi satıyorlar... Alis harikalar diyarı gibi bir yer benim için... Kısa süre kalmayıp uzun soluklu kalacağım için kendime adam gibi bir yaşam alanı yaptım bu sene.

Eskiden valizden giyinirdim. Asılacak şeyler amcanın dolabında dururdu... Baktım olmuyor böyle kaşla-göz arasında kendime mükellef bir oda yaptım !!!

Ve odayı yaparken Dalgıç benim yerli, İKEA'm oldu !!! :)

Dolaplı odam var, ev temiz, tohumlar çimleniyor daha ne isterim... Bulurum ben isteyecek bişeyler... ;)

Kekik kokulu, rüzgarlı, güzel bir Çeşme sabahından selam edeerim...

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Beyaz Geceler...


 



3 senedir annem gitmek istiyordu...
Bu seneye kadar bir türlü arzu ettiğimiz tarihte gitmeyi başaramadık...
Sonunda beyaz gecelere Volga üzerinden kavuştuk...


Sonderece ilginç bir deneyim oldu.


Bizim nehirlerimizde ulaşım yoktur... Nehirlerle ulaşımı merak eder dururdum... Gemileri nasıldır, nehirlerin genişliği-derinliği nedir... Panama Kanalı gibi kanallarla dolu nehirler nasıldır? Kanalların işeyişini NG'de milyon defa izlemiş olsamda, deneyimlemek nasıl bir şeydir...


Beyaz geceler nasıl bişeydir? İnsan nasıl uyur?


Kuzey nasıl bir yerdir?


Çocukluğumun geçtiği şehrin üst komşusu, geçmişimizin en çok merak edilen tabusu SSCB nasıl bir yerdir?


Çocukken gidenlerden dinlediğim komünist ülke, kent nasıl bişeydir?


Hatunları güzel, erkekleri çirkin, votkaları şahane kuzey komşumuz...

Turumuz gemide geçtiği için Moskova ve St. Petersburg'u çok yaşayamadım. Klasik turist gezisi oldu bu gezi...


İlk fırsatta doya doya, grupsuz, rehbersiz gezmek için yeniden kuzeye gideceğim...


Kuzeyi sevdim...


Uçak alçalırken, bak bak bitmez yeşil bana ' kuzeeeey karadeniz burası' dedirtti. Yabancı gelmedi... Doğduğum toprakların biraz üstü, biraz kuzeyi, daha yeşil, daha yağmurlusu...


Kocaman memleket, Rusya'ya benim gibi kuzeeey karadeniz diyen pek olmamıştır herhalde... ;))

Gizli kutuydu... Bilinmez ve merak edilendi... Kültürüyle, geçtiğimiz yüzyıla damgasını vuran yönetim şekliyle, Gorbisiyle, Çaykovskisiyle, Dostoyevskisiyle, Leninle, Stalinle, Tolstoyuyla... Bolşoy balesiyle, Nazım'la ve daha pek çok önemli insanıyla...  

Putin amca saolsun vizeyi kaldırdı ve rahat rahat gittik, gördük...


Gördüğüm Rusya üzdü beni...


Keşke keşke komünist dönemde gidebilseymişim...


Şu an ki Rusya çok sıradan, çok bozuk, çok karışık, çocukluğumun Rusyasından çok farklı...


Bütün sihir gitmiş sanki...

10 günlük bir gemi yolculuğunun izlenimiyle ülkeyi yorumlamak belki doğru değil ancak gözlemlediğim kadarıyla, geçtiğimiz yollardan anlatacağım beyaz gecelerin Rusya'sını...

Her adımda eskiyi anarak, düşleyerek, koca bir ülkenin başarıları, sefaleti, acıları ve dünyaya bıraktığı izleri aklımda kuzeeeey karadenizi anlatacağım...

My London 11.01.2010

Kentlere bağlılığımızı ne belirler?

Doğup-büyümemiz mi, orda okumuş olmamız mı?, ilk tatlar-deneyimleri yaşamamız mı?, en mutlu yıllarımızın orda geçmesimi?, aile bağlarımızın olmasımı? eşimizin dostumuzun orda olmasımı?

Londra benim ilk göz ağrım, ilk aşkımdır...


19 yaşımda tek başıma ilk yurt dışı deneyimimi yaşadığım yerdir...


Belkide bu yüzden benim için hep özel... Benim için hep ayrı bir tad ve keyifte...


Az çok gezdiğim gördüğüm yerlerden sonra Londra'dan neden vaz geçemediğimi çözemiyorum...


İlk aşkım olduğu için belkide...

Paris, Roma, Floransa, Madrid, Berselona... Hepsi kendince harika... Hepsi bir şekilde orada yaşama arzusu duydurmuş olsada Londra kadar ayrılırken aşk acısı yaşatanı, gözümü yaşla dolduranı olmadı...


Sevgili dostumuz Alex'in cenazesine yetişlemeyince, doğum gününde orada olup onu ziyaret etmek için 29 Ekimde annemle Londra'ya uçtuk...


Koca yürekli, bana dünyaları sunmuş Macar'ın anısınaydı bu sefer rotamız...


İlk defa İngiltere'nin 3. büyük havalimanı olan Stansted'a Anadolujet'le uçtum...


Anadolujet THY'nin eski uçaklarını kullanan alt firması... İkram 3 saatlik bir uçuş için çok az, 3 yaşındaki bir çocuğu anca doyurur boyutlarda bir sandwich ve salata veriyorlar... Sadece portakal suyu, çay ve kahve içebiliyorsunuz... Domates suyu yok, kola yok, alkol yok... Uygun fiyata uçmak için ikramı kesiyorlar kesmesinede bari bazı şeyleri paralı yapsalar...


Stansted'ta ana terminale trenlerle gidiyorsunuz... Çok hoş... Uçaktan çıkıyorsunuz terminale giriş yapıyorsunuz sonra pasaport kontrol ve valizlerinize terenle ulaşıyorsunuz...


İngiltere artık vizesini parmak izli yaptı... Benim gibi eski vizeliler kapıda çok eğleniyorlar...


Kapıda ister istemez ırkçı oluyorsunuz... Elin Hintlisin, Bangadeşlisi gelmiş yaşıyo... Sömürgesi diye ben beyaz, mimar kadın, dinim ve milletiyem yüzünden kapıda azap çekiyorum !!!


Vizemde parmak izi yokmuş...


Önünde parmak izi alan alet var, alıyosun ya işte...


Fotoğrafımdaki saçlarım niye böyleymiş...


Yüzdeki her bir santimin belli olmasını isteyen sizssiniz, o yüzden böyle eblek bi fotoğrafım var ve fotoğrafın üstündeki sizin oynama sandığınız şeyler kendi vize ofisiniz tarafından yapılmış şeyler... Aloooooo aynı vizeyle 2 sene önce giriş yaptım hasta etme beni piiiis zenciiiiiii !!!


Evet kapıdaki durum bu!!!


Sonunda ırkçı yaptılar beni !!!


Elin Çinlisine, Hintlisine, zencisine hırlayan biri oldum !!!


Girişteki hırlaşmadan sonra, dışarı çıkıp bi sigara tüttürüp, otobüse binip Londra'ya doğru yola çıktığımızda benden mutlusu, ağzı benden kulaklarında olanı yoktu... :)


Stansted-Londra arası otobüsle 45-50 dk sürüyor... Trenle 35 dk. Tavsiyem tren olur efeeem...


Hava 3 gün boyunca nefisti... Az yağmur, az soğuk... Ekim sonunda böylesine keyifli İngiltere havası o la laaaaa...


Otelimiz Gloucester Road üzerinde ki Holiday inn'di... Holiday innleri sevmiyorum... Çok kuralcılar... Asansörü kullanırken kart sok, kahvaltıya in yer göstermelerini bekle, çay servisi için garsonu bekle... Ki koca salona 2 garson bakıyo deneyimlediğim her holiday innde... Ki benim gibi sabahları domuz olan birisi için bu pek hoş bi durum diiiil... :p


Çok vıdı vıdıcıyım dimi? Eheee...


Londram, hem değişmemiş hem çok değişmiş...


Newyorkla yarışamasada son zamanlarda mimari açıdan büyük keyifler veren yapılaşmalar oluşmuş ve oluşmakta...


Kısıtlı zamanda yanlarına gidip ayran delisi modunda ağzımdan sıvılar akıtarak bakma ve inceleme fırsatım olamadı tabiki...


Sergi ve konser manyağı olunca Bööööörberiiii nerde diye soran Türk hatunlarımın aksine annem ve benim Londramız milletinkinden farklı olyor tabiki...

South Bankside'da yer alan Tate Moderni görmenizi muhakkak tavsiye ederim... Sergiye gitmeseniz bile dışardan şöyle bir bakmanızı muhakkak tavsiye ederim... Eski elektrik santralinden adamlar neler yapmış görün diye...

Tate Modern'de 16 Ocak'a kadar sürecek Post-Empresyonist ressam Gauguin'in sergisi benim ölmeden görülecek resaamlar listemde olduğu için gidip gördüm... Gauguin'i hatırlatayım size Tahitili kızlar desem hatırlarsınız herhalde...


Son derece etkileyici bir ressam... Doyamadım tablolarına... Saatlerce kalabilirdim...


Londra'ya gelipte London Phillarmonic Orchestra'yı dinlemeden dönmek olurmu? Bence olmaz ama renkler ve zevkler ayrı tabi... :)


Mahler'in doğumunun 150. ölümünün 100. yıl etkinlikleri kapsamında London Phillarmoni birbirinden nefis konserler veriyor... Bize uygun olan tarihte; Royal Festival Hall'da Şef Vladimir Jurowski yönetiminde, Brahms'ın Piano Concerto No. 2'ni piyanist Leif Ove Andsnestan, Beethoven'ın (arr. Mahler) Symphony No. 3 (Eroica)'nü orkestradan dinledik...


O la laaaa...


Bir ara gözlerim kapalı huşu içinde dinlerken, müziği yaşam gibi, nefes gibi içime çektiğimi düşündüm... Başka bambaşka bir ambiyans ve keyifti... Akustik nefis, orkestra nefis, dinleyiceler nefis... Kimse cep telefonuyla oynamıyor, saygıyla dinliyorlar... Salon tıklım tıklım... Ah bide sterlinglerime kıyıp daha önden bilet alsaymışım ya... Ona çok hayıflandım... Annem piyanistin ellerini görmeyi çok sever... Ben genellikle gözlerim kapalı dinlerim, müziği hissetmek için... Ama annem gibi orkestrayı takip etmeyi seven birisi için yer çok önemli... Ah aaaah... veremedim adam başı 35 sterlin !!! :(


South Bank ve Southwark benim en sevdiğim bölgelerdir... Thames kıyısında yürümek çok keyiflidir... Eski Londrayı hissedersiniz... Köprülerin altından geçersiniz, taş yollardan yürürsünüz, nasıl koruduklarını, adam ettiklerini görürsünüz...


Konser salonları, publar, cafeler... London Eye, müzeler, sokak müzüsyenleri, belirli günlerde kurulan pazarlar, Shakespeare Globe theatre...bu bölge gezmekten bıktırmaz sizi... Her gittiğimde muhakkak Design Museum'a kadar yürürüm... Tavaf ederim...


Southwarktaki The Anchor'ı tavsiye ederim... En keyifli publardan biri... London Pride içip fish&chisps yiyerek Thames keyfi yapabileceğiniz bir yer... Daha ilerlerde de hoş publar var ama nedendir bilmem hep orada mola veriyorum...


2 gün hiç birşey için yetmiyor...


Oxford, Covent Garden, Soho... Çin mahallesi... Hııııım aylar hatta yıllar sonra ördek ziyafeti yapmak nasıl güzeldi...


Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, oralı hissettiğim, yabancılık çekmediğim, hiç birşeyine doyamadığım Londra...


Sevgili Türklerim... metro kullanma özürlülerim... Anamın karnından Londra'yı bilir doğmadım... Bir sonraki yazımda metro nasıl kullanılır, aslında harita nasıl kullanılırı anlatacağım...


Gözünüzü seveyim, Londra'da yerin üstü kadar nefis bir yer altı yaşamı var... Korkmayın, deneyin inin aşağıya...


Gerçek bir metro keyfi yaşayın...


Yaşamı hissedin... Neşe dolun... Hyatın akışına, teleşına, keyfine kendinizi bırakın...


Evet siyah taksilerde keyifli, denenmeli ama korkmayın deneyin metroyu... Biz Türkler her eyrde metrodan korkuyoruz... Çok basit korkmanıza gerek yok... Her yerde kural aynı... Öğreticem size...


Bi süre Londra yazıcam...


Metrosu, çin mahallesi, bilmemnesi... Özlemim geçeceğine daha bi katmerlendi döndüğümde...


İlgilisine-bilgilisine...

Underground & subway

Dünyanın en kolay şehirlerinden biridir Londra...



Ulaşım ağı en mi en kolay şehirdir...


Eski bir şehir olmasından dolayı dar sokaklar, birbirinin içine giren caddeler olsada kolay bir şehirdir...


Tüm binaların köşelerinde adres yazar...


Haritada en incik cincik sokak-çıkmaz sokak gösterilmiştir...


Kaybolduğunuz anda kafanızı kaldırıp binanın köşesinde yer alan sokak adına bakıp haritada şıpdanak yerinizi bulup, yolunuza devam edersiniz...


Bir yerden bir yere gitmek bizim memlekette ki gibi eziyet değildir...


Otobüs durağı nerdedir, hangi otobüs oradan geçer, dolmuş nerdedir... Biz hep sorup araştırmak durumundayızdır...


Bir sabah kalkarsınız ve hiç bir uyarı verilmeden dolmuş durağınızın yerinin değişmiş olduğunu görürsünüz... Ve başlarsınız çevredeki bakkaldan, simitçiye kadar nereye taşındığını öğrenmeye...


Londra'da böyle bir şey yoktur. Adamlar 1 hafta öncesinden sözlü ve yazılı uyarılarda bulunur... Gün geldiğinde ise bir pano ve görevli karşılar sizi... Sizi en yakın yere yönlendirirler... Hatta kullanmanız gereken hat pahallıysa, sizin ucuz hattınızın parasını sizden alırlar...


Örnek mi; 2 sene önce Havalimanına giden hatta çalışma vardı... Ve hepimizi


Heathrow Express'e yönlendirdiler... Normalde bu hat 15 sterlinken bizden o yöne giden metro ücretini aldılar... Adamlar çalışma var neyle gidersen git, paran varmı-yokmu umrumuzda değil mantığında değiller... !!!


Medeniyet denen şey bu olsa gerek hıı?


Türk milleti olarak harita kullanmak, yönlendirme işaretlerini kullanmak gibi bir alışkanlığımız yoktur. O yüzden ecnebi memleketlere gidince sudan çıkmış balık oluruz...


Şimdi eline haritayı alacan, okuyacan, kafa patlatıp istikamet belirlicen, sonra kimseyle konuşmadan-temasa geçmeden kendi kendine gidip-gelicen... 


Aaaaa olmaaaaz !!!


İlla kardeş nasıl gidilir diye adamı durdurtup, koluna dokunup yardım isticeeez... :))))


Londara'nın ulaşım bilgilerine gitmeden önce internetten sahip olabilirsiniz... Türkçe kılavuzda yapmışlar ancak  ben o kalavuzdan pek bişi anlamıyorum... İngilizceniz çok iyi olmasa bile ingilizcesini kullanın... Anlaması daha kolay çünkü... :)


Gitmeden ulaşım haritasını internettende basabilirsiniz... Basamazsanız üzülmeyin... En yakın metro istasyonuna gidin ve bilet satışın yanındaki broşür satandından metro haritası alın... Eskiden otobüslerinde haritası vardı... Ben bu sefer otobüslerin hat haritasını göremedim...


Bizim metromuz taynicik olduğundan metro haritasını gördüğünüzde gözünüz korkabilir... Sakın korkmayın...


Seneler evvel Amerika'ya gittiğimde, Boston'da çocukluk arkadaşımın evinde kalıyordum... NY'a gitmek çok istiyordum ancak sevgili Okan şimdi eşi olmuş ama o zamanlar sevgilisi olan Birezilya'lı hatunun kukusundan ayrılmaya pek niyetli olmadığından bana 'Daha önce yurtdışına çıktın kendin yapabilirsin' diyerek başından savıp küçücük bi broşür tutuşturdu elime... O tarihlerde sadece İngiltere ve İspanya deneyimim vardı... NY, Londra'dan da büyük bir şehirdi... Ve Amerika'da ingilizce değil Amerikanca konuşuluyordu !!! Gündüzleri beyaz Amerikalılardan çok zenci ve İspanyolca kökenli amerikalılarla haşırneşir olduğunuzdan bildiğiniz dil size bilmiyormuşsunuz gibi gelmekteydi... Adamlar abuk kısaltmalarla konuşuyor yada çok tuhaf telaffuz ediyorlardı bu yüzden hiç bişey anlamıyoruuum ühü ühüüüü diye dolanıyodum !!!


Ve adam, tüm bu zorlukları kendiside çekmiş olmasına rağmen bana kendin yapabilirsin diye gaz veriyodu !!!


Küçük broşürü alıp odasından çıktım ve odama gittim... Amaan dedim ne korkuyosun koskoca Ny'un metro haritasına bak taynicik hıııh ne var yapamayacak derken broşür açıldııııı...


İktir, iktir ve iiiiiiiiiiiiiktir !!!


O küçücük şey meğersem kocamaaan bir haritanın katlanarak cebe sığdırılmış haliymiş !!!


O noooo !!! Hayatta bu metrodan sağ çıkamam !!! Hayatta tek başıma NY'ta yapamam diyip tekrar Okan'ın odasına yönlendiğimde içerde çoktaaan oynaşmaya başladıklarını duyup, hayal kırıklığıyla odama döndüm ve; Bunu başarıcaksın Ozy ! sen ki19 yaşında Londra'ya gitmiş hatunsun şimdi 20 küsürlük bi eşşeksin yapabilirsin, elin Meksikalısı yapıyoda sen koskoca üniversite mezunu mimar hatun mu yapamayacaksın diyerekten yola çıktım efem...


Çıktım ama 3.5 ata ata... Boston-NY arası otobüsle 6 saat sürüyor... Ancak otobüsler nasıl dandik... Ve 6 saatlik yolda sadece 15 dk. mola veriyorlar !!! 2 tuvaletli bir mola istasyonunda çişimimi yapayım, kahvemi alıp sigara içeyim ikilemi yaşadım !!! Hayatımın en hızlı çişi ve en kaba davranışlar sergileyerek kahve kuyruğuna girip kahve alma olayıydı yaşadığım deneyim !!!


NY'a gelince otobüs yer altındaki terminale girdi... Ordan o kocamaaan metro haritasının derinliklerine daldım...


Artık Londra'da korkmanıza gerek yok... Ama o tarihlerde NY metrosu hala tehlikeliydi... Yabancı ve acemi olduğunuzu çaktırmamanız gerekiyordu ve başkalarıyla kesinlikle göz göze gelmemeniz...


Ah Okan aaah... Az küfretmemiştim sana... :)))))


Yolculuk boyunca güzergahımı ezberlemeye çalıştığımdan haritaya çok bakmama gerek kalmadan seyahatime başladım ve ilk duraktan sonra heyecanım yavaş yavaş azaldı...


Bir yerde hat değiştirmem gerekiyordu, indim hatta doğru yürürken şık giyimli bir bayan bana seslendi...


Döndüm...


Bir amerikalı hatun... İlk defa geliyormuş NY'a... Bana gitmek sitediği hattı sordu ve ben sanki 40 senelik NY'lu gibi ona tarif ettim !!!


Ondan sonra yürü Ozy dedim, senki 3 dünya ülkesinden gelmiş, doğru düzgün metrosu olmayan bi şehrin çocuğusun, Amerikalı bi kadına yol tarif ettin, yürü kızım yürü, korkma aslanım NY'un metrosu tırıs gelir vızır gider sana...


:))))))))))


Hikayenin sonuda var... Kalacak yerim belli değildi... Bir kitapçıdan NY Hostel'larının adresini almıştım... Tek tek adreslere gider hangisini beğenirsem kalırım demiştim. Gençlik işte... Yer bulamazsam New Jersey'de yaşayan başka bir arkadaşımı arayacaktım acil durum için... Onunla görüşmek için onu aradığımda onun evinde kalmadığıma bin kere şükrettim. 3 çocuklu manyak bi kadın olmuş !!! 3 katlı bir evde yaşıyor, kocası mercedes jip çekmiş altına manyakmıdır nedir 2dkda bir maşallah de diyip durmuştu !!! Ulan daha 25 yaşımdayım ne kıskanim 3 çocuğunu mercedes jipini, İstanbul'da sıfır Golfum var... 5.caddede bi lofta yaşıyo olsan o zaman kıskanırım !!! 38'ime geldim hala Hanife'nin yaşamını kıskanmıyorum abi !!!


Neyse ben kalacak Hostel ararken Central parkın içinde bi güzel kayboldum muuuuu !!! Of ki of !!! Parktan çıkana kadar anam ağlamıştı !!! Bi daha da gitmedim sonra parka... Metrodan tırsarken parkta kaybolduk !!! :)))))))))))

Kısaca korkmayınız efem... Haritalarla herşey mümkün...

Gideceğiniz yeri olduğunuz istasyonu haritadan bulun... Gitmek istediğiniz istasyona doğru bir şekilde gidebilmek için yanlış trene binmemeniz gerekiyor. Bunuda nasıl yapacaksınız? Şehre alışana kadar kuzey-güney-doğu-batı hattı hangisi bilemezsiniz. O yüzden gitmek istediğiniz istasyonun yönündeki en son durağın adına bakın. Ve tünele indiğinizde sağdakimi-soldakimi hatta gitmeniz gerektiğini hattınızın sonundaki duraktan bulacaksınız... Doğru tarafa geçseniz bile işiniz bitmedi... Bazen 1 hattan 2 farklı tren geçebiliyor... Doğru trene binmek için  ya yukardaki elekronik panodan yada gelen trenin önünde nereye gittiğini yazan panodan okuyup binmeniz gerekiyor...


Basit... Tek yapmanız gereken okumak, okumak, okumak... :))


E hadi hayırlı triiiipler ;)

Amcamla londra

Yapmadan ölmek istemeyeceğiniz şeyler varmıdır bilmem, benim en en büyük arzum amcam namı diyar daddy'mle İngiltere'ye gitmekti...


Seneler geçiyordu, ben büyüyor o yaşlanıyordu ama bir türlü ikna edemiyordum...


19 yaşımda beni İngiltere'ye gönderip dünyayı bana sunan amcamla İngiltere'ye gitmek en büyük arzumdu... Bu arzumu gerçek kılamadan ona bir şey olursa çok ama çok üzülecektim...


Amcam babamdan sonra İngiltere'ye gitmek pek istemiyordu... 


Babam erkeklerde çok nadir görünen meme kanserinden öldü. Tedavisi o dönemde imkansızdı... Hala %100 bir tedavisi yok ancak 70-80'li yıllarda ki tıp'ı düşünün... Amcam o tarihlerde memelekette bu konuda bayağı ünlü olan babamın doktorunu dinlemeyip babamı aldığı gibi İngiltere'ye götürdü...Babasına bağımlı bir çocuk olarak benim için bu gidişler ızdıraptı... 1-1.5 ay orada kalıyorlardı... Döndükten sonra babam tedavinin etkisinden dolayı 1 hafta kadar kendinde olmuyordu... Çocukluğum hasretle geçti... 


Her dönüşte bana çektiğim özlemi unutturmak için valizler dolusu oyuncak ve giysi getiriyorlardı. O yıllar Türkiye'de yokluk yıllarıydı... Kokulu silgiler, kokulu kalemler, uzaktan kumandaki arabalar, Sindy'ler... Barbie yerine Sindy getirdiler diye bozulduğumu hatırlıyorum !!! Çocukluk işte :) 


Ama hepsi boştu... En güzeli okuldan eve geldiğimde babamı evde bulmaktı ve tüm rahatsızlığına rağmen yattığı yerden, doğrularak, acısını belli etmemeye çalışarak  'kııçııım' (bizim ailede sevgi sözcüklerini 'ç' ile söyleme adeti vardır nedense...) diyerek bana sarılması en en güzel şeydi... 


Yazarken gözlerim doldu. Uzun zamandır bu kadar eskiyi bu kadar detayıyla düşünmemiştim... Eheee :)


Babama Türkiye'de 5 senelik bir ömür biçilmişti...İngiltere'deki tedavi babamın ömrünü 2 sene daha uzattı sadece... 


Teşhisten 7 sene sonra babamı kaybettik...


Amcam bir daha İngiltere'ye gitmek istemedi... Babamın İngiltere yaşamı beni hiç olumsuz etkilemedi... Mesela annemle her gidişimizde annem kocasının anılarıyla dolanır Londra'da... Benim Londra'mda babamın hayaleti yoktur... Sadece bir zamanlar babamında yürüdüğü kaldırımlarda yürümenin keyfi vardır... :)


Her sene muhakkak 1 defa amcama hadi Londra diyordum ama ikna edemiyordum...


Bu sefer bir mucize oldu ve hadi gidelim dedi !!! İnanamadım !!!


Amcam farkında olmadan beni çok ama çok mutlu etti !

4 gün Londra için çok az birde 27 sene sonra gidiyorsanız hiç mi hiiiiiç yeterli değil bu süre...


Elimden geldiğimce onu yormamaya çalışarak onu gezdirdim. Muhakkak görmesini istediğim yerlere götürdüm... Muhakkak yemesi gereken şeyleri yedirdim... Çin mahallesinde nefis balık ziyafetleri, en sevdiğim pub'larda fish&chips keyfi yanında nefiiiis aleler...


Thames kıyısındaki mutluluk köşelerimi gösterdim, Gel-git sayesinde ortaya çıkan kumsalları, Shouthwark'taki keyifli yürüyüş parkurlarımı...


Norman Foster'ın şahane binalarını... O2, Yeni belediye binası, finans merkezindeki nefis mimari çeşitlilik...


Bir mühendis olarak çok beğeneceği bir kaç sene evvel yapılan Jubilee line'nın istasyonlarında dolaştırdım onu... brüt beton ve çeliğin zerafetiyle güçlü mühendisliği görmesi için...


Daha ilk okul 1. sınıftayken onun sayesinde tanıyıp sevdiğim Van Gogh'un ayçiçekleri tablosunu onunla dakikalarca seyretmek için The National Gallery'ye gittim... Bana tanıtıp sevdirdiği ressamları onunla birlikte yeniden görmek dünyanın en paha biçilemez mutluluğuydu...


Ve bir Tiyatro kitapları yayınevi sahibi olarak Shakespeare's Globe Theatre'da bir oyun izlemeden dönmek olmazdı ! Senelerdir amcamın Globe'u görmesini istiyordum... O görmeden eksik kalıyordu keyif...

Shakespeare'in Türkiye'de hiç basılmamış oyunu As you like it'i birebir orjinaline sadık kakınarak inşa edilmiş Globe'da izlemek başka bambaşka bir keyifti !!! Shakespeare'in zamanına gittik... Büyülü nefis bir tiyatro deneyimi yaşadık...  Globe sahnesinde Shakespear oynayacak bir oyuncumuz olmadığını düşündük... Yooo sıkar... Gerçek Shakespear oyuncusu sadece rol yapan oyuncu değil... Aynı zamanda enstrüman çalıp şarkı söyleceksiniz birde rol yapacaksınız !!!


Bir baba ve kızın birlikte yaptığı keyif gezilerinden biriydi...


Benim için paha biçilemez bir deneyim oldu...


Londra'da amcama göstermek istediğim, tattırmak istediğim ne varsa 4 güne sığdırabildiğim kadarını gerçek kıldım.


Çok mutluyum... Hep yapmak istediğim bir şeyi yapmanın mutluluğu, keyfi var...


Artık Londra seyahatlerimden sonra amcama gelip deneyimlerimi anlattığımda bir takım şeyler havada kalmayacak... Bilecek... Ve ben ahhh keşke gelseydi, görseydi demeyeceğim!


Abidin, yap resmimi ! ;)

Nisanda çeşme 4/24/2011

Bir türlü gelmeyen bahara inat vücutlara gelen baharla annemin ısrarları üzerine 4 günlüğüne Çeşme'ye gittik.


Anneme kalsa bütün kış kapalı kalmış amcamın evinde tek başına kalacaktı...


Annecim ev kapanırken gitmedim, amcam eminim herşeyi ama herşeyi eve tıkıp kapamıştır... Temizlik filan yapmadan, sadece son çöpü atıp çıkıp gitmiştir... O evde kalınmaz, hele arabasız manzarası harika ama ulaşımı kabus olan tepelik evde hiç mi hiiiç kalınmaz !!!


Olsun ben gidiceeeeem !


Tek başına korkarsın...


Papi korur beni...


Hı hı komşunun köpeği emin ol seni korur...


Gidicem !


Anacım temizlik yapılmadan orda oturulmaz, yokuş aşşağı inince Migros'a tosluyosun ama paketlerle indiğin yokuşu çıkmak im-kan-sıııız !!! Gel etme gitme ya da gidiyosan otelde kal...


Bir şekilde onu otelde kalmaya ikna ettim ve uçak biletini almaya gitti... Gitti ama sevgili anam beni peşine takmadan durur mu...


Biiiuuw biiiuuuwww (F1 aracı şeklinde çalan telefonum efem)


Aloo...


Ozy bilet aldım cumartesi gidiyoruz...


Gidiyoruz derken?


THY'nın geri verilmeyen biletinden aldım... Sende geliyosun... Baaay ve çat !

Geri verilmeyen bilet kozuyla (ki biliyor onca parayı çarçur etmek istemeyeceğimi) emrivaki ötesi bi emrivakiyle anacığımın peşine takılıp uçtum İzmir'eeee...

Uçtuk ama anamın sarı inadı tutunca tam tutuyor...


Annecim gel araba kiralayayım...


Olmaz otobüsle gideriz !!!


Gideriz gitmesine de adam gibi gezemicez... Dolmuş beklicez ya da 2 adımlık yere taksi çağırıcaz yapma...


Olmaaaaaz !!!


İnat etti... Yapacak bir şey yok... Anamın içine bahar bahar maceracı kaçtı sanırsam ! ;)

Aracınız yoksa, Çeşmeye gitmek için Üçkuyular'a gitmeniz gerekiyor... İzmir seyahat anlayışıyla bazen beni deli eden bi memleket !


Karşıyaka'dan Çeşme'ye otobüs yok mesela... Tüm körfezi geçip Üçkuyulara gitmeniz gerekiyor...


Aynı şekilde Foça'ya mı gitmek istediniz yine körfezi geçip Karşıyaka'ya gelmeniz gerekiyor...


İstanbul'da öyle değildir... Avrupa yakasından toplar ve Asya'ya geçer otobüsler... Sırf Asya'dan veya Avrupa'dan hareket edenlerde var mesela...

Karşıyaka'dan Çeşmeye gitmeyi o yüzden sevmiyorum. Genellikle elimde bi sürü eşya ve valiz oluyor... Alamancı yazlıkçı modeliyle ordan oraya seyahat etmek deli ediyor beni de anladığım kadarıyla İzmir'li memnun bu durumdan...


Konuyu dağıttım yine;


İzmir Havalimanında ki belediye otobüsleri çok dakik. Havaşa gerek yok... Havaş yerine onları kullanın... Ancak bazen az koltuklu otobüs geliyor o kötü oluyor... O zaman paracıklarıma kıyıp Havaşa gidiyorum, oturarak seyahat etmek için...


20 dklık bir bekleyişten sonra otobüsümüz geldi ve rahat rahat Üçkuyular'a yol aldık. İner inmez kalkmaya hazır bir Çeşme otobüsünede denk geldik... Ohhh... :)


Çeşme bizi ilk gün lokum gibi bir havayla karşıladı...


70'li yıllarda motel olarak inşa edilen sonra 2 ortak tarafından satın alınıp, 5 yıldızlı yüksek katlı bir otel inşa edilecek para kazanılana kadar Clup Ilıca adıyla hizmet veren ve bir kaç sene önce motel binalarının önündeki araziye 4 katlı lüks binanın inşa edilip hizmete açılmasıyla Ilıca Otel adını alan, yapılaşmaya rağmen hala doğa ile iç içe olabildiğiniz, abartılı lüks ve şaşanın olmadığı benim çok sevdiğim bu otele gittik.


Anaaaam otel haftasonları ölü mevsimi paraya çevirmek için sempozyumlara ev sahipliği yapıyomuş... Elini nereye atsan bi doktora çarpıyosun... Ancak yaz günü yaşanacak bir kalabalıkta restaurantta yer bulmaya çalışıyosun...


Bir huzur almaya geldiiiiim Ilıca'dan, bulmadan dönecekmiyiz dicektik ki, pazar sabahı koca otelde 8 kişi kaldık !!!

Oh gelsin huzur, gelsin boşluk, her yer her yer bizim keyfi... :)


İlk günkü havanın tatlılığı sonraki günlerde devam etmesede Çeşme'nin Nisan hali çok hoşuma gitti. Tam sevgiliyle kaçamaklık modunda... Yağmur yağıyor, odana git, güneş açıyor, çık dışarı, üşüdünmü termalde yüz... Acıktın mı hım hııım mamalar emrine amade...


Walla çok param olsa tüm yazı bu otelde geçiririm... İnşallah maşallah piyango miyango çıkar... :p

Benim çok sevgili otelim Aquapark yapmaya başlamış. Yazları düğünlerden elde ettiği gelire bide bunu eklemek istemiş sanırsam... Gelecek sene itibariyle moteller yıkılacakmış... Otel projesindeki gibi 7 katlı olacakmış, toplantı salonları motellerin yerine inşa edilecekmiş...

Tamam ana bina yapıldığından beri motelde kalmaya burun kıvırıyorum ama 7 katlı bir Ilıca Oteli'nin bana şu an ki kadar sempatik geleceğini düşünmüyorum...


Ciddi anlamda para kazanmaya başladığımdan beri Ilıca Otel'de kaldım hep. Orası benim vaz geçilmezlerimdendir. Yazın millet beach gezer ben Ilıca plajından başka bi tek orda keyif yaparım... Zebellah haliyle aşkımız bitecek sanırsam çok üzüldüm... :(


Neyse efendim...


Her yer aynı sayılır... Ilıca Belediyesi koccaman bir bina inşa ediyor kendisine... Bir çok yer yaza yetişme telaşında restorasyonda...


Mimozalar her yerde... Evlerin bahçelerinde sizi hırsızlığa teşvik edecek güzellikte limon ağaçları...


Huzur, sakinlik...

Alaçatı her zamanki gibi kokoştu !!!


Yani Fransız rivierasında olsak anlarımda Alaçatı'da bu kadar marka marka dolanmak ne iş oluyor bir türlü çözemiyorum...


Yaz akşamları hatunlar incecik topuklarla o arnavut kaldırımlarında öyle komik yürüyüşler sergiliyorlar ki...


Kusura bakmayın ama elalem için endam edicem diye ayağımı kıramam, kaşımı gözümü yaramam...


Nice'temiyiz bacıııııım, giymişsin bööörbirini, takmışsın luviniiii, saçlarda yapılı yapılı... Haftasonu bu gün... Nişantaş'ta değilsin... Bir kaç sene öncesine kadar değersiz bulunan bir köyün tezek dolu yollarında yürümektesin... Ben bilirim buranın tezekli halini...Neyse bacım kimeyse endamın yap... Ah benim zavallı baaarburuuuum İngilterelerde namın var ama buraçlarda artık malesef Çin'de üretilen komşu markan önemli


gel sen benimle gel, biz elaleme hava civa atıp satmadan bahar güneşinin tadını çıkaralım, köşe kahvede limonata içip pazardan aldığımız taze bademleri yiyelim...

Offf lezzetli badem diye bi Datça bademini bilirdim ammavelakin Çeşme'nin tazecik bademi ondan da güzelmiş... Nasıl leziz...


Pazara bayıldım bayıldım... Yazın kalabalıktan dolaşılamıyo... Şimdi tenha tenha tadını çıkardım...


Binbir çeşit otlar...


Tazecik sarımsaklar... Uçakta koku derdi olmasa alacaktım. Nasıl süt sütler... Elma gibi ısır ye... Öyle insanın canını çektiren güzellikte-tazelikte...


Hele bebek enginarlar... Of ooooof !!! Arabayla gelmiş olsaydım İstanbul'a kabzımal kıvamında dönebilirdim !!!

Arabasız olunca gezmek-tozmakta sınırlı oluyor...


Evcazımıza dolmuşla gidip, yokuşumuzu ahlaya vahlaya tırmandık... Ev göründü diye sevinirken bi gördük ki anaaa eve girmek imkansız!


Daha bakıcı otlara el sürmemiş... Belimde otlar... Eve girebilmek için duvara tırmanıp akrobasi yapmamız gerekti... Bu arada yazın komşumuzdan çok bizim köpeğimiz olan Papi'ninde sevgi dolu gösterisine maruz kaldık...


Kızım bi dur, şu duvardan bi inim sevicem seni...


Yok ! I-ıh !


Aşkım bende seni özledim ama dur, düşücem...


I-ıh !!!


Üst-baş battı sayesinde... Köpeciğin hiç ayağa kalkma huyu yoktu... Geçen yaz ona bazı numaralar öğretmek gibi bir hatada bulundum! Artık zıplayan, hoplayan, iki ayağı üzerinde durup size sarılan bir golden retriever !!!


Bu yaz taşınmadan evvel eve kadın şart !!! Amacam her şeyi tıkmış, tıkıştırmış...


Çocukluğumdan beri suyla oynamayı çok severim ancak geçen yaz ne kadar sevsemde halı yıkamaktan gınna gelmiş biri olarak bu sene amcama ehee siz gidin ben gelirim dicem sanırsam...


Çeşme'de kadın bulmak bir dert! Geçen yaz ofisimizin emektarı Fatih ve ben 2 gün durmaksızın temizlik yapmıştık.


O noooo bu sene aynı şeyleri deneyimlemek istemiyoruuuuum. İstemesemde, ben gittiğimde temizlik yapılmış bile olsa anneannemden geçme hijyen ve temizlik takıntımın kurbanı olup Kakılmış moduna geçicem zaten...

Kadın bulunsada bulunmasada genetik mirasım rahat bırakmicak beni ;)))

Bu sene bahçeye ciddi ciddi el atmaya karar verdim... Kiralık diye sadece çimle kaplattırdığımız bahçemiz 3. senenin sonunda artık nefis bir bahçeye dönmeyi hak ediyor... Sıkıldım kiralık eve birşey yapılmaz mantığından. Benim çocukluğum bahçeli evlerde geçti... Toprakla aynayarak büyüdüm ben... Sebzesi-börtü böceği uğraşmayı çok severim... Artık amcaylada çalışmaya başladığım için 3 hatta 4 ay Çeşme'de kalabileceğim o yüzden günüm ve zamanım çok olacak...


4 gün boyunca temiz havanın, oksijenin tadını çıkardık annemle... Bol oksijen sebebiyetiyle 9 olmadan ikimizde hooooor moduna geçip durduk...

Bol yürüyüş, deniz havası, termal keyfi yapıp döndük...


Tavsiye ederim efem, Çeşme'yi birde İstanbul'lu, Ankara'lı, Bursa'lı istilası olmadan görüp yaşayın...

Ilıca Otel'de de artık bu son değişimi olur diyeceğim değişimi olmadan önce bi kalın... Bölgenin en keyifli otelinde bir deneyim muhakkak yaşayın...

Cubba Libreeee !!!




Artık Cuba dizisini bitirme zamanı...


Genel olarak gözlemlerimi ve eksik kalan şeyleri yazacağım...


Tek kelimeyle aşık oldum.


Verdiği huzura, sakinliğe, telaşsızlığa...


Onumu giymişsin, aman o markadan mı alışveriş yapmışsın, aman öyle yapmazsan o sınıfa ait olmazsın vs...


Boş şeyler, boş telaşlarla hayatımızın akıp gitmesine izin veriyoruz...


Cuba'da sevdiklerim yanımda olsun, karnım tok sırtım pek olsun yeteri görüyorsunuz...


İnsan bence hayattan başka birşey istememeli...


Yok saçım, yok başım-kıçım, arabam, bilmem ne etkinliği...


BOOOŞ, BOOOOOŞ !


Pinar del Rio'da, uçsuz bucaksız gelen yeşilliğe bakarken, kulaklarımda sadece rüzgarın ve huzurun sesi vardı...


Evimin terasında sallanan bir sandalyeye kurulup tüm ömrümü burada geçirebilirim diye düşündüm...


Bilgisayarmış, facebookmuş, gakmış gukmuş, teknolojiymiş...


Cık !


Çok farklı bir huzur, farkındalık ve dinginlik var Cuba'da...


Cuba beni çok etkiledi... Zannedersem tekrar yol alacağım oraya... Yolculuk uzun gelebilir ancak eskiden İstanbul-Samsun arasında uçak seferi yokken 12 saatlik otobüs yolculukları yapmış ben için 11 saatlik uçak yolculuğu yapılamayacak birşey değil. Tek sorun sigara... İ. Faransızlar sigara kabinlerini kaldırmasaymış daha rahat bir yolculuk olurdu. Kaçak sigara içmek zorunda kalmadan keyifle içip, vücuduma gerkli miktarda nikotin depolardım... Mukadderaaaat !!!


Sabun ve tuvalet kağıdı ciddi sorun Cuba'da... Kaldığınız otel odasında sorun yok ancak otellerin lobisinde bile bazen sabun bulamıyorsunuz...


Giderken sabun götürün yanınızda... İnsanalra verip mutlu olmlarını sağlayın...

Renkli kalemlerde götürün... Çocuklar çok seviniyorlar...


Tam dilencilik olmasada, bir nevi dilencilik söz konusu... Fotoğrafını çektiğiniz birisi geliyor ve para istiyor...


Bu rahatsızlık verici...


Ancak biz turistlerin durmadan herşeyin fotoğrafını çekmemiz onlara sanki kafesteki maymun muamelesi yapıyormuşuzuda hissettirdi... Tamam ilginçler ancak sadece ben değil gün içinde kimbilir kaç kişi merceği ona doğrulttu...


Yani bizde onlarda haklıyız ama, insanlar pencerelerinin kenarına oturup bi keyif yapacakken bizlerin oooo çok güzel bi kare bu durumuda rahatsızlık verici... Bunu kabul ediyorum. Onlarda ya bu rahatsızlıktan kurtulmak amacıyla ya da artık yavaş yavaş kazançlarda oluşmaya başlayan farklar yüzünden para istiyor olabilirler...

Fuhuş cennetimi peki? Anladığımız ya da bildiğimiz anlamda olmasa da evet. Güzel mekanlar Cuba'lılar için pahallı. Orada harcayak paraları olmadığından turist erkekleri kullanıyorlar...


Adamla tanışıyorlar ve onunla gidip yiyor içiyorlar... Hepsinin sonunda seks oluyor mu bilemem... Ama bir şekilde karın doyurmak, yeni bir yere gitmek için 'zararsız' gibi gözüken bir durum söz konusu...


Plaza de la Catedral meydanında otururken önümdeki masaya 2 Amerikalı adam ve bir yerli hatun geldi... Hatun oturduktan bir süre sonra masanın latından adamın alet ve edevatlarıyla oynamaya başladı... Tam göz hizamda olan şey beni çok rahatsız etti. Hatun ya görülmediğini düşünüyordu ya da görünmesini iplemiyordu... Tam müzisyenlerin olduğu akstaydılar... Ben alkolsüz pina-coladamı içip müzisyenelri izliyordum ancak durum o kadar rahatsız verici oldu ki arkamı dönmek zorunda kaldım... Akşam aynı çifti Hemingway'in müdavimi olduğu El Floridita'da gördüm... Barda oturuyorlardı ve hatunun pek etrafı iplediği yoktu...

Hepsi öyledir demiyorum... Ama Havana sokaklarında dolaşırken buna benzer durumlarla karşılaşabiliyorsunuz...


Yukarda bahsettiğim örnekteki hatun çok ama çok çirkindi !!! Tamam hatunların poposu harika, cuba'lı bi hatunla birlikte olma fantaziniz olabilir ancak ne bilim adaha bi güzel bişeyle olsa...


Bu benim şahsi görüşüm tabiki, önemli olan yüz değil, deliktir belki önemli olan !!! :ppppppppp


Fidel herşeyleriyle yakından ilgileniyor... Devletin ürün verdiği yerler çok pis ve bakımsız ancak, hiç bir çocuk sütsüz ve aç kalmıyor... Herşeyiniz yeteri derece de devlet tarafından karşılanıyor...


Eğitimsiz insan yok. Ciddi sağlık araştırmaları yapıyorlar... Bilimadamı yetiştiriyorlar... Devlet size iş bulmak zorunda. Bulduğu işi beğenmiyorsanız size eğitim şansı veriyor, gel master yap diyor masterdan sonra yine iş buluyor yinemi beğenmediniz başka bir öneriyor yada gel seni akademisyen yapayım diyor...


Ambargolar olmasa göze görünen, içi burkan sefalette olmayacak. Onca ambargoya bu şartlar... Fidel'in pek suçu yok... Adam olan imkanı sunuyor sonuna dek.


İnsanlar mutlu... Biz ay yazık ne sefalet dediğimiz şeylere pek kafa takmıyorlar...


Geçen ay artık evlerin alınıp-satılmasına izin çıktı. Bu evleri bakımsızlıktan kurtaracak bir karar bence. Evler babadan oğula kaldığı için, kira ödemedikleri için yıkılsada, dökülsede kendilerinden çok devlete ait olduğu için evlere bakım yapmıyorlardı... Canım evler savaştan çıkmış görüntüsü vermekteydi... Camalr kırık, duvarlar patlamış, senelerdir boya yapılmamış coloni döneminin örnekleri bu kararla yeniden hayat bulacak bu beni çok sevindirdi.


Unesco restorasyonlar için yardım ediyor ancak bu taşıma suyla değirmen dönmez misali... Bir mimar olarak yapılacak çok iş olduğunu gördüm... Bir şirket kurup gidip güzelim binalara can vermeyi çok arzularım...

Bu arada sevgili Amerika kendi ülkesinde bir takım şehircilik kararları alırken bunları Havana'da hiiiç uygulamamış !!! Allahtan devrim olmuş yoksa yeni şehir yüksek katlı modern mimari örnekleriyle coloni mimarisinin-şehirciliğinin içine daha beter edecekmiş !!!

Var olan iptidai şartlar bana Kıbrıs'ın 20 sene önceki halini hatırlattı.


Yollarda ışıklar yanmıyor çünkü onları çalıştıracak petrolü getiren tankerler ambargo kurbanı...


Karanlık korkutmuyor...


İlk başta çok tırstık ancak gördük ki Cuba'da İstanbul'dan daha güvendeyiz... :))


Fidel bi ulaşımı çözememiş !!! Çok hayret verici... Araç ve yakkıt sıkıntısı yüzünde mi yoksa başka bi sebepmi bunu çözemedik...


İnsanlar anayolların kenarında bekliyorlar... Geçen arabalar onları alıyor... Durmamak, almamak büyük ayıpmış Cuba'da...


Gecenin karanlığında bir kadın yürüyor ve korkmuyor... Onu alacak bir araba bulana kadar yürümeye devam edecek...


Tur otobüsleri Çin'den gelme... Çok konforlular... Turizme kapılarını açtıktan sonra Cuba'lılar bu otobüslere tepki göstermişler. Çünkü ayaktada olsa boş yeri olan bir araç insanları almıyor... Bu nasıl oluru anlayamamışlar. Yoldan yolcu almayan tek araç turist taşıyanlar...


Yemeklere gelinceeee... Balıklar hıım hııım... Kabuklular sudan ucuz... Memlekette zengin sofrasını süsleyen istakozlar neredeyse sokakta satılıyor... Size tavsiyem bu kadar ucuzken ve lezizken deneyimlemeniz...


Tavuk seviyorlar... Pilavları bizim ağız tadımıza uygun... Muz kızartmaları harika... Aç kalma sorununuz yok... Zevk meselesi tabiki hiç birşeyi beğenmediyseniz tropik meyve cennetindesiniz, adını bilmediğiniz, daha önce görmediğiniz bir sürü meyveyi deneyimleyin o zaman !!! :)


Her yerde Che'yi görüyorsunuz... Kazanılanları unutturmak istemiyorlar. Ancak Kuzey Kıbrıs'ın genç nüfusunun yaşanılanları bilmediğinden dolayı gösterdiği tepkinin ufak bir benzeri buradada söz konusu. Kimse Fidel'e ayıp olmasın diye ses çıkarmıyor ancak haksız ambargodan bıkmış durumdalar. Onlarda diğer dünya vatandaşları gibi incik-cincik istiyor, para istiyor, sahip olmak istiyorlar... Özgürlüklerinden vaz geçmeden sahip olmak...


Zaman makinesine binip geçmişe gitmek gibiydi Cuba'da olmak. 50'li-60'lı yılları deneyimleyip geri döndük yüzyılımıza...


Cuba'da değişim başladı artık... Fidel'den sonra hızlı bir şekilde olacak... Fırsatınız varsa Fidel'den önce görün. Karayiplerin sosyalizmi nasıl oluru kendiniz deneyimleyin...


Acılarla güzelliklerin karışımını yudumlayın...


İçinizi kıpır kıpır eden müziğin ritmine bırakın kendinizi...


Şayet kocanız veya sevgilinizle giderseniz ufak bir popo dansına izin verin... İlk başlarda sevgilimi kuş başı doğrarım diyordum. Sonra düşündüm adamla gelmişim buralara aklında kalacağına kontrollü bi deneyime izin vermek daha mantıklı olur dedim... Bol bol mojito içip kontrollü deneyimi hatırlamayacak kıvama gelin ertesi gün olay çıkmaması için :ppp Yani oralara gitmişken o deneyimde yaşanmalı... Sizde sizin için önemli olan bir deneyimi yaşamak için söz alın amaaaaa... Önce o yapsın sonra siz... Kadın erkek eşitliği denen bişey var kardeşiiiiim !!! ;))))))


Sanatıyla, müziğiyle, doğasıyla, insanlarıyla, yemekleriyle, romlarıyla, devrimiyle herşeyiyle Fidel ölmeden ve en önemlisi siz ölmeden muhakkak görülmesi gereken bir ülke !


Tadı damağımda kaldı !!!


Bu arada önemli bir uyarı: Direkt uçuş yok biliyorsunuz ya Fransa ya İspanya üzerinden gidiliyor Türkiye'den... Cuba'da Freeshoptan aldığınız alkolleri indiğiniz ülkeye sokamıyorsunuz !!!! Niye mi sıvı yasağı yüzünden !!! Rehber hiç birimizi uyarmadı ve hepimiz freeshoptan alırız diye alkol almadık. Alınan alkoller Fransaya iner inmez terminalimizin kapısındaki x-ray cihazlarında ÇÖPE ATILDI !!! Valizimize koymamızada izn vermediler çünkü valizlerimiz çoktan uçağımıza aktarılmıştı. !!! Cuba alkolleri poşete koymuyor... Fransa veya İspanya'dan uçmayıp 1 gün o ülkede kalsanız sorun yok. Uçağa alamıyorsunuz aldıklarınızı. Ve neredeyse bedavaya satılan Rom'ları Fransa'da fahiş fiyata Euro olarak alıyorsunuz !!! Tavsiyem boş bir valizle gidin alkollerinizi iyice srıp sarmalayıp bagaja verin...


Bu arada airfrance 20 kilo konuusnda çok inatçı! Bir valizi 2 kişi paylaşsanız bile kiloyu limitini geçiyorsanız boşalttırıyor valizi...


Sabun sıkıntısına güzel bir örnek vermek istiyorum. Cuba'dan uçağa bindiğimizde, gelen yolcuların uçaktaki sabunları çalmış olduklarını gördük !!! Hostesler bir şekilde çalınmamış sıvı sabunları tuvaletlere bölüştürdüler !!! :))))))))


Bu arada air-fance'ın hostesleri çok kaba. Bir şekilde ayaktasınız ve kemer ikaz ışıkları yanmış... Atlantikten geçerken çok hareket halinde olmanızı istemiyorlar. Tamam yerimize dönücezde önümdeki yürürse bende yürücem... Yok anlamıyor bağırıyor... Irkçı yaptılar beni !!! Şikayet mektubu yazdım. Dönüş yolculuğunda teyzem ve ben zehirlendik. İkimizde Fransa'ya inerken kafalarımız kesekağıtlarının içindeydi... Teyzem toparlandı ama benim kusmam 3 saatlik Paris-İstanbul yolculuğunda da devam etti...


Fransaya inmeden hostesler ellerine dezenfektan sprey alarak tüm yolcuları dezenfekte ettiler... Havaya sıkarak 2 tur attılar spreylerle !!!

İşte böyleeee...


Lütfen gidin, görün, deneyimleyin...


Cuba Libreeeee !!!

Şekerkamışından doğan mucize: Rom


Bambuya benzeyen kalın ve uzun kamışlar Cuba'da her yerde karşınıza çıkıyor... Ne olduğunu bilmezseniz ne bu sopalar diyebilirsiniz... :)


Küçük bir parça alıp kemirin diyorlar... Bitkinin şekerli suyunun tadına varın diyorlar...


Bildiğimiz şekerli su gibi değil tadı... Tatlı çok tatlı, başka bambaşka bir tat...

Şekerkamışı Cuba'nın en önemli gelir kaynaklarından biri... 1962 yılında meşhur Cuba krizi sonrasında başlayan ambargodan çıkış yolu olarak, Rusya'ya piyasa fiyatının üzerinde şeker satarak bulmuşlar... Bu Rusya'da değişim rüzgarları esene dek devam etmiş... Eeee sosyal kardeşlik, yardımlaşma ve kazıklama bu olsa gerek !!! :pppp


Şekerkamışından sadece şeker üretilmiyor... Benim sevgilimin deli olduğu, Cuba sonrasında artık benimde deli olduğum Rom'da üretiliyor...


Önce şeker kamışları 'macheta' denilen palalarla kesiliyor, ondan sonra deneyimimize göre zor olan sıkıcılardan kamışlar geçiriliyor ve suları çıkarılıyor...

İçki fabrikalarında herhalde insan gücüyle yapılmıyordur bu sıkım... Gerçekten zor... Ciddi kol ve beden kuvveti gerektiriyor... Kol kası çevirmek için bedende dengeyi sağlamak için...


Kamışlar neredeyse 10 cm olana kadar katlana katlana sıkılıyor... Bir damla su bırakılmıyor kamışlarda... Onca eziyetten sonra gelsin hıım hıııım cennetin 2. meyve suyu... (Birincisi pina colada...) Şekerkamışı suyuna Guarapo deniliyor. Muhakkak deneyimleyin...


Rom için şekerkamışının suyu çıkarılıyor ve fermente edilip distilasyona tabi tutulduktan sonra ahşap fışılarda yıllandırılıp aromasına göre şişeleniyor...


Havana'da ki Rom müzesine gitmenizi tavsiye ederim. Orada bir rehber eşliğinde size hem tarihini anlatıyorlar hemde uygulamayı gösteriyorlar. Tur bitiminde ise hepimizi kendisine aşık eden 7 senelik rom içirip uğurluyorlar. Bizim rehberimiz sabah sabah ilk oraya götürdü bizi... Sabahın 10.30'da hepimiz çakır çıktık müzeden ;)))


Yıllandırılmamış olanları beyaz renkli oluyor. Bunlar Mojito için ideal.


Küçük bir sır size Hava Club'ın 3 senelik olanıyla yapılan Mojito daha nefis oluyor. Üç yıl ahşap fıçılarda tutulan bu rom hafif sarımsı renkte... Memlekette var mı bilmiyorum ancak free shoplarda Hava Club'ın üzerinde kacoman 3 yazan şişesini gördünüzmü atın çantaya... Hatta barınızdan da itinayla isteyiniz... ;)


Yıllandıkça rengi koyulaşıyor...


Cuba'ya gelip Rom'la yapılan kokteylleri denemeden dönmek olmaaaaz...


Birdefa gerçek Mojito'yu deneyimleyin... Cuba'nın naneleri bizimkilerden daha iri... Kalın dallı, kocaman yapraklı... Bir naneden, iki gerçek esmer şeker kullandıkları için tadı nefis oluyor ve ister istemez memlekette bize kolonya suyumu içiriyolarmış leeeeyn diyorsunuz ! :)

Mojito; Rom, taze nane, soda, şeker ve limon suyundan yapılıyor... Ben sodasızını tercih ediyorum...


Daiquri ise Hemingway'in içkisi; Rom, şeker ve limon suyundan yapılıyor...

Genellikle yanlarında bizim ne biçim cips bunlar diye algıladığımız, incecik diliölenmiş muz kızartmasıyla servis ediliyorlar ki... Gelde maymun olma... ;))))


Her kitapta yazanı bende yazmadan geçmeyeyim; Hemingway'in izinden bir alkol turu yapmadan olmaz...


Mojito için Bodeguita, Daiquri için Floridata'ya muhakkak gidin... Floridata'da zaman kavramınızı kaybedip, Hemingway'in heykeline kadeh kaldırarak keyif yapın... ;)

Ve sevgilimin karışımı olan Cuba Libre ! Bana ilk içirdiğinde ayıp olmasın diye bişey dememiş ama içimde ne biçim şey be buuuu yapmıştım... Ama Cuba'da... ;) İstediğiniz oranda kola ve romu karıştırarak yapıyorsunuz ancak deneyimlediğim kadarıyla Havana Club'ın Anejo Especial'lıyla yapınca daha güzel oluyor... Aslında kolayada gerek yok... Ben su bardağına 2 buz atıp yarısından daha az koyup içiyorum... Kış gecelerinde keyifli oluyorda yazın belki kolalısı daha ferahlatıcı olur...


Rom'u biz millet olarak hatta dünyada Bacardi markası olarak biliyoruz... Rom delisi olan sevgilim mesela Havana Club'ı bilmiyor... Bende gidene kadar bilmiyordum... Devrimden sonra gizli formüllerini alıp Amerika'ya göç etmiş Cubalı bir ailenin markası... Reklamı-tanıtımı daha iyi olduğu için rom diyince akla ilk Bacardi markası geliyor doğal olarak...


Bacardi ailesi anti Fidelcileri Florida'da destekliyormuş... Toriçelli ve Burton yasalarıyla ambargo sıkıntısı çeken Cuba dünyaya açılamadığından Bacardi kendisini tüm dünyaya tanıtmış... Ve Havana Club'ın uluslararası pazarda satılmaması için mücadele veriyormuş... Bacardi gerçek Cuba Rom'u değil... Orginal istiyorsanız Havana Clup içeceksiniz...


Eskiden kölelerin çalıştırıldığı şekerkamışı tarlalarında artık köleler çalışmıyor. Geçmişte bir sürü, acı, sıkıntı, işgence ve ölümle elde ediliyormuş şekerkamışından üretilenler... İçiniz cız ediyor çekilen acılara...


Romunuzdan bir yudum alırken günümüze kadar getirenleride düşüp onlara saygıyla kadehinizi kaldırın...


Ve ambargoyu hak etmeyen bu halk için gerçek Cuba malarını alın...


Günümüzde hiç bir insan dininden,dilinden, yönetiminden, renginden dolayı dışlanmamalı...