Dakka bir gol bir,
Lancaster gate istasyonundan tam çıkarken;
16-17 Şubat arsında Heatrow hattı çalışmayacak haberiyle burun buruna geliyorum...
Aman ne güzeeeel...
Neyle ve nasıl gidicem havalimanına? Amaan zamanı gelsin düşünürüz...
Düşünürüz... Seviyorum bu vurdum duymazlığımı...
Hem medeniyette çaresi vardır...
Bizim memlekette ki gibi, çalışma var nasıl gidersen git mantığı olmaaaaaz !
Düşünmeye değmez yani...
İstasyondan çıkıyorum, güneşsiz, bulutlu bir hava beni karşılıyor...
Rüzgarlı...
İçim titriyor...
Oteli bulmadan önce sigara içmeliyim...
Sigaraaaaaaaaa...
Hyde parkla iç içe olan Kensington garden'a bakan Bayswater caddesindeki bir binaya sırtımı yaslıyorum...
Yaklaşık 4 küsür saat sonra ki ilk sigaram... nefis... ama elimde sıcak bir şeyle, içerde içmek daha nefis olurdu ama...
2007'den itibaren İngiltere'de kapalı mekanlarda sigara içmek yasak !
Yakında sokakta da içmek yasaklanır...
Ah biz nikotin bağımlılarını düşünen yok ki anasını satayım...
Otel, neredeyse Londradaki tüm 5 yıldız altı otellerin bulunduğu semtteymiş... Arada 5 yıldızlarda var canım, mesela Hilton... Ama Hilton gibi olmayan bir Hilton ! O kadar vasalt ki, illa bol yıldızlı ve adlı bir yerde kalacaksam hayatta tercih etmem !!!
Mimarız biz...
Tasarım, estetik mühim ! :p
Seneler önce Marble Arch'ı geçince ne var acep diye yaptığım merak içeren yürüyüşte tüm cadde boyunca sıralanan aynı kat yüksekliğinde ve cephelere sahip yığma konut binalarının arkası meğersem otelmiş !!!
İstasyondan her çıkan elindeki çek çek valizinin tekerleklerinden çıkan sesle sokakları nasıl inletiyor...
Herkesin elinde harita...
Otelini bulma telaşı...
Yok böyle bir manzara...
Bir elde valiz diğer elde haritayla sokaklar arasında şaşkın, teleşlı, dolanan bir sürü insan...
Ve bir sürü çift !!!
Sevgililer günü bu gün !!!
Sevgilisini kapan gelmiş...
Bende geldim !
Bilmem kaç metre yükseklikte sabahın köründe şampanyamı kendime kaldırarak...
Charles Dickens'ın çocukluğumda beni ağlama krizine sokan ünlü romanı Oliver Twist'i hatırlatan otelim meğersem Malezya kökenliymiş...
Her yerde Malezyalılar...
Türbandan kaçış yok !
Memleketi terk edecekler, kesin İngiltereye yerleşmemeli !
Hintlisi, Malezyalısı, Mısırlısı... bizden beter başı örtülü ama seksi fıstıklarla kaynıyor sokaklar...
Her yanımdan geçişlerinde gülüyorum...
İronik geliyor...
Memleket yıkılırken türbandan, adım başı örtülü bir ingilizle karşılaşmak...
5. katta ki odam, Fransızların otel odaları küçüktür fikrini yıkacak türden...
Kensington bölgesinde yığma bir binanın çatı katından mahallenin çatılarını seyrediyorum !
Oliver Twist veya külkedisiyim...
Resepsiyona inip dalgamı geçiyosunuz leeeen yapmak yerine, seviyorum çatı odamı...
Odamla oyun oynuyorum... bana hissettirdiği role bürünüyorum...
Bir peri masalı yaşamaya gelmedim mi zaten?
Çatıların üzerinden gök yüzüne bakıp umut ve hayaller kuran bir nevi kül kedisiyim bende...
Saçlarını beyaz atlı prensine uzatmayı bekleyen bir Rapunsel...
Bir öksüz ve yetim çocuk kırılganlığında dişi Oliver...
Bu kadar rol kesmek yeter diyip kendimi dışarı atıyorum...
Açım, uykusuzum...
Rüzgar olmasa hava neredeyse sıcak sayılır...
Rüzgardan içim titriyor...
Bu güne kadar gidip gördüğüm ülkeler içinde ki en güzel metroya dalıyorum...
Londra'da yer üstünde değil yer altında seyahat etmeye bayılıyorum...
Yeni istasyonların mimarisi, duvarlardaki reklamlar, müzisyenler...
Londra metrosunun bambaşka bir büyüsü var...
Beni baştan çıkaran, cezbeden, yer üstüne çıkmadan o istasyondan bu istasyona keşif ve keyif yolculukları yaptığım tek metro !
London Undergraund'unun fetişistiyim galiba...
Hatta sapkını !
Çin mahallesinde 19 yaşımdaki beni görüyorum... lacivert nubuk ceketiyle yağmurdan sıçana dönmüş, saçlarında renki örgüler sarkan...
Bana gülümsüyor...
Covent Garden'da, Royal Opera House önünde son 20lerimde ki beni görüyorum... Madama Butterfly'ı izlemiş... ağlamaktan gözleri şiş... Ah bir kaç ay sonra Butterfly'ın yaşadığı acıyı yaşayacak...
Bana gülümsüyor...
Ritz'in büyük yemek salonunda elinde şampanyası 30. yaş günü pastasını getiren Fransız aksanlı garsonlara gülümseyen beni görüyorum... Mutlu ama kalbi kırık...
Bana gülümsüyor...
Ritz'in büyük yemek salonundayım... 35'lik ben elimde şampanyam, benlere gülümsüyorum... Sevgililer günümü kutluyorum...
Etrafımda şık kadın ve adamlar...
Dışarısı ellerinde güllerle sevgililerine giden yakışıklılarla dolu...
Kadınların ellerinde, kucaklarında çiçekler...
Bir kız kırmızı kalp balonlarıyla seke seke yürüyor...
Köşede öpüşüyorlar...
...
2.5 sene sonra gittiğim Londra bana yabancı gelmiyor.
Herşey kolilerde olduğundan, haritasız ve kitapsız elimi kolumu sallayarak gittiğim Londra'da herşey hatırladığım gibi...
Ufak tefek sapmalarla yolumu buluyorum. waybe şöyle 2 ay yaşasam 10 küsür senelik İstanbullu olupta bilmediğim yeri çok olan İstanbuldan daha fazla Londralı olurum !
Hatta öyle bileyim denilebilinir...
Gerçek İngilizler bana adres soruyor, otobüs soruyor...
Yabancı gibi durmuyorum demek ki...
Eskiden bir çok farklı akımlar görülebilirdi Londra sokaklarında... Punk, grance... şimdilerde dünyanın her yerinde aynı tip giyinen insanlar... skinny jeanler ve babetler... uzun saçlar... popo meydanda... Globalleşme kötü bişi sanırsam... :p
Siyah giyinen kadınlar... mus çoraplar ve topuklu ayakkabılar...
Ne zaman Londra'ya gitsem dönüşte bir süre topuklu ayakkabı giyerim... Sokakları topuk sesleriyle inleten kadınlarla dolu Londra dişi olma arzunuzu ortaya çıkarır. Paris'te böyle bir arzu duymuyorum. Nedendir bilinmez Londra'da siyah, seksi ve topuklu olmak geliyor içimden...
İndirim devam etsede yeni sezon ürünleri vitrinleri süsleyen Londra'da sadece çorap almak için mağazaya girdim. Ben alış veriş manyağı bir Türk değilim... Sergi, müze, konser manyağıyım...
Çok istememe rağmen gitmek istediğim 2 sergiye de bilet bulamadım. Biletler aylar öncesinden tükenmiş ! 1.5 ay sonrasına bilet verebiliyorlar. O la laaa o akdar zengin değilim, 1.5 ay sonra sergiye gidim gelim 2 günlüğüne...
Londrada yürümekten keyif aldığım pankur Southwalk. Gel-gitten dolayı ortaya çıkan Thames'in pis ve çamurlu tabanında yürümekten zevk alıyorum. Karaya oturmuş tekneler, lastikler...
Bu sefer büyük bir rekor kırdım, Londra'yı bilen anlar rekorumu ancak, Kensington'dan Southwalk'ın sonuna kadar yürüyüp döndüm !
...
4 günün sonunda zinde, keyifli ve mutlu bir şekilde evime döndüm...
Güneşli ve sıcak Londra'yı bırakıp kar fırtınası yüzünden 4 saat havalimanında beklemek zorunda kalmak ve neredeyse 6 küsür saat boyunca sigara içememek dönüş yolculuğumu eziyet haline getirsede... Arzu ettiğim sergilere gidememiş olsamda...
Dönüşte yanımda oturan çıtır Türk kızın zengin tombiş İranlı sevgilisine yaptırmış olduğu alışveriş torbalarıyla tıkış tıkış seyahat ederken ekranda bir aşk filmi akıyordu...
Yanımdakiler öpüşüp koklaşıyor...
Bencede kızın çok öpmesi lazımdı adamı... Hermes ve Chanel 'den alış veriş yaptırmış adama...
Ayaklarını yalaması lazım...
Sigarasızlıktan dolayı asabiyim...
Hem ekranda hem yanımda aşka tahammül edemiyorum...
Kabaran hormonlarımın, uçağın kalmasını beklerden yerde devirdiğim alllerin ve uçakta içtiğim şarapların etkisiyle göz yaşlarım istem dışı olarak akmaya başlıyor...
Kendimi şanslı adlediyorum...
Bir adamdan medet ummadan, bir sevgilim olsa nasıl bir sevgililer günü yaşatmasını istersem öyle bir 4 gün yaşattım kendime...
Hermesten alışveriş yapmadım yapamadım (eee ya Ritz'de yiyip içecektim ya alışveriş yapacaktım cepteki sınır belliydi)
Kendimi bir başkasına muttaç olmadan mutlu etmiştim...
Ama bir şey eksikti...
Sevgi...
Çıtır döndü;
İyimisiniz dedi...
Ah çok iyiyim...
Sadece Britney Speers'ı çok iyi anladığımı anladım.
???
Anlamanı beklemiyorum, nikotin bağımlısı olarak krize girmiş durumdayım, çakırım ve sevgilim yok... Her şeyim var ama sevgim yok... Britney'in yaşadığı durumda bu... Bunları içimden söyledim tabiki... kıza baktım, kadehimi doldurdum ve hostesi çağırdım, bu bitti... madem hava şartlarından dolayı 1 saat daha havadayız, içmeye ve yanında sigara niyetine kraker kemirmeye davam !
Baharda yeniden gideceğim...
Alelere doyamadım...
Yeni bir adamla tanışamadım...
Sergiye gidemedim...
En önemlisi carvery yiyemeden döndüm !!! (geleneksel pazar pub yemeğidir hıım hııım)
...
Pazartesi günü kardan dolayı işe gitmeyip sinema keyfi yaptım ve 4 günlük duygusallığımın patlama noktasını yaşadım:
PS. I love you...
Gidin izleyin ama bol mendille gidin...
Bu arada öpüşmek çok önemli bişi....
;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder